Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Sufiler devlet kapısından uzak duracaktı hani

Sufiler eskiden devlet kapısından uzak dururdu. Kul hakkı deyince akan sular dururdu. İnfak kültürü hakimdi. Tevazu esastı. Kendilerini “Fakir” olarak tanıtırlardı. “Kanaat” etmeyi bilirlerdi. Tıpkı balonla yükselen biri gibi safraları, dünya malı, mevkiini atarak yükselmeye çalışırlardı. Nefisleri en büyük düşmandı. “Nefs terbiyesi üzerinde yükselen bir ahlak” anlayışı vardı. Kibir en büyük hastalıktı. “Ruhları bedenden kurtulduğunda özgür kalacaklarına” inanırlardı. Ölüm asude bir bahar ülkesi” idi onlar için. Dünya “sürgün yeri” idi, vefat ettikleri gün “şeb-i arus” sayılırdı. Heva ve heveslerinin peşinde koşan, canlarının istediği, kimseye danışmadan tek başlarına olmak istemezlerdi. “Beni bana bırakma, beni nefsimle baş başa bırakma Allahım” diye dua ederlerdi.. Müslüman kardeşlerini kendilerinin velisi kabul eder, ilim ve hizmet sahipleri ile istişare eder, onların öğütlerini gökteki yıldızlar gibi kabul ederlerdi. Bir konuda karar vermeden önce, o şey hakkında sözü olan, o karardan yarar ya da zarar görmesi muhtemel herkesle imkanları ölçüsünde müşavere ederlerdi..

Onlar yeryüzündeki tüm Müslümanları “İhvan” bilirlerdi. Yeryüzünün tüm açları, mazlumlar ve yetimler “ümmetin yetimleri” idi. Değil mi ki biz “alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz”. Yeryüzündeki erdem sahibi insanlarla “hılful fudul” anlayışı ile ittifak yaparlardı. Onları “müellefetül kulub” kabul ederlerdi. Af dileyenler, özür dileyenler ve “irşad” edilmek için kapılarına gelenlerden, yardım isteyenlerden yüz çevirmezlerdi.

Yeryüzüne tebliği ulaştıran onlardı ilk dönemde, “hayyalel cihad” dendiğinde en önde koşanlar da.. Nereye elde kitapla girdiysek oradan bizi bir daha kimse çıkartmadı. Nereye kılıçla girdi isek oradan kılıçla çıkartıldık.. Parayla satın aldıklarımızı daha fazlasını vererek aldılar..
Nasıl iman edenlerin yeniden iman etmesi gerekiyorsa, sufilerimizin de yeniden sufi olmaları gerekiyor.. Ya inandığımız gibi yaşayacağız ya da yaşadığımız gibi inanmaya başlayacağız. Zamane Müslümanından, zamane Sufisi oluyor işte. Eskiler müritlerini “devlet kapısından, iş ve memuriyetten uzak durmaya” çağırırdı. Çünkü kamu malı yetim malı hükmündeydi. O dervişler insanları kendi dergahına değil, Allah’a ve resulüne çağırırdı. Eğer biri bir dergaha gelmişse onun haline bakıp, onu başka dergaha yönlendirir ya da senin nasibin bizden bu kadar, sen başka dergahlara git der ya da başka hizmetlere yönlendirirdi. Kimi tebliğe gider, kimi cihada, kimi sanata, kimi ilim tahsiline, kimi ticarete yönlendirilirdi..

Kitap bize “bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin” der.. Müslümanımız Müslümanlığından ne kadar haberdar ya da Mezhepçilik yapanlar, tarikatçılık yapanlar tarikatı ne kadar biliyor.. Akaid, tefsir, hadis, fıkıh konusunda nerede duruyoruz. Siyaset yapanlar siyaseti ne kadar biliyor.

Fıkıh, kişinin yaptığı şey hakkında leh ve aleyhinde olanı bilmesi demek.. Herkes yaptığı işin fıkhını biliyor mu? Mesela istihbaratçılarımız kendi fıkıhlarını biliyorlar mı? Madencilerimiz madenin zekatını biliyorlar mı?

Akaid bilmeden amel, vahiyle, sünnetle temellenmeyen, amelsiz mezhepçilik, fıkıhtan bağımsız bir tasavvuf mümkün mü. Bizim halimiz bir garip bu piramit tersine dönmüş. Sufi sohbetlerden din damıtıyor, sonra Kalkancıların peşine düşüyor. İdeolojiden, siyasetten, felsefeden yola çıkıp din damıtıyor insanlar.

Hepimiz her şeyi yeniden gözden geçirmek zorundayız. Unutmamak gerekir ki, cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir. Kuşkusuz ameller niyetlere göredir ama, tek başına iyi niyet yetmez. Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir.

Taş yerinde ağırdır. Politikacı politikacı, iş adamı iş adamı, alim alim olmalıdır.. Bu bir seçimdir. Herkes kendisi olmalı. Bizim iyi bir alime, iyi bir dervişe, iyi bir sufiye, iyi bir tüccara ihtiyacımız ve hepimizin yüzünün kıbleye dönmesi, birbirimize dua etmeli, birbirimize yardımcı olmalıyız.. Hepimizin birbirimize dua etmesi gerek.. Birbirimizin denetimine, gözetimine, ikazına, nasihatine ihtiyacımız var..

Siyasete el atan sufi, şeyhliğe soyunan siyaset adamı yanlış yapar. Kim neye ihtiras ediyorsa o onun imtihanı olur.. İyi bir derviş cennete gider, kötü bir politikacı cehenneme. Ya da tersi olur, iyi bir politikacı cennete gider, kötü bir derviş cehenneme.. Mal edinmek için siyaset, dervişlik değil iş adamı olmak gerek. İyi bir tüccar nebilerle haşrolunur.. Başkalarına fakirlik öğütleyenler kendileri zenginlik içinde lüks ve ihtişam içinde bir hayat süremez.

Sanırım biz biraz rollerimizi değiştirdik.. Sufiler geçmişe dair menkıbelerini dinleyip, naklederek görevlerini yaptıklarını zannediyorlar. Gözyaşları içinde dinledikleri menkıbelerin kendi hayatlarındaki karşılığı hemen hemen yok gibi.. O dergahta bulunmalarının himmet için, bağışlanma ve kurtuluş için yeterli olduğunu düşünüyorlar. Hacca giderek defteri sildireceklerini düşünüyorlar, “vay o namaz kılanların haline ki” diye başlayan ayeti unutarak..

Ben, sen, o, biz, siz, onlar, biz hepimiz değişmek zorundayız. Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.. Aklımız kadar iman edecek, aklımız kadar amel işleyeceğiz. Kafamızı kiraya vermeyeceğiz. Din büyüklerimizi İlah ve Rab edinmeyeceğiz. Evet, zamana ve mekâna şahit olacağız. Allah (cc)’nin açıklanmış rızasının tecellisinin vesilesi olacağız. Selam  ve dua ile.

yeniakit

Bu yazı toplam 1015 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar