Tekfircilik Felsefesi ve İllüzyonu

Tekfircilik Felsefesi ve İllüzyonu

Ümmet’in kâfir (Haşa!) olmasından haz alırcasına “Kâfirdir” diyen zihniyet!

Özellikle günümüzde medyatik destekle de şöhreti artırılan tekfirci yapılar, İslâm coğrafyasında farklı farklı isim ve zamanlarda bir var bir yok şeklinde zuhur eder. Bir vardırlar, zira bir el onları orada var eder. Bir yokturlar, zira aynı el onları yok eder. Küresel Firavun işgal etmek istediği bölgede tekfirci yapıyı gizliden destekler ve sonra “Cihadcılarla mücadele, terörle mücadele” adı altında İslâm beldesinde işgal plânları işler. Afganistan, Irak, Suriye, Yemen gibi beldelerin başlangıç senaryosu aynıdır.
Başlıktaki felsefe ve illüzyon ibarelerini elbette tesadüfen değil bir maksada istinâden yazmış olduk. Çünkü tekfir hareketinin tarihsel çıkış noktası Hariciler’den bu yana her daim herhangi bir İlm-i usule dayanmaksızın kıyas ve akıl yürütme yolu ile kendisi gibi dü-
şünmeyen her birey ve topluma “Ey Kâfirler” demeyi meslek hâline dönüştürmüştür.
Ayet meâllerinden yola çıkarak müteselsil (silsile veya zincirleme bağlantı kurarak) yolla şöyle olursa böyle olur, böyle olursa öyle olur, öyle olunca da “Kâfir” olur gibi bir sofistik felsefe ile müslüman kitleyi topyekün genelleyerek kâfir damgasını vurmak, arka plânda akıl ve kıyası Rabb edinme riski taşımaktır. Mâdem ki “Hüküm yalnız Allah’a aittir.”En’am 57 o hâlde müteselsil yolla bir muhakeme olmaksızın, dayanağı sabit olmayan bir şeyin aklın vardığı neticeye göre nihayete erdirmek, aklı putlaştırıp onu Rabb edinme riski taşımaz mı?
İslâm Şeriatı bir hukuksal usül ile şekillenmiş, kendi içerisinde ba- ğımsız ve nihayetinde Allah ve Rasulü’ne tâbi olan intizamlı bir hukuk sistemi değil midir?1* Her fırsatta “Allah ve Rasulü” derken en küçük ibadî delili küfre yorup, felsefe yaparak Ümmet’in kâfir (Haşa!) olmasından haz alırcasına “Kâfirdir” diyen zihniyet, sosyal medya eliyle de desteklenerek “yiğit mücahid(!)” rollerini destekleyici, kafa kesme vi- deoları ile illüzyon sağlayarak, bir takım insanları etkileyerek kendi- sine taraftar bulur. Oysa İslâm Hukuku’nda bu konu farklı başlıklara muhtaçtır; 1) Kâfir kimdir? 2) Mü’min olup sonra kâfir olan kimdir? 3) Mü’min kimdir? 4) Mü’min kabul edilen kimdir? Bu dört şeklin her birinin hukuksal karşılığı farklıdır. Hiç İslâm görmemiş birinin küfrü ile İslâm’a girip sonradan küfre giren kişinin hükmü farklıdır. İslâm hukuku bu iki kişiye farklı bakacaktır. Şöyle ki; kâfir kişi abdestin verdiği hissi merak edip abdest alıyor olarak resmedilse İslâm bu resme “Elini, yüzünü yıkıyor.” diye bakar. Diğer yandan mü’minken küfre giren adam elini yüzünü yıkarken resmedilse İslâm hukuku bu resme “Acaba abdest mi alıyor, dine geri mi döndü ki?” şeklinde pozitif değerlendirme yapar. Yani kâfire nötr bakarken irtidat edene pozitif yaklaşımda bulunup O’nu tekrar kazanmak ister. Oysa tekfirci illüzyonist felsefe ne kadar çok “Ey Kâfir” derse o kadar çok kendini müslüman olacağını sanır. Peygamber (s.a.v) buyuruyor: “Her kim bir adama: Ey kâfir veya Allah’ın düşmanı der de O adam dediği gibi değilse, o sözler bunları söyleyene döner.” (Müslim). Hâl böyleyken önümüze her geleni müslüman sanıp, müşrik bir adamı zorla cennete sokmamızın anlamı olmadığı gibi önümüze gelen her insanı akıl yürütme metodu ile “Kâfir” yapıp katlini vacib görmeye kalkışmak da zulmün ta kendisidir.
İslâm fıkıh kitapları arasında muteber ve Hanefi fıkhı alanında kay- nak olup özellikle Kadılar’ın hüküm konusunda ellerinden düşürme- meşhur fıkıh kitabının irtidat babında geçen bir kişinin küfrüne hangi şart ve zeminde hükmedileceğinin satırlarını harfine dahi dokunmadan dikleri İbn-i Abidin’in (Reddü’l-muḥtâr ʿale’d-Dürri’l-muḫtâr) isimli
aktaralım.
1* “Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min olan bir erkek ve mü’min
olan bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a
ve Rasulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır.”
(Ahzab 36)

“Nuru’l Ayn’de zikredilmiştir ki: Ayet-i Kerime veya mütevatir ha- berin delaleti kesin olmazsa yahut haber mütevatir olmazsa yahut haber kesin olup fakat kendisinde şüphe bulunursa yahut icması bütün müc- tehidlerin icması olmazsa yahut bütün müctehidlerin icması olup fakat sahabenin icması olmazsa yahut sahabenin icması olup fakat tevatür yoluyla sabit olmadığı için kesin olmazsa yahut kesin olup fakat sukü- ti icması olursa, bu suretlerin herbirinde inkâr eden kâfir olmaz. Bunu usul-i fıkıh kitaplarını okuyan kimseler bilir. Bu kaideyi ezberle. Fıkıh meselelerini çıkarmada sana fayda verir. Hatta fıkıh kitaplarında “Şunu söyleyen veya işleyen kâfir olur. Şunu söyleyen veya işleyen kâfir ol- maz.” diye zikredilenlerden hangisinin sahih olup olmadığını bilirsin.”
Her Fırkacılık Tekfirci Adaylığıdır
Günümüzdeki İlm-i usule dayanmayan, belli bir aidiyet psikoloji ile bir fırkaya cemaat adı altında intisab eden veya herhangi bir İslâmî mo- tifi bünyesinde barındıran cemaatsi sıradan bir topluluğa dahi aidiyet hisseden mü’minler, aidiyet duygularının diri tutulması adına vaaz ve nasihatlar yolu ile cuhşa getirilip kendinden başkasını öteki sayarak her an tekfirci olma adayı olduğunu fehmetmelidir. Mezhebsel ve cemaat- sel aidiyetleri “Din” mişçesine üst makama oturtup farklı mezheb ve cemaatleri Din’in dışındaymışçasına algılamak, arka plânda tekfircilik neticesine yakın bir hastalığın habercisidir.

Nuhbe yayınlarından çıkan “Namaz Okumaları” isimli eserden iktibas edilmiştir.

Kaynak:Haber Kaynağı