Abdullah Büyük

Abdullah Büyük

Sünnetin hayatımızdaki yeri ve önemi

Son zamanlarda bütün dünyada bir akım geliştirilmek istenmektedir. “İslam’ı yaşayıp hayatımıza aktarabilmek için bize sadece Kur’an yeter. Kur’an’ın dışında başka bir şeye ihtiyacımız yoktur. “Biz şimdi bu ülke insanını Kur’an’la tanıştırmak zorundayız” gibi bir iddia yaygınlaştırılmak istenmektedir.

Bu düşünce tarih boyunca bir arada ve yan yana yürümüş İslam’ın iki temel kaynağı olan Sünnet’le Kur’an’ı bir birinden ayırıp sünneti geçerli bir kaynak olmaktan çıkarmaktadır.

Bu düşünce biçimi yeni değildir ve aynı zamanda Türkiye’ye mahsus bir akım da değildir. Bu düşünceyi ilk defa ortaya atanlar müsteşriklerdir. Fakat üzülerek ifade edelim ki bazı zavallı ve saf Müslümanlar da bu tartışmada taraf olmaktan kendilerini alamadılar.

Sünnet üzerine ilk şüphe tohumlarını ekmeye çalışan adam Prof. Goldizer’dir. Bu adam İslam hukukunun ikinci temel kaynağı olan Hadislerin Rasulullah’ın sözlerinden çok Şam bilginlerinin sözleri olduğunu iddia etti. Bu haince iftirayla amacı Müslümanlar katında yüksek bir mevki ihraz eden Rasulullah’ı ve O’nun sünnetini küçük düşürerek güvenlerini sarsmak ve sonunda da Rasulullah’ı reddettirmekti.

Aynı akımın Hindistan’dan da Gulam Mirza Ahmet tarafından da tekrarlandığını görüyoruz. Bu adam da Mehdilik ve Peygamberlik iddiasında bulunmuştu. Peygamberlik iddiasıyla çıkan bu sapığın da zorunlu olarak Rasulullah’ın sünnetini reddetme ihtiyacını duyduğunu görüyoruz. Önceki peygamberleri reddetmeli ki kendi peygamberliğini kabul ettirebilsin. Bundan ayrı olarak da birtakım modernist yazarlar da sünnete karşı olumsuz tavırları geliştirmişlerdir. Bu modernistlerin bu mevzudaki görüşleri şöyledir:

1. Kur’an’ı anlamak için Kur’an’dan başka bir kaynağa ihtiyaç ve gerek yoktu: Cenab-ı Hakk bize kitabını apaçık ve “tebyin” edilmiş olarak indirmiştir. Ayrıca bu açık ayetleri anlayabileceğimizi haber vermiştir. Kur’an’ı anlama, yorumlama ve ondan hüküm çıkarıp hayata aktarma konusunda herkes eşit imkanlara ve haklara sahiptir. Ayrıca bu hususta şuna buna müracaat etmeye lüzum yoktur. Bu lüzumsuzluğun içinde Allah’ın Resulü de vardır tabii. Bu anlayış tabiatıyla Allah’ın Resulünü hafife almak, O’nun sünnetini ve Kur’an’ın tefsiri adına ortaya koyduğu tüm sözlerini ve fiillerini geçersiz saymak değil, ancak en az bizim de O’nun kadar Allah’ın kitabını anlama ve ondan hüküm çıkarma hususunda mes’ul olduğumuzu ortaya koymak içindir.

2. Eğer Resulullah’ın sözleri bizim için vazgeçilmez bir kaynak olsaydı Allah Kur’an’da açıkça bunu bize haber verecek ve Rasulullah da bütün sözlerini ayrı bir mecmuada toplayıp bize bırakacaktı. Halbuki böyle bir şey mevzu bahis değildir. Ne Kur’an’da bu konuda bir emir bulunmaktadır, ne de Allah’ın Resulü böyle bir şeyden bahsetmektedir.

3. O halde Kur’an-ı anlamak ve hayatımıza aktarmak için yine Kur’an’a ve aklımıza başvurmaktan başka çıkar yolumuz yoktur. Hem Kur’an öyle muazzam bir kitaptır ki, her insan ve her toplum onu rahatça anlayıp kendi hayatına gerekli olanları alabilir. Binaenaleyh bir önceki toplumun anlayıp, kendi hayatlarına aktardığı şeylere bir sonraki toplumun ihtiyacı da yoktur. O halde Resulullah’ın Kur’an’a dair sözleri ve açıklamaları ancak kendi dönemi ve toplumu için geçerlidir.

4. Hadisler çok zor şartlar altında toplanmıştır. Binaenaleyh bunlara yalan karışma ihtimali fazladır. Nesilden nesile aktarılırken değişmiş olma ihtimali kuvvetlidir. Bu yüzden şaibeli olan bu sünneti bir kenara bırakmaktan başka çaremiz yoktur. Belki o bir tarihi malumat olarak kalmaktan başka bir işe yaramaz.

Özetle bunların iddiaları ve güya delilleri bunlardır.

Devamı gelecek haftaya.

yeniakit

Bu yazı toplam 1103 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar