"Muhammed Muhtâr'ın Yolunun Tozuyum"

"Muhammed Muhtâr'ın Yolunun Tozuyum"

Allah'a, kitabına ve Peygamberine sevdalı bir alim olan Hz. Mevlana dünyaya mavi bocuk dağıtan bir bilge kişi portresi olarak gösterilmeye çalışıldığı şu günlerde yeniden okunması gerektiğini düşündüğümüz hikmetli sözlerinden bir kaç bukle...

Ben sağ olduğum müddetçe Kur'ân'ın kölesiyim.

 
Ben Muhammed Muhtâr'ın yolunun tozuyum.


Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse,
Ben ondan da bîzârım, o sözlerden de bîzârım.


Aklı Mustafa'nın yoluna kurban et, "Allah'a dayandım" de. Zira Allah her şeye yeter

Başına örtüyü çekme, yüzünü örtme. Çünkü dünya şaşkın bir cisimdir, sense akılsın.

İddiacıdan utanıp gizlenme sakın. Çünkü sen, parlayan vahiy mumunu taşıyorsun.

Haydi, geceleyin kalk. Çünkü sen mumsun ey sultan; geceleyin mum ayakta durur.

Senin nurun olmadıkça aydınlık gündüzde bile gecedir. Sana sığınmadıkça, aslan tavşana esirdir!

Ey Mustafa! Bu safâ denizinde kaptanlık et! Çünkü sen, ikinci Nuh'sun.

Her yolda, özellikle deniz yolunda, akıl sahibi bir kılavuz gerekli.

Kalk da bak yol yorgunu kervana. Bak her bir yanda kaptan olmuş bir gulyabani.

Zaman'ın Hızır'ı sensin. Her geminin kurtuluşu sendedir. Ruhullah (İsa) gibi yalnız yürüme.

Bu topluluğun önünde gökyüzündeki ışık gibisin, güneşe benziyorsun. Halktan kopmayı, köşene çekilmeyi bırak.

Ey peygamber, hidayet, Kaf Dağına benzer, sen ise Ankâsın. İnziva zamanı değil, gir topluma.

Dolunay, geceleyin yürür göğün zirvesine. Köpeklerin sesinden çekinip bırakmaz yürüyüşünü.

Kınayanlar, senin dolunayına ve zirveye yürüyüşüne, tıpkı köpekler gibi havlayıp dururlar.

Bu köpekler, sağırdır "susun" emrine. Senin dolunayına karşı akılsızca havlayıp dururlar.

Terk etme hastayı, ey şifa. Sağıra kızıp da körü bastonsuz bırakma.

Sen dememiş miydin, köre yolda yardım eden, Allah'tan yüz sevap ve ecir kazanır, diye?

Kim körün kırk adım yürümesine yardım ederse, bağışlanmış ve doğru yola ulaşmış olur, dememiş miydin?

Öyleyse bu fani dünyada, bölük bölük alıp götür körleri.

Yol göstericinin işi budur; sen yol göstericisin. Sen sevinçsin, âhir zaman yasına.

Ey sakınanların önderi, şu hayale dalanları yola çıkarıp kesin bilgiye ulaştır hadi.

Sana tuzak kurmaya gönlünü kaptıranın boynunu ben vururum; sen neşeyle yürü.

Körlükler katarım körlüğüne. O şeker sanır, oysa ben ona zehir veririm.

Akıllar, benim ışığımla ışıklanır. Tuzaklar, benim tuzağımdan ders alır.

manzara resimleri


Küfür, insanlığın yüzünü karartmıştı. Hz. Muhammed'in nuru imdada yetişti. Ölümsüzlük davulu çalındı, sonsuza kadar yaşayacak olan manevî saltanat geldi.

Yeryüzü manen nurlandı, yeşillere büründü, gökyüzü sevincinden yenini, yakasını yırttı. Yeniden ay ikiye yarıldı, mücerred olan ruh geldi.

Dünya tatlılıkla doldu ve beline mutluluk kemerini bağladı. Kalk, zira o ay yüzlü tekrar geldi!

Gönül yedi göğün işaretini gösteren usturlab gibi oldu, Ahmed'in gönlünün aşıklaması yedi cildi doldurdu



, bu dünyada da şefaatçidir o dünyada da, bu dünyada insanı dine götürür, o dünyada cennetlere.

Bu dünyada "Sen onlara yol göster" der; o dünyada "Sen onlara ay gibi yüzünü göster" der.

Onun gizli, aşikâr işi, daima "Yarabbi, sen kavmime doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar" demektir.

Onun nefesiyle iki kapı da açıktır. Duası, iki âlemde de müstecap olur.

Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek. Bu yüzden son peygamber olmuştur.

Sanatında son derece ileri gitmiş bir üstadı görünce bu sanat, sende bitmiştir demez misin?

Ey peygamber, mühürleri kaldırmak, kapalı kapıları açmaktasın, Hatem'sin, bu iş, seninle ve sende bitmiştir. Can bağışlayanlar âleminde bir Hatem'sin sen.

Hâsılı mühürleri kaldırma ve kapıları açmada Muhammed'in işaretleri, tamamiyle açıklık içinde açıklıktır, açıklık içinde açıklıktır, açıklık içinde açıklık.

O'nun canına, evlâdının gelişine ve zamanına yüz binlerce aferin!

O'nun devlet ve ikbal sahibi halifesinin oğulları, onun can ve gönül unsurundan doğmuşlardır

Muhammed'in sahip olduğu güzel huy ve güzel yaşantı, bizi kapkaranlık gecelerde çaresiz bırakmaz

Bir adam yokluğa erişir, kendisine yokluğu zinet edinirse, Muhammed gibi o adamın da gölgesi olmaz./ Yokluk benim iftiharımdır" sırrına zinet yokluktur. Bu çeşit insan, mumun alevi gibi gölgesizdir



Muhammed de etten, deriden meydana gelmiştir, bu hususta her beden onun cinsindendir./ Eti vardır, derisi vardır, kemiği vardır, fakat hiç bu bedenlere benzer mi?/ O terkipte öyle mucizeler meydana geldi ki, bütün terkipler mat oldular



Hannâne direği, Peygamberin ayrılığı yüzünden akıl sahipleri gibi ağlayıp inliyordu.

Peygamber, "Ey sütun, ne istersin?" dedi. O da "Canım, ayrılığından kan kesildi. Bana dayanıyordun, şimdi beni bıraktın. Minberin üstüne çıktın" dedi. Bunun üzerine Peygamber ona dedi ki: "Ey iyi ağaç, ey sırrı bahta yoldaş olan! Ne istersin? Seni yemişlerle dolu bir hurma fidanı yapayım da doğudakiler de, batıdakiler de senin hurmanı yesinler. Yahut Allah, seni o âlemde bir servi yapsın da ebediyen taptaze kal" dedi. Bunu diler misin? Sütun "Daim ve baki olanı isterim" dedi. Ey gafil, dinle de bir ağaçtan aşağı kalma.




Birisi ağzını eğerek Ahmed adını alaya aldı, ağzı çarpıldı da öyle kaldı.

Pişman olup "Ey Muhammed, affet! Ey Peygamber, sen, Min ledün ilminden (Allah ile ilgili bilgi ve sırlara ait ilim) lütuflara mazharsın. Ben bilgisizlikten seninle alay ettim. Alay edilmeye layık ben oldum" dedi.

Allah, bir kimsenin perdesini yırtmak isterse onu, temiz kişileri alaya almaya meylettirir.

İncil'de Mustafa'nın, o peygamberler başının, o sefa denizinin adı vardı./Sıfatları, şekli, savaşı, oruç tutuşu ve yiyişi anılmıştı./Hıristiyan taifesi (bir gurup Hıristiyan) o hitaba geldikleri vakit sevap için/ Yüce adı öperler, latif vasfa yüz sürerlerdi... Onlar Ahmed adının sığınağında korunmuşlardı.../Ahmed'in adı böyle yardım ederse acaba nuru nasıl korur!


Allah'ın lütufları, Mustafa'ya vaatlerde bulundu da dedi ki "Sen ölsen bile bu din, bu iman ölmez.

Senin kitabını, mucizeni ben yüceltirim. Kur'an'dan bir şey eksiltmeye, ona bir şey katmaya yeltenen kişiye ben mâni olurum.

Ben seni iki cihanda da korurum. Sözünü kınayanları terk eder, onları hor hakir bir hale korum.

Hiç kimse Kur'an'ı değiştirmeye kudret bulamaz; ona ne bir şey ilâve edebilirler, ne ondan bir şey eksiltebilirler. Sen benden daha iyi başka bir koruyucu arama!

Senin parlaklığını gün geçtikçe artırır, adını altınlara, gümüşlere bastırırım.

Senin için minberler, mihraplar kurdururum.

Ben, seni öyle seviyorum ki senin kahrın, benim demektir.

Şimdi adını korkudan gizlice söylüyorlar, namaz kılacakları zaman gizleniyorlar.

Melûn kâfirlerin korkusundan dinin mağaralarda gizli kalıyor ya...

Bütün âlemi minarelerle dolduracağım, âsilerin gözlerini kör edeceğim ben.

Kulların şehirler alacak, mevkiler bulacak.

Dinin balıktan aya kadar her tarafı kaplayacak.

Ey Peygamberimiz, sen sihirbaz değilsin, doğrusun" Sen de Musa'nın giydiği elbiseyi giymişsin, sen de onun gibi bir peygambersin.

Kur'an'ın, Musa'nın asâsına benzer küfürleri ejderha gibi sömürüp yutar.

Sen, toprak altında uyursun ama o tertemiz söz asâ gibi her şeye agâhtır.

Kast edenlerin elleri o asâya ulaşamaz. Uyu ey padişah, uyu" Uykun mübarek olsun!

Bedenin uyur ama nurun göklere ağar, düşmanlarını kahretmek için okunu kur, yayını ger.

Felsefeci, aleyhine söylenmeye yeltenir ama nurunun oku ağzını oklar, onu susturur."

Hakikaten de öyle oldu, hattâ bu vaatten de üstün şeyler vücuda geldi. O uyudu, fakat bahtı, ikbali uyumadı.


Ahirzaman peygamberi Ahmed, Rabîulevvel ayında göçtü, bunda hiç ihtilaf yoktur./ Gönlü bu göç zamanını haber alınca can ve gönülden o vakte aşık oldu./ Safer gelince, bu aydan sonra sefer edeceğim diye neşelendi./ Her gece bu buluşmanın iştiyakıyla sabahlara kadar, "Ey yücelerden yüce yoldaş (dost)!" der dururdu./ Kim Safer ayı gitti, Rabîulevvel geldi diye müjde verirse ben de onu Cennetle müjdeler, ona şefaatçi olurum" dedi.../ Ukâşe gelip Safer ayı çıktı" dedi, Peygamber de "Ey ulu aslan, Cennet senindir" buyurdu./ Erler -görüyorsun ya- âlemden göçmeden (dolayı) neşeleniyorlar, şu çocuklarsa âlemde kalmalarına seviniyorlar./ İyi suyun tadını tatmayan kör kuşa acı su Kevser görünür

Başka bir ifadeyle; ölüm, hiçlik değil, yokluk değil, bir tebdil-i mekândır.