Hasan Karakaya
Patronların evrimi... Dün laike, bugün melâike!
Cuma sabahından akşamına kadar, "medpa patronları"nın "Darbeleri Araştırma Komisyonu"na verdikleri ifadeleri okudum... Konuşmalarında o kadar "itiraf" ve o kadar "pişmanlık" ifadesi var ki, düşünmeden edemedim...
Gördüm ki;
15 yıl öncesinin "laike"leri,
Bugün, hâşâ "melâike" olmuş!..
Hepsi de, "sütten çıkmış birer ak kaşık!"... Karda "leke" var, onlarda yok!
O kadar "masum"lar, o kadar "günahsız"lar ki, sormadan edemedim;
"28 Şubat'ı kim yaptı?"
O dönemde "mağdur" edilmesem, "manevî işkence"lere maruz kalmasam, diyeceğim ki; "Yoksa 28 Şubat'ı ben mi yaptırdım, darbecilere ben mi destek verdim?.."
Dedim ya;
O günün "laike"leri, bugün Komisyon'un karşısında, hâşâ "melâike" pozlarında!..
Biliyorsunuz, dün, dönemin Sabah gazetesi sahibi Dinç Bilgin'in ifadelerinden bölümler aktardım... Bugün de Aydın Doğan, Mehmet Emin Karamehmet, Zafer Mutlu ve Turgay Ciner'in ifadelerinden pasajlar aktarmak istiyorum.
Amacım, elbette "hüküm" vermek değil... Amacım, söylediklerini "kayda geçirmek" ve "tarihe not düşmek!"
Bunlar kayda geçsin ki, gelecekte "medya dünyası"nda yer alacak kişiler, "askerle iş tutma"nın başlarına neler getireceğini bilsinler ve aynı "yanlış"lara düşmesinler!..
Tek kelimeyle, "gazeteci" kalsınlar!..
Aksi halde "pişman" olurlar.
Tıpkı, "patronlar" gibi!..
EMİN'İ BEN KOVDUM!
Bu "girizgâh"tan sonra, Aydın Doğan'ın açıklamalarına yer vermek istiyorum... Aydın Doğan ifade verirken, kâh bazı olayların "perde arkası"nı anlatmış, kâh kuyruğu dik tutup, efelenmiş!..
Buyrun, açıklamalarına bir bakalım...
2010 yılında gazetelerden kendi adını neden çıkarttığı sorulan Aydın Doğan, şöyle demiş:
_ "O dönemde grubumdaki bütün şirketlerden ayrıldım. Kendimi Doğan Grubu onursal üyesi haline getirdim. Çocuklarım istedi, böyle yaptım. Bir aylık iki aylık karar değildi. Birkaç yılda verilmiş karardı. Halen söz hakkım, imza yetkim yok. O dönemde ailem arasında iş bölümü yaptık. 6 ay evvel de yeniden gazetelere çocuklarımın ismini koyduk. Onun nedeni de yeniden iş bölümü yaptık, çocuklarım arasında. İsmimin çıkartılmasında en ufak siyasi baskı yoktur. Bir siyasi neden yoktur. Zaten nasıl olabilir ki?"
Medya grubundaki bazı gazetecilerin işten çıkartılması konusunda siyasi bir baskı alıp almadığı sorulan Aydın Doğan, şu açıklamayı yapmış:
_ "(Yazarlar çıkarıldı) deyince akla ilk gelen iki tane yazar oluyor. Biri Emin Çölaşan bir tanesi de Bekir Coşkun.
Çölaşan'ı ben kovdum.
Kızım ve genel yayın müdürüm kovmamak için 'şöyle yapalım böyle yapalım' diyerek beni uyutmaya kalktılar.
Sonunda dedim ki, ikiniz birden gidersiniz. Sonunda İzmir'de Emin'i kovdular. Emin'in kovulmasında hiçbir siyasi parti, askerler de dahil, 'bu adamı at' diye bir ısrarda bulunmadı.
'Emin' yönetilemez hale gelmişti, Emin bu gazetenin sahibinin gücü 'bana yetmez' diyordu. Takıntıyı meslek haline getirmişti. 'İ Melih', diyerek her yazısında 10 bin dolar ceza ödemeye başlamıştım. 'Emin takıntıyı bırak, kampanya açmayı bırak' dediğimde de 'hükümetin aleyhine yazmayayım mı?' diyorsun dedi. Ben de ağzıma geleni söyledim. Ben sana 'hükümet aleyhinde yazma' demiyorum, burası 'babanın çiftliği değil' dedim. Emin'i ben çıkardım, çıkarttığıma da çok iyi ettim. Ben kovdum, herkese de hesabını vermeye hazırım.
Bekir'e hakkımı helal etmeyeceğim. Bekir'in gitmemesi için çok gayret sarf ettim. 'Gel sana İstanbul'da daire alalım' dedim. Emin her defasında bizden götürdü. Bekir öyle bir şey de yapmadı. Çünkü Bekir'e çok para vermişler. Gazetelerden insanlar ayrılır, giderler, gelirler. Bana hiçbir siyasi iktidar ne Turgut Özal ne Süleyman Demirel ne de askerler 'bunları işten atacaksın' demedi. Sadece telkinde bulundukları olmuştur. 'Bekir'e git' demedim. Bir gün telefon etmiştim 'iyi ki varsın demek için' kendisine. Bekir bir yazı yazmıştı 'iyi ki varsın Hürriyet' diye, çok duygusal bir yazıydı. Ben de onu arayıp 'iyi ki varsın' demiştim, şimdi de iyi ki yoksun diyorum."
Aldığı "ihale"ler ve "kredi"ler sorulunca da, Aydın Bey demiş ki;
_ "(Eğer 28 Şubat'ı yani 1996-2000 dönemini) diyorsanız ben o dönemde hiçbir ihale almadım... POAŞ'ı burada açtınız. Tamamen yanlış bilginiz var... POAŞ, TV'de kamuoyu önünde açık artırmaya çıkarıldı. Son olarak iki grup kaldı. Koç ve Şahin grubu. Ben POAŞ'ı ihale ile aldım. 10 grup girdi iki grup kaldı, her şey halkın gözü önünde oldu. '1 milyar 260 milyon dolar' biz verdik. Ben ihalesiz bir şey almadım. İkincisi; kamu bankalarından hiç para kullanmadım. 1990-2000 yılı arasında kamu bankalarından uzak durdum. Nereden çıkarılıyor bilmiyorum. Kamu bankalarının kapısından geçmedim. 2000 yılındaki POAŞ ihalesi yapıldığı zaman bu paranın 500 milyonunu, -ki sistem böyle işliyordu- yarısını ben koydum yarısını İş Bankası koydu. Diğerine de bankalar konsorsiyumu girdi. Akbank, Finansbank, Garanti Bankası gibi bankalar vardı. Bir de Vakıfbank vardı."
Aydın Doğan, eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller ile olan ilişkilerini ise şöyle anlatmış:
_ "Benim 'Mesut bey ya da Tansu hanımı desteklemem' diye bir şey yok. Olay şundan kaynaklandı. Sabah gazetesi Tansu Hanım'ı desteklemeye başladı. Bizimle de rekabetini devam ettiriyordu. Biz de 'Tansu hanıma karşıydık.' Çünkü Tansu hanımın Amerika'daki mal varlığını yayınlamıştık. Tansu hanıma karşı olduğumuz için değil. Gazetecilik yaptık. Hatta o gazeteyici taltif ettik. O haberden sonra Tansu hanımla aramızda 'limoni, hasmane' demeyeyim ama bir gerilim oldu.
Ben kendimi birden bire bunun içerisinde buldum. Dinç Bilgin Grubu da 'Tansu hanımı' destekler oldu. Biz Tansu hanıma karşı olduğumuz için 'Mesut beyci' olmak durumunda göründük. Bana Canan Barlas söylemiş 'ihaleleri kredileri götürdüler' diye. Ben; Refahyol iktidardayken İstanbul enerji dağıtımı ihalesine girdim ve 'birinci ben oldum.' Öyle biliyordum. Tam o günlerde iktidar değişti, Mesut bey geldi. Mesut bey beni 1,5 sene oyaladı ve iptal etti sonunda. Ben ne Mesut beyden ne Tansu hanımdan ihale aldım. Mesut beyle dostluğum var mıydı? Vardı. Aram iyi miydi? İyiydi. Ama Mesut beyin hükümetinin devrilmesinin en büyük etkenlerinden birisi Türk Ticaret Bankası olayıdır. Bu olayı benim gazetecilerim çıkardı."
VAY ŞEREFSİZ VAY!
¥ "411 el kaosa kalktı" manşetinin sorulması üzerine de Doğan, "Dua ediyorum ki bu soruyu Ertuğrul'a sorsaydınız, ama sormamışsınız. Ben Bodrum'daydım orada haberim oldu. Yanlış buldum, hatadır" ifadelerini kullanmış...
Ahmet Kaya için atılan "Vay şerefsiz vay" manşeti için Doğan, "Keşke bu kadar keskin ve sert başlık atılmasaydı" diye konuşmuş!..
Aydın Doğan'a, "Erdoğan'la ilişkileri" de sorulmuş... O da demiş ki;
¥ "Gayet iyi... Aramızda dostluk, samimiyet, arkadaşlık, ilişkisi yok ama gayet medeni ilişkiler içerisindeyiz... Kendisini görünce gerekli 'saygıyı' gösteririm, o da 'hal hatır' sorar... Bir sıkıntım yok. Olduğu zaman da giderim ülkenin başbakanına. Eğer başbakana gidilecek bir meselem varsa, giderim. Şu anda bundan birkaç yıl önce kamuoyuna yansımış olan sertlikler şu anda yok."
ERBAKAN'IN HAVUZ KARARI
Aydın Doğan'ı dinlediğimize göre, şimdi de Turgay Ciner'e geçelim mi?..
Ciner; medyaya arzu ederek değil zorlanarak, para kaptırarak girmek zorunda kaldığını anlatmış ve eklemiş:
¥ "5 Nisan 1994, önemli bir tarihtir. Dolar arttı, çoğu kişi iş hayatında önemli şeyler kaybetti... Bazıları ise fırsatları değerlendirerek, kazanmak için hamleler yaptı... Bu süreç, 2001'e kadar devam etti... Bu süre içinde medyanın aldığı rol de, bundan pay kapmak olmuştur... Burada siyasi entelektüelite, ideoloji, tarafgirlik bana göre subjektif kriterdir... Objektif kriter; pay kapma kavgasıdır... Pay kapma kavgası da ikiye ayrılır; biri hayatta kalma için pay kapma, diğeri daha büyük parça almak için pay kapma... Birisi et derdinde, birisi can derdinde olan gruplar olabilir.
Refahyol iktidarında; hükümetin aldığı enerji özelleştirmeleri ve kamu paralarının bir havuzda toplanması kararı önemli kilometre taşıdır... Bu iki karar da, yüzde bir milyon doğrudur... Ama akamete uğratılmıştır."
Turgay Ciner, "asosyal" biri olduğunu bakın nasıl anlatmış;
"Ben tekil biriyim, TÜSİAD'a, MÜSİAD'a üye değilim... Ticaret, sanayi odasına gitmem... Silopi, Sivas, Konya'da, dağda, bayırda çalışıyorum. Asosyal kişiliğe sahibim... Görüştüğüm insan sayısı 3 kişiyi geçmez... Kurulu düzenin adamı değilim. Kurulu düzenin adamı olmadığınız için hem İstanbul hem Ankara kurulu düzeni, sizden hazzetmez. Çünkü ilişkileriniz yoktur... Kullanılmaya açık değilsiniz... 1 Nisan 2007'de o günkü kurulu düzen, bu taraftaki kurulu düzeni ikna ederek, kandırarak, ne oldu bilmiyorum, onun üstü kapandı. O olay vuku buldu. Biz gazeteciliğin dışına çıktık.
Ne BDDK ne TMSF'nin, Dinç Bilgin'in elinden zorla aldığı bir şey yoktur. Batmış bir Dinç Bilgin'in, kanunlar gereği, bankaları batan kişiler nereye gittiyse, o adrese gitmiştir. Kurulu düzen dışardan gelenleri sevmez, hemen dışladılar... Mücadele o şekilde devam etti. BDDK veya TMSF'nin Bilgin'in elinden aldığı bir çöp dahi yoktur.
Bana göre 1 milyar 100 milyon dolara satılan maldan Dinç Bilgin'e hayatının en büyük hediyesini yapmışlardır, bütün borçlarını ödeyerek veya bilmiyorum, ödeyeceklerdir."
"BABAMI ANNEM BATIRDI"
Ne dersiniz, biraz da Akşam'ın sahibi M. Emin Karamehmet'i dinleyelim mi?..
Karamehmet, "bu işe nasıl girdiğini" şöyle anlatmış: "Kemal Ilıcak yakın dostumdu... Ölümünden sonra oğlu gazeteye ortak olmak istedi, olamayacağını söyledim, ancak bir miktar para yardımı yaptım... Aradan zaman geçtikten sonra Özer Çiller aradı... Erol Aksoy'un gazeteyi aldığını, benim de yarısına ortak olmamı istedi... Bu işe o şekilde girdim.
Maaşlar ödenemeyince alacağımdan vazgeçip, çıkmak istedim... Ama olmadı... Üzerime kaldı."
M. Emin Karamehmet; "Nazlı Ilıcak'ın gazeteden ayrılmasını" da oğlu M. Ali Ilıcak'ın istediğini söylemiş... Karamehmet'in iddiasına göre; M. Ali Ilıcak, "annesiyle" ilgili olarak demiş ki;
"Babamı batırdı,
Burayı da batıracak!"
Karamehmet, "Ağır bir duruma maruz kaldınız. Kullanıldığınızı düşünüyor musunuz?" sorusuna cevaben demiş ki;
"Özel bir şeyden dolayı olduğunu zannetmiyorum. Çaresizlikten dolayı yapılan hareket diye düşünüyorum. Biz belki beceriksiziz, basını bu şekilde kullanmadık... Benim basına girmem hataydı. Çıkması kolay değil, inşallah düzelteceğiz...
Aytaç Yalman'ı bir kere gördüm, tebrik etmek için gittim... Kimseye teslim olmadım... Kimseden bir şey istemedim ki, teslim olayım!"
Bütün bu söylenenler doğru mu acaba?.. Eğer doğruysa, 28 Şubat Darbesi'ni kim, nasıl yaptı?!?
28 ŞUBAT SAVUNULAMAZ!
Neyse... Geçelim Zafer Mutlu'ya...
Dinç Bilgin'in uçuruma yuvarlandığı dönemde Sabah'ın Genel Yayın Yönetmeni olan, Dinç Bilgin battıktan sonra da Vatan gazetesini çıkaran Zafer Mutlu da ifadesinde demiş ki;
¥ "28 Şubat'ın savunulacak hiçbir tarafı yoktur... Basının da yanlışları olmuştur. Evet 28 Şubat sürecinde yanlışlarımız oldu... Takım tutar gibi bir siyasi partiyi tutup, öbür siyasi partiye karşı olmak yanlıştı.
