Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz

Derin Gerçekler

Yerin altı maden dolu, yerin üstü bitki dolu. 3 tarafımız denizlerle çevrili. Dünyanın en zengin hava, su, toprak çeşitliliğine sahip bir ülkeyiz. +45-45 klimotolojik bir fark yaşıyoruz bir yıl içinde. Ekvator sıcağı ve kutup soğu aynı yılda var. Dünyada yaşayan her bitki ve her hayvan yaşayabilir bu ülkede.

2 saatte Doğu’ya, Batı’ya, Kuzey’e Güney’e inebilirsiniz. Burası kavimler kapısıdır. Siz 1071’i “Anadolu’nun fethi” diye kutlamaya devam edin, Hz. Adem Urfa’nın Adn/Edene köyünde yaşadı. Mekke’den Şam’a, oradan Urfa’ya geldi. Habil-Kabil olayı Şam’da yaşandı. Hz. Nuh’un gemisi, Diyarbakır-Mardin tarafında Cudi tepesine oturdu. Hz. İbrahim de buralı idi.

Şairin “altında mıdır, üstünde midir, cennet-i ala” dediği bir ülkede yaşıyorsunuz..

Bu cahillik, bu akılsızlık, tembellik, korkaklıkla cehennemi de bu topraklara indireceğiz. Korkulan kıyamet savaşının platosu da burası biliyor musunuz. Yuhanna vahyi’ne göre, insanlık doğduğu yerde trajik bir sonla hayata veda edecek! Düşünsenize iki boğaz bir iç denizimiz var. Kuzeyde Karadeniz, batıda Ege, Güneyde Akdeniz. Doğumuzda Hazar gölü var.

İstanbul’un dünyanın sıfır noktası olduğunu ve aynı zamanda Kıbleteyn noktası olduğunu biliyor musunuz? Sahi Zulkarneyn kimdir ve bizimle ilgisi var?

İçeride akar sularımız, göllerimiz var, kaynak sularımız var, maden sularımız var. Kaplıcalarımız var.

Anadolu topraklarını kazın her metrekaresinde en az 7 kat uygarlık çıkar. Bir Göbeklitepe’yi kaz kaz bitiremiyorsunuz. Bitiremezsiniz, oysa en az 2 düzine daha Göbekli tepe var sadece Urfa sınırları içinde.

Sahi, bu kaynaklardan, bu imkanlardan ne kadar yaralanıyoruz.

Macahel’e gittiniz mi? Dünyanın m2 başına en fazla bitki çeşitliliği olduğu yer. İznik ya da Tarsus, Hatay/Antakya size neyi anlatır. “Gavur dağı” niye “Gavur dağı”dır. Samandağı, niye Samandağı, “Gavur Gölü” niye “Gavur gölü”.. Yoksa Simon dağı mı asıl adı Samandağı’nın. Tarsuslu Saül’ü bilir misiniz. “Sin mabedi” nerededir. Ege’deki “7 kilise” size neyi anlatır. İznik konsülünü konuşurken Mudanyadaki Trilye aklınıza geliyor mu? Oradaki 3 Aziz Manastırı bize neyi anlatır. Hani şu Aya Yorgi, Aya Sotri, Aya Ayani.. Onlar Arian manastırlardı ve tek Allaha inanıyorlardı. İznik konsülünde kabul edilmeyen İncilleri toplayıp, oraya getirmişlerdi..

Size bir şey söyleyeyim ki, Ayasofya’nın, Fetih sırasında kaçırılan altın çanı bir iddiaya göre buraya getirilmiş, burada kaçak kazı yapan birileri o çanı bulmuş olabilir mi? Neyse o işin farklı bir boyutu da, Trilye zeytini, dünyanın mineral bakımından en zengin zeytin. Bunu biliyor mu idiniz?. Bunun iki kaynağı olabilir, ya toprak, ya su! Aman şimdi de birileri “Nadir element çıkartacağız” diye inşallah bu 3 manastır bölgesini yıkıp yağmalamazlar. Unutmayın, bu manastırların yapıldığı zaman İslam öncesi Ashab-ıı Kehf dönemidir. Simon dağına yapılan Simon manastırıTürkleştirmeye kalkan birileri Simon dağının adını Samandağı yaptı. Gavurdağı’nı Nur dağı yapan akıl da böyle bir akıldı. Ama hala o dağdaki restoranlarda “Nurdağı salatası” ikram edilmez, “Gavurdağı salatası” ikram edilir. Bu arada Gavurdağı’nda da değerli metallerden Antimuan var.

Urfa Viranşehir Eyyüb nebi köyüne gittiniz mi hiç? Hz. Eyyub’a Allah’ın (cc) “iç ve yıkan, şifa bulacaksın” dediği su nerede? O gençlik iksirine ne oldu? Söylesem inanmazsınız!?

Vatikan’ı kuran Saul’ün Tarsus’lu olduğunu biliyor musunuz? Sonra “Petrus” adını aldı.. İlk “Hrisrtiyan” adı Hatay’da kullanıldı, ilk kilise de orada yapıldı.

Hani ayette öyle anlatılıyordu: “Şehre 2 adam geldi, bir de 3.sü vardı” Kimdi onlar. “Matta, Yuhanna ve Şemun”. Kitabta “Dağdan bir adam koşarak şehre indi” diye anlatılan, o adam kimdi? HabibunNeccar değil mi? (Sevgili Marangoz) Halk şehre gelenlere engel olmaya çalışınca Habibunneccar onlara karşı çıkmış, gelenlerin aziz insanlar olduğunu söylemişti.

Sonrasında şehrin yerle bir edildiğini biliyor musunuz. Bu olayın geçtiği yerde daha sonra, hatta depremden sonra ne yapıldığını biliyor musunuz? Kimin umurunda ki, bu tarihi bilgi..

Bizde Mitolojinin beşiğinin Atina olduğunu söylediler. Kaf dağı hikayeleri bize neyi anlatır. Ya da Babil’deki 2 Melek, Harut ve Marut.. Mısırın kahinleri, büyücüleri daha sonra nereye gittiler. Bugünkü Satanist, Siyonist, Pedefolikler onlar olmasın.

Melheme-i Kübra ya da Armagedon, Yecüc-Mecüc Koridoru, Mehdi, Mesih hadisesi, Deccal fitnesinin yaşanacağı coğrafya neresi? İşin ilginç yani bilmiyoruz, bilmediğimizi de bilmiyoruz. Ama çok bilmiş havasında sağa sola koşturup duruyoruz.

Dünyada Tıbbi sülük (Hrido Teraphi) konusunda 1 numarayız da, kimin umurunda. Kansere iyi gelen “Taşköprü sarımsağı” var, içinde şu “Nadir elementlerden Selenyum olan. Kimsenin aklına gelmez değil mi Sarımsaktan kanser ilacı yapmak, ama çocukluğumdan beri ABD bize “Okaliptüs yağı” satar WİCS diye. Çin “Nane yağı” satar, “Chine Oil” diye. 25 ml Nane yağı 700 TL filan. Gül yağı, Karanfil yağı da Nadir yağlardandır. Kenevirden elde edilen THC ve CBD’nin ham olarak gramı 100 Dolar. İşlenince (1000 mg Kenevir yağı / Kenevir yağının litresi 1000 TL) içinde 10 ml CBD Oil 50 Dolar. İyi mi? Ha, bu arada CBD buzağı ölümlerine karşı birebirdir, bunu da bu vesile ile söylemiş olayım.

Kenevir Nadir element gibi büyük yatırım gerektirmiyor. Risk de sıfıra yakın, süre açısından 4 ayda üretime hazır, ekonomiye, çevreye, sağlığa katkısı inanılmaz. Ama dinleyen kim!

Bakın Türkiye’de tekstil ölüyor. Kığılı Tekstilin patronu “6 ay sonra yokuz” diyor. İflaslar başladı. Oysa kenevir lifi bir can suyu olabilirdi ama, oraya yatırım yapanlar da iflasın eşiğinde, çünkü bu mevzuat, bu bürokrasi ile bir şey olmaz.

Hidrojen Sülfür deseniz, eğer bu konuda Karadeniz il ve bağlı ilçeleri bir çözüm üretemeyecekse, (Artvin, Rize, İstanbul, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun, Sinop, Zonguldak, Bartın, Kastamonu, Düzce, Sakarya, Kocaeli, İstanbul, Tekirdağ, Edirne) büyük tehdit altında. Ama bu Hidrojen ekonomiye kazandırılsa, Karadeniz’e sınırı bulunan Türkiye, Rusya, Gürcistan, Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan için can suyu olabilir. Enerji maliyetleri büyük ölçüde bu kaynaktan sağlanabilir. Sülfürü de Bor’la sentezlendiğinde tarım alanları için gübreye dönüştürülür. Bütün Karadeniz ülkelerinin Sülfür sorununun çözümünde Bor kullanılırsa bu ekonomi için büyük bir kaynak oluşturur. Milyon ton üzerinden Nadir Element hesabı yapanlara benim bunu anlatmam zor. Ama şöyle bir hesap yapayım, Karadeniz'in toplam su hacmi, yaklaşık 534.000 km³ olarak kabul edilir. Deniz suyunun yoğunluğunu yaklaşık 1,025 kg/m³ olarak hesaplandığında, bu hacimdeki su miktarı yaklaşık 547.650 milyon ton eder. Evet bu kadar su var “Hidrojen süfür” barındıran içinde. Rafirerasyonu çok basit. Denizin dibini delip, “Paris şartı”na rağmen fosil yakıt çıkartacağız diye harcama yapmanıza da gerek yok. (Ben o Paris şartına da karşıyım ama!?) Deniz yüzeyinden 100 metre aşağıda bu var. Sahi neden kimse bu konuya el atmaz. Cahillik mi, hainlik mi, basiret bağlanmasını. Allah (cc) korusun, Karadeniz’de bir deprem, bir infilak olursa, Hidrojen sülfür açığa çıkarsa, bu ülkelerin sahil illerinde ne bitki bırakır, ne hayvan ne de insan!

Yahu biz doğru düzgün Bor’u işletemiyoruz. Zeolit konusu neden gündem olmaz, insanlar, bitkiler, hayvanlar için önemine rağmen. Zeolit, kristal yapıda aluminyum silikat minerallerinden oluşan doğal bir malzemedir. 40'tan fazla çeşidi var, en yaygını Klinoptilolit. Yüksek su tutma, iyon değiştirme ve emilim kapasitesi sayesinde "mucizevi mineral" olarak bilinir. Türkiye'de rezervlerin büyük kısmı (dünya üretiminin önemli bir bölümü) bizde, ve son yıllarda organik tarım için daha çok telaffuz edilmeye başladı.

Sahi bu ülkede Akça ağaç yetişir. “Kanada şekeri” büyük ölçüde “Maple” dedikleri o Akça Ağaçtan üretilir. “Kanada bayrağı’’ndaki yaprak Çınar ağacının yaprağı değil, Akça ağaç yaprağıdır. Sahi bizde neden Şeker kamışından likid şeker üretilmez mesela, hiç düşündünüz mü.. Dünyanın en değerli mantarları bizdedir, ama mantar üretiminde çok geriyiz. Adana tarafında çok fazla okaliptüs ağacı vardır, ama ekonomiye kazandırılmaz nedense.

Neyse. Bugünkü yazım da kısa olsun, kolay okunsun. Aslında anlatılacak o kadar çok şey var ki! Sahi biz, yaşadığı zamana, mekana, kişilere ve olaylara karşı şahit tutulanlardan değil miyiz? Hani, Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli haykıran sesi olacaktık. Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardır biliyorsunuz. Başkalarından değil, Başkalarının peşine takılıp, Allan’ın gazabına uğramaktan korkun. Herkesten korkan bu insancıklar, nasıl oluyorsa Allah’ın gazabından korkmuyorlar.

Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 281 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar