İbrahim Küçük

İbrahim Küçük

Mezhebler Arası Diyalog

Cahiliye kuşatmışlığının verdiği boşluktan yararlanarak özellikle Türkiye Müslümanlarının üzerinden çevrilmek istenen bulandırılmış yada ılımlandırılmış İslam anlayışı tezleri zahirde devam ediyor gözükse de, hakikatte iflas etmiştir. Zaman zaman tebliğ kavramının taşıdığı masumiyet ve izzet perdeleri altına gizlenerek Yahudi ve Hıristiyanlarla manen yakın akraba olmaya çalışan diyalog mantığı müminlerin sözde barbarlığından mahcubiyet duyarak ehli kitabın din anlayışıyla tevhid dinini iliştirmeye çalıştılar.
Türkiye'de 1940'lı yıllarda Kültürleri Telif Cemiyeti adı altında kurumlaşan bu mantık sabatayist eliyle beslenerek günümüze kadar geldi. Bediuzzaman'ın antikominist yaklaşımından mütevellid ateistlere karşı ehli kitapla ittifak siyasetinden istifade ederek Tevhidi İslama karşı ehli kitapla ittifak siyaseti işletilmeye çalışıldı. Adına da dinler arası diyalog denilerek bu hareket geliştirildi. Ne var ki müminlere bu hareketin meşruiyeti ilmi temellerle sözde ispat edilirken edile-i şeriyyeden hiç biri kullanılmadı. Sadece kitaptan delil getirildi. Ama burada da mübarek ayetler kullanılırken(!) ne akaid, ne tefsir usulü, ne de fıkıh usulü gözetildi. Gözetilseydi zaten bu neticelerin çıkması mümkün değildi. Nasıl olsa cahiliye sistemlerince cahil bırakılmış hazır halk kitlesi din tepsisinde sunulmuş her şeyi yutmaya hazır beklemekteydi.
Diyaloğun sözde İslamcı tarafları Kitabullah'ın şu ayetini delil getirerek hareketlerine meşruiyet kazandırmaya çalıştılar: "De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir kelimeye geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahit olun biz müslümanlarız". (Âl-i İmran 64)
Buradan yola çıkarak, ehli kitapla güya ortak kelimemiz "Allah'tan başka ilah yoktur" da sözde ittifak sağlayacağız. Tefsir usülünde; siyak ve sibak, inzal sebebi, ayetin tefsirini varsa başka bir ayetle tefsir etme gibi esasları göz ardı ederek İsa(a.s)'ı (hâşâ) Allah'ın oğlu kabul eden Hıristiyanlarla, Uzeyr(a.s)'ı (hâşâ) Allah'ın oğlu kabul eden Yahudilerle sözde ortak kelimede buluşabildiğini iddia ederek "İbrahimi dinler" tabelasıyla işe masumiyet yükleyenler acaba hiç akıl etmediler mi birilerinin yukarıdaki ayetlerden sonra gelen ayetleri de bilebileceğini. Veya açıp okuyabileceğini. İbrahimi dine ait olmanın ne olduğunu yine Rabbimiz şöyle bildirir devamındaki ayetlerde: "Ey Kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz? İşte siz böylesiniz. Haydi, biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız, ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz. İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyandı; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı, müşriklerden de değildi. Doğrusu onların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber ve iman edenlerdir. Allah da müminlerin dostudur. Kitap ehlinden bir grup sizi saptırmak istediler, hâlbuki sırf kendilerini saptırıyorlar da farkına varmıyorlar."(Âl-i İmran 65. 66. 67. 68. 69)
Evet dinler arası diyalog meselesi akl-ı selim ve ehl-i ilim sahiplerince gerek dergimizde gerekse başka yerlerde yeterince deşifre edildi. Hidayet Allah'tandır. Gelmek istediğimiz asıl konu akaiden tekfire uğramayan amelen ihtilaf halinde olan mezheblerin ittifak arayışına girmeleri gerekliliğidir. Ehl-i kitabın evangalist çatı altında ittifak ederek İslam coğrafyasında Müslümanların mezhebi ihtilaflarını kullanarak kan dökmesi bizlere küfre karşı mezhebler görüş ve hareket birliğini vacip kılmaktadır. Bu minvalde her mümin oturup tekrar düşünmek bilgilerini ve bilginin geliş kaynağını gözden geçirmelidir. Objektif sorgulama ile tarihi, fıkhi, akaidi, ihtilaflara tekrar göz atıp şii sunni arasındaki kalın duvarların tuğlalarını tektek yoklamalıdır. Fıkha ve akaide siyaset bulaşmış mıdır sorgusundan yola çıkarak kolayca neticelenecek bu süreç maalesef uzayıp gitmiştir. O halde sorulması gereken ilk sorular nelerdir?
1- Akaidde bazı istisnaların dışında genelde Eşari olan imam Taftazani'ye ait olan Nesefi'nin akaid şerhi yüzyıllardır sunni halkların medreselerinde okutulmaktadır. Nesefi'nin akaid şerhini yaparken Eşari'nin görüşleri çerçevesinde izah yapan İmam Taftazani'nin akaid şerhi esasta Eşari akaide dayanırken Maturidi akaidinde olan Hanefilere niçin Eşari eksenli akaid okutulmuştur?
2- İmam Taftazani şerhinin başlarında "Ehl-i kıble tekfir edilmez" kaidesini yerleştirirken şerhin az ilerilerinde "mestler üzerine meshi caiz görmeyen rafiziler zındıkadandır" diyerek garip bir çelişkiye düşmüştür. Böylelikle Caferiye ve Zeydiyeyi de sapık fırkalar içerisine alırken sahabi ve tabiinden bazı aynı görüş sahiplerine de aynı ithamı yapmış olması düşündürücüdür. Zira biliyoruz ki Taberi tefsirinde kayıtlıdır, biz sunniler cevaziyetini mümkün görmesek de bazı sahabi ve tabiin zatlar Taftazaninin tekfirine sebep olan görüşleri benimsemiştir. Bu ilmi ihtilaf ulemanın konuşacağı konudur. Bizim konumuzla alakalı bölüm ise; Caferiye ve Zeydiye gibi iki mezhebi zındıkaya soktuğu için mi Taftazani'nin Eşari eksenli şerhi Maturidi akaidi diye okutulmuştur. Yani saltanat rejimleri yönetimde imamet esasına dayanan şiadan sürekli rahatsız olmuşlardır. Bu nedenle Ehl-i Beyt İmamlarının varlığı dahi kendi dönemlerinde sürekli saltanat muhalifi olarak algılanmalarına sebebiyet vermiştir. Bina aleyh Caferiye ve Zeydiye gibi fırkaların Taftazani gibi akaid imamları tarafından tekfiri saltanat rejimlerinin ilmi ihtilafları dahi siyaset malzemesi yapabildiğinin göstergesi olup Maturidiye akaidi adı altında Taftazani'nin Eşari eksenli akaidi okutulmasına sebep olmuştur. Zira biliyoruz ki Ebu Hanife (r.al) İmam Caferi Sadık'ın (r.al) talebesi ve üvey oğludur. İmam Zeyd'e (r.al) kıyamında maddi ve manevi destek olmuştur. Hatta İmam Zeyd'in (r.al) kıyamında yüklü miktarda maddi yardım yapmış, mazeret bildirerek kendisinin kıyama katılamayacağını söyleyerek bir de fetva yayınlamıştır. Fetva: `İmam Zeyd'in kıyamına katılmak Bedir'de Rasulullah'ın(s.a.v) ordusuna katılmak gibidir" Ebu Hanife'nin(r.al) görüşlerini bire bir takip eden İmam Maturidi(r.ah) Caferiye ve Zeydiye'nin görüşlerine hiçbir zaman tekfirle yaklaşmamıştır. İmam-ı Azam'ın (r.ah) Ehl-i Beyt'e olan yakınlığı sebebiyle şehid edildiğini de biliyoruz. Ebu Hanife'den(r.ah) birkaç kuşak sonra Ebu Hanife'nin(r.ah) sunni cenahta olmasından istifade eden saltanat rejimleri hanedanlıklarını koruyabilmek için yaygın sunni mezhebi hanefiyeyi hep kullanmak istemiştir. Aynı entrika Safevi devletinde de Şiiler üzerinden yapıla gelmiştir. Böylelikle saltanat sunniliği ve saltanat şiiliği özellikle Yavuz ve Şah İsmail döneminde zirve noktasına ulaşmıştır. Burada sorgulanması gereken şudur: Hilafet sunniliği ile imamet şiiliği arasında ciddi bağlar ve birliktelikler varken gerek sunni gerekse şii takipçilerin bir kısmı hangi entrikalarla birbirlerini tekfir etmekteler. Ebu Hanife(r.al) İmam Caferi Sadık'a(r.ah) yada İmam Zeyd'e(r.ah) böyle bir tavırla yaklaşmazken yine Ehl-i Beyt'in iki İmamı Ebu Hanife'yi(r.al) bağrına basarken geriden gelen takipçilere ne oluyor da araya duvar örebilme cüretini gösteriyor?
Mezheb kışkırtıcıları mezheb imamlarının yaşadığı dönemde sahnede olmuştur. Çünkü bu firavunların taktiğidir. Halkı fırkalara bölüp zayıf bırakmak ve sonra da dilediği gibi halka zulmederek saltanatını ayakta tutmak, onların siyasetidir. "Çünkü Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını parça parça etmişti. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Belli ki o bozgunculardandı." (Kasas 4) Ehl-i Beyt İmamı İmam Muhammed Bakır'a(r.ah) İmam Ebu Hanife'yi(r.ah) kötüleyenler de bu siyasetin farkında olarak yada olmayarak hizmetçisi olmuşlardı. Ama iki imam bir araya gelip görüştüklerinde buzlar erimiş ibretlik ve bir o kadar da ilmi bir görüşme olmuştur. Hadise şöyle olmuştur:
"Muhammed Bakır'a, Ebû Hanife'nin taabbudi hükümler üzerine kıyas yaparak İslam'ın özüne muhalif bir tavır içinde olduğu anlatılır. Bir gün Muhammed Bakır Medine'de Ebû Hanife ile karşılaşır ve ona, "sen kıyasla amel ederek dedem Hz. Peygamber'in (s.a.v) sünnetine muhalefet ediyorsun öyle mi", diye sorar?
Ebû Hanife; "Bu ithamdan Allah'a sığınırım. Sen konuşmana dikkat et ki; ben de sana karşı üslubuma dikkat edeyim. Çünkü Allah Resulü'nün (s.a.v) ashabına üstünlüğü gibi, seninde diğer insanlara üstünlüğün var..."
Bu ifadeler üzerine Ebû Hanife, Muhammed Bakır'a, "aklı mı dinin emrine, yoksa dini mi aklın tasarrufuna teslim ettiğimi öğrenebilmen için sana üç tane soru soracağım, bana cevap ver" der.
-Erkek mi yoksa kadın mı daha güçsüzdür?
-Kadın.
-Mirasta erkeğin payı ne kadar kadının ki ne kadardır?
-Kadının payı erkeğinkinin yarısı kadardır.
- Eğer bu konuda iddia ettiğin gibi kıyasla hüküm verseydim erkeğe kadının payının yarısını verirdim. Çünkü kadın daha güçsüzdür.
- Namaz mı oruç mu daha üstündür?
- Namaz.
- Eğer kıyasla hüküm verseydim, bu konudaki nassa muhalefet eder, hayızlı bir kadına orucu değil de daha büyük bir ibadet olan namazı kaza etmesini emrederdim
- İdrar mı yoksa meni mi daha pistir?
- İdrar.
-Eğer kıyasla hükmetseydim, gusül abdestinin meninin çıkmasından dolayı değil de idrarın akmasından dolayı gerektiğini söylerdim.
Karşılıklı bu soru cevap faslından sonra Muhammed Bakır Ebu Hanife'nin haset sahiplerinin iddia ettikleri gibi olmadığını anlar, Onu alnından öperek kutlar.
Bu minvalde küffar'ın üzerimize üşüşüp bizleri katlettiği zamanda ahmakça davranarak onların ekmeğine yağ sürmek yerine ameli ihtilafları bir tarafa bırakarak aramızdaki ortak yüz binlerce kelimeyle diyaloğa girerek küffara karşı ittifak etmeliyiz. Kelime-i Tevhid bir ortak kelimedir. İmamlar bir ortak kelimedir. Ehl-i Beyt'in kapı eşiğinde buluşmam diyen birileri olabilir mi? Ebu Hanife'yi(r.al) İmam Malik'i(r.al) ciddiye almıyorum diyen bir sunni olabilir mi? İmam Hüseyin'e(r.al) Yezid zulmetmemiştir diyen bir mümin çıkabilir mi? Yezid'i çok seven çocuğunun adını Yezid koysun o halde, niçin çocukların adları Hasan, Hüseyin, Ali, Fatma, Osman, Ömer"?
İmam Caferi Sadık'ın(r.ah) vardığı bir neticeye İmam Malik (r.ah) de varınca niçin zındık(hâşâ) olmuyor. Yâda İmam Züfer (r.ah) bazı konularda Ehl-i Beyt imamlarının içtihatlarıyla aynı içtihatları paylaştığı halde niçin hala İmam-ı Azam'ın en büyük üçüncü talebesi olmaklığını koruyabilmişken, diğer taraf zındıka (hâşâ) olabiliyor?
Öbür taraftan soracak olursak; Hz Osman'ı (r.a) sevmek ve edepte kusur etmemek sözde Yezidilik oluyor da Hz. Ali(r.a) muhasara altında olan Hz. Osman'a(r.a) su taşıyınca, Hz. Hasan(r.a) ve Hz. Hüseyin'i(r.a) kapıya bekçi tayin edince (hâşâ) niçin yezidi olmuyor? Hanefi'den daha fazla sunnicilik ya da Ali'den(r.a) daha Alicilik, şiiliği ve sunniliği mezheb olmaktan öte bir din haline dönüştürmüştür. Bu mezheb anlayışı kimilerini öylesine acınacak hale ve düşüncelere itmiştir ki cidden muzdariptir. Ukubatı ve muamelatı uygulayan bir devlet zındıklıktan(!) kurtulamazken, resmi olarak dini olmayan başörtülü mü'mineleri okullara almayan laik bir devlet hala sunniliğin resmi temsilcisi zannedilebiliyor. Hey hat! Akıl fikir ver Yarabbi!
Son söz olarak: Kendisine Nebevi miras olarak "Kitab-ı ve Ehl-i Beyt'i" almış müminleri zamanın fitnelerinden ve ızdıraplarından kurtaracak şifa camları sırat üzerinde serpilidir. Bizlerin yolumuzu şaşırmaması için varis ulema sırat üzerine yer yer izler bırakmıştır. Bize düşen sadece kandamlalarını ve kesilip bırakılan uzuvları takip etmektir. İşte İmam-ı Azam(r.a) Ehl-i Beyt sevdalısı olmaklığından dolayı kamçılanırken akan kandamlalarını bize işaret ediyor. İmam Zeyd (r.a) şehadetinde akıttığı kanı kurtuluş şerbeti yapmış bize sunuyor. Yanında oğullarıyla birlikte. Az ileride İmam Hüseyin(r.a) Kerbelada içemediği suyu bize saklamış sanki. Özgürlük kırbasında yezidiye'nin ağzı bağlanmış duruyor. Sokaklarda dolaştırılan Hz. Zeynep (r.anh) hala haykırıyor, daha diri ve canlı. Zulmün adresini gösteriyor göremeyenlere. Ammar Bin Yasir (r.a) hala adil bir muhakeme bekliyor ümmetten, bağıy topluluğun bulunması için. Hz Fatıma (r.anh) evlatlarının diyetini istiyor hasırının üstünde otururken. Mervan'ın sahte mührü ile ümmetin ölüm fermanını taşıyanlar, sıratın üzerinde zehri şerbet diye sunuyorlar. Ve biz boğuşurken Yahudi ve Hıristiyanlar yine Kerbela kurdu. Bu sefer sadece Irakta değil Filistin, Lübnan, Çeçenistan, Afganistan" kısacası her yer Kerbela oldu. Her gün aşura oldu. Ne zaman herkes Hüseyin olacak ne zaman? Zeyneb mi? Zeyneb'in sesi gelmedi mi kulağınıza, Zeyneb daha geçen gün haykırdı: ARUN ALEYKÜM! UTANIN! UTANIN! UTANIN"!

vuslatdergisi

Bu yazı toplam 10992 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar