Kavramlar Serisi -24-İMAN

Kavramlar Serisi -24-İMAN

Yusuf Kerimoğlu'nun "Kelimeler Ve Kavramlar" İsimli Eserinden Alınmıştır.

Önce kelime üzerinde duralım. Arapça mütehassısları iman kelimesinin; emin veya eman kökünden türemiş bir masdar olduğu hususunda müttefiktirler.ı Lûgat mânâsı, "Doğrulamak, tasdik etmek, bir kimseye veya bir şeye inanıp güvenmek" demektir. İmanın Türkçe karşılığı olan "inanmak" kelimesinde de aynı mahiyeti sezmek mümkündür. İslâmî ıstılâhta iman; "Resûl-i Ekrem (sav)'i Allahû Teâla (cc)'nın katından getirmiş olduğu bilinen haber ve hükümlerin hepsinde, kat'i olarak tasdik etmek ve bunu diliyle ikrar etmektir." İslâm ûleması, "İman yalnız kalben tasdik midir, yoksa ikrarla beraber kalbî tasdik midir?" suali çerçevesinde farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İbn-i Abidin: "Hanefilerin ekserisine göre; tasdikle beraber ikrardır. Muhakkıklara göre ise yalnız tasdiktir. İkrar ise; dünya ahkâmının icrası için şarttır."2 hükmünü zikreder. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a)'ye göre; gerçek iman kalbî tasdikten ibarettir.3 Zira dil ile ikrar ettikleri halde, kalben tasdik etmeyen münafıklar, kâfir hükmündedirler. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de "İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, kendileri iman etmiş olmadıkları halde `Allah'a ve âhiret gününe inandık' derler. Halbuki onlar inanıcı (insanlar) değildirler."4

Yine: "Ey Peygamber!... Kalbleriyle inanmadıkları halde ağızlarıyla "inandık" diyenlerle, (münafıklarla), yahudilerden o küfr içinde (alabildiğine) koşuşanlar seni mahzun etmesin"5 buyurulmuştur. Dikkat edilirse bu ayet-i kerimelerde dilleriyle inandıklarını iddia eden,fakat kalben tasdik etmeyen kimselerin hali izah edilmiştir.6

Resûl-i Ekrem (sav)'in; "İnsanlar lâ ilâhe illallah deyinceye kadar (onlarla) cihada memur oldum. Şimdi her kim "Allah'dan başka ilâh yoktur" (lâ ilâhe illallah) derse; canını ve malını benden korumuş olur. Ancak hakkı ile olursa (yani kalben tasdik ederse) ne âla!.. Aksi durumda da (sadece dille söyler, kalben inanmazsa) hesabı Allahû Teâla (cc)'ya kalmıştır." buyurduğu bilinmektedir. İmam-ı Muhammed (rh.a) bu hadisi zikrettikten sonra: "Netice olarak bir kimse malûm olan şirk itikadını (kalbî durumunu) tesbit etme imkânımız yoktur. Neyi ikrar ettiğini duyarsak, o inançta olduğuna hükmederiz"s buyurmaktadır. Sonuç olarak; imanın aslî rüknü kalben tasdiktir. Dünya ahkâmının icrası açısından zarurî olan rüknü ise; dil ile ikrar etmektir. Eğer bir kimse; kalben tasdik eder, fakat bunu dili ile ikrar etmezse, hali insanlarca meçhul kalır. Tabiî dil ile ikrar için herhangi bir ehliyet ârızası (dilsiz olma veya ikrah-ı mülci altında bulunma gibi) sözkonusu olmamalıdır.

Ehl-i Sünnet'in müctehid imamları; imanın amelden bir cüz olmadığı hususunda müttefiktir. İmam-ı Azam Ebû Hanife (rh.a) el-Vasiye isimli eserinde: "Sonra amel imandan, iman da amelden başkadır. Çünkü çoğu zaman mü'minden amel yapma mükellefiyeti kalkabilir. `Amel kalktığı zaman, iman da kalkar' denilmesi, caiz değildir. Zira hayız halindeki bir kadından; o hal içerisinde iken, namaz kalkar. Böyle bir kadın için iman da kendisinden kalkar, diyemeyiz. Yahud kendisine imanı da terketmesi emredilir, denilemez. Yine `fakire zekat yoktur' denilir . fakat fakire iman gerekli değildir, denilemez. Eğer iman amelden bir parça (cüz) olsaydı, amelin düştüğü hallerde, imanın da düşmesi gerekirdi. Halbuki durum böyle değildir."9

İmanın sahih ve kabule şâyân olması için bazı şartlar vardır. Birincisi; İman, ölüm döşeğinde iken, yeis ve ümitsizlik sebebiyle vâki olmamalıdır. Kur'ân-ı Kerim de: "Azabımızın şiddetini gördükleri zaman imanları kendilerine faide verecek değildir"10 hükmü beyan buyurulmuştur. İbn-i Abidin: "Hak olan mezheplere göre, ölüm döşeğinde can çekiştiren kâfirin imanı ile, kendilerini yok edecek azabı gördüklerinde iman eden kâfırlerin imanı faide vermez"11 diyerek, hassas bir noktaya işaret etmektedir. Malûm olduğu üzere; Fir'avn dahi, boğulma anında iken, iman etmiştir. Çünkü o anda azabın şiddetine muttali olmuştur. İkincisi; zarûrat-ı diniyeden olan hükümlerden herhangi birini inkâr veya tekzib etmemelidir. Meselâ: Bir kimse Allahû Teâla (cc)'nın varlığına, birliğine, kitaplarına, melelerine, âhiret gününe ve kadere inandığını ikrar etse, ancak peygamberlere inanmadığını söylese, bu kimsenin imanı sahih değildir. Çünkü iman bir bütündür, tecezzi (cüzlere ayrılmayı) kabul etmez. Yine Kur'ân-ı Kerim'e inandığını beyan eden bir kimse; O'nun herhangi bir âyetini reddetse, mü'min olamaz. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'den olduğu sabit olan herhangi bir âyeti inkâr etmek küfürdür. Bu noktada "Efendim çoğuna inanıyor ya?" diye itirazda bulunulamaz. Zira Kur'ân-ı Kerim, Allahû Teâla (cc) tarafından vahiy yoluyla indirilmiştir. Bir âyet-i kerimeyi yalanlayan kimse, vahyi yalanlama durumundadır. Bu sebeble; insanı küfre götüren sözler (elfâz-ı küfr) ve haller (ef âli-küfr) bilinmelidir. Mü'minler; bilmedikleri herhangi bir mesele ile karşılaştıkları zaman; ileri-geri herhangi bir söz söylemeden "Ben bunu bilmiyorum. Allahû Teâla (cc) ve Resûl-i Ekrem (sav) nasıl bildirmişse öyledir" demelidir.

KAYNAKLAR

(1) Âsım Efendi, Kamus Tercemesi, İst. 1304, c. IV, sh. 548; ez-Zemahşeri, es-Sâsû'l Belâğa,c. I, sh. 21-22.

(2) İbn-i Abidin, Reddü'I Muhtar Ale'd Dürri'I Muhtar, İst.1983, c. IX, sh. 5.

(3) İmam-ı Azam Ebû Hanife, el-Alim ve'l Müteallim, Kahire 1368 Z. Kevseri Neşri, sh. 57.

(4) Bakara sûresi: 8

(5) Maide sûresi: 41

(6) İmam-ı Maturidi, Kitabû't-Tevhid, Kahire: 1970, sh. 373 vd.

(7) Sahaih-i Müslim, İst., c.l, sh. 51-52 Had. No: 32.

(8) İmam-ı Muhammed, Siyer-i Kebir, İst. 1980, Evs Yay. c. I, sh.173.

(9) Aliyyü'l Kari, Fıkh-ı Ekber, İst:1981, sh. 216

(10) Mü'min sûresi: 85

(11) İbn-i Abidin, a.g.e., c. IX, sh. 24.

(12) Şeyh Nizamüddin ve Heyet, el-Feteva-ı Hindiyye, Beyrut 1400, c.II, sh. 266. Ayrıca Aliyyü'1 Kari, Şerhû'ş Şifa, İstanbul 1309 c. II, sh. 525.

Kaynak:Haber Kaynağı