Nasr Süresi(TEFSİR)

Nasr Süresi(TEFSİR)

Yani Rabb'inize dua edin. Size yüklenilen hizmeti yerine getirirken eğer bir zaafta bulunduysanız bunu affetsin.

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman,(1)
2- Ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde,(2)
3- Hemen Rabbini hamd ile tesbih et(3) ve O'ndan mağfiret dile.(4) Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.

AÇIKLAMA

1. "Fetih"den murad, belli bir savaştaki zafer değildir. Aslında burada kesin bir zafer murad edilmiştir. Bu öyle bir zamandır ki İslâm'a karşı çıkacak hiçbir güç kalmamış ve İslâm Arabistan'da kesin bir zafer kazanmıştır. Bazı müfessirler bundan Mekke fethini anlamışlardır. Ancak Mekke fethi Hicrî 8'de vukubulmuş, bu sure ise Hicrî 10'un sonunda nazil olmuştur. Bu, girişte açıkladığımız İbn Ömer ve Serra binti Nebhan'ın rivayetlerinde görülmüştü. Bunun yanısıra ibn Abbas'ın kavli de bu tefsire ters düşer. O kavil, bu surenin Kur'an'ın son suresi olduğu idi. Bu durumda, Mekke'nin fethi kastedilmiş olamaz. Çünkü Tevbe suresi bu sureden sonra nazil olmuştur. Öyleyse bu sure, en son sure nasıl olabilir? Kuşkusuz Mekke'nin fethi bir bakıma kesin zafer sayılabilir. Çünkü bu olaydan sonra Mekke'li müşriklerin cesareti kırılmıştır. Buna rağmen müşriklerde hâlâ, yeterli güç ve kuvvet vardı. Nitekim bundan sonra vukubulan Taif ve Huneyn gazvelerinden sonra Arabistan üzerinde kesin galibiyet sağlanabildi ve bu da iki yıl aldı.
2. Yani insanların birer ikişer İslam'a girdikleri dönem geçmiş, kabilelerin, hiç karşı koymadan topluca İslam'a girdikleri zaman gelmiştir. Bu keyfiyet Hicrî 9'un başlarında başlamıştır. Onun için o seneye "heyetler senesi" denmiştir. Arabistan'ın her köşesinden Araplar, peşpeşe heyetler halinde Rasulullah'ın huzuruna gelerek O'na biat ettiler ve İslam'a girdiler. Resulullah'ın Veda Haccı'na gittiği Hicrî 10'a kadar bütün Arabistan tek bayrak altında birleşmiş ve ülkede hiç bir müşrik kalmamıştı.
3. "Hamd"dan murad, Allah'a hamd-ü senâ ve şükretmektir. "Tesbih"ten murad, Allah'ı her bakımdan tenzih etmektir. Burada, "Rabb'inin bu mucezesini gördükten sonra O'na hamd edip, O'nu tesbih et" denmiştir. Hamd'in anlamı, "bu büyük başarının, senin marifetin sonucu gerçekleştiği aklına bile gelmemelidir. Bu tamamen Allah'ın lütfu ile olmuştur. Bunun için Allah'a şükret, kalp ve lisan ile bunu itiraf et. Çünkü böyle büyük bir işi gerçekleştiren ve bu başarının yaratıcısı ancak Allah'tır, hamd'a ancak O müstehaktır" şeklindedir. Burada "Tesbih"in anlamı ise şöyledir: "Allah, sözünün yücelmesi için sizin çabanıza muhtaç olmaktan münezzehtir. Bunu itiraf edin. Çabanızın başarıya ulaşmasının, ancak Allah'ın teyid ve nusreti ile olabileceğine de kesinlikle inanmalısınız. Allah (c.c.) bir işi istediği kuluna yaptırabilir. Bir kula bunun gibi bir hizmeti yaptırması, aslında ona Allah'ın bir ihsanıdır. Allah'ın sizin üzerinizdeki ihsanı da onun dinine hizmet etme şerefini size vermesidir." Bunun yanısıra, "Subhanallah" demenin bir de taaccüb yanı vardır. Akıl almayan bir iş vukubulduğunda insan "subhanallah" der. Onun anlamı, ancak Allah'ın kudretinin böyle hayret verici bir işi meydana getirebileceği, başka hiçbir gücün bunu başaramayacağıdır.
4. Yani Rabb'inize dua edin. Size yüklenilen hizmeti yerine getirirken eğer bir zaafta bulunduysanız bunu affetsin. Bu, İslâm'ın insanlar arasında oluşturduğu terbiyedir. Bir kimse Allah'ın dini için ne kadar zorluğa katlanmış olursa olsun aklına hiçbir zaman Rabb'inin hakkını ödediği düşüncesi gelmemelidir. Tersine, insan her zaman "ben aslında yapmam gereken kadarını bile yapamadım" şeklinde düşünmelidir. Allah'a, O'nun hakkını ödemede ne kadar eksikliği varsa affetmesi ve yaptıklarını kabul etmesi için dua etmelidir. Allah, Rasulullah'a işte böyle bir terbiye vermiştir. O Rasulullah ki, hiç kimse ondan daha fazla Allah (c.c.) yolunda çaba göstermeye güç yetiremez. O'ndan başka kim, yaptıklarından sonra gururlanmaz ve Allah'ın hakkını ödeyemediğini düşünür? Allah'ın bir kulu üzerindeki hakkı o kadar büyüktür ki hiçbir mahluk onu ödeyemez.
Allah, kendisine ettikleri ibadeti, riyazet ve dini hizmeti büyük zannetmemeleri için bu emri Müslümanlara sürekli tekrarlar. Allah (c.c.) yolunda bütün hayatlarını verdikten sonra bile Allah'ın hakkını ödeyemecekleri gerçeğini unutmamalıdırlar. Aynı şekilde, eğer onlara bir afiyet nasip olmuşsa, onu kendi marifetleri saymamalıdırlar. Bunu da Allah'ın lutfu olarak bilmelidirler. İftihar ve kibirlenmek yerine, Rabb'inin önünde acz ile eğilmeli, hamd ve istiğfar etmelidirler.

Tefhimu'l Kur'an/MEVDUDİ
(ç)alıntılanmıştır