Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Türkiye’yi kuşatan riskler ve fırsatlar

Her risk ve kriz, aslında beraberinde bir fırsatı da getirir. O risk ve krizi doğru yönetirseniz, orada zafer, başarı ve erdemli bir hayatın sırları vardır. Bu anlamda şu sıkıştığımız bir avuç toprak muhteşem imkanlara sahiptir.

Düşünün Hz. Adem’den beri meskun bir toprakta yaşıyorsunuz. Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Lut, Hz. Yakup, Hz. Eyyub, Hz. Yusuf’un hayatı bu coğrafya ile ilgilidir. Bu coğrafya vahyin coğrafyasıdır. Daha eski bir uygarlık yok. Bu anlamda her insan bir şekilde ata toprağı olarak biraz Anadoluludur.

Bizimkiler hâlâ kendilerini bu toprakların işgalcisi olarak görüyor sanki. Çünkü öyle uydurma bir tarih bilgisi ile eğitiliyorlar. Fatih’in Ermeni patrikliğinin kurucusu olduğunu bilmezler mesela, anlatsanız da anlayamazlar. Fatih’in (Kahbe) Bizansı (!) yıktığını zannederler. Mesela Fatih’in Bizans’taki, bölgedeki Ortodoksların da desteği ile işgalci Latinlere ve onların işbirlikçisi darbeci siyaset ve sermaye grublarının elinden Bizans’ı kurtarıp kendisinin Doğu Roma Bizans’ın imparatoru olduğunu da bilmezler. Kur’an-ı Kerim’de “Rum suresi” vardır, mesela, bu kişiler “Ahiyan-ı Rum, Baciyan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum” ne demek bilmezler. Mevlana neden “Rumi”dir bilmezler. Bilmediklerini de bilmezler.

Dünyadaki 200 ülkeden 110 tanesinin Hilafete bağlı topraklar olduğunu da bilmez. Bırakın Hilafete bağlı toprakları, benim babam doğduğunda tek devlet olduğumuz sınır komşumuz Suriye ve Irak tarihini bile bilmiyoruz. Benim doğduğum toprak (Osmaniye / Haruniye), babam doğduğunda (Maraş) Haleb’e bağlı idi. Onu da bilmezler. “Onların burada, bizim orada ne işimiz var” derler. O sınırları İngilizler-Fransızlar çizdi, onların orada ne işi vardı. Amerikalıların, Rusların orada ne işi var?

Tarih “övgü” ya da “sövgü” kitabı değildir, bir toplumun ortak hafızası ve tecrübeler birikimidir.. Tarihi mefahire boğarsanız, hainler ve kahramanlar kitabı olarak okursanız tarihi öldürürsünüz. Geçmişi olmayan milletlerin ufku da kararır ve geleceği de olmaz.

Bakın bugün, Meclis-i Mebusan’da kabul edilen Misak-ı Millinin batı Trakya, Kerkük, Musul kararını da bir kenara bırakalım, bugünkü sınırlarımız içinde Türkiye’yi ne kadar tanıyoruz. Mesela Mescid-i Aksa’nın Mik’ad alanı olan “Arz-ı Mevud” coğrafyasının bir kısmının Anadolu topraklarını da kapsadığını biliyor musunuz. Bunun bize yüklediği sorumluluk, imkan ve risklerin farkında mıyız. Tanrıyı kıyamete zorlamak isteyenler, Yecüc-Mecüc, Melheme-i Kübra ya da Armageddon, Mehdi ve Mesih konusu birilerini ilgilendirmiyor gibi gözükse de, bu konu bu toprakta yaşayan herkes için hayati bir konu. Peki bizim siyasiler, akademi, cemaat, media bu konunun ne kadar farkında.

Burası aynı zamanda mitolojisin de ana vatanı. Kaf dağı, Babil hikayeleri ve Mısır, tam bu üçgenin içinde Mitolojiden habersiz bir halk. “Putkırıcılığı”nın ana vatanı ama Put nedir bilmeyen kalabalıklar. Ortodoksluğu ana vatanı, ama o nedir bilmeyiz. Eflatun Çanakkaleli, Aristo Antalyalı, ya da tıbbın merkezi burası ama kimin umurunda. Devlet kitabı, Urfa / Haran da tıp ve astronomi mektebinin kütüphanesine 1 numara ile kaydedilmişti. Olimpiyad’lar Atina’da değil Hatay’da yapıldı, kimin umurunda.

Ege’ye bakalım. Yuhanna Vahyindeki kıyamet sahnelerinin coğrafyasının sırrı o bölgedeki 7 kilisede gizli. Bu konu İlahiyatçılarımızı hiç mi ilgilendirmiyor? Ya da film sektörünü.. Ya hu, dünyanın en popüler markası Noel Babanın gerçek hayatı bile bizi ne kadar ilgilendiriyor ki! Peygamberimizden 300 yıl önce yaşamış Hanif gelenekten gelen, İznik konsülüne katılan İncil hafızı Derviş Nikalaus’un hayatı ile ilgilenen birkaç kişiden biri benim. Bu uğraşları birilerinin çok ciddiye almadığını da biliyorum.

Güney’de Arz-ı Mev’ud, Melheme-i Kübra konusu, Yuhanna Vahyi’nde sözü edilen Fırat’la ilgili “Kehanet”i de bir kenara not edelim. Birileri buna inanır ya da inanmaz, ama bugünkü İncil’e inananlar için bu bilgi dini anlamda hayati bir önem taşıyor.

Irak sınırı, Horasan’dan gelen “siyah bayraklılar”, Mehdi-Mesih inancı açısından özel bir anlam taşıyor. Trans Kafkaslar’da KAF dağı Yecüc-Mecüc (Gog-Magog)un kalbi sayılır. Yecüc-Mecüc’ün Güneye doğru inişinin, Hazar’ın doğusundan ve batısından gerçekleşeceği kabul edilir. Hazar’ın doğusundan gelecek olanlar Kazakistan, Türkmenistan Özbekistan, İran, kısmen Afganistan bu koridorda. Kuzeyde Rusya ve tabii Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan, Türkiye ve Irak da batı koridorunda yer alıyor ki, bu olay kıyametin büyük alametlerindendir. Yani, böyle bir coğrafyada yaşıyoruz. Kuzeyde Karadeniz. Karadeniz’e kıyısı olan 6 ülke var. Türkiye dışında Bulgaristan, Gürcistan, Romanya, Rusya Federasyonu ve Ukrayna.

Bakın Türkiye’nin komşusu ülkelerin hemen hepsi ile bizim kopmaz tarihi bağlarımız var. Mesela İran, nüfus olarak Türkiye’den sonra en büyük Türki devlet. Komşularımızın büyük çoğunluğu İslam Konferansı üyesi ülkeler. İran aynı zaman D8 ülkesi. İran dışındaki komşularımız 100 yıl öncesi Osmanlı toprağı idi. Hepsinin bizde uzantısı, hepsinde bizim bakiyemiz var.

Türkiye bir de AB aday ülkesi ve NATO ülkesi. Bütün bu gerçeklerle birlikte bugünkü Türkiye’yi düşünmemiz gerekiyor. Tarih, bugün ve bir de yarın hayalimiz olmalı. “Yarınki Türkiye”yi düşünmeliyiz. Unutmamak gerekir ki, hayal gerçeğin anasıdır. Ama geçmişin bilgi birikimi, bugünün şahidliği ve sorumluluğunu doğru şekilde kuşanmamış insanlarla gelecek inşa edil(e)mez. Bunun için bugün, 3 kıtaya yayılmış bir imparatorluğun varisleri olarak çoğulculuğu içimize sindirmemiz, katılımcı, çoğulcu ve şeffaf, adaletten, barıştan, hürriyetten yana, herkesin malı, canı, namusu, aklı, inancı ve neslinin güvende olduğu, insan haklarına saygılı bir hukuk devletini inşa edebilmemiz için, önce farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşama iradesine sahip çıkmamız gerek.

Unutmayalım ki, “tefrika girmeden bir millete düşman giremez / toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez”. Belki de bu anlamda önce kendi içimizde şu soruların cevabını ararken, kendi kendimize, “biz kimiz” sorusunun cevabını aramamız gerek. Sahi, doğduğumuz ana-babayı biz mi seçtik, doğduğumuz toprağı, zamanı, derimizin rengini ve cinsiyetimizi biz mi seçtik? Bundan dolayı üstün ya da geri, peşinen haklı ve haksız olabilir miyiz? “Hakka tapan bir millet” olmak nasıl bir şey, “Alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberinin ümmeti olmak” bize nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

Böyle bir ülkede / Memlekette yaşamak / Yurt edinmek üzere ve bu toprakta, bu zamanda, bu anne baba ve bu cinsiyetle yaratıldığım için, (ve her halukarda zaten vereceğim tek bir cevabım olacaktı), o da Allah’a hamd ediyorum! O’nun rızası için Şahidlik görevini kuşanıyorum. Gayem, O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olmaktır. Ya Rab, bana hakkı hak, batılı batıl göster ve beni hakka yönelt. Beni nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil.

Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 644 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar