Şirk Düzenlerinin Baskı ve Yok Ediş Metodları

Şirk Düzenlerinin Baskı ve Yok Ediş Metodları

Nemrudî, Firavunî taktiklerin bir doz daha gelişmişini uygulayan Mekke câhiliyesinin, baskı ve yok ediş taktiklerinin yedi ana başlığına bakarken karşımıza çıkan ilk taktik:

1) Hafife Alma Taktiği
“Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: «Gerçekten ben müs- lümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet 33)
İslâm davetçisi Allah’a kul olmaya davet ettiği ilk anlarda, câhili- ye taifesi bıyık altı güler. “Heyecanlı bir genç veya yeni bir yol bulmuş bir adam veya meczub mu ki?” dercesine şöyle bir bakar. Peygamber (s.a.v) ilk aşikâr tebliğine başladığında müşrikler bu tutumla, gayri ciddi tutumlarla yürüyüp geçtiler. O tarihten önce de sonra da her davetçi câhiliye karşısında bu aşamayı mutlaka yaşar. “Ne o daha dün falanca yerde filanca kişi ile beraberken, bugün müslüman mı oldun, hacı mı oldun, hoca mı oldun!” alayı ve hafife almalarla muhatâbtır. Mekkeli müşrikler de tıpkı böyle yapıyordu. “Daha dün çobanlık yapan Muhammed (s.a.v) bugün Peygamberim diyor.” lafları ile hafife alma siyâseti güderek kulaklarını hakikate tıkıyorlardı. Sonra hakikate kulak verenlerin sayısı artınca “Ne oluyor?” şokuyla hafife alınamayacak bir tehlikenin yaklaşmakta olduğunu anladıklarında ikinci aşamaya evrileceklerdir.

2) İtibarsızlaştırma Taktiği
Câhiliye taktiğinde can acıtmaya başlayan taktiklerin çuvalı açılır.Hafife alma aşamasından sonra itibarsızlaştırmak için her türlü iddia, isnad, iftiraya açık olan savunmasız davetçinin Rabbi’ne sığınıp dayanacağı iki haslet vardır. Birincisi; ahlâkı, ikincisi; emin ve dürüst ki-
şiliği. Peygamber (s.a.v) davetçi bir önder olarak tüm davetçilere ilk öğretisi; câhiliyede dahi sıfat olarak kazanılan “Muhammed’ul Emin” vasfıdır. Peygamber’e (s.a.v) büyücü, meczub, gizli bir hesabı mı var? Gibi yakışıksız isnadlarda bulunsalar da asla Peygamber’e (s.a.v) yalancı diyemediler. Allahu Ekber! Evet, O (s.a.v) asla yalancı olmadı.
İşte her mü’min bu vasfı edinmelidir. Ahlâkı ve dürüst duruşu ile câhiliyenin olası isnadlarına peşinen cevap verebilecek nitelikte olmalıdır.
Müşrikler en sonunda mâlum olduğu üzere Peygamberimize (s.a.v) “Ebter” ithamında bulunarak, kendilerince ahmak temenniler ile “Âlemlere rahmet olarak gönderilen” Güneş’i (s.a.v) balçıkla sıvamaya kalkıştılar. Gülünç ve zavallıca… Ama haince ve çukurca da…
Câhiliyenin itibarsızlaştırma taktiklerini netleştirip maddelersek;
a) “Yalancılık” ithamı, çaresi; dürüst olmaktır.
b) “Ahlâksızlık” ithamı, çaresi; ahlâklı olmaktır.
c) “Büyücü, cinli, meczubluk” ithamı, çaresi; akıl dışı örneklendir-
melerden, sahih olmayan rivayetlerden, dengesiz davranışlardan uzak durup, vakarlı durmak.
d) “İyi biri olsaydı fakir olmazdı veya daha çok mal mülk edinmek için menfaati için bir oyun kuruyor” ithamı, çaresi; davetçi mü’min kendi el emeği ile geçinip*1 başkalarına el avuç açmayan, lüks ve israftan kaçınan, iktisatlı bir birey olmalıdır. Karşılıksız olarak hiç kimseden bir şey almamaya özen göstermelidir. Olur, olmadık kişilerden hediye mukabilinden dahi bir şeyler almamalı, almak zorunda kalırsa karşılığına denk bir hediye sunmalıdır. “Hediyeleşmek sünnettir.” perdesi altında gizlenerek “Hediye almak sünnettir.” şeklinde sapmalara düşmemelidir.

*1 Mikdâm b. Ma’dikerb (radıyallahu anh) anlatıyor: “Rasulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: ‘(Benî Âdem’den) hiç kimse elinin emeğinden daha
hayırlı bir taamı asla yememiştir. Allah’ın peygamberi Davud aleyhisselâm eli-
nin emeğini yerdi.’ ” (Buhari)


İnsanların rağbet ettiği dünyalıklara karşı tamahkâr olmayıp dünya ve içindekilerin sadece kulluk için birer geçici vasıta olduğunu idrak ederek yaşayıp, hâl tebliği ile de ebedi âlemin Ahiret olduğunu tebliğ etmelidir.
Daha birçok itham ve iftira, davetçi mü’mini her an her köşebaşın- da bekliyor olacaktır. Mü’min bütün bu zorlukların hakkından sadece nebevi metod ile gelebileceğinin nasıl ve niçinlerini iyice öğrenerek heybesini doldurmaya gayret etmelidir.
3) Baskı, Zulüm, İşkence, Boykot Taktiği
Mekke câhiliyesi, itibarlı insanları itibarsızlaştırmaya çalışırken bu taktik de tutmayıp, iman edenlerin sayısı her geçen gün çoğaldıkça yeni kostümlerini giyerler. Uydurdukları sahte insancıl tutumların hepsi gi- der. Töre, âdet, akrabalık bağları gibi her fırsatta kıymet olarak dile getirilen manevi değer dedikleri her şey ayaklar altına alınır. Kana susamış, işkenceci, psikopat duygularını kendisine kostüm yapmış vahşi kişilikli zorbalar sahneye çıkar.
Zayıf ve köleleri kızgın kumlar üzerine yatırarak, üzerlerine taşlar koyup bir yandan içki içip bir yandan mazluma acı çektirmeyi eğlence şölenine dönüştüren Mekke’nin sözde elit aristokratları gerçek yüzle- rini maske takmaksızın sergilerler. O dönemde, Mekkeli müşriklerin zulmü ile Yasir Ailesi’nden önce Hz. Yasir’in (r.a) hanımı Hz. Sümeyye (r.anh) sonra Hz. Yasir (r.a) şehid edilir. İslâm’ın ilk şehidi daha doğrusu şehidesi Hz. Sümeyye’dir (r.anh). Oğulları Ammar b. Yasir’e (r.a) Peygamber (s.a.v) sabır diler ve “Ey Ammar sen azgın, bağy bir topluluk tarafından öldürüleceksin.” diye buyurur.*2


*2 Ammar b. Yasir, yıllar sonra Hz. Ali’nin (r.a) hilâfetine isyan edip Sıffin savaşının müsebbibi Muaviye’nin ordusundaki adamlar tarafından şehid edilecektir. Bu hadis tevatür derecesinde sahih bir Hadis-i Şerif olup iki hakikati içerisinde barındırır. Birincisi; Peygamber’in (s.a.v) nübüvvetine delildir zira yaklaşık 50 yıl sonrasını
haber veren bir nebevi haberdir. Peygamber olmayan birisi 50 yıl sonrasını haber veremez. İkincisi; Sıffin’de bağy tarafın kim olduğunu açıklar.


Baskı, işkence, zulümle yetinmeyen câhiliye Muhammed’e (s.a.v) iman eden ve iman etmese de akrabalık bağlarından dolayı Hz. Muhammed’e (s.a.v) yardım eden kim varsa tamamına ekonomik boykot uygularlar. “Muhammed’e (s.a.v) iman eden, yardım eden ve karşı tutum serdetmeyen kim varsa o insanlara gıda ve ihtiyaç maddesi satıl- mayacak, malları alınmayacak, pazara sokulmayacak, Mekke’nin şehir merkezinin uzağında bir vadide tecrid edilecektir.” şeklinde bir karar alıp mü’minlerin bebeklerini dahi açlık ve sefalete zorlamışlardır.
Sonraki dönemde de câhiliye siyâseti her daim mü’minleri fakirlik, açlık, okuldan atma, işten çıkarma, alışveriş yapmama tehditleri ile kar- şı karşıya bırakmıştır. Zulüm, işkence, faili meçhul cinayetlerle sahte mahkemeler kurup, adaletsiz infazlarla yok edilmek istenen Ümmet-i Muhammed ebterlerin tüm oyunlarını ilâhi yardımlarla bir şekilde ber- taraf edip iman sancağını her daim dik tutmuştur.
4) Uzlaşma Taktiği
Câhiliye sistemlerinin en sinsi tuzağıdır. Belli bir sayıya ve güce ulaşmış İslâmî kitleler oluştuğunda, sistem uzlaşı girişiminde bulunur. Peygamber’e (s.a.v) Ebu Talib aracılığı ile uzlaşma teklif eden müşrik önderler, elbette bu adımı boşuna atmıyorlardı. Taktik gereği hareketin lider ve lider kadrosuna yapılan bu hamle, baskı ve zulüm altındaki tebaaya sevimli gelebilir. Zira yorulmuşluk, tükenmeye ramak kalmış- lık hisleri ile sabır arasında gidip gelen alt kadro insanı zaten zor du- rumdadır. Ancak tarih boyu câhiliye, zulüm ve saltanat yönetimleriyle uzlaşı içerisine giren tüm hareketler erimiş, sapmış veya zulme ortak olup uhrevî sorumluluk içerisine girmiştir. O hâlde uzlaşı nedir? Uzlaşı yaklaşımları nedir? Uzlaşı teklifi neden yapılır? Bu soruların cevapları bizim bu taktiği daha iyi kavramamıza vesile olacak ve böylelikle bu tehlikeye karşı uyanık tutacaktır.
Uzlaşma Ne Demektir, Neden Yapılır?
En yakın hâliyle uzlaşma; taraların kendi değerlerinden ödün ve- rerek, diğer tarafın değerlerini kısmen kabul edip belli bir ortak nokta oluşturmaktır. İşte bu tür bir tutumla gelen müşrikler, Peygamberimize (s.a.v) “Sen bizim putlarımıza bir yıl tap, biz de senin ilâhına bir yıl tapınalım.” derler hatta pazarlıklarını “Sen bir kez el sür, biz senin ilâhına bir yıl tapalım.” aşamasına kadar çıta düşürmüşlerdir. Bir yıla bir yıl, bir kere bir yıl dozuna düşmüşlerdir. Çünkü müşriklerin derdi kendi kutsallarını Peygamber’e (s.a.v) onaylatıp sonrasında da “Putlarımıza dil uzatıyorsunuz ancak Peygamber dahi putlarımıza el sürdü.” propagandası ile Tevhidî hareketi sulandırıp, kendi kutsallarının kutsiyetini onaylatıp meşrulaştıracaklardı. Şirk, zulüm, câhiliye ve saltanat sistemlerininin uzlaşma için asıl derdi meşrulaştırma arzusudur. Peygamber’den (s.a.v) “La” cevabı alan şirk câhiliyesi farklı taktiklere başvurmuştur.
Uzlaşma taktiğinden kurtulabilmek için güçlü, basiretli bir lider ve destekçileri gerekir. Yoksa sıcakta eriyen bir buz kütlesi gibi Tevhidî hareket gün be gün erir, sulanır ve sonrasında buharlaşır gider.
“Siz müslümanlar bizim bâtıl olduğumuzu iddia ediyorsunuz, zâlim olduğumuzu iddia ediyorsunuz ancak sizin en ulunuz, azizleriniz bizimle birlikte çalışmaktadır.” cümlesini yönetimsel bir araç hâline getirmek isteyen saltanat rejimlerine, Peygamber’den (s.a.v) sonra ilk “La” diyen Hz. Hüseyin (r.a), Yezid’e biat etmeyerek şeytânî oyunu deşifre etmiştir. Yine Ehl-i Beyt’ten İmam Zeyd (r.a) ve oğulları da Abbâsi sultanının uzlaşı tuzaklarına düşmeyip kıyâm etmiştir. Aynı dönemde mezheb İmamımız Ebu Hanife (rh.a) dönemin zâlim sultanı Mansur tarafından “Kadı’yul Kudat”lık makamına davet edilmişti. Yani Ebu Hanife’ye (rh.a) Şeyh’ul İslâm’lık teklif edip sarayın tüm emirlerinin şeriata uygunluğunu denetleme konusunda özgür bırakılacağını vaad etmişti. Olayın bir meşrulaştırma ve zulme ortak etme girişimi olduğunu gayet iyi bilen Ebu Hanife (rh.a) “Değil Baş Kadı’lık, Sultan Vasıt Mescidi’nin*3 pencerelerini sayma görevi verse onu dahi yapmam.” diyerek cevap vermiştir. Bu cevap zâlim sultanın oyununu deşifre edin-
ce, Ebu Hanife’yi (rh.a) zindana attırıp İmam’ı işkence ile şehid ettirir.

*3 Vasıt Mescidi o dönemin meşhur mescidlerinden biridir.


Uzlaşı ile meşrulaştırma taktiği her daim kullanılmış olup halen dahi kullanılmaktadır. Yakın tarihimizde Mısır’da Seyyid Kutub’a Kültür Bakanlığı Müsteşarlığı, Türkiye’de Kemalist rejim tarafından Bediüzzaman Said Nursi’ye (rh.a) Doğu ve Güneydoğu Anadolu baş vaizliği, milletvekilliği gibi tekliflerin geldiğini biliyoruz. Yüksek basiretleri ile bu hamleyi nebevi bir tutumla savuşturan, “La” diyen vâris ulemânın hak duruşları, ümmetin eriyip bitmekten kurtulmasına vesile olmuşlardır. Diğer yandan vâris ulemâ da tıpkı takip ettikleri Aziz Önderler’in makamlarına doğru adım atmış, geriden gelenlere “Nurlu birer meşale” olmuşlardır.


Uzlaşma Yaklaşım Araçları
Câhiliye, zulüm saltanatları ve şirk sistemleri dünyalık tuzaklar ile Tevhid ehline ve davetçiye yaklaşır. Mâlum, Mekkeli Müşrikler” “İs- tersen Mekke’nin en güzel kadınlarından kadın, istersen aramızdaki en zengin olmaklık, istersen reislik, hastaysan tedavi ettirelim.” diyerek gelmişlerdi. Bu durumda davetçiyi bekleyen 3+1 adet tuzak kurulmuştur. Şöyle ki;
a) Cinsel Zaafiyet Yaklaşması
Peygamber’e (s.a.v) ahlâksız ve sığ teklilerle varıp uzlaşmayı sağlayacaklarını temenni eden dönemin câhiliye müşrikleri elbette “La” cevabı aldılar. Lâkin davetçi mü’min bilmelidir ki şeytan veya şeytanın dostları tarafından böyle bir tuzak kurulması muhtemeldir. Bu gevşetme hareketi gayet sinsi ve ayak sürsücüdür. Burada bilinmesi gereken; kimse kimseye “Al sana kadın” demez. Bir perde ve ambalaj ile bu tuzak kurulur. “Mesai arkadaşı, yardımcı eleman, tebliğ yaptığım kişi, hidayetine vesile oldum/ olacağım.” gibi perdelerle şeytan ve dostları davetçiyi zaafa uğratır. Çaresi koruyucu bir hukuk olan İslâm Hukuku’nu gözeterek sınırlara yaklaşmadan, sınır yönüne arka dönerek merkeze doğru yön almaktır.
b) Makam Teklifi
Câhiliye, davetçi öndere ve davetçilerine makam teklifi sunar. “Elinde yetki yok, imkân yok al şu makamı dilediğin gibi yönet, davanı burdan yay ancak şu putlarımıza dil uzatma, şu ilkemize dokunma, şu kılıkta olmalısın.” tarzında bir verir, on alır veya on verir bir alır. Ne olursa olsun o aldığı İslâm’dan bir parça ise artık İslâm yoktur.

c) Ekonomik Zenginlik Vaadi
Câhiliye, kuşatmışlık sağlayabilmek için zenginlik vaad eder. “Kurtul şu fakirlikten, zengin ol, ihalelere gir, zengin ol ki fakir fukarayada yardım et.” şeklinde iyi niyet perdesi ile davetçiye gelen teklif ilk etapta cazip gibi gelse de bu zorlu tuzağın asıl hedefi davetçinin ailesi ve ikinci neslidir. Zenginliğe ve şımarıklığa alışan ikinci nesil karak-
terli duruş, dava adamlığı gibi konularda sistemden daha çok babası ve annesi ile uğraşıp savruk davranışları ile ailenin eforunu kişisel koşuşturmalara harcatacaktır.
d) Çare Olmaklık (!) “Hastaysan seni en iyi hekimlere tedavi ettirelim.” diyerek Peygamber’e (s.a.v) küstahlık yapan müşrikler yine “La” cevabını almışlardı.
Ne gülünçtür ki eş- Şafi olan Allah Teâlâ’nın elçisi ve Tıbb-ı Nebevi’nin başhekimi Hz. Muhammed’e (s.a.v) şifacılık teklifinde bulunmuşlardı.

Davetçi Müslüman’a kişisel sorunlarını çözme vaadi ile gelen câhiliye, “Şu yaklaşımlarda bulun şu derdini çözelim, hastanı, hastalığını iyileştirelim, kimseye diyemediğin bir derdin varsa bana söyle hâlledeyim, hâlledelim ancak…” tarzında gevşetme taktiği kullanan câhiliyeye karşı mü’min çarelerin yegâne var edicisinin ancak Allah Teâlâ olduğu-
nu bilir. Kimseye söyleyemeyeceği bir derdi varsa onu Rabbi ile paylaşır,paylaşacaksa da salih dava arkadaşları ile paylaşır ve yardım alır.


Uzlaşma mı Anlaşma mı?
Aslî değerlerden ödün vererek ortak zemin arayışının uzlaşma olduğunu ifade etmiştik. Davetçi uzlaşma yapamazken, anlaşma yapabilir mi dersek; Evet, eğer aslî değerlerden taviz vermeden Tevhidî vasıflara müdahil olmayan ve ümmet’in faydasına (sosyal, ekonomik, sulh gibi) olabilecek zeminler doğuyorsa İslâm davetçisi önderi ve tebaası anlaşma zemininde bulunabilir. Kurumsal anlaşmalar istişare kurulu, bireysel anlaşmalar da yetkin kişilerle istişare yaparak sağlanmalıdır.

Nihayetinde uzlaşma isteyen müşrik câhiliyenin durumu ve maksadı bellidir. Bu maksad ve durum Kur’an’ı Kerim’de birçok yönde deşifre edilmiştir. Misalen;
“Şu hâlde yalanlayanlara itaat etme.”
“Onlar, senin kendilerine yaranıp onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp uzlaşacaklardı.”
“O hâlde itaat edip uyma, çok yemin edip duran alçaklara.”
(Kalem 8-10)


5) Bölme Taktiği
Firavunî şirk câhiliyesinin en önemli taktiklerinden birisi de bölme taktiğidir. Mekkeli müşriklerin uyguladığı metodlardan birisi de budur. “Sen falan oğullarındansın.” aidiyeti ile taraftar toplayıp İslâm davetine zarar vermeye çalışmışlardır. Bu taktik çağlar öncesinde ilâhi dokunuş ile deşifre edilmiş lâkin Müslümanlarca Kur’an idrak edilmeden okunduğu için günümüzde maalesef hâla geçerli bir taktiktir.
“Mü’min olan bir kavim için hak olmak üzere, Musa ve Firavun’un haberinden (bir bölümünü) sana okuyacağız.”
“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.” (Kasas 3-4)
Firavunî câhiliye sistemleri, zâlim saltanatlardan böl yönet taktiğini miras alan günümüz küresel ve bölgesel sistemlerinin müslümanlar üzerinde uyguladığı bölme stratejileri neticesi ile oluşturdukları aidiyetleri ana başlıklarıyla sıralayacak olursak;
a) Mezhebsel Bölücü Faaliyetler
Kur’an’ı ve Sünnet’i daha iyi anlayıp yaşamak için bilmeyenlerin bilene tâbi olmaklığından öte olması gereken ilm-i usül gereğince oluşan ilmî birikimi aidiyet unsuruna dönüştürüp diğerlerini öteki sayan ve saydıran her tazyik câhiliye kuşatmışlığına bilerek ya da bilmeyerek hizmet eden, hain ya da ahmak bir oluşumdur. İlk dönemlerde zâlim
sultanların gayet işine gelen bu uygulamalar, dönemimizin küresel firavunlarının ve bölge sorumlularının da vazgeçilmezidir. Mezhebsel bölünmelerde;
1. Akâid,
2. Fıkıh,
3. Siyâsi, alanları tercih eden câhiliye oldukça yol kat etmiştir. Bu tuzağa düşenler, kendisinin bulunduğu aidiyet koridorunda bulunma- yan diğer müslümanları tekfir etmeye kadar varıp, Firavunî sistemin vekalet savaşlarında kan dökecek gönüllü asker olmaklığı dahi yapıp uhrevî ve dünyevî bedbahtlığa kendisini kendi eliyle itmiştir.
b) Etnik Bölücü Faaliyeti
“Falan oğullarından” gibi bir söylemle başlayan câhiliye soy aidi- yetini ulusalcı faşist bir kimliğe dönüştürerek ümmeti Türk, Kürt, Laz, Trakyalı vs. altında bölerek sosyal çatışmaya zemin hazırlar ve “Kimini kimine karşı destekleyerek” İslâm ümmetini olmadık alanlara sürerek kendini güçlendirirken müslüman halkları zayıf, çaresiz ve yönetilebi- len duruma düşürmüştür.
c) Sufi Bölünmeler
Câhiliye tuzağına düşerek fıkhî, akâidî, siyâsi bölünmeleri yetmez- miş gibi bir de tarikat aidiyeti ile yeniden bölünmeye gönüllü razı olan idraksiz mü’minler, farkında olmadan câhiliyenin ekmeğine yağ sürer. Oysa Mezheb İmamları’nın kıymetli ve Aziz insanlar olduğu gibi Ta- rikat silsilesinin başlarında isimleri geçen Ahmed Yesevi, Abdülkadir Geylani, Şah-ı Nakşibendi, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana Celâleddin (Allah onlara rahmet etsin) gibi zât-ı muhteremler, şeytana, şeytanın dostlarına ve nefse karşı nebevi ahlâk ve duruşu öğreten İslâm şeriatini ve kardeşliği telkin eden kıymetli insanlardı.
Bu mübârek insanlara intisablı olduğunu iddia edip şeriatın (İslâm Hukuku) emirlerini tedris etmeden ham softaca aidiyetlerle bölünmüş- lüğe koşarak gidenlerden, Ahiret’te intisab ettiğini iddia ettikleri âlim, âbid, zahid, seçkin kişilerle de davalı olacaklardır.

d) Malayâni ile Bölme Taktikleri
Onca bölünmüşlük yetmezmiş gibi maalesef günümüz müslümanları bir de spor taraftarlığı adı altında aidiyet hissi taşıyıp zaman zaman günaha girmeye, kan dökmeye meyilli oluşumlar içersinde yer almaktadır. Hatta öyle ki camide namaz kıldırmakla görevli memurların dahi bu aidiyet hastalığına duçar olduğu görülmektedir. Mü’minler, İslâm
davetçileri malâyaniden uzak durmakla mükelleftir.Ahiret’e çıkmayan her sokak çıkmaz sokaktır.


6) Suikast Girişimleri
Mekke câhiliyesi bir yandan Peygamber’le (s.a.v) uzlaşma teklileri ve yıldırma taktikleri denerken diğer yandan da Peygamber’e (s.a.v) suikast plânları hazırlıyordu. Bilindiği üzere Peygamber’i (s.a.v) hicret edeceği günün gecesinde ortaklaşa düzenleyecekleri bir bâtıl operasyonla katledip İslâm davasını bitirmeyi hedelemişlerdir. Sonradan gelen câhiliye torunları da tıpkı ataları gibi durmamıştır. Özellikle zulüm ve baskı ile saltanatlaşan devletler Peygamber’in (s.a.v) Ehl-i Beyt’inden ve Onların torunlarından olan Ehl-i Beyt İmamlarını zehirleyerek suikast sonucu şehid etmişlerdir. Emeviler devletinde I. Muaviye döneminde Hz. Hasan efendimizin şehid edilişi de böyledir. Yine Pey-
gamber vârisi bir çok âlim kişilik bu şekilde şehid edilmiştir. Yakın dönemde İslâm davetçisi Mısırlı Hasan el Benna (rh.a), Amerikalı Melik el Şahbaz (Malcolm X) (rh.a) ve daha niceleri suikasta uğramıştır. Câhiliye, susturamadığı ve baş edemediği hak tebliğcisini suikast ile yok etmeyi vazgeçilmez bir âdet hâline getirmiştir.

7) Sürgün Etme Taktiği Peygamber (s.a.v) ve Ashâbı’nı yıldırma politikaları güden câhiliye bir yandan da sürgün ve tecrid baskısı yapmıştır. Neticesinde Hicret
gibi ulvî bir oluşum, ilâhi ikram olarak mü’minlere bahşedilmiştir.
Câhiliye taraftarlarının en belirgin taktiği olan sürgün ve tecrid her dönemde işletilmiştir. “Ya sev ya terk et.” “Falan şekilde yaşamak is- teyen, falan beldeye gitsin.” gibi yaldızlı ama altı boş laf kalabalıkları ile “Müslüman görmek istemiyoruz.” demenin başka şekli ile algı operasyonu yapan câhiliye taraftarları mü’mini toplumdan tecrid etmenin yolunu arar. Zira mü’min hayırlı insandır. Câhiliyenin ise Allah’ı, Peygamberi, Ahiret’i hatırlatan herhangi bir insana, oluşuma, nesneye, kisveye tahammülü yoktur.


8) Savaş Taktikleri
Küresel Firavun’lar ve bunların yerli işbirlikçi bölge sorumluları el- lerinden gelen her yok ediş taktiğini kullandıktan sonra hâla müslüman- lar bir coğrafyada var olup Allah’ın dinini ikame etmeye çalışıyorlarsa artık câhiliye sistemi kitlesel imha seçeneğini deneyecektir. Tıpkı Mekke câhiliyesinin Bedir, Uhud, Hendek girişimleri gibi askeri denemeler yapacaktır. Ancak çağımızın gelişmiş câhiliye müşrikleri, ilkel dönem müşriklerinden daha versiyonlu girişimler icad edecektir. Askeri giri-şimden önce;
a) Kültürel işgal ile câhiliyeyi İslâm beldesinde hâkim kılmak.
b) İktisâdi işgal ile ekonomik kuşatma altına almak.
c) Tohum ve nesli bozarak biyolojik çökertiye zemin hazırlamak
d) Siyâsi girişimlerle uluslarası kamuoyunda müslümanların kötü insanlar olduğuna inandırmak ve bunun için sözde İslâmî adları olan terörize edilmiş sapkın unsurları kullanmak ve el altından desteklemek.
e) Tüm bu zayılatmadan sonra İslâm coğrafyalarına direnişsiz girip, demokrasi insan hakları putlarını meydanlara dikip, arkasından beldenin tüm öz kaynaklarına el koyup, belde halkarını fakir ve cahil bırakarak mustaz’alar kitlesi var etmek. Böylelikle İslâm davasını ve davetini yok edip küfür ve şirk nizamını kuşaklar boyu hâkim kılmak.
İşte mü’min, tüm bu tuzakları fark edip, nebevi duruşu öğrenerek içinde bulunduğu aidiyetin, oluşumun gerçekte neye hizmet ettiğini yani İslâma hizmet ettiğini sanarken tuzak çukurunu mu derinleştiriyor, yoksa çukurdan çıkıp davasına mı hizmet ediyor, olmaklığını fark etmelidir.
“Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, on- ları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.” (Kasas 5) Ayet-i Kerimesi’nin işaret ettiği mustaz’af halkların câhiliye şirk tuzaklarından kurtulmak için edineceği bir basamak vesilesi olacaktır.

Nuhbe yayınlarından çıkan “Namaz Okumaları” isimli eserden iktibas edilmiştir.