SGK’da Paralel çöreklenme... Ya susarsın, ya süreriz!

Bazı “mektup”lar vardır; “Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim” kıvamındadır... Bazı “mektup”lar da, merhum Abdürrahim Karakoç’un yazdığı “Hasan’a Mektuplar” gibi; “köyde ne olmuş, ne bitmiş”onu anlatır...

Bazı “mektup”lar da vardır ki;

“Kalpten yazılır.”

Sadece yazılmakla kalmaz; “ele ve kalbe ulaşması” için “dua” edilir...

Hele de, o mektup;

“Cumhurbaşkanı”na yazılmışsa...

Mektubu yazan, Emine Yılmaz Simit adlı bir hanım... Şöyle seslenmişCumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a;

“Gözyaşlarınız gözümüze ve yüreğimize, yüreğinizdeki hüzün de gözlerimize ulaşıp, gözyaşı oldu...

Ancak bizim gözyaşlarımız ve hüznümüz bir türlü ulaşmıyor sizlere.”

Peki, nedir ulaşmayan?..

Emine Yılmaz Simit Hanım, son derece dertli... “28 Şubat”tan dertli,“Paralel”den dertli...

Sayın Cumhurbaşkanı’na seslenip; “Siz Paralel’le mücadele ederken, Paralel de bizlerle mücadele ediyor...Ve biz, bu mücadelede kendimizi yalnız ve korumasız hissediyoruz...

Hayır hissetmiyoruz, öyleyiz’ diyor.

HADDİNİ BİL, YOKSA!

Bu “girizgâh”tan sonra; “Değerli Cumhurbaşkanım” deyip, “başına gelenleri” anlatmış Emine Hanım...

Buyrun, birlikte okuyalım:

“Bir yıl boyunca; işyerinde, oda arkadaşım olan “Dahili Bilimler Şube Müdürü Dr.  Önder Güngör’ün hakaretleri”ne maruz kaldım.

Her sabah, şube müdürünün; 

“Hırsız, sapık, Müslüman değilsiniz, cehennemde yanacaksınız, peygamberiniz Tayyip! Tayyip hırsız” sözlerine muhatap oldum.

Öyle  ki; söylemekten hâya ettiğim şeyler söylendi, Cumhurbaşkanı ve AK Parti tabanındaki bayanlarla ilgili.

“Bu söylemlerinden rahatsız olduğumu, incindiğimi” kendisine defalarca söylememe rağmen, sözkonusu kişi hakaretlerine devam etti.  Bunun üzerine olayı bir üst amirimiz olan daire başkanımıza götürdüm. Daire başkanımız Uzm. Dr. Erman Ceylan; bana tavsiyede bulunup; “Susmamı, karşılık vermememi” istedi...

Daire Başkanının tavsiyelerine uyup sustum, karşılık vermedim.

Ancak bu olayın üzerinden çok geçmeden, size “Muaviye” diyen Cerrahi Bilimler Şube Müdürü Uzm. Dr. Eyüp Sabri Tezcan’a itirazım sebebi ile, ilgili kişinin bağırmalarına, hakaretlerine maruz kaldım.

Sustum.

Tıpkı Dr. Önder Güngör’e cevap vermediğim gibi.

Farklı olan tek şey; artık susmamın, her seferinde bana dozajı artan hakaretler olarak döndüğünü görmem oldu.

Buna binaen de;

11.05.2015 tarihli olayı anlatan şikayet dilekçemi yazıp, gereğinin yapılmasını arz ettim... Dilekçemde, şahitlerin olduğunu ve kamera kayıtlarının saklanmasını talep ettim. Tabiî ki, dilekçem; 7 Haziran seçimlerinden sonrasına bırakıldı.

Dilekçeyi verdikten yaklaşık bir ay sonra, başka bir Daire Başkanı Dr. Dilek Yılmaz, Kurum Başkan Yardımcısı Cevdet Ceylan’la toplantı yaptıklarını,“Diyarbakır’a gitmek isteyip istemeyeceğimi” sordu... “Bu teklifin çok iyi niyetle söylendiğini!!!.. Yanlış anlamamamı, başka bir diş hekiminin kuruma gelmesi için benim Diyarbakır’a gitmem gerektiğini” ifade etti.

Anlayacağınız aba altından sopa gösterdiler.

“Haddini bil, ailenden ayırır, Doğunun en ücra köşesine göndeririz”dediler özetle... 

“Verdiğim dilekçe sebebi ile bu tehdidin yapıldığını bildiğimi, ama haklı olduğumu ve hiçbir şekilde vazgeçmeyeceğimi, gerekirse konuyu Cumhurbaşkanına götüreceğimi” ifade ettim. Bu çıkışımdan sonra, Dr. Dilek Yılmaz beni arayıp; “Konuşmayı unutmamı, beni Diyarbakır’a göndermeyeceklerini” söyledi. Ancak, beni Diyarbakır’a “çok iyi niyetlerle”göndermek isteyenlere sorulsun isterim; Kendi eşlerini, kızlarını, çocuklarını çok iyi niyetlerle Diyarbakır’a gönderirler mi? Her şeyi bırakın;“iyi niyetlerle” kendileri Diyarbakır’a giderler mi?

SGK heterojen değil, homojen bir yapıya sahip. Sizden nefret edenlerle dolu, homojen bir yapı!..

MOBİNG, TEHDİT VE DIŞLAMA!

Bu konuşmadan sonra, bir süre sessizlik oldu. Artarak devam eden hakaretlerin daha fazlasına maruz kalmamak için verilen dilekçenin, kısmen de olsa amacına ulaştığını düşünüyordum. Artık  odamın kapısı açılı, şahsıma; “Hırsız, sapık, Tayyip peygamberiniz” denmiyordu. Artık koridorda birileri avazı çıktığı kadar, hiç yoktan “Terbiyesiz” diye bağırmıyordu. Bunlara maruz kalmak bir bayan için oldukça incitici. Tüm bu hakaretlere rağmen metanetimi, sağduyumu, hanımefendiliğimi kaybetmedim. Sosyal Güvenlik Kurumu’nda tüm engellemelere rağmen, birçok başarılı çalışma yapmış olan şahsım (Ortodontinin paket haline getirilerek Kurum’un kâr etmesi, tüm branşlarda fatura inceleme usul ve esasları bulunmasına rağmen, dişte bulunmayan fatura inceleme usul ve esaslarının hazırlanması ve yayınlanması, özel sağlık hizmeti sunucularından alınacak olası bir sağlık hizmeti için, ağız ve diş sağlığı sözleşmesinin hazırlanması gibi,) tüm bunları hak edecek ne yaptı?

Tam beş ay, dilekçe ile ilgili hiçbir işlem yapılmadı. 06.10.2015 tarihinde, daire başkanım beni yanına çağırarak, “verdiğim dilekçe sebebi ile daire başkanlığından gönderileceğimi” söyledi.

Duyduklarıma inanamadım.

İlk defa bu kadar açık, aleni verdiğim dilekçe ile gönderileceğimsöylenmişti. Geçen beş ayda ne bir muhakkik tayin edilmiş, ne de bir işlem yapılmıştı. Tekrar “verdiğim dilekçe sebebi ile mi” diye sorduğumdaverdiğim dilekçe sebebi ile, Genel Müdürün “gönderin, gitsin” dediğini ifade etti.

Gönderilme yazımın bana tebellüğ edilmesi durumunda şerh düşüp gideceğimi beyan ettim. Sanırım, muhakkik tayin etmemenin ve o dönem mevzuatta çalışan başka bir diş hekimi bulunmamasının kendileri için sıkıntı oluşturacağını düşünüp, 07.10.2015 tarihinde alelacele birmuhakkik tayin ettiler. Ancak geçen süre zarfında da hiçbir işlem yapılmadı.

Verdiğim ifadeler ve dilekçe muhakkikte mevcuttur.

Bu süreçte mobinge maruz kalıp, mevcut iki şube müdürü tarafından dışlandım, şube müdürlüklerinden çıkarıldım. Tüm olanlardan Sosyal Güvenlik Kurumu’na Genel Müdür olarak atadığınız İsmet Köksal’ın haberi vardır. Bu süreçte, beni bir defa olsun çağırıp, dinlemiş değildir. Aslında buna tenezzül bile etmemiştir. Hiç tanımadığı, görmediği, insanların evlerine gidip, sofrasına bağdaş kurup, onların dertlerini dinleyen bir Cumhurbaşkanı’nın atadığı Genel Müdür böyle mi olmalı?

DANIŞMANLAR PARALELCİ!

Danışmanlarının ikisini de (Ali Dikmen ve Hüseyin Kılıçarslan) sıkı“Paralelciler”den seçen; tüm kurumun yazılarını bu iki Paralelcinin onayı ve kontrolü olmadan göndermeyen, birinden bir şey beklemiyorum elbette. Genel Müdürün; sizden ölesiye nefret eden birini daire başkanı yapmak için harcadığı enerjiyi biliyorum. Aslında çalışma arkadaşı olarak seçtiklerinin bir çoğu böyle. Bu, kendi takdiridir elbette.

İsmet Bey kuruma gelmeden önce tüm yazılar DYS denilen elektronik sistemle kayıt altındaydı. İsmet Bey Kurum’a ilk geldiği anda, Kurumdayazışma sistemi olarak kullanılan DYS’yi kullandırtmayı bıraktırdı.

Artık Kurum dışına gidecek her yazı, Paralelcinin onayı olmadan Kurum dışına çıkamıyordu. Ancak bu danışmanlar asla, resmi olarak imza atmadılar. Tüm yazılarımız ancak onların gayri resmi onayı olduktan sonra Kurum dışına çıkabildi.

Hüseyin Kılıçarslan, daha sonra görevden ayrılmış. Aldığım duyumlara göre, Turgut Özal Üniversitesi’ne devam etmekte. Kısa bir süre önce Ali Dikmen de görevi bıraktı ve yaklaşık iki yıl boyunca Paralel kontrolünde dışarıya çıkan yazılar, tekrardan DYS ile gönderilmeye başlandı. Bu düzenlemenin yapılmasının sebebi, atık Kurumda kulaktan kulağa dolaşan“Paralelcilerin onayı olmadan hiçbir yazının dışarıya çıkmadığı” gerçeği idi.

İlk göreve atandıkları zamanlarda, Kurum dışından gelen üniversite hocaları ve özel sağlık hizmet sunucuları ile yapılan toplantılarda, defalarca SGK’nın bir yıla kadar batacağı, hatta battığı, borç içinde yüzdüğü ifade edildi. Bu, Genel Müdür tarafından da söylendi. Kurum’un batacağı doğru mudur bilmiyorum ama, böyle bir şeyin herkese açık ortamlarda söylenmesi, ifade edilmesi, böyle algı oluşturulması tarafımca çok da iyi niyetli görülmemektedir.

BİZE KİN KUSUYORLAR!

Değerli Cumhurbaşkanım;

“Paralelcilerin yerlerine getirilen-ler”in, Paralelcilerle bir olup, muhafazakar Müslümanlara çektirdiklerinden haberiniz var mıdır, bilmiyorum... Ancak, yönetime muhafazakar insanlar getirilmiyorsa bile; Allah aşkına sizden nefret etmeyen, demokrat ya da liberalleri getirin... Zira sizin onayınızla gelen bu insanlar, sizi bulamayınca, tüm kinlerini kusuyorlar bizlere.

28 Şubat’ta yaşadıklarımın bir benzerini yaşıyorum şu an!...

Tek farkla... Darbecilerin, “başörtümü istediklerini” biliyordum. Ama,“Genel Müdür’ün ne istediğini” bilmiyorum. Sizin karşınıza “maske”lerle çıkanlar, bizim yanımıza geldiklerinde, maskesiz hallerini gösteriyorlar bizlere.

Paralelle mücadele için getirdikleriniz, Paralalel’e karşı olanlarlamücadele etmekte.

Bana başka bir şey söyleyemeden; “verdiğiniz dilekçe sebebi ile gidiyorsunuz” diyecek kadar da özgüvenleri mevcut... Ve ne ilginçtir ki; diğer kurumlardan SGK’ya gelen insanlar özenle seçilmekte, “Yüzde 90’ının Cumhurbaşkanı’ndan ölesiye nefret ettiği” görülmektedir. Böyleceçatlak ses çıkmamakta, kendileri gibi olmayan bizlere ise işyeri dar edilmektedir. Lütfen, son 3-4 yıl içinde diğer kurumlardan SGK’ya gelen kişilerin bir listesini isteyin...

Değerli Cumhurbaşkanım;

Ben SGK Balgat’ta, Sağlık Hizmetleri Daire Bşakanlığı’nda diş hekimiolarak çalışmaktayım. SGK diş mevzuatını yapıyorum. Bir zamanlar özel çalışan diş hekimlerinden sağlık hizmeti satın alınması ile ilgili bir çalışma da yapmıştım. Ancak o zaman, bilerek ve isteyerek bir çok konu muammada bırakılıp “Türkiye ayağa kalksın, yığılma olsun” diyen daire başkanının sözlerine itiraz etmiştim. Sonrasında, BİMER’e yazmıştım, ancak şimdi BİMER’e yazmak mantıklı değil. Çünkü BİMER’e yazdığınız şikâyetler Kurum Başkanımızın önüne gelmekte, böylece istenmeyen şeylerin üstleri örtülmekte!

BİZİ YALNIZ BIRAKMAYIN!

Bu ülkeyi, bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nı sevmek, değer vermek beraberinde bunca hakarete maruz kalmayı getirmemeli. Elbette Cumhurbaşkanını sevmeyebilirler. Ancak eleştiri  boyut değiştirip, sonrasında hem kişilere hem de Cumhurbaşkanına hakaretedönüşmemeli. İşyeri bizlere dar edilmemeli.

Artık, yaptığım çalışmalar hiçbir sebeb gösterilmeden onaylanmamakta, görev ve yetki alanımda olan diş yazıları bile bana gönderilmemekte, bir çok toplantıya çağrılmamaktayım. Her türlü dünya görüşüne sonsuz saygılıyım. Kişilerin ırkı, dini ya da dinsizliği, cinsiyeti, mezhebi, neye inanıp inanmadığı, neyi sevip sevmediği şahsımı ilgilendirmemektedir. Şahsımı ilgilendiren kısmı, kişinin ne derece insan olduğudur. Bana yapılanlar asla tasvip edilemez, insani boyutta değerlendirilemez. Kendim ne derece saygı duyuyorsam, o derece saygı bekliyorum.

Çok şey mi istiyorum?

Cumhurbaşkanı’ndan nefret edenlerin korunması ve kollanması, seven insanların ise dışlanması, ezilmesi, değersizleştirilmesi, mobinge maruz kalması normal midir?

Yazdıklarım; yaşadıklarım ve bildiklerimdir. Benim yaşadıklarım ve bildiklerim bunlarsa, daha neler vardır, bilmiyorum. Söylediğim her şey kelimesine kadar araştırılsın. Eğer tek bir kelimede yanlış bilgi varsa, beniDiyarbakır’a değil, Hakkari’ye gönderebilirsiniz.

Değerli Cumhurbaşkanım;

Aslında anlatılacak çok şey var. Yazı çok uzarsa okunmaz, biliyorum... Keşke sizlere yaşadıklarımızı anlatabilsek. Keşke SGK’nın baştan aşağı yenilenmesi gerektiğini sizlere ifade edebilsek. Şu an kendimizi yalnız vekorumasız hissediyoruz. Belki bizler gibi, yüzlerce insan var.

Bizleri yalnız bırakmayın lütfen.”

Mektup burada sona eriyor...

Mektup sona eriyor ermesine de, “Paralel İhanet Çetesi’nin zulmü” devam ediyor...

SGK’da ve her yerde!..

******************************

Keşke Sağlık Memuru olarak kalsaydınız Avukat Bey!

Ya ben anlatamıyorum, ya da siz “anlama özürlü” olmalısınız avukat bey!..

Ben; 28 Ekim 1965’ten bu yana sürdürülen “Dinlerarası Diyalog”un,“Vatikan kaynaklı bir proje” olduğunu, Fetullah Gülen’in  de; “Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi Misyonunun bir parçası olmak üzere Vatikan’da bulunuşunu” eleştiriyorum, sen kalkmış, diyorsun ki; “Kültürler ve toplumlar arası diyalogun sizi neden rahatsız ettiğini anlayabilmiş değilim!”

Be adam, 

“Gezi Zekâlı” mısın, nesin?.. Ben diyorum “Çanakkale Boğazı”, sen diyorsun “Yandı avukatın ağzı!”

Niye çarpıtıyorsun benim sözlerimi... “Dinlerarası Diyalog”la, “toplumlar arası diyalog” aynı şey mi?..

“Prof. Dr. Sami Karahan” meselesine ayrıca gireceğim de, şimdilik sana sormak istiyorum:

“Av. Ergün Özkan olarak sen, aslında sağlık memuru muydun?..

Konya Doğumevi’nde çalışırken, 1992 yılında Selçuk Hukuk Fakültesi’ne mi girdin?.. Karahan Hukuk Bürosu’nun, Prof. Dr. Sami Karahan’la bir ilgisi var mı?.. Sizlere, yani Ergün Özkan’a, Cafer Canbaz’a ve Ramazan Arı’ya iş ayarlayan Sami Karahan mı?”

Sözün özü avukat bey; 

Keşke “sağlık memuru” olarak kalsaydınız... 

Hiç olmazsa, hayat kurtarırdınız...

“Hayatları karartmak”tan daha iyidir!..

yeniakit

Bu yazı toplam 511 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar