
Abdurrahman Dilipak
ÖNCE “BEN”, SONRA “ÖTEKİLER” Mİ?
Galu bela zamanından başlayacak olursak ilk haram, ilk günah, ilk lanet Şeytanaydı değil mi? Çünkü “ben üstünüm” demişti. Hayatının merkezine HAK’kı değil, kendini almış ve BEN demişti. BEN’i merkeze alanlar nefsini putlaştırmış olur. Oysa her şeyin, HAK için olması gerekirdi. HAK namına ve HAK ölçüsünde olması gerekirdi her işin. “Önce BEN” diye başlarsanız, devam edersiniz “Benim Irkım, benim ülkem, benim akrabam, benim babam, benim tarikatım, benim şeyhim, benim partim, benim liderim, gider. HAK’ka ortak koşunca o ŞİRK olur aslında.
Peki BEN KİMİM? Doğduğum ana-babayı, toprağı, zamanı, derimin rengi ve cinsiyetimi ben mi seçtim. Peki, “Bir kavme olan düşmanlığınız sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmesin” ayetini nasıl anlamam gerek? İslam’da BEN demek, “Şeytani bir sapkınlık” olarak tanımlanır. İstiklal marşının şairi şöyle diyor: “Küfr olur, başka değil kavmini sürmek ileri”. Hayda “Türk önde, Türk ileri!”
BEN=EGO! Egoistlik, BEN MERKEZci düşünmek hepsi ayrı yere çıkar.. Şeytan insana karşı üstünlük tasladığı için lanetlenmişti ama, Şeytanın aşağıladığı insan sonra o kendini aşağılayan Şeytanın peşine takıldı ve İns’in Şeytanı’na dönüştü. HizbuRahman’dan uzaklaşıp HizbüşŞeytan oldu.
Akif ne diyordu: “Hani milliyetin İslâm idi? Kavmiyyet ne?”. “Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer?” ”Fikrî kavmiyyeti tel’in ediyor Peygamber”. “En büyük düşmanıdır rûh-u Nebî tefrikanın”,
“Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın”. Biz “uluslararası sistemle birlikte hareket etme” sözü verelim, Akif bir asır önceden ne diyordu: “Ne hükûmet kalıyor ortada billahi, ne din. / Medeniyet size çoktan beridir diş biliyor, / Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor”. Birde kamu malı, yetim malı sayılır. Çünkü onda onlar için de bir pay vardır. “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir. (Nisa 10). Riba yiyenler de öyle. Ya halkın helal kazancının karşılığını harama bulaştırarak ve onu kullanmaya mecbur bırakarak, haksız para pasarak, paranın değeri ile oynayarak ya da Riba üzerinden hesaplayanlar yok mu, onlardan da, onların yaptıkları işlerden de hayır yoktur. Allah (cc) servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirir, çevirir. Oysa göklerin hazinelerinin anahtarı ya da göklerin ordularının komutası peygamberler dahil kimsenin elin de değildir. “…Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir”. (Haşr 7). Bugün artık Müslümanlar da “Müslümancılık” oynuyor. EgoSantirik yani “BenMerkezci” bir düşünceye sahipler. Oysa bir kavme olan düşmanlığımız bile, hani bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmeyecekti.. Başkalarının hak ve hukuklarının tersine de olsa kişinin kendi çıkarlarını öne çıkartan kişilik sorununa Solipsizm (Tek bencilik) diyoruz. Kadınların hakkını sadece kadınlar mı savunacak, niye bir erkek kadının, kadın erkeğin hakkını savunmasın ki. Bir patron neden işçisinin, işçi patronun hakkını savunmasın ki, ama olmuyor işte. Din, gerektiğinde babana karşı düşmanının bile hakkını savunacaksın diyor, biz karı-koca arasına düşmanlık sokuyoruz.
Bu kavram karmaşasının temelinde Nihilizm var. Bu da evrenin ve insan özünde herhangi bir anlam taşımadığı düşüncesine dayanıyor. Ahlak, erdem, merhamet, adalet duygusunun insanın özünde var olmadığı inancı aslında Şeytani bir düşünce ürünüdür. O zaman gücü yeten yetene. “Büyük balık, küçük balığı yutar, o zaman küçükler büyüklere karşı örgütlenmeli..
Bu düşünce siyasi iktidarı, yasama, yürütme, yargı diye böler, onun da karşısına sivil toplumu, basını konuşandırır. Siyasi partiler ve self determinatioun, seçim ve referandum müessesini getirir. Ansak adalet duygusu olmayan, Hakkı esas almayan düzenlerde bu hedefe ulaşmak mümkün olmaz. Güç, servet ve iktidar insanların başını döndürür. Kalabalıklar, menfaat umarak va da korktukları için hakkı söylemekten çekinirler. O zaman da olan olur. Bizim gibi toplumlarda dini, mezhebi, ideolojik, politik, etnik sebeplerle TEK ADAM, TEK PARTİ, TEK LİDER arayışı yaygındır. Bu gibi toplumlarda Hedonizm (Kendi zevki için başkalarının acısını umursamamak) yaygındır. Bu durum BİREYCİ(!?) Anarşizm ile de ilişkilendirilir. Biliyorsunuz BİREY, din, ahlak, gelen ekten, biyolojik cinsiyetinden bağımsız, GENDER diye tanımlanan GENOM bir NESNE demektir.. Anarşist düşünce ise, “Ne Tanrı, ne kıral” tanır, hepsini “sallayıp devirmek” ister. Hayatı sürekli bir çatışma olarak görürler.
İnanç olarak Yahudilik kendilerini yaratılıştan “üstün ırk” olarak gördükleri ve diğer insanları aşağıladıkları için en eski ırkçı topluluklardan olup, kendi ideolojilerini de Tanrıları ile ilişkilendirerek dinleştirmişlerdir. HİTLER de bu ideolojiyi Siyonistlerden miras aldı. STALİN de
“Ben”i erdemli bir şekilde kullanmak için, ötekini öncelemek, ona ikramda bulunmak gerek. Paylaşmak ya da fedakarlık etmek bu anlamda erdem olarak tanımlanır. Diğerkâmlık veya Altruizm / özgecilik buna örnektir. Herhangi bir kişinin herhangi bir yakınlık ve çıkar gözetmeden, ya da ödül beklentisi olmadan hatta bazen de bir bedel ödeyerek diğer kişilerin hak ve hukuklarını savunma ihtiyaç sahiplerine yardım etme’yi ifade eder. Bu durum Fedakarlık şeklinde de tanımlanır.
Sonuçta “Yıkıcı bir Rekabet” yerine paylaşmayı esas alan bir davranış biçiminden söz ediyoruz. Bu anlamda kederler paylaşıldıkça azalacak, mutluluklar paylaşıldıkça çoğalacaktır. Bize birbirine karşı gibi gözüken ideolojilerin müntesibler aslında aynı kök fikirden filizleniyor. Faşizm kendi ırkını yüceltirken, Komunizm “İşçi sınıfı”nı yüceltiyor. Kapitalizm, “parası olanı, sermaye sınıfını” yüceltiyor.
“Ulus” kim deseniz, kimi “doğduğu toprağı” esas alır, kimi “baba kanı”nı, kimi “ana kanı”nı, kimi “milli kilisesi”ni esas alır, kimi “dil”, kimi “gelenek, hayat tarzı, kültür”ünü. İslam HAK’ı, Allahı yüceltir ve onun rızasına uygun hareket edeni KARDEŞ ilan eder. Allah’ın (cc) rızasını gözeterek yakınlarımıza ve başkalarına yardım ettiğimizde Allah bize daha fazlasını ihsan edecek, malımızı ve ömrümüzü bereketlendirecektir. Allah (cc) kitabında ne buyurdu: (Bakara 261) “Mallarını Allah yolunda harcayanların [yunfikûne] durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah dilediğine kat kat verir”. (Bakara 110) “Kendiniz için; önceden ne hayırda bulunursanız onu, Allah katında bulursunuz. Şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızı görür. Siz namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin; siz önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir”. “Komşularınızı ve akrabalarını görüp gözetmek” onlar lehine menfaat sağlamak için ihaleye fesat karıştırmak, torpil yapmak demek, ehliyet ve liyakatı bir kenara bırakıp yakınlarını işe yerleştirip, ihaleye fesat karıştırmak değildir.
Evet, Allah (cc) bizi kabileler halinde farklı özelliklerde yarattı ki, tearüf edelim/bilişelim, birbirimizin eksiğini tamamlayalım diye. Kadın ve erkek de öyle değil mi? Bizi birbirimize muhtaç kıldı ve tearüf etmemizi, birbirimize karşı sabırlı olmamızı, sabrı tavsiye etmemizi, Allaha ve ahiret gününe iman eden kimseler olarak iyi şeyler yapmamızı istedi. Kabile dediğinizi 7 alt 7 üst soy’dan ibarettir. Yoksa hepimiz Hz. Ademin soyundan geliyoruz. Sonra Hz. Nuh var. Hz. Nuh oğlu ve zevcesi gemiye binmeyince, hayır o senin oğlun değil dedi. Hz. İbrahim “babam” demişti, Allah, “Hayır dedi, babası ile bağını kesti. Haktan sapanın alt soyu da, üst soyu da kesilmiştir. Onun için Yahudilerin “üstün soy” iddiası batıldır. Babanızın dedesinin dedesinden başlayıp 3. Dedenizin babasında “üst soy” biter. Altsoy da Torununuzun torununun torununun oğlu da “alt soy”unuzdur. Ötesi “Kavmiyyetçilik”tir.
Bu yola sapanlar, sonunda “Tekasür” suresinde anlatılan müşriklere dönerler. Bizde “Mezar taşları” ile övünmek yoktur. Kuşkusuz kavmini sevmek ve çok daha eskilere kadar incelemekte beis yoktur, ancak, yoldan sapanlara makam, mevki, itibarına bakılmaksızın sahip çıkmak yoktur. Bizim için Firavunun iman eden hizmetkarı, peygamber soyundan gelip sapıtandan bin kat daha değerlidir. Böbürlenenler, zenginliklerini göstermek için ayaklarını yere vurarak yürüyenler babamızda olsa biz onlardan değiliz, oğlumuz da olsa onlar bizden değildir. Apaçık batıl yola saptıkları halde “Benim partim, beni şeyhim, benim cemaatım” diye övünenler, aslında yanlış bir yol üzerindedirler. Bugün Gazze’de cinayet işleyen Siyonistler, kendilerini Hz. Yakub’a, Hz. Musa’ya, Hz. Harun’a, Hz. Yuşa’ya, Hz. Davud’a, Hz. Süleyman’a Hz. Üzeyir’e nisbet etmiyorlar mı? Biz’den istenen, yaratılış gayemizde ifadesini bulduğu şekilde, Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmaktır. Çünkü Allah (cc) “bizim ellerimizle zalimleri cezalandırıp, mazlumlara yardım etmek istemektedir.”
BEN nefs’in tezahür alanıdır ve Ruh, meleklerin dostu iken Nefs Şeytan’ın dostudur. Nefsin 7 mertebesi vardır. Bunlar: Nefs-i emmare (kötülüğü emreden ve bundan zevk alan nefis), Nefs-i levvame kötülük yaptığında bundan pişman olup af dileyen nefis), Nefs-i mülhime (Manevi ilham yolu ile kötülüklerden ve şüpheli şeylerden kaçınan nefis), Nefs-i mutmainne (nefis, tatmin olmuş, şüphelerden arınıp rahatlamıştır, ihtiraslardan uzaklaşmış nefs), Nefs-i razıyye (Artık o nefs Allah’tan gelen herşeye razı, şikayet etmeyen nefstir), Nefs-i mardıyye (Zikri Kayyum ile yetinmeye nefsini hazırlamayı ifade eder) ve Nefs-i kamile (Nefsin manevi açıdan kemale erip, irşad mertebesini ifade eder)dir, ki bu manevi bir tekamül sürecini ifade eder. İşe Nefsi tezkiye, yani masivadan, heva ve heveslerden arınma mertebesidir.
Biz düşen görev, İyi ve kötü’den İyi’yi, Doğru ve Yanlış’tan Doğru’yu, Güzel ve çirkin’den Güzel’i, Temiz ile pis olandan temiz’i, Gerçek’le yalan olan’dan Gerçeği, hepsinden önce ve önemli olan Hak ile batıl’dan Hak’kı seçmektir. Ötekileri HAK ile anlarız, Hakikat’e diğer basamaklardan yükselerek ulaşır insan. Bunlar konusunda ihtilafa düşersek, istişare ve şura yoluna gitmemiz gerek. Çünkü bize hayır gibi gelende şer, şer gibi gelende Allah (cc) hayır murat etmiş olabilir. Yine de ihtilaf edersek, bize bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin gösterileceği güne kadar bekleyip sabretmemiz gerekiyor. O zamana kadar da farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamamız gerekiyor. Çünkü birimizin diğerimize uzaklığı, onun bize uzaklığına eşittir. Yiğit olan Azimeti, kolayı seçen Ruhsatı seçsin, ama asla tartışıp, kavga etmesinler ve birbirlerine husumet beslemesinler.
Ya Rab bizi Hakkı Hak, batılı batıl göster Hak da toplanmamızı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Bizleri rızanın tecellisinin vesilesi kıl. Yaşadığımız zamana, mekana, kişilere v e olaylara karşı adil şahidler olalım. Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olalım. Selam ve dua ile.
mirathaber