İbrahim Küçük

İbrahim Küçük

Siyasî Liderliğin Öbür Yüzü

Çok yüzlülük manası ifade eden politika kelimesi ile terbiye etme, yönlendirme, islah etme manalarına gelen siyaset kelimesinin tanımlamasında mutabık kalmak şartıyla siyasî lider gerekliliği hangi boyutta elzemdir? Bu elzemiyet, toplum bilimi açısından, birey açısından, kamu yönetimi açısından değerlendirildiğinde inkar edilemez bir gerçekle karşılaşılır ki o da şudur; dirlik ve düzenin sağlanması, birey ve kamu haklarının muhafazası için toplum nezdinde kabul görmüş bir siyasî liderlik olmazsa olmaz bir şarttır. Tarih boyu siyasî liderler beşeri dinler bağlamında bilgin, filozof, halk kahramanı adı altında önderlik yapmışlardır. Vahiy dininde ise siyasî liderlik misyonu peygamberler ve onların varisi olan ulemaya yüklenmiştir. Siyasî lider gerekliliği yukarıda belirttiğimiz gibi insan olgusunda toplumsal hayatta esas bir unsurdur. Her bireyin ve bireylerden oluşan toplumların varlık gayeleri hayatı idame ve dini ikâmedir. Hayatı idame için gerekli dört unsur malumdur ki; toprak, su, hava ve ateştir. Dini ikâme unsurları da birey ve toplumların dinine göre değişecektir. Ancak din kavramında da mutabık kalınması gereken bir noktada vardır ki o da şudur; din; gerek Kur'ân'î gerekse aklî tarifle sabittir ki belli değerlere vicdanen inanarak tespit edilen yaşama biçimidir. Bu tanıma göre dinsiz birey yada toplum yoktur. Rabsiz ve ilahsız hiçbir birey yoktur. Teist düşüncede var olan bir ilah ateist düşüncede ise var olmayan bir ilah vardır. Teizimde ilâh, varlığı ile dinî yani yaşama biçimini şekillendirirken ateizmde ilâh, yokluğu ile hayatı şekillendirecektir. Bu izmlerin bakış açısına göre dinî ikâme unsurlarıda tabir olarak farklılık arz edecektir. Hiç birdinde değişmeyen hayatı idare unsurlarına rağmen dinî ikâme şartları dinlere göre değişecektir. Dinsizlik dininde, dinin ikâmesi kolay ve yaşanabilir durumdadır. Yok olan ilâhın hayata müdahale etmemesi bireyi özgür(!) bırakacak, bireyin akıl ve nefsi doğrultusunda hayat tarzı şekillenecektir. Bu din anlayışının adı her nekadar ateizm olsa da güncel anlayışla bunun adı ilkel laikliktir. Çünkü; laikliğin tanımlamasını tarih ve kapsam alanında genişletecek olursak, tanım şu olacaktır: Laiklik; Yaratıcının koyduğu ilahi kanunları iktidara müdahil yapmamak. Bu bağlamda yaratıcının kanun koyuculuğu sadece siyasî alanda değildir. Aynı zamanda tabîi hayat alanında da yaratıcısız işlemeyen bir nokta yoktur. Fizik, kimya, matematik, tıp gibi pozitif ve negatif ilimlerin tamamında yaratıcının kanunları hakimdir. Ve bu hakimiyet tüm bireylere adaletle hükmeder. Yaratıcının, tabîi kanun koyuculuğunu kabul etsin etmesin her bireye güneş aynı mesafededir. Oksijen aynı oranda serpilidir v.s. bu sebepledir ki ilkel laiklik kavramının oluşması, ilkel laikliğin yaratmada ve tabîi işleyişte dahi yaratıcıyı tabîi iktidarda müdahalesiz bırakma isteğindendir. 
 Var olan üç iktidar şeklinden biri olan tabîi İktidarı kabul etmekle birlikte bu iktidarın varlığını tesadüf ve evrimlere endeksleyerek tabiat ana ile izah eder. Tabiat kanunlarına boyun eğerek toprak, hava, su, ateş unsurlarına itaat eder. Birey bazında kabul gören bu anlayış devlet bazında yakın tarihte yetmiş küsür yıl kadar yaşayabilmiştir. Dinsizlik dinî ikâmesi tutmamıştır. Çünkü siyasî liderlik kurumu gelişememiş, toplumun sevk ve idaresinde önderlik, başkanlık sıfatları yetersiz kalmıştır. Demek ki siyasî liderlik ile başkanlık ve önderlik farklı şeylerdir. Siyasî lider gerekliliğini ateizm anlayamamıştır.
 İlkel laikliğin hemen yanında başka bir toplumda az gelişmiş laiklik Aristo ile şekil kazanacaktır. Az gelişmiş laiklikte, yaratıcının varlığı kabul edilecek hayatı idame unsurları yaratıcının mahluku olarak kabul görecek ancak dinî (yaşama şeklini) ikâme asliyetinde ikame kuralları akıl ve nefislere göre şekillenecektir. Toplumun kutsiyet yüklediği bir şahıs yaratıcının adına toplumu idare edecek, onları sevk ve idare edecektir. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diyen Firavun ya da "Ben de dilediğimi öldürür, dilediğimi diriltirim" diyen Nemrut gibi. Burada kısmi siyasî liderlik ihtiyacı giderilmiştir. Nevarki terbiye ve ıslah kaidelerinin temeli akıl ve nefislere dayandığı için buradaki liderlik daha çok politik başkanlığa yakındır. Ancak buradaki çok yüzlülük halk ile ilâhlık arasına sıkışmıştır. Az gelişmişliğin verdiği nakıslık sebebiyle kendisi ile halkı arasında sıkışıp kalmıştır. Bu tip bir lider anlayışı yarı ilahlık yarı insanlık anlayışı ile sürdürülebilirken, ilah, insan ve halk üçleminde zorlu bir hayat yaşanmıştır. Halkına karşı yarı ilahlık imajı çizmeye çalışan bu liderler yeme-içme, uyku, tuvalet gibi insani ihtiyaçlarını gizlemek için hayli zorlanmışlardır. Az gelişmişlik yaratıcıyı "göklerde hapsedip" siyasî iktidara müdahale ettirmeden tabîi iktidarda "yönetim müsaadesi" vermiştir.
 Gelişmiş laiklik; sosyal demokrasi kavramıyla zenginleştirilmiştir. Yaratıcıyı kabul etmiş hatta yaratıcının kitap ve peygamber gönderebileceğini teorik olarak kabul eden, vahyin siyasete müdahalesine geçit tanımayan bu iktidar biçimi Fransız devrimiyle kemal derecesine çok yakın bir hale gelmiştir. İlkel laiklik, az gelişmiş laiklik ve gelişmiş laiklik daha çok batı toplumlarında pratize edilebilmiştir. Bunun sebebi günümüzde zannedildiği gibi Doğu toplumlarının az gelişmiş olduklarından değildir. Bu değişiklik iki sebeptendir:
 I. Sebep; Batıda yaygın olan din anlayışında dini ikame unsurları iman ve ibadetle sınırlı olup dinin kilise dışına çıkmayan bir olgu olmasındandır.
 II. Sebep; Doğu toplumlarının gelişmiş felsefe ve inançlarına binaen çok gelişmiş laikliğe ihtiyaç duymasıdır. Tarih içerisinde kısa dönemler hariç doğu toplumları genelde çok gelişmiş laik anlayışla yönetilmiştir. Maalesef(!) batı toplumlarında çok gelişmiş laiklik algılanamamış, gelişmiş laiklik anlayışı değer yargısı olarak ele alındığı için çok gelişmiş laiklik anlayışı algı potasının üzerinde kalmış ve doğu toplumlarına da günümüzde komp leksler yüklenmiştir. Gelişmiş batı toplumları siyasî lider gerekliliği unsurunu hep Vahiy dininin dışında ararken çok gelişmiş laik doğu toplumları siyasî lider gerekliliğini hep Vahiy dininin içerisinde çözmüştür.
 Tabii İktidar, akıl ve nefislerin iktidarı, Allah ve Resulünün İktidarı biçiminde şekillendirilen iktidar çeşitlerini ilişkilendirerek konuya yaklaşırsak siyasi lider gerekliliğinin elzemiyeti daha net kavranacaktır. İslam dininde hayatı idame farzı ayndır. İmkanlar el verdiği sürece dini ikamede farzı ayndır. İslamda dini ikame batıda olduğu gibi iman ve ibadetle sınırlı kalmayacaktır. Hatta ibadetlerle ilgili ayetlerin sayısı Kur'an'ı Kerim'de yüz kırkı geçmeyecektir. İşte geriye kalan altı bin küsür ayetin ikamesi siyasî liderin gerekliliğini vacib kılacaktır. İşte tam bu noktada dinin siyasete müdahalesi akıl ve nefislerin akıl ve nefislerin iktidarına göre haddi aşmışlık olacaktır(!) veyahut dini ikame gerekliliği bağlamında hayatın idamesi kadar dinin ikamesi de doğaldır diye algılanacaktır. Bu kurgusu az gelişmiş ya da gelişmiş laik anlayışlarda devletin dine müdahalesi ya da devletin, dini günlük hayata mudahil etmeme müdahalesi olarak vukuu bulacaktır. Tevhid dinine iman edenlerin önü alınamaz çokluğu karşısında doğu insanı engin felsefesi sayesinde çok gelişmiş laikliği keşfedecektir. Az gerilerde bahsettiğimiz gibi az gelişmiş ve gelişmiş laik anlayış tabei iktidarla uzlaşma halinde iktidarını sürdürürken, vahiy iktidarını tapınak dini olarak tanımlayarak akıl ve nefislerin çoğunluğu esasına göre iktidarını sürdürmüştür. Çok gelişmiş laik anlayışta ise tabii iktidarla barışık olunduğu gibi vahiy iktidarıyla da barışık olarak(!) akıl ve nefislerin iktidarını sürdürme esası geçerlilik kazanacaktır. Batı toplumunun henüz keşfetmeye yeni başladığı bu anlayış bu gün için güya ilkel denilen müşrik mekke devleti tarafından yüzyıllar öncesinden keşfedilmiştir. Resulullah(s.a.v)'e Mekke devletinin esasını oluşturan putlara dokunmamak kaydıyla Mekke reisliğinin teklifi bahsi geçen gelişmişliğin en güzel örneğidir. Darun Nedve kurumunda çoğulculuk esasına göre yönetilen mekke devleti bulduğu bu formülle vahyin gücünü kırarak vahye iman etmiş halk nezdinde meşrutiyetini sağlamayı esas almıştır. Bu teklif ilahi cevapla "Sizin dininiz size, benim dinim banadır." (Kafirun 6) şeklinde Kur'an sayfalarına kaydedilecektir. İslama göre ilkel Mekke devleti bu gün batının keşfetmeye çalıştığı "ILIMLI İSLAM" projesini yüzyıllar öncesinde keşfetmiştir. Ama ne yazık ki yüzyıllar önce Kur'an'ın verdiği cevap ehli Kur'an bir kısmı tarafından görmezden gelinmektedir. Gelişmişlikten çok gelişmişliğe terfi etmek isteyen ABD başkanı Bush "Tanrının yeryüzündeki iktidar temsilcisi olarak" Amerikan patentli Halife(!) üretme gayretine girmiştir. Çünkü tevhidî direnişi kırmanın tek yolu budur. Bu kavşak noktası İslam da siyasî lider gerekliliği vucubiyeti ile akıl ve nefislerin iktidarında islâmî siyasî lider görünümlü politik lider gerekliliği vucubiyetinin  ayrıldığı noktadır. Müşrik Mekke Devletinin ulaştığı bu çok gelişmişlik üzerine İktidar Resulullah(s.a.v) ve otuz yıllık raşid halifeler iktidarından sonra süper gelişmiş laik anlayışı keşfedecektir. Bu keşfi öylesine güzel motiflendirir ki "kurbağa haşlandığını asla anlayamaz". Emevilerle başlayan bu süper gelişmiş laik yapı politik liderliği elden bırakmadan dahi siyasî lider olabilme makamını koruyabilmiştir.
 Asr-ı Saadet ve Raşit Halifelerin döneminde ıslah edilmiş salih halk kitlelerini, islami referanslarla dinî politize ederek siyasî lider gereklilik vucubiyetini siyasî lider görünümlü hanedanlık ve saltanatlık liderliği ile avutan süper gelişmiş anlayış yüzyıllarca yaşama imkanı bulmuştur. Bu tip siyasî otariteler kendilerini tıpkı Mekke devleti anlayışı ile meşrulaştırmışlardır. Ama süperlikleri onlara ululemr kavramını kullanmayı öğretmiştir. Saltanatlarını meşrulaştırmak için nice alimlerin başını yemişlerdir. Ebu Hanefi (Rah. A.) gibi meşrulaştırma makamını kabul etmeyen bir çok alim tarih içerisinde yerini korumaktadır.
 Dinin gerçek anlamda ikamesi için islamda siyasî liderin gerekliliğinin önemi aşağıdaki izahlardan sonra daha da anlam kazanacaktır. Zira; peygamberler Allah'u Teâlâ tarafından gönderilmiş siyasî birer liderlerdir."Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. (Ahzab 36)   Biz her peygamberi ancak, Allah'ın izniyle, itaat olunması için gönderdik. Onlar, kendilerine yazık ettiklerinde, sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah'ın tevbeleri daima kabul ve merhamet eden olduğunu görürlerdi. Hayır; Rabb'ine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar. (Nisa 64 / 65) " (2)"Alimler peygamberlerin  vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmiştir." Ebu Davud,İlm 1, (36 41); Tirmizi, İlm 19, (2683); İbnu Mace, Mukaddime 17, (223). Peygamber(s.a.v) bize islah ve terbiye edici bir önder olarak gönderildiğini, alimlerinde peygamber varisi olduğunu öğretiyor. O halde iman, ibadet, muamelat ve ukubat hukuku gibi dört esasa dayanan din ikamesi ve hayat idamesi için siyasî lider gereklidir.   Burada sorun şudur; islâmî siyasî lider ile sahtesini nasıl ayıracağız?
 Evvela şunu bilmek gerekir ki; Kur'an bir tarih kitabı değildir. Tarihi bilgiler veren hayat tarzı kitabıdır. Bu açıdan Kur'an'a baktığımızda hiçbir peygamber yeryüzüne Firavunların iktidarını sağlamlaştırmak için gönderilmemiştir. Aksine bütün peygamberler akıl ve nefislerin iktidarına tıpkı tabii iktidara cebren itaat edildiği gibi Allah ve Resulünün iktidarına da ihtiyari olarak uyulması gerektiğini tebliğ için gönderilmiştir. Peygamber varisi gerçek ile sahtesini ayırma işi de burada başlayacaktır. Peygamber varisi olmak demek peygamberin sadece giyim kuşam tarzını miras olarak taşımak değildir. Sadece "dinden imandan" konuşmak değildir. Ya da çokça namaz kılmak, oruç tutmak değildir. Bu saydıklarımız peygamberliğin içerisinde birer noktadır. Ama siyasî liderlik noktasında varislik için üç esas zaruridir ki; birincisi ilim, ikincisi; vahiy esaslı siyasî görüş, üçüncüsü; Kur'an'ın maksadına uygun takva anlayışıdır.