Türkiye o seçime giderken bir parti gazetesi gibi davrandık. Kendimizi fazla kaptırdık. Kendimizi bir tarafta bulduk. Bugün de var. Basın etiği açısından yanlış yaptık.
28 Şubat'tan 5 gün önce Tansu Çiller ile evinde önce baş başa görüştüğüm. Bana; 'İktidarı alacağını, askerlerin kendisini desteklediğini' söyledi... Kendisine 'yanlış düşünüyorsunuz... Öyle bir hava yok' dedim. Bana itiraz etti. Sonra aşağıya indik.
Fatih Çekirge ve Hasan Cemal de vardı... Kahvaltı sırasında 'teybi kapatın bir şey söyleyeceğim' dedi... Bana yukarıda söylediklerini anlattı. Aradan 1 ay geçti, Fatih Çekirge bunu yazdı. O zaman kime gitseniz askerlerin estirdiği hava konuşuluyordu...
Dinç Bilgin'in hatası, Etibank'a ortak olmak kadar Cavit Çağlar'ın hissesini Hazine'den devralması olmuştur... Tekerlek orada kırıldı."
"Manşetler kendi düşünceniz miydi yoksa size böyle yayın yapmanızı telkin eden başkaları var mıydı?" sorusuna Mutlu, şu karşılığı vermiş:
"Hayatımda tek bir brifinge gittim... Hiçbir komutanı tanımam. 28 Şubat döneminin meşhur basın toplantısına gittim. Fatih Çekirge, 'Çevik Bir sizinle tanışmak istiyor' dedi. Brifingden sonra gidip kendisiyle tanıştım. 15 dakika sürmüştür. Çetin Doğan brifingde söylediği, 'gerekirse silah kullanırız' lafını orada da kullandı. Erol Özkasnak bana 3-4 kez telefon etmiştir. Asker karşıtı isimler bizde yazıyordu. Askerden gelen telefonlar, 'bunlar demokratlık uğruna TSK'ya zarar veriyor' şeklindeydi. Beklentisi atın... Tamamını tuttuk. Darbeden sonra ayrılan oldu. Andıç alçakça, onursuzca bir olaydı. Ortam çok gergindi. Mehmet Ali Birand ile yolları ayırdık. Çok yanlıştı, kendimizi korumak için yaptık.
Askeriyeden hiçbir haber yapmadım... Onlarla hiç ilişki kurmadım... O dönem türbanlı öğrencilerin tek girdiği yer benim, kardeşimin ve babamın kurucusu olduğu Bilgi Üniversitesi'dir. Kardeşimin hocalığı bırakmasının tek nedeni gördüğü baskılardır!"
Ehh, ne diyelim?..
"Yersen!!!"
HERKES MASUMSA!
Gördüğünüz gibi; hiçbir patron "askeriye" ile sürekli bir ilişki kurmamış, onlardan hiçbir "talimat" da almamışlar!..
Ben de, yedim bunları!..
Bu patronlar bu kadar "askerden uzak"tı, bu kadar "dik duruşlu" ve "tutarlı"ydı da, bu "darbe"ye kim destek verdi kim "cuntacıların bülteni" oldu acaba?!?
Bu patronlar, o zaman ya "uzayda"ydılar ya da çalışanlarına söz geçiremiyorlardı!.. Belki de, onların güdümüne girmişlerdi!..
Ya da, ya da;
Dün "laike"ydiler,
Bugün "melâike" pozlarındalar!..
Gördüm ki;
15 yıl öncesinin "laike"leri,
Bugün, hâşâ "melâike" olmuş!..
Hepsi de, "sütten çıkmış birer ak kaşık!"... Karda "leke" var, onlarda yok!
O kadar "masum"lar, o kadar "günahsız"lar ki, sormadan edemedim;
"28 Şubat'ı kim yaptı?"
O dönemde "mağdur" edilmesem, "manevî işkence"lere maruz kalmasam, diyeceğim ki; "Yoksa 28 Şubat'ı ben mi yaptırdım, darbecilere ben mi destek verdim?.."
Dedim ya;
O günün "laike"leri, bugün Komisyon'un karşısında, hâşâ "melâike" pozlarında!..
Biliyorsunuz, dün, dönemin Sabah gazetesi sahibi Dinç Bilgin'in ifadelerinden bölümler aktardım... Bugün de Aydın Doğan, Mehmet Emin Karamehmet, Zafer Mutlu ve Turgay Ciner'in ifadelerinden pasajlar aktarmak istiyorum.
Amacım, elbette "hüküm" vermek değil... Amacım, söylediklerini "kayda geçirmek" ve "tarihe not düşmek!"
Bunlar kayda geçsin ki, gelecekte "medya dünyası"nda yer alacak kişiler, "askerle iş tutma"nın başlarına neler getireceğini bilsinler ve aynı "yanlış"lara düşmesinler!..
Tek kelimeyle, "gazeteci" kalsınlar!..
Aksi halde "pişman" olurlar.
Tıpkı, "patronlar" gibi!..
EMİN'İ BEN KOVDUM!
Bu "girizgâh"tan sonra, Aydın Doğan'ın açıklamalarına yer vermek istiyorum... Aydın Doğan ifade verirken, kâh bazı olayların "perde arkası"nı anlatmış, kâh kuyruğu dik tutup, efelenmiş!..
Buyrun, açıklamalarına bir bakalım...
2010 yılında gazetelerden kendi adını neden çıkarttığı sorulan Aydın Doğan, şöyle demiş:
_ "O dönemde grubumdaki bütün şirketlerden ayrıldım. Kendimi Doğan Grubu onursal üyesi haline getirdim. Çocuklarım istedi, böyle yaptım. Bir aylık iki aylık karar değildi. Birkaç yılda verilmiş karardı. Halen söz hakkım, imza yetkim yok. O dönemde ailem arasında iş bölümü yaptık. 6 ay evvel de yeniden gazetelere çocuklarımın ismini koyduk. Onun nedeni de yeniden iş bölümü yaptık, çocuklarım arasında. İsmimin çıkartılmasında en ufak siyasi baskı yoktur. Bir siyasi neden yoktur. Zaten nasıl olabilir ki?"
Medya grubundaki bazı gazetecilerin işten çıkartılması konusunda siyasi bir baskı alıp almadığı sorulan Aydın Doğan, şu açıklamayı yapmış:
_ "(Yazarlar çıkarıldı) deyince akla ilk gelen iki tane yazar oluyor. Biri Emin Çölaşan bir tanesi de Bekir Coşkun.
Çölaşan'ı ben kovdum.
Kızım ve genel yayın müdürüm kovmamak için 'şöyle yapalım böyle yapalım' diyerek beni uyutmaya kalktılar.
Sonunda dedim ki, ikiniz birden gidersiniz. Sonunda İzmir'de Emin'i kovdular. Emin'in kovulmasında hiçbir siyasi parti, askerler de dahil, 'bu adamı at' diye bir ısrarda bulunmadı.
'Emin' yönetilemez hale gelmişti, Emin bu gazetenin sahibinin gücü 'bana yetmez' diyordu. Takıntıyı meslek haline getirmişti. 'İ Melih', diyerek her yazısında 10 bin dolar ceza ödemeye başlamıştım. 'Emin takıntıyı bırak, kampanya açmayı bırak' dediğimde de 'hükümetin aleyhine yazmayayım mı?' diyorsun dedi. Ben de ağzıma geleni söyledim. Ben sana 'hükümet aleyhinde yazma' demiyorum, burası 'babanın çiftliği değil' dedim. Emin'i ben çıkardım, çıkarttığıma da çok iyi ettim. Ben kovdum, herkese de hesabını vermeye hazırım.
Bekir'e hakkımı helal etmeyeceğim. Bekir'in gitmemesi için çok gayret sarf ettim. 'Gel sana İstanbul'da daire alalım' dedim. Emin her defasında bizden götürdü. Bekir öyle bir şey de yapmadı. Çünkü Bekir'e çok para vermişler. Gazetelerden insanlar ayrılır, giderler, gelirler. Bana hiçbir siyasi iktidar ne Turgut Özal ne Süleyman Demirel ne de askerler 'bunları işten atacaksın' demedi. Sadece telkinde bulundukları olmuştur. 'Bekir'e git' demedim. Bir gün telefon etmiştim 'iyi ki varsın demek için' kendisine. Bekir bir yazı yazmıştı 'iyi ki varsın Hürriyet' diye, çok duygusal bir yazıydı. Ben de onu arayıp 'iyi ki varsın' demiştim, şimdi de iyi ki yoksun diyorum."
Aldığı "ihale"ler ve "kredi"ler sorulunca da, Aydın Bey demiş ki;
_ "(Eğer 28 Şubat'ı yani 1996-2000 dönemini) diyorsanız ben o dönemde hiçbir ihale almadım... POAŞ'ı burada açtınız. Tamamen yanlış bilginiz var... POAŞ, TV'de kamuoyu önünde açık artırmaya çıkarıldı. Son olarak iki grup kaldı. Koç ve Şahin grubu. Ben POAŞ'ı ihale ile aldım. 10 grup girdi iki grup kaldı, her şey halkın gözü önünde oldu. '1 milyar 260 milyon dolar' biz verdik. Ben ihalesiz bir şey almadım. İkincisi; kamu bankalarından hiç para kullanmadım. 1990-2000 yılı arasında kamu bankalarından uzak durdum. Nereden çıkarılıyor bilmiyorum. Kamu bankalarının kapısından geçmedim. 2000 yılındaki POAŞ ihalesi yapıldığı zaman bu paranın 500 milyonunu, -ki sistem böyle işliyordu- yarısını ben koydum yarısını İş Bankası koydu. Diğerine de bankalar konsorsiyumu girdi. Akbank, Finansbank, Garanti Bankası gibi bankalar vardı. Bir de Vakıfbank vardı."
Aydın Doğan, eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller ile olan ilişkilerini ise şöyle anlatmış:
_ "Benim 'Mesut bey ya da Tansu hanımı desteklemem' diye bir şey yok. Olay şundan kaynaklandı. Sabah gazetesi Tansu Hanım'ı desteklemeye başladı. Bizimle de rekabetini devam ettiriyordu. Biz de 'Tansu hanıma karşıydık.' Çünkü Tansu hanımın Amerika'daki mal varlığını yayınlamıştık. Tansu hanıma karşı olduğumuz için değil. Gazetecilik yaptık. Hatta o gazeteyici taltif ettik. O haberden sonra Tansu hanımla aramızda 'limoni, hasmane' demeyeyim ama bir gerilim oldu.
Ben kendimi birden bire bunun içerisinde buldum. Dinç Bilgin Grubu da 'Tansu hanımı' destekler oldu. Biz Tansu hanıma karşı olduğumuz için 'Mesut beyci' olmak durumunda göründük. Bana Canan Barlas söylemiş 'ihaleleri kredileri götürdüler' diye. Ben; Refahyol iktidardayken İstanbul enerji dağıtımı ihalesine girdim ve 'birinci ben oldum.' Öyle biliyordum. Tam o günlerde iktidar değişti, Mesut bey geldi. Mesut bey beni 1,5 sene oyaladı ve iptal etti sonunda. Ben ne Mesut beyden ne Tansu hanımdan ihale aldım. Mesut beyle dostluğum var mıydı? Vardı. Aram iyi miydi? İyiydi. Ama Mesut beyin hükümetinin devrilmesinin en büyük etkenlerinden birisi Türk Ticaret Bankası olayıdır. Bu olayı benim gazetecilerim çıkardı."
VAY ŞEREFSİZ VAY!
¥ "411 el kaosa kalktı" manşetinin sorulması üzerine de Doğan, "Dua ediyorum ki bu soruyu Ertuğrul'a sorsaydınız, ama sormamışsınız. Ben Bodrum'daydım orada haberim oldu. Yanlış buldum, hatadır" ifadelerini kullanmış...
Ahmet Kaya için atılan "Vay şerefsiz vay" manşeti için Doğan, "Keşke bu kadar keskin ve sert başlık atılmasaydı" diye konuşmuş!..
Aydın Doğan'a, "Erdoğan'la ilişkileri" de sorulmuş... O da demiş ki;
¥ "Gayet iyi... Aramızda dostluk, samimiyet, arkadaşlık, ilişkisi yok ama gayet medeni ilişkiler içerisindeyiz... Kendisini görünce gerekli 'saygıyı' gösteririm, o da 'hal hatır' sorar... Bir sıkıntım yok. Olduğu zaman da giderim ülkenin başbakanına. Eğer başbakana gidilecek bir meselem varsa, giderim. Şu anda bundan birkaç yıl önce kamuoyuna yansımış olan sertlikler şu anda yok."
ERBAKAN'IN HAVUZ KARARI
Aydın Doğan'ı dinlediğimize göre, şimdi de Turgay Ciner'e geçelim mi?..
Ciner; medyaya arzu ederek değil zorlanarak, para kaptırarak girmek zorunda kaldığını anlatmış ve eklemiş:
¥ "5 Nisan 1994, önemli bir tarihtir. Dolar arttı, çoğu kişi iş hayatında önemli şeyler kaybetti... Bazıları ise fırsatları değerlendirerek, kazanmak için hamleler yaptı... Bu süreç, 2001'e kadar devam etti... Bu süre içinde medyanın aldığı rol de, bundan pay kapmak olmuştur... Burada siyasi entelektüelite, ideoloji, tarafgirlik bana göre subjektif kriterdir... Objektif kriter; pay kapma kavgasıdır... Pay kapma kavgası da ikiye ayrılır; biri hayatta kalma için pay kapma, diğeri daha büyük parça almak için pay kapma... Birisi et derdinde, birisi can derdinde olan gruplar olabilir.
Refahyol iktidarında; hükümetin aldığı enerji özelleştirmeleri ve kamu paralarının bir havuzda toplanması kararı önemli kilometre taşıdır... Bu iki karar da, yüzde bir milyon doğrudur... Ama akamete uğratılmıştır."
Turgay Ciner, "asosyal" biri olduğunu bakın nasıl anlatmış;
"Ben tekil biriyim, TÜSİAD'a, MÜSİAD'a üye değilim... Ticaret, sanayi odasına gitmem... Silopi, Sivas, Konya'da, dağda, bayırda çalışıyorum. Asosyal kişiliğe sahibim... Görüştüğüm insan sayısı 3 kişiyi geçmez... Kurulu düzenin adamı değilim. Kurulu düzenin adamı olmadığınız için hem İstanbul hem Ankara kurulu düzeni, sizden hazzetmez. Çünkü ilişkileriniz yoktur... Kullanılmaya açık değilsiniz... 1 Nisan 2007'de o günkü kurulu düzen, bu taraftaki kurulu düzeni ikna ederek, kandırarak, ne oldu bilmiyorum, onun üstü kapandı. O olay vuku buldu. Biz gazeteciliğin dışına çıktık.
Ne BDDK ne TMSF'nin, Dinç Bilgin'in elinden zorla aldığı bir şey yoktur. Batmış bir Dinç Bilgin'in, kanunlar gereği, bankaları batan kişiler nereye gittiyse, o adrese gitmiştir. Kurulu düzen dışardan gelenleri sevmez, hemen dışladılar... Mücadele o şekilde devam etti. BDDK veya TMSF'nin Bilgin'in elinden aldığı bir çöp dahi yoktur.
Bana göre 1 milyar 100 milyon dolara satılan maldan Dinç Bilgin'e hayatının en büyük hediyesini yapmışlardır, bütün borçlarını ödeyerek veya bilmiyorum, ödeyeceklerdir."
"BABAMI ANNEM BATIRDI"
Ne dersiniz, biraz da Akşam'ın sahibi M. Emin Karamehmet'i dinleyelim mi?..
Karamehmet, "bu işe nasıl girdiğini" şöyle anlatmış: "Kemal Ilıcak yakın dostumdu... Ölümünden sonra oğlu gazeteye ortak olmak istedi, olamayacağını söyledim, ancak bir miktar para yardımı yaptım... Aradan zaman geçtikten sonra Özer Çiller aradı... Erol Aksoy'un gazeteyi aldığını, benim de yarısına ortak olmamı istedi... Bu işe o şekilde girdim.
Maaşlar ödenemeyince alacağımdan vazgeçip, çıkmak istedim... Ama olmadı... Üzerime kaldı."
M. Emin Karamehmet; "Nazlı Ilıcak'ın gazeteden ayrılmasını" da oğlu M. Ali Ilıcak'ın istediğini söylemiş... Karamehmet'in iddiasına göre; M. Ali Ilıcak, "annesiyle" ilgili olarak demiş ki;
"Babamı batırdı,
Burayı da batıracak!"
Karamehmet, "Ağır bir duruma maruz kaldınız. Kullanıldığınızı düşünüyor musunuz?" sorusuna cevaben demiş ki;
"Özel bir şeyden dolayı olduğunu zannetmiyorum. Çaresizlikten dolayı yapılan hareket diye düşünüyorum. Biz belki beceriksiziz, basını bu şekilde kullanmadık... Benim basına girmem hataydı. Çıkması kolay değil, inşallah düzelteceğiz...
Aytaç Yalman'ı bir kere gördüm, tebrik etmek için gittim... Kimseye teslim olmadım... Kimseden bir şey istemedim ki, teslim olayım!"
Bütün bu söylenenler doğru mu acaba?.. Eğer doğruysa, 28 Şubat Darbesi'ni kim, nasıl yaptı?!?
28 ŞUBAT SAVUNULAMAZ!
Neyse... Geçelim Zafer Mutlu'ya...
Dinç Bilgin'in uçuruma yuvarlandığı dönemde Sabah'ın Genel Yayın Yönetmeni olan, Dinç Bilgin battıktan sonra da Vatan gazetesini çıkaran Zafer Mutlu da ifadesinde demiş ki;
¥ "28 Şubat'ın savunulacak hiçbir tarafı yoktur... Basının da yanlışları olmuştur. Evet 28 Şubat sürecinde yanlışlarımız oldu... Takım tutar gibi bir siyasi partiyi tutup, öbür siyasi partiye karşı olmak yanlıştı.
Türkiye o seçime giderken bir parti gazetesi gibi davrandık. Kendimizi fazla kaptırdık. Kendimizi bir tarafta bulduk. Bugün de var. Basın etiği açısından yanlış yaptık.
28 Şubat'tan 5 gün önce Tansu Çiller ile evinde önce baş başa görüştüğüm. Bana; 'İktidarı alacağını, askerlerin kendisini desteklediğini' söyledi... Kendisine 'yanlış düşünüyorsunuz... Öyle bir hava yok' dedim. Bana itiraz etti. Sonra aşağıya indik.
Fatih Çekirge ve Hasan Cemal de vardı... Kahvaltı sırasında 'teybi kapatın bir şey söyleyeceğim' dedi... Bana yukarıda söylediklerini anlattı. Aradan 1 ay geçti, Fatih Çekirge bunu yazdı. O zaman kime gitseniz askerlerin estirdiği hava konuşuluyordu...
Dinç Bilgin'in hatası, Etibank'a ortak olmak kadar Cavit Çağlar'ın hissesini Hazine'den devralması olmuştur... Tekerlek orada kırıldı."
"Manşetler kendi düşünceniz miydi yoksa size böyle yayın yapmanızı telkin eden başkaları var mıydı?" sorusuna Mutlu, şu karşılığı vermiş:
"Hayatımda tek bir brifinge gittim... Hiçbir komutanı tanımam. 28 Şubat döneminin meşhur basın toplantısına gittim. Fatih Çekirge, 'Çevik Bir sizinle tanışmak istiyor' dedi. Brifingden sonra gidip kendisiyle tanıştım. 15 dakika sürmüştür. Çetin Doğan brifingde söylediği, 'gerekirse silah kullanırız' lafını orada da kullandı. Erol Özkasnak bana 3-4 kez telefon etmiştir. Asker karşıtı isimler bizde yazıyordu. Askerden gelen telefonlar, 'bunlar demokratlık uğruna TSK'ya zarar veriyor' şeklindeydi. Beklentisi atın... Tamamını tuttuk. Darbeden sonra ayrılan oldu. Andıç alçakça, onursuzca bir olaydı. Ortam çok gergindi. Mehmet Ali Birand ile yolları ayırdık. Çok yanlıştı, kendimizi korumak için yaptık.
Askeriyeden hiçbir haber yapmadım... Onlarla hiç ilişki kurmadım... O dönem türbanlı öğrencilerin tek girdiği yer benim, kardeşimin ve babamın kurucusu olduğu Bilgi Üniversitesi'dir. Kardeşimin hocalığı bırakmasının tek nedeni gördüğü baskılardır!"
Ehh, ne diyelim?..
"Yersen!!!"
HERKES MASUMSA!
Gördüğünüz gibi; hiçbir patron "askeriye" ile sürekli bir ilişki kurmamış, onlardan hiçbir "talimat" da almamışlar!..
Ben de, yedim bunları!..
Bu patronlar bu kadar "askerden uzak"tı, bu kadar "dik duruşlu" ve "tutarlı"ydı da, bu "darbe"ye kim destek verdi kim "cuntacıların bülteni" oldu acaba?!?
Bu patronlar, o zaman ya "uzayda"ydılar ya da çalışanlarına söz geçiremiyorlardı!.. Belki de, onların güdümüne girmişlerdi!..
Ya da, ya da;
Dün "laike"ydiler,
Bugün "melâike" pozlarındalar!..
Medipol'e tebrik ve teşekkür
Resmî açılışı Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından dün yapılan Medipol Üniversitesi Hastanesi'nin "İlk hastalarından biri" olmam hasebiyle, orasının nasıl bir hastane olduğunu en iyi ben bilirim...
"Genel, Kalp-Damar Cerrahisi, Onkoloji, Ağız-Diş ve Çene Hastalıkları" gibi 4 önemli ihtisas bölümleri bulunan ve ayrıca "470 yatak kapasitesi" ile geniş bir kitleye hizmet verecek olan Medipol'ün hizmet vermeye başladığı ilk günlerde; hem "Kalp kontrolü" yaptırdım, hem de kolumdan "fizik tedavi" gördüm ve sağlığıma kavuştum.
Ne yalan söyleyim; "hastanenin yöneticileri"nden "doktor"larına, "sekreterya"sından kapıdaki "güvenlikçi"lerine kadar çok sıcak bir ilgi ve "güleryüz" gördüm.
Kendilerine, nicedir "teşekkür" etmek istiyordum...
Bu vesileyle "Kalp-Damar" ve "Ortopedi" servisinin doktorları ile "Fizik Tedavi Merkezi"nin doktor, teknisyen ve sekreterlerine can-ı gönülden teşekkür ediyor, "ilgi"lerinin ve "güleryüz"lerinin daim olmasını diliyorum.
Fahrettin Koca Bey'in şahsında, hastanenin kurulmasında emeği geçen herkesi tebrik ediyor ve başarılarının devamını temenni ediyorum...
Resmî açılışı Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından dün yapılan Medipol Üniversitesi Hastanesi'nin "İlk hastalarından biri" olmam hasebiyle, orasının nasıl bir hastane olduğunu en iyi ben bilirim...
"Genel, Kalp-Damar Cerrahisi, Onkoloji, Ağız-Diş ve Çene Hastalıkları" gibi 4 önemli ihtisas bölümleri bulunan ve ayrıca "470 yatak kapasitesi" ile geniş bir kitleye hizmet verecek olan Medipol'ün hizmet vermeye başladığı ilk günlerde; hem "Kalp kontrolü" yaptırdım, hem de kolumdan "fizik tedavi" gördüm ve sağlığıma kavuştum.
Ne yalan söyleyim; "hastanenin yöneticileri"nden "doktor"larına, "sekreterya"sından kapıdaki "güvenlikçi"lerine kadar çok sıcak bir ilgi ve "güleryüz" gördüm.
Kendilerine, nicedir "teşekkür" etmek istiyordum...
Bu vesileyle "Kalp-Damar" ve "Ortopedi" servisinin doktorları ile "Fizik Tedavi Merkezi"nin doktor, teknisyen ve sekreterlerine can-ı gönülden teşekkür ediyor, "ilgi"lerinin ve "güleryüz"lerinin daim olmasını diliyorum.
Fahrettin Koca Bey'in şahsında, hastanenin kurulmasında emeği geçen herkesi tebrik ediyor ve başarılarının devamını temenni ediyorum...
yeni akit
Bu yazı toplam 1093 defa okunmuştur