Şehid Fethi Şikaki'nin Gözüyle İmam Humeyni

Şehid Fethi Şikaki'nin Gözüyle İmam Humeyni

"Acaba bu yüce insanın Filistin meselesine bunca önem vermesi şaşırtıcı değil midir? Filistin meselesini kendi programının ve hedeflerinin başına koymaktadır. Hem de İran ile Filistin arasındaki mesafe binlerce kilometre olmasına rağmen!"

 "İmam Humeyni'den (r.a.) söz etmek gerçekte bu asrın en büyük kişisinden söz etmektir. Yirminci yüzyılın sonlarında, İslam Ümmeti içersindeki en ciddi değişim ve ıslah hareketine rehberlik eden İmam Humeyni, Batılı ünlü bir gazetecinin deyimiyle "Yedinci yüzyıldan gelerek 20. yüzyıla yerleşmiş bir kişi" idi. İmam Humeyni'den bahsetmek, İslam'ın ilk asrından günümüze dek İslam Ümmetinin arzuladığı değişimi gerçekleştiren kişiden söz etmektir. Bugün İslam Ümmeti; medeniyet, siyaset, akide, kültür, iktisad ve askeri alanda dirilmiş ve O'nun gölgesi altında yaşamaktadır. Adalet o kişide özetlenmiştir. O adalet ki insanlık tarihi boyunca zorba egemenlerin baskı ve hışmına maruz kalmıştır sürekli olarak. Bu kişi, uluslar arası sahneye 11 Şubat 1979 yılında adımını attığında, tüm dünyanın ilgisini cezp etmiş ve günümüzde uluslar arası çatışmalarda merkezi öneme sahip olan harekete de asalet bağışlamıştır."[1]

Yukardaki satırlar Şehid Şikaki'nin "İmam Humeyni, Siyonizmden Beraatın Feryatçısı" adlı, İslam İnkılâbının zaferinin birinci yıldönümü dolayısıyla yazdığı ve Kahire'de basılan "El Muhtarul İslamiyye" adlı dergide yayınladığı uzunca bir makaleden alınmıştır.

Şikaki bu makalede bazı sorular sormaktadır:

"Acaba bu basit bir olay mıdır ki yirminci yüzyılın bu en önemli, en tehlikeli hadisesi bu büyük kişinin telaş ve teveccühüne mazhar olabilsin? Yoksa bu sünnetullaha dayanan kaçınılmaz bir kutsal mücadele midir? Acaba bu yüce insanın Filistin meselesine bunca önem vermesi şaşırtıcı değil midir? Filistin meselesini kendi programının ve hedeflerinin başına koymaktadır. Hem de İran ile Filistin arasındaki mesafe binlerce kilometre olmasına rağmen!"

Şikaki bu soruların cevabında şöyle der:

   "Bizler, bağrında Mescid-i Aksa'yı barındıran Filistin topraklarının sadece coğrafi olarak ele alınmasına karşıyız. Filistin, Kuran'ın kalbinden bir ayettir, İslam medeniyetinin ve tarihinin kalbinden doğmuştur! Filistin örnek ve mazhardır. Filistin, öyle bir konunun başlığıdır ki, hiçbir Müslüman önce onun hakkında düşünmeden kendi geleceğini tasavvur edemez bile. Ve kendi meselesini O'nun konumuna göre değerlendirebilir ve ele alabilir ancak. Bu yüzden İmam Humeyni (r.a.) gibi bir insana hem bu yüzyılda İslam bayrağını eline alması, hem de Filistin meselesiyle bu şekilde ilgilenmemesi yakışmazdı da doğrusu. İmam Humeyni'den önce bu çağda hiç kimsenin İslam sancağını eline alıp Filistin meselesini O'nun yaptığı gibi ele almaya gücü yetmemişti."

Şehid Fethi Şikaki, bu makalesinde Siyonist rejimin ilk başbakanı ve Siyonist devletin kurucularından olan David Ben Gurion'a ait olan "Arap olmayan devletleri İsrail'in hizmetine koşmak" şeklinde özetlenebilecek doktrininden de bahseder. Bu teoriye göre İsrail, güvenliğini sağlamak için İran, Türkiye ve Etiyopya ile ilişkilerini geliştirmek zorunda idi. Böylelikle İsrail, uzun vadede siyasi inzivadan kurtulacak, Arap rejimlerinin çevresine ördüğü muhasarayı da kırmış olacaktı. İsrail'in siyasi, iktisadi ve askeri vaziyetini de olumlu etkileyecekti bu durum. Ama tam da bu sırada, İmam Humeyni Şah rejimine karşı cihad sancağını açacak ve Tahran'la Telaviv arasındaki siyasi ilişkiyi kesmeyi ve İsrail'in İran'daki nüfuzunu yok etmeyi mücadelesinin en önemli hedefi olarak ortaya koyacaktı.

Şikaki, Mısırla İsrail arasında imzalanan zillet yüklü Camp David anlaşmasını da eleştirir ve şöyle der:

 "Eğer Ben Gurion mezarından başını kaldırsa ve İsrail'e en yakın, en büyük ve ülkesini en çok tehdit eden ülkenin (Mısır) İsrail'i resmen tanıyan ilk Arap ülkesi olduğunu ve Davud yıldızını Fahruddevle Fatımi'nin Kahire'sinde göndere çektiğini görebilse idi ne kadar şaşırır ve mutlu olurdu? Bunun yanında İslami İran ki daha düne dek Ben Gurion doktrini gereğince İsrail'in en yakın müttefiklerinden sayılmaktaydı, bugün hem resmi olarak hem de halkının tasdik etmesiyle dünyanın bu kanser tümörünün ortadan kaldırılmasını istemektedir. Veya İsrail'in dünyadaki en büyük birkaç elçiliğinden biri olan Tahran elçiliğinin, Filistin'in dünyanın bu en büyük başkentlerinden birindeki ilk büyükelçiliğine dönüştürüldüğünü görseydi, ne kadar endişelenirdi kim bilir?"

"Musaddık'ın General Zahidi tarafından düzenlenen, CIA ajanı Roosevelt tarafından planlanmış darbe ile devrilmesinin ve Şahın tekrar tahta çıkmasının ardından siyonizmin nüfuzu ülkede tekrar artmaya başladı. Mossad'ın CIA ile birlikte, İran istihbarat teşkilatının (Savak) oluşumunda çok etkili olduğu söyleniyordu. Şah, Doktor Musaddık'ın iktidara gelmesinden önce İsrail ile çok iyi ilişkiler geliştirmişti ve bu rejimi, kaçınılmaz bir gerçeklik olarak resmen tanımıştı."

Doktor Şikaki ekliyor:

"Zahidi'nin darbesinin ve Şahın İran'a dönüşünün ardından Yahudilerin İran'ın siyasi, ekonomik ve toplumsal kurumlarındaki etkisi gün be gün artmaya başladı. Ülkenin iktisadını ve sanayisini tamamen ellerine geçirmişlerdi. Şahın çok güvendiği Bahaîlerin de yardımıyla devletin bazı kilit noktalarına da sızmayı başararak Tahran'la Tel-Aviv arasında yoğun bir bilgi aktarımı ve güçlü bir casusluk ağı teşkil ettiler. Ticari alanda ise iki ülke arasındaki yıllık ticaret hacmi 400 milyon dolar seviyesine ulaşmıştı. Şah aynı zamanda, İsrail silah sanayinin bir numaralı müşterilerindendi. Tahran'daki siyonist rejimin elçiliği İsrail'in İran'daki İrtibat Bürosu adı altında faaliyet gösteriyordu ve nüfuz edilemez bir kale hükmündeydi. Bu bina, Tahran'ın merkezinde şimdiki Filistin caddesinde idi ve çelik kapılarla, dikenli tellerle müstahkem kılınmıştı. Elçiliğin üstünde gizli bir hava köprüsü kurulmuştu olağan dışı durumlar için. Binanın avlusunda açılmış bir tünel ile de Veliyy-i Asr caddesindeki başka bir büyük binaya ulaşılıyordu. Tellere elektrik verilmişti, her çeşit gizli kamera ile şüpheli hareketler izlenebilmekteydi. Binada, özellikle Arap ülkelerini dinlemeye tahsis edilmiş olan gelişmiş dinleme aygıtları bulunuyordu. Büyükelçiliğin altındaki ambarlarda saklanan yiyecek maddeleri, çalışanlarının birkaç aylık ihtiyacını karşılayabilecek miktardaydı."

Şehid Fethi Şikaki'nin tüm bu ayrıntıları belirtmesinin nedeni, Arap halklarının özellikle de Filistinlilerin İsrail'in Şah ile kurduğu ilişkilerin derinliğini bilmelerini istemesiydi. O bu konuda şöyle diyor:

"İsrailliler İran ile böylesine dostane ilişkiler kurmalarına rağmen, ani bir değişimin gerçekleşmesinden de çok korkuyorlardı. Bu korkuları, özellikle İnkılâbın ilk günlerinde, devrimci Müslüman gençlerin konsolosluk binasına saldırmalarıyla iyice açığa çıkmıştı. Devrimin zafer kazanmasıyla da, konsolosluk çalışanları tüm gizli belgeleri yakıp gelişmiş aygıtlarını tahrip ettikten sonra kaçmayı başarabilmişlerdi. Konsolosluk binasına saldırı esnasında, verilen elektrik akımı yüzünden 12 Müslüman genç şehid olmuştu. Şuna da değinmeden geçmeyelim ki İsrail'in Tahran'daki ilk büyükelçisi ve İslam Devrimi öncesindeki Mossad istasyon şefi olan Uri Lubrani, İnkılâptan sonra İsrail'in Lübnan'daki işgal kuvvetlerinde koordinatörlük görevini üstlendi."

Mısırlı ünlü gazeteci Muhammed Hüseyin Heykel "İran Devriminin Öyküsü" adlı kitabında, Şah ile yaptığı özel bir görüşmede kendisine İsrail ile ilişkilerinin sadece casusluk servisleri arasındaki bilgi alışverişiyle sınırlı olmadığını, bazı ordu komutanlarını ve idari birim müdürlerini eğitim için İsrail'e gönderdiğini söylediğini aktarıyor.

Fethi Şikaki, İslam İnkılâbı öncesinde Tahran ile Tel-Aviv arasındaki ilişkileri teşrih ettiği yazısına şöyle devam ediyor:

"Şah, 1962 yılında İsrail'i bir kez daha resmen tanıma kararı aldı. Ayetullah Kaşani'nin İran petrolünün millileştirilmesi esnasındaki gayretleri sayesinde, İran İsrail'i tanıma kararını geri almak zorunda kalmıştı. Şahın İsrail'i ikinci kez tanıması, Arap dünyasında ve İslami çevrelerde yoğun bir tepkiyle karşılaştı. Ezher Üniversitesinin o zamanki başkanı, Muhammed Şeltut, Şaha gönderdiği bir mektupta, İsrail ile kurduğu ilişkilerin askıya alınmasını istemişti. Şia âleminin büyük mercisi Ayetullah Burucerdi de İran'ın İsrail ile ilişkisini yenilemesini mahkûm etmiş, ilişkilerin sürmesi durumunda Şahı, İran'ı terk etmekle tehdit etmişti. Mısır cumhurbaşkanı Nasır da İran ile siyasi ilişkileri dondurma kararı almıştı."

Şehid Dr. Şikaki, İran İslam Cumhuriyeti'nin Camp David anlaşmasını imzaladığı için Mısır'la ilişkilerini kesmesini de şaşırtıcı ve tarihi bir adım saymaktadır:

"Bu hadisenin üzerinden 20 yıl geçmemişti ki bu sefer de İslami İran, Mısır'la ilişkisini kesme kararı aldı. Zira bu sefer İsrail'i resmen tanıma kararı alan taraf Mısır olmuştu. Bu durum, İslami bir rejimle ulusçu bir devletin farkının çok bariz bir örneği idi; sömürgeciliğin İslam ülkelerini parçalamak için uygulamak istediği planları akamete uğratıyordu. İki rejim türü arasındaki tezadın zamanla daha da belirginlik kazanacağını, uzlaşmacı Arap rejimlerin zayıflıklarının ve acizliklerinin herkesçe görüneceğini zannediyorum. İsrail'in varlığına tüm boyutlarıyla karşı çıkan ve sömürgecilerin fitnelerini boşa çıkaran diri bir güç olarak da sadece İslam baki kalacaktır."

İmam Humeyni (r.a.), Şahın İsrail ile ilişkilerini geliştirmeye başladığı 60'lı yılların başından itibaren, Amerika ve İsrail'in İran'a yönelik siyasetlerine karşı mücadelesini şiddetlendirmeye başlamıştı. İmam'ın ünü, büyük bir İslam âlimi oluşu ve Şia'nın merciiyyet makamını haiz olması hasebiyle, tüm İslam dünyasında giderek yayılıyor; İmam Humeyni de hem İran halkının, hem de dünya Müslümanlarının sorunlarına olan vukufiyyetini geliştiriyordu. İmam Humeyni, emperyalistlerin politikalarının İslam dünyasının en büyük sorunu olduğunu teşhis etmişti ve sürekli olarak İslam halkları arasındaki vahdetin yağmacı Batı ve İslam dünyasındaki yıkıcı rejimlerin eliyle ortadan kaldırıldığını vurguluyordu. İmam, siyonist rejimin, Batının sömürgeci siyasetlerinin İslam dünyasının kalbine dek uzanan en esaslı ve etkili neticesi olduğuna inanıyordu. O, Kanadalı ve Amerikalı Müslüman Öğrenciler Birliğinin sorusuna şu cevabı veriyordu devrimin hemen arifesinde:

"Sol ve sağ sömürgeciler, İslam Ümmetini ve Müslüman ülkeleri yok etmek için el ele vermişler, bizleri esir etmek ve doğal kaynaklarımızı yağmalamak için aralarında anlaşmışlardır. İsrail, sağ ve sol emperyalist devletlerin yardımıyla; Müslüman milletlerin ezilmesi ve sömürülmesi için var edilmiştir ve bugün her iki blok tarafından da himaye edilmektedir."

Fethi Şikaki, İmam'ın 1973'de yayınladığı, tüm dünya Müslümanlarının Filistin halkını himaye etmesinin zorunluluğuna işaret eden bildirisine değinerek şöyle diyor:

"Çağımız sömürgeciliği, kendi işbirlikçilerini ve bağlılarını İslam dünyasının merkezindeki çoğu yere yerleştirmiştir; bu kişiler bazen cazibeli ve aldatıcı, hatta bazen İslami sloganlar altında Kurani öğretileri ve hakikatleri, günümüz İslam toplumlarının gerçekliğinden uzak tutarak, menfaatlerinin önündeki en büyük engeli ortadan kaldırmaya çalışmaktalar. Ama İmam Humeyni, apaçık ve aydınlık beyanatıyla şöyle diyor: Bir gün geldi ki sömürgeciler tüm güçlerini ve imkânlarını Müslümanlar ve ülke yöneticileri arasında tefrika yaratmak için ve Müslümanların İslami öğretilere sarılmalarını engellemek için seferber ettiler, gayri insani hedeflerine rahatlıkla ulaşabilsinler diye."

Şehid Şikaki, İmam Humeyni'nin düşünce dünyasında Filistin meselesinin, beynelmilel siyonizmin ve emperyalizmin tuttuğu yeri incelediği yazısında şöyle demektedir:

"İran'da yaşanan büyük facialar ve musibetler İmam Humeyni'ye Filistin meselesini ve emperyalistlerin komplolarını unutturmuyordu. İmam, sömürgenlerin planlarının doğasını iyi kavradığından Filistin'in vaziyetini en büyük musibet olarak görüyordu. İmam Humeyni çok yerinde bir kavrayışla işgal edilmiş Filistin ile Şahın hâkimiyetindeki İran'ın durumunu mukayese ediyor; Filistin'de yaşananların İslam Ümmetinin yaşadığı en büyük facialardan biri olduğunu söylüyor, bu facianın, siyonizmin Filistin'deki varlığının sürmesine göz yumulmasıyla devam etmesinin nedenlerini sorguluyordu." [2]

Doktor Şikaki bu soruya cevaben şöyle diyor:

 "İmam emperyalizmin komplolarının tabiatını kavradığı için, bazı İslam ülkelerinde görülen ihtilaf ve ikiye bölünmüşlüğün ve sahip oldukları onca tabii kaynağa ve bir milyarlık nüfuslarına rağmen Batıyı körü körüne takip etmelerinin emperyalizmin ve siyonizmin ellerini kesmelerine engel olduğunu bilmektedir. Sadece kendi çıkarını düşünme, başkalarının taşeronluğunu yapma ve bazı Arap devletlerinin yabancıların nüfuzu karşısındaki teslimiyetçi tavırları on milyonlarca kişiden müteşekkil Arap kitlelerinin, Filistin'in Siyonist işgalden kurtarılması için etkili bir çaba sarf etmelerine engel olmaktadır."

Şikaki yazısının devamında, İmam Humeyni'nin siyonizmin ve sömürgeciliğin planlarının meşum sonuçları hakkında Müslümanları uyarmak için gösterdiği telaşlı çabaya da değinerek İmam'ın şu sözünü aktarıyor:

"Herkes şunu iyi bilmelidir ki büyük devletlerin bölgede İsrail'i kurmaları sadece Filistin'in işgalini amaçlamamaktadır. Onlar tüm Arap devletlerinin sonu Filistin'inki gibi olsun istemektedirler. Ama Filistinli savaşçılar Allah'ın izniyle buna fırsat vermeyecekler."

İmam Humeyni cihad ve savaşımına başladığı ilk günlerden itibaren, Filistin meselesini gündeminin en başında tutuyordu. Çünkü ayrılıkçı Arap milliyetçisi rejimlerin, Şah İran'ının ve İsrail'in planlarından haberdardı. O günün ve geleceğin meselelerine olan derin vukufiyetiyle, İran'ı siyonizmin mülevves varlığından temizleyerek ülkesinin yeni bir Filistin'e dönüşmesini engellemiş oldu. İmam'ın mücadelede izlediği yöntem, Şahı alt ederek İslam İnkılâbının zafer ile sonuçlanmasına vesile oldu. Şah da İmam'ın asıl hedefinin farkına varır varmaz hem İmam'a hem de öğrencilerine tehdit mesajları göndermeye başlamıştı. Şah, gönderdiği bu mesajlarında İmam'dan ve öğrencilerinden İsrail'in politikalarını eleştirmeye dönük hiçbir bildiri yayınlamamalarını istiyordu.[3]

Filistin İslami Cihad'ının kurucusu İmam Humeyni'yi eşsiz, yiğit ve bilge bir önder olarak görüyordu ve şöyle diyordu:

 "O hiç kimseden korkmayan bir kimsedir, öyle ki bütün dünya halkı aleyhinde birleşseler dahi onun ruhiyesinde bir sarsılma göremezsiniz. Kendi taleplerinde ayak direyerek her çeşit uzlaşmayı reddetti ve teslim olmadı. Bu insan, tarihin diğer büyük devrimcileri gibi yüksek bir şuura, akla ve bilince sahipti ve Şahın tehditlerini mücadeleyi şiddetlendirmek ve hücuma geçme fırsatına dönüştürmeyi başarmıştı. O ısrarla şunu soruyordu: Şah hangi delile dayanarak sürekli İsrail'in savunulması gerektiğinden dem vuruyordu? Acaba o İsrailli midir? Yoksa bir Siyonist miydi?"

İmam Humeyni,1963 yılında Kum'daki Feyziye Medresesi'nde yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

 "Bugün haberini aldım ki bazı hatipleri Emniyete götürmüşler ve onlara üç şeyle işiniz olmasın demişler. Birincisi Şaha ilişmeyin demişler, ikincisi İsrail'e laf söylemeyin, üçüncü olarak da din tehlikede demeyin buyurmuşlar. Bunlara dikkat ettikten sonra ne isterseniz söyleyin diye de eklemişler. İyi de, bu üç konuyu bir kenara atarsak, daha ne söyleyeceğiz ki? Başımıza ne gelmişse, hepsi de bu üç konuda özetlenmiş zaten. Bütün dertlerimizin sebebi bu üç etken. Şahın İsrail ile ilişkisi acep ne ola ki Emniyet teşkilatı İsrail'den söz açmayın diyor. Bu ikisinin birbiriyle ne münasebeti var? Acaba Şah İsrailli mi? Yoksa Emniyet Teşkilatına göre Şah Yahudi mi? Böyle değil, Şah ben Müslüman'ım diyor. O zahiren ben Müslüman'ım dediğine göre, mümkündür ki bir sırrı olmuş olsun."

Fethi Şikaki, İmam Humeyni'nin siyonizmin İslam dünyasındaki etkisi ve tehlikeleri hakkındaki bakışını ve bu konudaki duruşunu pek çok İslami hareket liderinin ve Arap dünyasının düşünür ve siyasetçilerininkilerle, hatta bu konu hakkında konuşmayı adet edinmiş olanlarla bile karşılaştırmanın mümkün olmadığını inanmaktadır. Bunların bazıları, bazı Arap liderlerinin siyonistlerle kurdukları ilişkileri ifşa ettiler, bazıları da zorba liderlerin karşısında hak sözü söyleme cesaretini gösterebildiler ama hiçbiri İmam Humeyni'nin yol açıcı feryadını yükseltemediler. Şahın İsrail'i tanımasından ve bu ülkeyle güvenlik anlaşması imzalamasından sonra İmam Humeyni (r.a.) Şaha şöyle seslenmişti:

"Biz diyoruz ki beyefendi, tüm İslam ülkeleri dünya küfür cephesinin ve İsrail'in karşısında saf bağlamışlar! Ama siz ve Türkiye İsrail'in yanında yer almışsınız. Biz bu işin salah olmadığını söylüyoruz. Beyler, Müslüman halkların duygularıyla oynamayın bu kadar! Vallahi zararını görürsünüz. Bütün Müslümanlar bir tarafta, İran da başka bir tarafta! Böyle olursa İran milleti kirlenmiş demektir. O zaman Sünni kardeşlerimiz Şia'nın yahudiperest olduğunu düşünecektir. Ey halk! Ey Dünya! Bilin ki milletimiz İsrail ile anlaşma yapılmasına karşıdır. Bu bizim milletimiz değil! Dinimizin gerektirdiği şey İslam düşmanlarıyla anlaşma imzalamak değildir! Kur'an'ımız Müslümanların karşısında İslam düşmanlarıyla aynı safta yer almamızı yasaklamaktadır. Şimdi bizim bu söylediğimiz sözler irtica mı oluyor? Güzel, gelin oturun bakalım bu sözlerin neresinde irtica varmış? Sizler ki kendi deyişinizle 2500 yıllık tarihi olan bir memlekete sahipsiniz, çürümüş kemiklerle iftihar ediyorsunuz, İslam'ın karşısına toprağın altındaki bu çürümüş kemikleri çıkarmak istiyorsunuz, şimdi de ömrünüzün son demlerinde İsrail ile anlaşma yaptınız. Yuh olsun bu kafaya! Şimdi bizim bu sözlerimiz "eskiye tapıcılık" oluyor öyle mi?"

Fethi Şikaki İmam'ın, Şahın İsrail ve Amerika ile işbirliğini sürdürmesi durumunda halkın şeri teklifinin ne olacağını bildirdiği çağrısıyla ilgili olarak da şöyle diyor:

"İran İslam İnkılâbı Rehberi diğer önderler ve İslam âlimlerinden çok daha fazla olarak, İslam ülkelerinin Amerika ve İsrail ile yaptıkları işbirliğinin uzun vadede doğuracağı tehlikelerden söz etmiştir. İmam bu mesajında Müslüman halktan Amerika ve İsrail'in İran'daki çıkarlarına zarar verilmesini istemişti. İmam Humeyni İslam âlimlerini ve davetçileri, İsrail'in cürümlerini mescitlerde ve dini mahfillerde halka açıklamakla muvazzaf kılmıştı. İslam Ümmetinden de bu fesat ve kanser tümörünün kökünü kazımalarını istiyordu." [4]

Şikaki, tahlilinin devamında İmam Humeyni'nin Filistin meselesindeki duruşundan bahsederken şunu ekliyor:

 "Şah, İmam Humeyni'nin ateşli konuşmalarına çok kızdığı için İmam'ın tutuklanma emrini verdi. Ama Müslüman kitleler Şahın bu emrini duyar duymaz sokaklara döküldüler ve "Ya Ölüm ya Humeyni" ve "Şaha Ölüm" sloganlarını haykırdılar. Kontrolünü kaybeden mağrur Şah, orduya halkın gösterilerini dağıtma emri verdi. Bunun sonucunda İran'ın Müslüman halkından 15 bini şehid edildi; bu hadise 15 Hordad katliamı olarak meşhurdur. Bu kıyım tüm İslam dünyasını yaralamıştı. Ezher Şeyhi Muhammed Şeltut, bu cinayete tepki olarak bir bildiri yayınlayarak dünya Müslümanlarını İranlı mücahitlerle ve şehid yakınlarıyla dayanışmalarını ilan ederek katliamı mahkûm etmeye çağırmıştı. Bu bildirinin bir kısmında şöyle deniyordu: "Bu günlerde bazı savunmasız Müslümanlara saldırılmaktadır. İlk önce İran'ın büyük âlimleri ve davetçileri bu saldırıların kurbanı oldular, zindanlara dolduruldular. Emr bil maruf ve nehy anilmünker vazifesini yapmalarına engel olundu. İran'daki İslam ulemasının büyük fedakârlıkları ve tarihteki müsbet etkileri inkâr edilemez boyuttadır. Onların İslam yolundaki telaş ve özverilerini asla unutmayacağız!"

Şehid Şikaki, İslam dünyasındaki çeşitli çevrelerin baskıları sonucu Şahın İmam Humeyni'yi serbest bırakmak zorunda kaldığını söyler. Hz. İmam Kum'daki ilimler havzasına dönerek sömürgecilik ve istibdat karşıtı mücadelesine kaldığı yerden devam etmiş, zindandan çıkar çıkmak Feyziye Medresesi'nde irad ettiği tarihi hutbede şöyle demişti:

 "Bizim hedefimiz İslam'dır, hedefimiz İran'ın bağımsızlığıdır, amacımız İran'ı İsrail'in kirli ellerinden temizlemek ve İslam ülkelerinin ittihadının sağlanmasıdır!"

Doktor Şikaki, İmam Humeyni'nin hapisten çıktıktan sonra bir an bile cihad ve mücadeleden el çekmediğine inanıyordu. O özgürlüğünü elde ettikten sonra da ateşli konuşmaları ve beyannameleriyle Şahın İslam karşıtı adımlarını ifşa etmeye devam etti. 15 Hordad'ın yıldönümünde bir grup İslam âlimiyle ortak olarak yayınladığı bildiride şöyle diyordu:

"Her ne olursa olsun bizler İslam'ı ve İslam ülkelerinin bağımsızlığını savunmaya hazırız. Bizim programımız İslam'ın programıdır ve tüm dünya Müslümanları arasındaki "vahdet kelimesi"dir, Siyonistler ve bu yoksul halkın doğal kaynaklarını bedavaya getirerek yağmalayanların karşısında tüm Dünya Müslümanlarının safında yer almaktır."

Fethi Şikaki şöyle diyor:

 "Evet, İmam Humeyni bakışının derinliği ve çok boyutluluğu sayesinde İslam dünyasının sorunlarının neler olduğunu kavramıştı ve sürekli olarak bu meselelerin halli için telaş gösterilmesinin zorunluluğuna işaret ediyordu. İmam, cüzi ve ayrıntı mesabesindeki sorunlarla uğraşmak yerine, Ümmetin tüm sorunlarının beynine nişan alıyordu; sömürgeciler, İsrail ve onların satılmış uşakları idi asıl meselemiz. Bu yüzden de emperyalistlerin cevabı gelmekte gecikmedi; İmam önce tutuklandı, sonra da Türkiye ve Irak'a sürgüne gönderildi. Filistin meselesini önemsiz addetmeye hazır değildi çünkü. İmam, Filistin meselesinin çözümü için, dostlar alışverişte görsün kabilinden yapılan göstermelik çözüm önerilerini reddediyordu. O, İslam ülkelerinin İsrail'in başında bir volkan gibi patlayarak Siyonist yapıyı yeryüzünden silmelerini istiyordu. İmam, her fırsatta İsrail tehlikesinden söz etmiştir. Arap liderlerin Ürdün ırmağının yatağını değiştirme projeleri söz konusu olduğunda İmam bu liderleri uyararak şöyle demişti: "Ben Müslümanlara soruyorum. Bir ırmak etrafında İsraillilerle ihtilaf etmenizin sebebi nedir? İsrail'in tüm Filistin toprağını işgal ettiğini bilmiyor musunuz? Sizler kendi derdinizin peşine düşmüşsünüz! Gayret edin de tüm Yahudileri Filistin'den atmaya bakın, Filistin'i bırakmış bir ırmağın peşine düşmüşsünüz! İsrail ile bir ırmak hakkında ihtilaf etmeniz, gerçekte onu Filistin'in resmi sahibi olarak tanımanız anlamına gelmektedir."

İmam Humeyni, siyonistlerin Mescid-i Aksa'yı yakmalarının ardından kendilerine bazı İslami Şahsiyetlerce arz edilen Mescid'in onarılması ilgili soruların cevabında da şöyle fetva veriyordu:

"İsrail Filistin toprağını işgali altında tuttuğu sürece, Mescid-i Aksa'nın restorasyonu vacip değildir! Siyonistlerin cinayetleri Müslümanların gözünde canlılığını korumalıdır ki İsrail'in işgali altındaki tüm Filistin topraklarını ve İslami mukaddesatı kurtarmak için harekete geçebilsinler."

Şehid Dr. Fethi Şikaki, İmam Humeyni'nin Filistin davasını savunma ve Kudüs'ün özgürlüğü yolunda gösterdiği yorulmak bilmez çabaya değinirken şöyle diyor:

"İmam'ın Türkiye'ye ve Irak'a sürülmesi mücadelesine halel getirmemiştir hiç. İran'da İslam'ı ve Filistin davasını nasıl savunup İsrail ve Şahla mücadele etmişse, sürgün edildiği ülkelerde de savaşımını sürdürmüştür. Filistin sorunu, İsrail veya dünya emperyalizmiyle mücadele ile ilgili bir konu gündeme geldiğinde de, Hz. İmam Humeyni'yi orada hazır bulurdunuz her defasında. İmam, bir grup Filistinli fedainin humus ve zekât gibi şeri vücuhatın Filistinli mücahitlerin teçhizinde ve silah satın alımında kullanılmasının caiz olup olmadığı sorusunun cevabında verdiği fetvada şöyle demiştir:

"Bismillahirrahmanirrahim,

Daha önce de hatırlatmıştım, gasıp İsrail devletinin izlediği hedefler İslam ve Müslüman memleketler için tehlike arz etmektedir. Eğer İsrail'e daha fazla mühlet verilirse, fırsatın elden kaçmasından ve bir daha önünün alınma fırsatının ele geçmemesinden korkulur. Tehlike İslam'a yönelik olduğu için, tüm İslam devletlerinin ve Müslümanların mümkün olan her yolla bu fesat maddesini def etmeleri üzerlerine farzdır; İslam'ın savunucularına yardım etmede ellerinden gelen her şeyi yapmalıdırlar. Bu önemli vazifenin ifasında zekât ve sadaka gibi gelirlerin sarf edilmesi de caizdir."

İmam 1969 yılında verdiği başka bir fetvada da Filistinli mücahitlere yardım edilmesi hakkında şöyle buyurmuştu:

"Bismillahirrahmanirrahim,

Tekitle vurguluyorum ki zekât ve diğer şeri vucuhatın bir bölümünün Hak yolun mücahitleri için tahsis edilmesi vaciptir. O mücahitler, insanlık düşmanı kâfir siyonizmi yok etmek için savaş ve fedakârlık cephesinde dövüşmekteler. Onlar şerefli İslam tarihini yüceltmek için savaşıyorlar. Allah'a ve ahiret gününe inanan herkesin tüm kudretini bu yolda harcaması vaciptir, sonunda da iki güzellikten birine, ya şehadete ya da zafere ulaşacaktır."[5]

1973 Ekim'inde, Mısır-Suriye ve İsrail arasında ikinci kez savaş patlak verdiğinde İmam bir bildiri yayınlayarak savaşan Arap ülkelerini bu kutsal mücadelelerinde sabırlı ve iradeli olmaya çağırmıştı. İmam, Arap devletlerine seslenerek dağlar gibi direnç göstermelerini ve gaybi yardımları unutmamalarını istemişti onlardan. İran halkından da Filistin halkına siyonizmi ortadan kaldırma mücadelesinde mümkün olan her şekilde yardım göndermelerini istiyordu. İmam Humeyni'nin Ekim savaşının başlamasından birkaç gün sonra yayınladığı beyannamesine "Onları bulduğunuz yerde öldürün" ayetiyle başladığını da hatırlatmalıyız bu arada.

1979 yılında İslam İnkılâbının zafere ermesinin ardından da İmam, Filistin ve Lübnan cephesini takip etmekten geri durmadı. İmam, yayınladığı bildirilerle bu ülke halklarının mücadelesine verdiği onayı göstermeye devam ediyor, konuşmalarının çoğunda sürekli şunu tekid ediyordu:

"Şahın aleyhine gerçekleşen bu devrimin nedenlerinden biri de İsrail'e olan her alandaki koşulsuz desteği, özellikle petrolünü karşılaması idi. Şah dünya kamuoyunu kandırabilmek için İsrail'i kınıyormuş gibi görünüyor, ama gizli olarak da her türlü desteği sağlıyordu, İran pazarlarını İsrail mallarıyla dolduruyordu."

İmam 1 Şubat 1979'da Tahran havaalanına indiğinde beraberinde devrimin zafer müjdesini de getirmiş oluyordu; İmam Humeyni o hassas dönemde dahi yıkılmak üzere olan İran Şahlık nizamının İsrail ile sürdürdüğü gizli ilişkilere temas etmekten geri kalmıyordu:

"Eğer Bahtiyar ve Ordu Amerika ve İngiltere'nin desteğiyle halkın karşısında durmaya devam eder ve İsrail'den askeri kuvvet isterlerse biz de üstümüze düşeni yapacağız."

İnkılâbın zafer alametlerinin iyice belirginlik kazandığı Şubat ayından itibaren, tüm İslam dünyasını benzersiz bir heyecan ve şuur dalgası sarmıştı. Dünya Müslümanları, Devrimin zafer gününü kutluyor, birbirlerini tebrik ediyorlardı. Müslümanlar, bu "Fethül Mübin" dolayısıyla sevince boğulmuşlardı; ama yarım yüzyıllık Siyonist işgalin acısını çeken ve çürümüş Arap rejimleriyle aynı havayı solumak zorunda kalan Filistin'in mazlum halkının yaşadığı sevinç görülmeye değerdi; uzun mihnet yıllarının ardından ilk kez, bu denli ciddi bir özgürlük umudu doğuyordu. Kudüs'ün özgürlüğünün sadece mümkün değil, yakın olduğuna da inanıyorlardı artık. Sadece sabır ve zamana ihtiyaç vardı. İslam İnkılâbı tüm dünya Müslümanlarına uyanış bahşetmiş, bilinç aşılamıştı; Filistin'deyse yepyeni bir hareketin doğuşuna vesile olmuştu.

İnkılâbın ilk zafer günlerinde, FKÖ lideri Tahran'da hiçbir İslam ülkesinde olmadığı kadar sıcak bir şekilde karşılanmıştı. İmam Humeyni, Yasir Arafat'ı coşkulu bir törenle kabul ettiğinde devrim gerçekleşeli henüz bir hafta olmuştu. Arafat daha çok Sadık Kutbizade ile temas içersindeydi, Tahran'a ziyaret imkânının sağlanmasını da ondan istemişti. Kutbizade de Arafat'tan özür dileyerek, İran'daki fiili şartların ziyarete imkân tanımadığını söylemişti. Bunun üzerine Arafat çaresizlikle Şehid Şeyh Muhammed Muntezeri'yi aramış, O da "Hemen şimdi kalkın gelin, sizi bekliyoruz." demişti. İki cevap arasındaki fark, gerçekte liberaller ile devrimci ve İslamcıların arasındaki farkı yansıtmaktadır.

Arafat İmam Humeyni ile görüşmesinin ardından şöyle diyecekti:

"Bizleri iki ayrı devrim çizgisinin taraftarları olarak görmek doğru değil. Bizler tek bir devrimin çocuklarıyız, rehberimizse bir tane! İmam Humeyni!"

 FKÖ liderinin yoldaşlarından biri Arafat'ın, Tahran'da İmam Humeyni ile görüşmesinin ardından "Galiba kaderin cilvesi gereği Kudüs Arap olmayanların elleriyle kurtarılacak" dediğini naklediyor. Elbette zamanın pek çok siyasi yorumcusu Arafat'ın Tahran'a İslam kapısından değil de siyaset penceresinden girdiğini söylüyorlardı. Zaten fazla zaman geçmeyecek, FKÖ liberal ve milliyetçi cereyanlara kapılarak İmam Humeyni'nin asıl hattına karşı cephe alacaktı. 1982 yılında, FKÖ'nün yürütme kolu üyesi olan Hani el-Hasan Filistin'in ilk Tahran konsolosu sıfatıyla Mesud Recevi (İslam Cumhuriyeti muhalifi ve İslam İnkılabı'nın önder kadrolarına yönelik pek çok saldırının sorumlusu olan "Halkın Mücahitleri" adlı münafık örgütün lideri) ile görüşecek ve bu örgütün çizgisini teyit edecekti.

Gerçekte İslam İnkılâbı'nın FKÖ'ye vurmuş olduğu darbe pek çok siyasi tahlilcinin gözünden kaçmamıştı. İranlı makamlar FKÖ'yü ve Filistin devrimini liberal eğilimlerin kıskacından kurtarıp İslami çizgiye çekmek için çok gayret göstermişler ama istedikleri sonucu alamamışlardı. Kum ilimler havzasında Haşimi Rafsancani ile bir grup İslam âlimi Yasir Arafat ile 3 saat boyunca tartışarak Filistin mücadelesini İslami hatta çekmek için münazara etmişler, fakat Arafat uyduruk bazı bahanelere sığınarak buna yanaşmamıştı. FKÖ'nün asıl amacı, Amerika ve İsrail ile pazarlık masasına oturduğunda İran gibi büyük bir kozu elinde tutmaktı. Hatta ABD elçiliğinin basılması ve içindeki casusların esir alınması eyleminde de arabuluculuk yapmak istemişlerdi. Bazı zenci Amerikalıların serbest bırakılmasının ardından da İran'ın bu jestini kendilerinin sağladığını ilan edivermişlerdi hemen.

Irak'ın İran'a saldırısının başlangıcında Arafat tarafsızlığı seçmişti, zamanla Saddam'a yanaşmaya başlayan FKÖ lideri sonunda tam bir Saddam taraftarı olup çıktı. Arafat'ın İran'a yaptığı onca yanlışın neticesi olarak (Hani el-Hasan'ın gizlice Tahran'dan çıkması, Amerikan elçiliği meselesindeki tavırları, İran devletinin muhaliflerine hesap açılması ve Recevi ile görüşme ve İran-Irak savaşındaki tutumları gibi) İslam Cumhuriyeti ile FKÖ arasındaki ilişkiler zayıflamaya başladı. Tüm bunlara rağmen ilişkilerin tamamen kopma nedeni Arafat'ın Arabistan kralı Fahd ile İsrail'i resmen tanımaya dönük bir plan tasarısı içersinde olması idi. İmam böyle bir şeye şiddetle karşı idi.

İmam Humeyni böyle bir teklifin İslam'a ve Kuran'a ihanet anlamına geldiğini söylüyor; bu barış planının bazı olumlu noktaları ihtiva ettiğini söyleyen cereyanları da şöyle uyarıyordu:

"Eğer bu planda İsrail'in resmen tanınması ve güvenliğinin garanti edilmesinin dışında başka hiçbir olumsuz nokta olmasaydı, bu şekliyle bile İslam için büyük bir tehlike olacaktı. Ben bütün Müslüman milletlerden bu teklife karşı kıyam etmelerini ve gerekirse kanlarıyla bu girişimi akim kılmalarını istiyorum."

İmam başka bir çağrısında direk olarak FKÖ liderliğine sesleniyor ve şöyle diyordu:

"Ben FKÖ liderlerine nasihat ediyorum, bu geliş gidişlerden vazgeçsinler. Allah'a tevekkül ederek Filistin halkını ya şehadet ya da zaferle sonuçlanacak olan bir savaş için seferber etmeli, silahlarını İsrail'e yöneltmeliler. Ve bilmeliler ki bu geliş gidiş trafiği Filistin'in direnişçi halkının size olan ümidini kaybetmesiyle sonuçlanacaktır." [6]

İmam Humeyni, mücadelesinin en başından sonuna dek Filistin konusundaki uzlaşmaz tutumunu koruyabilmiştir. FKÖ liderleri ise adım adım uzlaşmacılığa sürüklenerek bugün geldikleri nokta olan en küçük bir ödün karşılığında her şeyi yapmaya amadelik menziline vardılar. Sonuçta İmam aramızda yok, Ondan geriye kalan yegâne şey onun anısı ve çizgisidir. O'ndan geriye kalan şeylerden biri de, daha İnkılâbın ilk zafer günlerinde İslam'ın ve Kudüs'ün kurtuluşu, Dinin ihyası için tayin ettiği "Dünya Kudüs Günü"dür. Bu günde her Müslüman'ın kendisini İsrail ile cihad etmek için hazırlaması ve mücehhez kılması vaciptir! Şüphesiz Kudüs yine böyle bir günde İslam'ın ve Müslümanların sinesine dönecektir tekrar.

İslam İnkılâbının Filistin'deki Yankıları

Materyalizmin dünyaya hâkim olduğu bir çağda İmam Humeyni'nin "İslam Devleti"nin kurulması vizyonunu dillendirmiş olması, İslam dünyasındaki (özellikle Orta Doğulu aydınlar arasında) siyasi yönelimler üzerinde çok büyük bir etki yaratmıştı. Şehid Şikaki de İslam'ın halkın kudretiyle bir devlet kurabilecek yeterlikte olduğunu, kurulacak bu devletin bugün dünyada yürürlükte olan güç dengelerini alt üst ederek Müslümanların lehine çevirebileceğini, hatta İslam'ın dünya hâkimiyetinin bile bu şekilde ulaşılabilir bir hedef olacağını söylüyordu. Yeni bir ideolojik çağrının, komünizmin ve kapitalizmin hâkim olduğu iki bloklu dünya sahnesine dâhil olması şeklinde özetlenecek bir durumun ötesinde idi yeni vaziyet; İslam dünyasının stratejik konumu ve iktisadi önemi de İslami yükselişe elverişli bir ortam yaratmıştı.

Doktor Şikaki'nin İslam İnkılâbı gerçekleşir gerçekleşmez, bu hareketin etkisinde kalarak aynı çizgiyi Filistin coğrafyasına taşıdığını söylemek abartma yapmak olmaz gerçekten de. Fethi Şikaki İslam İnkılâbına eğilimli bir gençlik dönemi geçirmemiş olmasına rağmen, İran halkının mücadele yöntemi ve İmam Humeyni'nin bilgece önderliği onu İslam İnkılabı'nın aşığı kılmaya yetmişti. Öte yandan İnkılab rehberlerinin Filistin'in ve Lübnan'ın mazlum halkının yanında olduklarını en başından beri ilan etmiş olmaları ve bu direnişlerde kendilerini de ortak hissetmeleri; onların da Şikaki'nin mücadele, fedakârlık, sorumluluk, düşünce ve yönteminden etkilenmeleri sonucunu doğurmuştur. İnkılab Rehberi İmam Hamenei'nin Şikaki'nin şehadeti dolayısıyla 26 Ekim 1995 yılında yayınladığı bildiri ve bu metnin muhtevasının derinliği; Doktor'un önderlik makamı ve İran halkı nezdindeki yüce mertebesini göstermektedir.

Fethi Şikaki, İmam Humeyni ile görüşmesinden yaklaşık 15 yıl önce onu fark etmişti. 1988 yılında Tahran'da İmam'la yaptığı ilk görüşmesinde, İmam Humeyni İranlı yöneticilere tahsis ettiği vakitten çok daha fazlasını Şikaki ile görüşmeye ayırmış; Şikaki'nin yorulmak bilmez mücadelesini överek Yasir Arafat'ın izlediği siyonist rejimle anlaşma yolunun tehlikelerine dikkat çekmiş, kendisinden her çeşit uzlaşmacılıktan uzak durmasını istemişti. Şikaki, kendisinin ve İslami Cihad önderliğinin İmam Humeyni'ye ve İslam İnkılâbı'na siyasi ve fikri olarak aşkla bağlanması ve İnkılâbın Filistin halkının bağımsızlık mücadelesine olan etkisi hakkında şöyle diyor:

"Dünya, İmam Humeyni önderliğindeki İslam İnkılâbının Filistin'deki etkisinin benzersiz olduğunu bilmelidir. İmam İran'ın Müslüman halkının yaşamına mana ve asalet bağışladığı gibi Filistin halkının yaşamını ve mücadelesini de diriltmiştir." [7]

Fethi Şikaki, devrimci yöntemin İslam'ın derununda gizli olarak mevcut olduğuna inanıyordu. İmam Humeyni'nin öncüsü olduğu bu devrim, bu gizil gücü fiiliyat alanına taşımıştı. İmam Humeyni ve İslam İnkılâbı, dinamik bir cereyanın göstergesiydiler. İslam düşüncesini yenilemek ve İslam devletini ihya etmek suretiyle, İslam dinini insanlığın tüm sorunlarının çözüm yollarını içeren bir ideoloji olarak sunuyorlardı. Bugün bölgede doğan olaylara daha vakıf yeni bir nesil, geleceğin meydan okumalarına cevap vermek için İslam'a yakınlaşma gereği duymaktadır. İslam Devrimi yoluna devam ediyor ve insanların zihinlerine yeni kavramlar nakşediyor. Bu kavramlardan bazıları şöyle:

1)       İslam İnkılâbı süper güçlerden duyulan korkuyu, insanlığın genelinin zihinlerinden; özellikle Dünya Müslümanları ve ezilenlerin zihinlerinden kovabilmiştir.

2)       İslam İnkılâbı Batılı modelleri sorgulamaktan başka insanlığın yüzüne yeni bir medeniyetin kapısını açmıştır. Meşhur Fransız düşünürü Roger Garaudy, İmam Humeyni'nin Batılı gelişme modellerini sorgulayarak İran halkının hayatına anlam bağışladığını söylemişti.

3)       Müstekbir ve sultacı kudretlerin İslam'ı siyaset sahnesinin dışına atmaya dönük bir asırlık çabaları boşa çıkarılmıştır.

Şikaki İslam İnkılâbının Filistin halkının mücadelesine olan etkisinden bahsederken şöyle diyor:

"İslam Devriminin öncesinde bizler ümitsizlik içersinde yüzüyorduk. Süper güçlerle mücadele edebilmenin ve Siyonistleri yenilgiye uğratmanım mümkün olmadığına inanıyor olmuştuk. İmam Humeyni'nin zaferi ümitlerimizi ve düşlerimizi diriltti. Şahı tahtından eden dinamik ve devrimci İslam'ın diğer Şahları ve tağutları da devirebileceğine ve Filistin'i özgür kılabileceğine şeksiz iman ettik. İşte bu asil değeri bize İmam Humeyni bağışlamıştır. İran İslam Cumhuriyeti tüm problemlerine ve uluslar arası ambargoya rağmen günümüzde de Ayetullah Hamanei'nin önderliğinde İmam'ın yolunu sürdürmektedir. Bizler şunu kesinlikle bilmekteyiz; İran'ın Filistin davasını savunmaya devam edişi bu ülkeyi Amerikalılar, batılılar ve Siyonistlerden kaynaklanan pek çok müşkilat ve baskıyla yüzleşmek zorunda bırakmıştır. İslam Cumhuriyeti'ne, bu duruşu dolayısıyla teşekkürlerimi sunmayı kendime bir borç biliyorum."

Şehid Dr. Fethi Şikaki, İmam Humeyni'ye duyduğu Şahsi alaka hakkında da şunları söylüyor:

"Siyonistler beni kanlı işkencelerin ardından, yaralarımdan kan damlar vaziyette tek kişilik hücreye attıkları zaman, zindan duvarlarına kendi kanımla "Ruhullah Musevi Humeyni" diye yazmıştım. Benim bu aşkım; kan, mücadele ve fedakârlıkla yazılmış bir aşktır! İslam İnkılâbının Filistin meselesine atfettiği benzersiz önem Filistin'in gayretli gençlerinin gözlerini devrimci Tahran'a dikmelerine yol açmış, bunun sonucunda da İslami İran ile en üst düzeyde bir kader birliği duygusu yaşanır olmuştu. İslam İnkılâbı'nın en güçlü yansıması Filistin ve Lübnan coğrafyasında görülmüştür. Filistin'in işgalcileri soykırım ve sürgün politikalarına devam kararı aldılar bu esnada da. Siyonistler Filistin halkının gerçek kimliğini yok etmek istiyorlardı. Bunun için de en tehlikeli kültürel, siyasal ve ahlaki yollara tevessül etmekten geri kalmıyorlardı. Arap devletlerinin ve bazı laik Filistinlilerin Siyonist rejim karşısında uzlaşma yolunu seçmesi Filistin halkının İslam İnkılâbına duyduğu sevgiyi perçinlemekteydi. İslam Devrimi'nin zaferi Filistinlilerin mücadelesine başka bir anlam kazandırmıştı. Filistinliler cesaret ve candan geçmeyle dişine dek silahlanmış modern bir ordu karşısında muzaffer olunabileceğini ve hiçbir süper gücün İslami direniş güçleri karşısında duramayacağını gördüler. Böylelikle İslam, tüm Filistin coğrafyasında bir kez daha can bulmuş oldu; laiklerin ve fırsatçıların boş sloganlarına rağbet azaldı. Devrimci İslam'ın şiarları Filistin halkı arasındaki gerçek yerini almaya başlamış; mescit ve üniversitelerde, dernek, vakıf ve sendikalarda yankılanır olmuştu."

İran ve Filistin arasındaki coğrafi uzaklığa rağmen Dr. Şikaki Müslümanların tek bir beden olduğu gerçeğini sürekli olarak vurguluyor; İmam Humeyni'nin beyanlarından birini Şahid göstererek İslam Cumhuriyeti'nin kurucusunun gözünde Filistin meselesinin ikincil ve taktiksel bir konumda olmadığının altını çiziyordu. İmam uzun mücadele yılları boyunca sürekli olarak Şah'ı İsrail ile ilişki kurmakla suçlamıştı, O'nun gözünde Şah ile İsrail bir madalyonun iki yüzü idiler. Her biri diğerini tamamlamaktaydı, kaderlerini birbirlerine bağlamışlardı. Şah Rıza Pehlevi İmam'a İsrail ile uğraşmamasını şart koştuğunda O, Şahı alaya alarak şöyle demişti ona: "Niçin? Yoksa annesi Yahudi mi?"

İmam 1964 yılında Türkiye'de sürgündeyken İsrail'in İslam ülkeleriyle savaş halinde olduğunu, bu kanser tümörüne karşı dikkatli olunması gerektiğini söylüyordu. 1979 yılında gerçekleşen İslam İnkılâbının İran ve Filistin devrimi arasında siyasi, fikri, ruhi ve cihadi bir dayanışmanın oluşmasına yol açtığı izahtan varestedir. İslam Devrimi'nin ilk gününde Tahran'ın devrimci halkı İsrail büyükelçiliğini basarak buraya Filistin bayrağını asmışlar, sonra da binayı komple olarak FKÖ'ne bağışlamışlardı.

Şikaki bu konuda şöyle diyor:

 "Devrimin ilk günlerinde Filistin halkı gözünü İran'a dikmiş ve buradaki hareketle kader birliği içersinde olduğunu hissetmişti. Aslında bu ilgi İmam Humeyni'nin kıyamını başlattığı ve ardından İran halkının siyasi ve dini sloganlarının merkezindeki yerini aldığı 1963 yılına dek geri gitmektedir. İsrail elçiliğinin ele geçirilmesi tarzında bir eylemin hiçbir Arap başkentinde gerçekleşmemiş olması da Filistin halkının gözünden kaçmamıştı. FKÖ'nün ve Filistin devriminin diğer liderleri Tahran'da, başka hiçbir ülkede olmadığı kadar candan bir ilgiyle karşılaşıyorlar ve hep bir ağızdan "Bugün İran yarınsa Filistin" diye slogan atıyorlardı. Arafat, Tahran'daki görüşmelerinin ardından İran topraklarının Horasan'dan Kasr-ı Şirin'e dek Filistin devriminin beşiği haline geldiğini söyleyecekti." [8]

Öte yandan İran İslam İnkılâbı ile FKÖ'nün resmi mahfilleri arasındaki ilişkiler inişli çıkışlı bir görünüm arz etmekteydi. Filistinli devrimciler FKÖ'nün liderliğinde ideolojik olarak İslam'dan yüz çevirmişler ve uzlaşma yolunu kat etmeye başlamışlardı. Bu durumda İran ile yollarına devam etmelerinin de bir anlamı kalmamıştı. Doktor Şikaki'nin de önceden gördüğü gibi laik ve uzlaşmacı Filistinliler için İmam Humeyni'nin yolunu ve yöntemini kabul etmek çok zordu. Buna örnek olarak Irak'ın İslami İran'la yaptığı savaşta FKÖ ve Arafat'ın saldırgan tarafı tutmalarını verebiliriz. Siyonist rejimin Filistin, Suriye ve Lübnan'a saldırılarının şiddet kazandığı bir dönemde Arabistan kralı Fahd'ın "barış planı" FKÖ'den de kabul görebiliyordu. Melik Fahd, bu plan gereği siyonist rejimi resmen tanımış oluyordu. İmam Humeyni ise bu anlaşmanın İslam'a ve Kuran'a ihanet anlamına geleceğini ilan etmişti.

Dolayısıyla, Yasir Arafat liderliğindeki FKÖ işgalcilerle müzakere masasına oturarak "Oslo Anlaşması"nı imzaladığı ve Filistin Devriminin bölgesel ve uluslar arası düşmanlarına yaklaştığı oranda İslam İnkılâbından uzaklaşmış oluyordu. Ama bu yolun sonu değildi, İslami uyanış Filistin'de gün be gün güçlenmekteydi çünkü. Mescitlerde ve yoksul mahallelerde mayalanan yeni bir hareket süratle şekillenmek üzereydi. Ekim 1987 yılında da bütün dünyada "taş ayaklanması" olarak bilinen Filistin halkının intifadası mucizemsi bir şekilde patlak veriyordu. Kudüs gaspçısı rejim değişik yollarla bu hareketi bastırmaya çalışacaktı. Şikaki'nin deyişiyle Arapların ve Filistinlilerin tüm resmi mahfillerine ümitsizliğin hâkim olduğu bir dönemde, Filistin'de bir İslam İnkılâbı gerçekleşiyordu. Bu durum siyonist düşmanla mücadelede yeni bir sayfanın açılması demekti aynı zamanda.

İslamcıların siyonist düşmanla mücadele alanına adım atmaları Filistin halkına tek kurtuluşun gerçek ve dinamik İslam'a sarılmakla gerçekleşebileceğini göstermişti. İslam, siyonistlerle mücadelede son noktaya kadar ilerleyebilir, diğer laik hareketler gibi yolun ortasında yumuşama ve uzlaşma bataklığına saplanmazdı. Eğer İslam bayrağı Filistinlilerin elinden alınırsa, Filistinliler sonsuza dek gerçek kimliklerini ve haklarını elde etme imkânını yitirecekler, siyonistlerin diğer bölge ülkelerine doğru olan yürüyüşünde basit bir köprü olacaklardı.

Doktor Fethi Şikaki, İslam Cumhuriyeti'nin Filistin devrimi ile ilişkisi konusunda, güçlü ve modern İran'ın Filistin siyasi sahnesinde etkin bir rol üstlenebileceğine inanıyordu. İslami İran ile Filistin devrimi aşağıdaki noktaları göz önüne almakla İslam dünyasında önemli bir rol ifa edebilirlerdi O'na göre:

1)       İslam ülkeleri ve Arap dünyası arasında tefrika yaratmak emperyalistlerin planı olduğuna göre, İslam Cumhuriyeti ve Filistin devrimi İslami vahdet bayrağını dalgalandırmak ve bu yönde ciddi telaş göstermekle düşmanın komplolarını etkisiz hale getirebilirler.

2)       Irksal ve kavimsel meseleleri bir kenara bırakarak İslami değerlerin gölgesinde açık ve geniş ufuklara yol almak; mezhebi ihtilaflardan uzak durmak.

3)       Filistin meselesini Kur'anî ve tarihi nişanelere istinaden İslam ümmetinin hayati sorunu olarak görmek Ümmetin vahdet binasının temellerini güçlendirecektir.

Şikaki Filistin'in Peygamberin miraç yeri olduğunu ve Kuran'daki önemini sürekli olarak vurgulamaktaydı. Bu topraklar tarihin hareketinin başlangıç noktasıydı O'na göre. Bundan dolayı Müslüman halkların tümünün kıyam merkezi olabilirdi. Filistin, Ümmetin bağımsızlık veya esaret, hareket veya geri kalmışlık, izzet veya zillet içersinde olduğunu gösteren bir ayna hükmündeydi. Bu yüzden yöneticiler hiçbir zaman Filistin meselesine göz yumamazlar, bu zamana dek göz yumamadıkları gibi.

Doktor Şikaki'nin bakış açısına göre İslam Devriminin Filistin İslami uyanışında ve halk İntifadasının tutuşturulup İslami şiarlarla devam ettirilmesindeki derin etkisi, ganimet sayılması gereken tarihi ve istisnai bir fırsattır. Bu aşamada İslam Cumhuriyeti emperyalizmin "tefrika ve İsrail" merkezli planlarına karşı "vahdet ve Filistin" şiarını yükseltmeli, "Kudüs-Tahran hattı"ndaki dayanışmayı sürdürmeliydi.

İslami Cihad'ın İslami İran ile arasındaki derin ve duygusal irtibatın en önemli nişanelerinden biri de 1987 yılında, İranlı hacıların Mekke'de katledilmesini protesto amaçlı düzenledikleri geniş katılımlı gösteri idi. İslami Cihad taraftarlarının Mescid-i Aksa'nın avlusunda düzenledikleri bu eyleme diğer Filistinli Müslümanlar da katılmış ve Suudi polisinin İranlı hacılara yaptıkları bu vahşi saldırıyı kınamışlardı.[9]

Fethi Şikaki'nin İslam İnkılâbı Hakkındaki Notları

Şehid Şikaki'den bize kalan hatıralar, makaleler ve konuşmalardan pek çoğu İmam Humeyni ve İslam İnkılâbı hakkındadır. O,konuşmalarından birinde dünya uluslarının İslam İnkılâbını olması gerektiği gibi tanıyamadığına teessüf ederek, bunun böyle olmasında İstikbarın komplolarının etkili olduğunu söylüyordu. Şikaki İnkılâbın hala canlı olup yoluna devam etmesinden dolayı Allah'a şükrediyor, Devrimin gerçekleştiği günleri çok iyi hatırladığını, o yıllarda Mısır'da üniversite öğrencisi olduğunu belirtiyor. Şikaki devrimin ilk günlerinde, daha önce Mısır güvenlik güçlerince tutuklanan 13 yaşındaki Taha Zeyni'nin duvara yapıştırılmış fotoğrafına bakarak ağladığını, "Korkma, artık seni esir tutamazlar çünkü İslam İnkılâbı muzaffer oldu!" dediğini anımsıyor ve şöyle devam ediyor:

"O gece ben ve diğer bazı öğrenci arkadaşlarım uyumadık hiç. Arkadaşlarla bir araya gelerek bu konuyla ilgili yapacağımız yürüyüş ve afişleme gibi çalışmaların planını yaptık. 12 Şubat 1979'un sabahında, Mısır Müslümanlarının sevincine ve coşkusuna tanık olduk. O gün, önceden tanıdığım bir Mısırlı komünist öğrenci elini uzatarak "Zaferinizi tebrik ederim" dedi bana. Başka bir Filistinli öğrenci de İslam İnkılâbının zafere ulaştığını duyar duymaz tatlı dağıtmak için yatakhaneden dışarı fırladığını söyleyecekti. Sokaklarda onlarca kişiyi, bu kişiden önce halka tatlı dağıtırken bizzat ben görmüştüm." [10]

İslam İnkılâbının gerçekleşmesinin üzerinden henüz 3 gün bile geçmemişti ki Fethi Şikaki "Humeyni: Yegâne İslami Örneklik" adlı kitabını yayınladı Mısır'da. Bu kitap İslam İnkılâbı hakkında yayınlanan ilk kitaptır. Şikaki kitabını yazmaya Devrime 3 ay kala başlamıştı. Bu kitap on bin adet basıldı ve 48 saat içersinde tüm Mısır'a dağıtılarak bütün baskıları kapış kapış satıldı. Kitap müstear adla yazılmasına rağmen Mısır polisi yazarı teşhis edip tutuklamada gecikmedi. İşin ilginci, İslam İnkılâbının nasıl gerçekleştiğine dair en ayrıntılı soruları soran polis şefinin, Şikaki'den bu kitabın imzalı bir nüshasını istemesiydi. Şikaki bu sayede, 4 gün tutukluluğun ardından serbest bırakıldı.

Şehid Şikaki, İslam İnkılâbının Lübnan ve Filistin'deki etkisinin diğer coğrafyalardakinden daha fazla olduğuna inanıyordu. Bu etki İsrail'in 1948'de işgal ettiği topraklarda da çok belirgindi. İmam Humeyni İsrail rejiminin yenilmesi ve yok edilmesinin mümkün olduğu ümidini diriltmişti Müslümanların yüreklerinde çünkü. Şikaki, ilk kez düzenlenen Kudüs gününde şöyle demişti:

"İsrail'in yok olabileceğine dair hiçbir şüphem yok, hatta diyebilirim ki İslam İnkılâbının zaferini gördükten sonra bunun fazla uzak olmayan bir gelecekte gerçekleşeceğine inanıyorum!"

Şikaki şöyle devam ediyordu:

"Tüm uluslar arası siyaset yorumcuları İslam İnkılâbının ardından Dünyanın artık farklı bir yer olduğunda müttefikler. İslam dünyası baştanbaşa İslam Devriminin meşalesiyle aydınlanmıştır. İslam İnkılâbı bölge ve dünya tarihinin en büyük olayıdır! İslam İnkılâbı İslam'ın kudretini 14 asır sonra tekrar göstermiştir. İnkılâbın temerküz ve seferberlik kudreti ve stratejik yeteneği tağuti rejimlerin nasıl yıkılabileceğini göstermiştir bizlere. Bu zafer Müslüman halkların büyük güçlerden ve devletlerden duyduğu korkuyu ortadan kaldırmıştır. İslam Devriminin zaferi yüz milyonlarca Müslüman ve mustezafa ümit bağışladığı oranda, emperyalistler ve onların bölgedeki uşakları için acı vericiydi. Bu yüzden ilk zafer günlerinden itibaren Devrimin karşısındaki yerlerini almada gecikmediler. İran'ın bazı bölgelerinde karışıklık ve ayaklanma çıkardılar. Karşı devrimci ve münafık grupları kışkırttılar. İran'ı siyasi, ekonomik ve askeri muhasara altına alıp kendileri adına vekâlet görevini üstlenen Saddam'ı üzerine saldılar, ta ki bu şekilde bu azim devrimci İslam dalgasının ve özgürlük istencinin önüne geçerek emperyalist anlaşmalarca şekillenmiş uyduruk sınırları koruyabilsinler. Çünkü yeni-emperyalizmin başlıca tutamak noktası İslam ülkelerinin bölünmüşlüğünün devam etmesidir. Gerçekte İslam Devrimini ve daha yeni doğmuş olan İslam Cumhuriyetini inzivaya mahkûm etmek Doğu ve Batı istikbarının ve onların bölgedeki uşaklarının en büyük stratejisi idi." [11]

Şehid Şikaki İslam İnkılâbı ile bölgenin adalete susayan halkları arasında mesafe oluşturmak isteyen emperyalizmin bölgedeki ellerini şiddetle eleştirerek şöyle der:

"İstikbarın yardakçıları İran ve Irak arasında savaş patlak verir vermez savaşın aslında bir Arap-Fars savaşı olduğu ve İsrail'in İran'a silah yardımı ettiği şeklindeki propaganda yalanlarını devreye soktular. İslam İnkılâbı Rehberi ile dünya Müslümanları arasında ayrılık oluşturabilmek için de İslam Ümmeti içersindeki Şii-Sünni ihtilafını kaşımaya başladılar. Bunun sonucunda, bazı şüpheli merkezlerce basılan ve temel tezi Şiilerin Müslüman olmadığı şeklindeki saptırıcı inanç olan yüzlerce kitap ve broşür ortalığı kapladı. İslam düşmanlarının yegâne amacı böylelikle Ümmetin dikkatini İslam İnkılâbından ve onun rehberinden uzak tutarak müstekbirler karşısında cihad etme fikrini unutturmak, bu eylemin, sadece özünde aşırılık ve şiddet yanlısı olan Şiilere mahsus olduğuna inandırmaktı. Bu fitne ortamının oluşmasında bazı saray mollalarının ve malum Şahısların dahli çok büyüktü. Komplocular yeni doğan rüyaları boğma azmindeydiler."

Şikaki hatıralarında, Dünya İstikbarının İslam İnkılâbı karşısındaki komplo ve planlarının genişliğinden söz etmektedir:

"Komploların hacmi herhangi bir üçüncü dünya ülkesi rejimini kolaylıkla değiştirebilecek denli büyüktü. Ama yüce Allah İslam İnkılâbına inayet etmiş, korunmasını murad etmişti."

Fethi Şikaki İslam İnkılâbının başarısı ve devamı için İran'ın coğrafi, iktisadi, toplumsal ve kültürel alanda geniş olanaklara sahip olduğunu söyler. Ona göre bu amiller şu şekilde sınıflandırılabilir:

1) Geniş ve stratejik bir coğrafya, sahip olunan tabii servetlerin bolluğu

 2) Halkın derinlerine kök salan ve İslam İnkılâbının şiarlarında da tezahür eden İslam'ın sağladığı manevi güç

3) Halkın İslam'ın emirlerine ve rehberlik makamına olan sarsılmaz bağlılığı. Bu bağlılık Devrimin değişik safhalarında benzersiz bir şekilde tecelli etmişti.

4) İmam Humeyni'nin bilge önderliği ve ona eşlik eden yüzlerce dirayetli kişiden oluşan devrimci kadro

Şikaki'nin bunları söylemesinin üzerinden yaklaşık olarak 25 yıl geçmesine rağmen Dünya İstikbarının İslam Devrimi aleyhinde düzenlediği komploların hız kesmeksizin devam ediyor oluşu, şehidin emperyalizmin desiselerine vukufiyetindeki derinliği göstermektedir. O şöyle diyordu:

 "İmam Humeyni'nin herhangi bir meseleyle karşılaştığında yaptığı ilk iş, bu sorunun nedenlerini araştırmak olurdu. Sadece komplonun varlığından haberdar olmakla vazifemiz bitmiş olmuyor, her şeyden önce yapmamız gereken şey İslam İnkılâbının bölgedeki kazanımlarını koruyabilmemiz, bunları her zaman aklımızda tutmamızdır. Günümüzde en önemli şey nedir bilmeliyiz. Kendimize bu zamana dek hangi işleri gerçekleştirdiğimizi, yapmamız gerekip de yapamadığımız şeylerin neler olduğunu sormalıyız sürekli olarak. Önümüzde büyük sorunlar var. İnkılâptan sonra ülkenin yeniden inşasını ve dış güçlere bağımlılıktan kurtulmuş güçlü bir ekonominin tesisini tüm programların başına almak gerekmektedir."

Şikaki hatıratının devamında şöyle demektedir:

"İran İslam İnkılâbı'nın ve İmam Humeyni'nin nihai hedefi İran'ı güçlü bir ülke yapmakla sınırlı değildi sadece. İslami İran'ın omuzlarında evrensel bir çağrının ağırlığı da bulunmaktadır. İmam Humeyni bu hedefi somut olarak ortaya koymuştur. Allah göstermesin İran'ın bu hedefe ulaşma çabasında gevşeklik göstermesi, Dünya ulusları arasındaki özel konumuna zarar verecek; İslam dünyasındaki önemini de azaltacaktır. Bu evrensel risaletin korunması, İran'a ilahi adalet hükümetinin ve Dünya İslam Devrimi hareketinin bayraktarı olma ayrıcalığını verecektir. Değişik mütalaalarım sonucunda vardığım kanı, İslam Devriminin evrensel vazifesinin ifasının modern ve güçlü bir İran'ın inşasıyla birebir örtüştüğü şeklindedir."

Şehid Şikaki bundan 25 yıl önce, Şahidi olduğumuz bu durumu (yani emperyalistlerin kendi sanayisini kurmuş, teknolojik sahada ilerlemiş modern ve güçlü bir İran'ın varlığına göz yummayacakları gerçeğini) görebilmişti. Sultacı güçler İslam ülkelerinin geri kalması ve kendilerine bağımlılıklarının idamesini arzulamışlardır hep. O bu konuda da şöyle der:

"İran İslam Cumhuriyeti, sadece uluslar arası sahneye faal katılımı ve dış siyasetinde izleyeceği etkin politikalar yoluyladır ki özgür, bağımsız, modern ve belirleyici bir ülke olabilir."

Fethi Şikaki İmam Humeyni'nin irtihali dolayısıyla da şunları söylemişti:

"İmam'ın vefat haberini almamın ertesi günü, cenazesine katılmak için Tahran'daki Mihrabad havaalanına indiğimde benim gibi misafir kardeşlerden biri bana "Kardeşim, yetim kaldık. Babamızı yitirdik" demişti" Milyonlarca Müslüman'ın ve müstezafın tekrar bir araya geldiği o gün, ben de düşünmekteydim kendi kendime. Birkaç saat sonra o kardeşe Ayetullah Hamenei'nin Hubregan Meclisi tarafından rehberlik makamına seçildiğini işitip işitmediğini sordum. Allahım! Bu meseleyi bu zamana dek niye düşünmemiştim hiç! İmam'ın rihletinin ardından ilk kez bir elin bana doğru uzandığını ve beni başıboşluktan ve ne yapacağını bilememe şaşkınlığından çekip aldığını hissettim sanki. İslam Dünyası zor şartlar altındaydı o sıralar. O an aklıma İmam ile Hz. Ayetullah Hamenei arasında fark olduğunu tasavvur edebilmenin mümkün olup olmadığı sorusu geldi. Şüpheli idim, her ne kadar İmam'sız bir dünya artık başka bir dünyaya dönüşmüşse de. İmam'ın Filistin hareketinin ve İntifadanın oluşmasında çok derin bir etkisi olmuştu çünkü. Bu İntifadanın oluşumu ve sloganlarının İslamiliğini İslam İnkılâbı'nın kazanımlarının hanesine yazmak gerektiğine inanmaktayım.

İmam'ın irtihalinden duyduğumuz derin üzüntüyü tüm İran halkına ve dünya Müslümanlarına arz ettik o gün. Bu büyük musibetin paylaşımında kendimizi, o Hazretin yaran ve yoldaşlarıyla ortak gördüğümüzü bildirdik."[12]

 



[1]-Fethi Şikaki, "İmam Humeyni: Siyonizmden Beraati Haykıran Adam!" başlıklı makalesi, (Çeviri: Hasan Hameyar), Keyhan Gazetesi, 14315 numaralı sayısı.

[2]-Fethi Şikaki, "İmam Humeyni: Özgürlük Mesajcısı" adlı makalesi, (Çeviri: Hasan Hameyar), Keyhan Gazetesi, 14321 numaralı sayısı.

[3]-Fethi Şikaki, el-Hillu'l-İslami ve'l-Bedil, Daru'l-Muhtar el-İslami Neşriyatı, Kahire, 1979. (Bu kitap, İmam Humeyni ve İslam İnkılâbı hakkında, Fethi Şikaki tarafından Arapça olarak yazılan ilk kitap olma özelliğini de taşımaktadır.)

[4]-Aynı kaynak.

[5]-Seyid Ahmed Rıfat, önceki kaynak, s.102.

[6]-Keyhan Gazetesi, 14321 numaralı sayısı.

[7]-Seyid Ahmed Rıfat, önceki kaynak, Dr. Fethi Şikaki'nin İran İslam İnkılâbının 16. Yıldönümü Münasebetiyle Dımeşk'te Yaptığı Konuşması, s.558.

[8]-Dr. Şikaki'nin, İran İslam İnkılâbı'nın 4. yıldönümü münasebetiyle yazdığı makalesi, Aylık et-Taliatu'l-İslamiyye, Londra baskısı, Sayı: 2, Şubat 1983.

[9]-Seyid Ahmed Rıfat, önceki kaynak, s.111.

[10]-Seyid Ahmed Rıfat, önceki kaynak, s.99.

-Dr. Fethi Şikaki'nin, 22.02.1993 tarihli "Kutsal Mücadele: İran İslam İnkılâbı ve Filistin İnkılabı" başlıklı Dımeşk konuşması.

[11) Dr. Şikaki'nin şehadetinin ardından, yazarın, Filistin İslami Cihad Haraketi üyelerinden biriyle yaptığı röportajından alınmıştır.

ıfat, önceki kaynak, s.99.

[12]-Dr. Fethi Şikaki'nin, 22.02.1993 tarihli "Kutsal Mücadele: İran İslam İnkılâbı ve Filistin İnkılabı" başlıklı Dımeşk konuşması.

 

Velfecr