 "Kitabı ve hikmeti öğretmek üzere", "güzel ahlakı tamamlamak üzere" gönderilen bir peygamberin varisi olan ulema asla Firavunların işlerini kolaylaştırmak için ilmini kullanmaz. Hiçbir gerçek varis mutlak islamın yanına ılımlılık, çalımlılık gibi ifadeler kondurmaz. Hiçbir varis asabiyetle islamı bağdaştırmaz. Hiçbir gerçek varis Firavunların zulmü altında inleyen halka, ululemre itaat farzdır diye fetvalar vermez. Acziyetin adını sabır fetvasıyla gizlemez. Zulmün adını takdiri ilahi koymaz. Varisler, siyasetin islah ve terbiye etme olduğunu iyi bilirler ve buna göre yaşarlar. Rejim ulemaları da birilerini mutlu etmek için yaşarlar. Varis ulema terbiye ve ıslah olunarak kul olmak için gerektiğinde açlıktan karna taş bağlamayı bir kemal olarak görür, "Ekmeksiz yaşar ama hürriyetsiz yaşayamaz". (3) Rejim uleması, rejimi rahatlatıp, halka sürekli cenneti kazanmış kitle psikolojisi yükler. Varis ulema Kerbela gününü, vüresanın kıyamete kadar dalgalanacak yiğitliğinin ilan edildiği gün olarak görür. Oysa rejim uleması o günü "Allah o günleri bize göstermesin" edasıyla anlatır. Varis ulema ilmi Allah'a kulluk aracı olarak görür, siyaseti Allahu Teâlâ'nın Rabb olduğu alan olarak görür, takvayı ise Allah'tan sakınmak ve Resulullah(s.a.v) sünnetine sarılmak olarak görür. Rejim ulemaları ise ilmi kulluktan kaçmak için delil olarak kullanır, siyaseti kendi işi olarak görmez, takvayı ise Firavunları gücendirmeden dinî yaşamak olarak görür. Varis ulemanın aklına ilim deyince sadece taharet fıkhı gelmez. Rejim ulemasına ilim denildiğinde aklına ya taharet fıkhı gelir ya da orucun hangi uç meşru açılımla açılacağı gelir ya da hilâl takvimi yalanlasa da takvim doğru söyler ifadeleri ağzından dökülüverir. Varis ulemanın çocuk deyince aklına Filistin'in, Irak'ın, Çeçenistan'ın ve zulme maruz kalmış tüm masum halkların çocukları gelir. Rejim ulemasının aklına çocuk deyince sadece yahudi çocuğu akla gelir. Varis ulema halkların kurtuluş savaşına direniş der. Rejim ulemaları direniş gösteren mücahitlere ılımlı olmayı telkin ederken ne hikmetse islam coğrafyasında kasaplık yapan azgın ehli kitaba ILIMLI HRİSTİYANLIĞI ve ILIMLI YAHUDİLİĞİ bir türlü telkin edemez.
 İslam anlayışı içinde siyasî liderlik lazım olduğu kadar islam düşmanları içinde islam görünümlü politik lider ve politik ulema şarttır. Bir çok alanda batı toplumlarına medeniyeti öğreten  doğu toplumları siyasî idare ve entrika alanında da batı toplumlarına önder olmuştur. Ve boşuna az gelişmişlik kompleksine girmektedirler. Zira batının tapınağın dışına çıkmayan dini ikamesi kontrol altına almış olması bir şey değildir. Asıl gelişmişlik ve zor olan mabedin dışına çıkan ve çıkması gereken bir dini ikame inancına rağmen kontrolü sağlayıp hiper gelişmişlik gösterebilmektir!           
 (1)İzah: Buradaki değerlendirme akaidi bir değerlendirme olmayıp Kanu yönetimi ve sosyolojik açıdan bir değerlendirmedir. Ayrıca, H.z Ömer b. Abdulaziz(r.a) ve H,z İmam Ebu Yusuf(r.a) gibi daha bir çok önder ve varis ulemayı tenzih ederiz. ( 2) Bu konuda onlarca ayeti kerime mevcuttur. (3) Bediüzzaman Said Nursi

vuslat

Bu yazı toplam 2766 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar