Abdullah Büyük

Abdullah Büyük

MÜSLÜMAN’IN ÜLKESİYLE İLİŞKİSİ

Öncelikle belirtmemiz gerekir ki bizim güncel meseleleri Kur’an ayetleri ile açıklama gayretimiz “Kur’an ile konuşan doğru söylemiş olur” (Tirmizi, Fedailü’I-Kur’an) hakikatinde ifade edilen neticeye ulaşma isteğimizin bir neticesidir. Bu gayretimizi siyasi meselelere ayet-i kerimeleri âlet etme olarak görenler, Kur’an-ı Kerim ile olan alakaları onu yalnızca en üst raflara koymaya çalışanların tavrından başka bir şey değildir. Zira“Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez” (Bakara Suresi 26. Ayet) buyuran yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de yeri gelmiş yaşamış en büyük terörist olan Firavun’dan, isim vermese de Ebu Cehil’den, Ashab-ı Uhdud’dan, Nemrut’tan bahsetmiş, yaşadıklarını bizzat dile getirmiştir. 

Müslüman insan hangi çağda ve nerede yaşarsa yaşasın, yaşadığı ülkeyi, şartlarını tanımak ve anlamakla mesuldür. Yani ülkesinin imkânlarını, işleyişini, yanlışını, doğrusunu bilmeyen, araştırmayan bir Müslüman vebal altına girecek ve İbn Abidin’in tarifiyle de cahil insan olarak karşılık bulacaktır. 

Yüce Allah birçok millete yaşam şekillerini değiştirmesi için pek çok Peygamber göndermiştir. Bu, Allah’ın toplumların işleyişine bizzat müdahil olduğunun, kullarının da müdahil olmasını irade ettiğinin ve Müslüman kullarını yaşadıkları bölgede vuku bulan hadiselerden de hesaba çekeceğinin bir ispatıdır. O halde Allah’ın arzında yaşananlardan, yönetim şekillerinden bihaber olmak ve bunları da içine girilmemesi gereken politika ve siyasete dair işler olarak görüp, gereksiz olduğunu söylemek, Müslüman’ın hayattan koptuğunu, İslam âlemini ilgilendiren bu gerçeklere karşı kayıtsız kaldığını gösteren acı bir gerçektir. O halde bizlerin de Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak, ülkemizde olup bitenlerden hesaba çekileceğimize olan imanımızı tazelememiz gerekmektedir. Aksi takdirde ülkede dönen çarkın İslam’a tamamen zıt olduğunu söyleyip uzak durmayı tercih eden zihniyete Kur’an-ı Kerim başka bir kapı açmış, “Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: “Ne işte idiniz!” dediler. Bunlar: “Biz yeryüzünde çaresizdik” diye cevap verdiler. Melekler de: “Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir” (Nisa, 97) demiştir. O halde ülke Müslümanları olarak karşımızda iki seçenek bulunmaktadır ki bunlar ya farzlar için mücadele ederek ülkede yaşamını idame ettirmek, ya da İslam’a uygun bulmadığı, aciz kaldığı bu ülkeden hicret etmektir. 

Yakın tarihimize baktığımız zaman, Üstad Bedizüzzaman, İskilipli Atıf gibi Allah lafzının dahi yasaklandığı ülke şartlarında canlarını ortaya koyarak mücadele eden binlercesinin ilk hakkı tercih ettiğini; Mehmet Akif, Mustafa Sabri Efendi, Zahid Kevserî gibilerinin de daha iyi hizmet yapabilmek için mekân değişikliğini yani ikinci seçeneği tercih edenleri temsil ettiğini ve hicret ettiğini görmekteyiz. Yani bu ülkede yaşayıp, imkânlarından faydalandığı halde hâkim güç tarafından devam ettirilen adalet, toplumsal barış, medeniyeti inşa etme mücadelesine karşı etkisiz kalıp hem de bu mücadelenin içinde bulunanları pek çok şeyle itham etmeye çalışmak, Müslüman’a sunulan bu iki hakkın çok ötesinde ve gülünç bir durumdur.

Selam ve dua ile...

yeniakit

Bu yazı toplam 903 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar