Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Kavimler adına kurulan şeytanî tuzağa teslimiyet mi?

Türkiye, bugünlerde en temel iç mes"elelerden birisi olan Güneydoğu Anadolu Mes"elesi"ne -ki, bölgenin Osmanlı dönemindeki ismi, Kürdistan"dır- nasıl bir çözüm bulacağını daha bir derinden düşünüyor..

Mes"ele, "Kürd Mes"elesi" olarak isimlendirilse de, bu isimlendirme doğru değildir.. Çünkü, başta İstanbul olmak üzere, Marmara, Batı ve İç Anadalolu ve Akdeniz bölgelerinde yaşayan kürd kitleleri, Güneydoğu"dakilerden kat kat fazladır ve bu insanlar yaşadıkları o yörelerde, kürd kavminden kimseler olarak, sırf kavmî mensubiyetlerinden dolayı, geniş çaplı bir mes"ele yaşamıyor.. Bir takım tahriklerle bazı oyunlar sahnelense bile.. Çünkü, İslam etnik farklılıkları düşmanlığa dönüştürmeye izin vermediğinden, düşmanlık halkların kalbinde yerleşmiyor.. 

*

24 Temmuz 1923"de İsviçre"nin imzalanan "Lozan (Lausanne) Andlaşması"yla uluslararası resmî metinlerde de artık "Türkiye"  olarak isimlendirilen ve Osmanlı"dan kalan toprakların en stratejik bölgesi için kullanılan bu isimlendirmenin, daha o ilk andan itibaren, içinde, başka kavimleri dışlayıcı bir türkçü -kavmiyetçi virusu taşıması itibariyle, sonunda ortaya bir takım tepkileri çıkarması kaçınılmazdı..

Türkiye"nin "türk" ismi taşısa bile, bu rejimin en katlanılmaz baskı ve cenderelerinden geçen de yine türk halkı olduğundan, ve herkesten fazla türklerin, büyük kitlenin inançlarını düşman kabul ederek ona saldırıya geçip, dârağaçları üzerinde kurulan bir katı laik rejim, dil beraberliğinden başka, bu müslüman halkın hemen hiçbir temel inanç ve ahlâk ölçüsünü kabul etmemiş ve bu değerlere karşı en azgın mücadeleleri bir devrim histerisi içinde vermiş ve kendi halkını, tarihte emsaline rastlanmıyacak derecede, bir ismin, bir resmin, bir heykelin önünde eğilerek yaşamaya mahkum etmiş ve bu hayatı özgürlük zannetmek yanılgısına teslim etmiştir.. Evet, bütün bunlar da türklük adına bir ideolojiyle tezgahlanmıştır..

*

Emperyalist güçlerin müslümanların elindeki bir büyük güç olan Osmanlı Devleti"ni tarih sahnesinden bertaraf etmek için kullandıkları silahlardan birisi de kavmiyetçi- nasyonalist cereyanlardı ve Birinci Dünya Savaşı"nda yenilgiye uğratılan Osmanlı"dan sadece gayrimuslim unsurlar değil, arab ve arnavud gibi müslüman unsurlar da kavmiyetçi cereyanlarla  koparılmıştı. Ve Lozan"da da, kürd halkı için bir ayrı devlet tesis olunması, bir coğrafya tahsis olunması fikri ingilizlerce gündeme getirildiğinde, kürd ve türk halklar, birlikteliklerini ısrarla korumuşlardı..

Ama, kısa süre sonra, özel tahriklerle ortaya çıkması sağlanan Şeyh Said Ayaklanması"nın da etkisiyle türkçü duygular daha bir güçlendirilmiş ve o zamana kadar "türk-kürd birlikteliği"ne devamlı vurgu yapılırken, kürd halkının bu etnik isimlendirmesi buharlaştırılmış, resmî söylemlerde yok sayılmış ve hattâ halk arasında bile, "kürd"ü aşağılayıcı bir söylem  geliştirilmesine ağırlık verilmişti..  Ama, buna rağmen, İslam kültürü inanç ve kültürünün etkisiyle, bu aşağılamalar yine de etkili olamamıştı..

Ancak, en saldırgan şovenist - türkçü söylemlerle yetiştirilen yeni nesillerin şuûr altında, bu söylemlerin bir takım etki ve tepkilerinin oluşması da kaçınılmazdı. Ve içerdeki bu adâletsiz, zâlim uygulamaların bir takım tepkileri gelişirken, bu durumun, bölge üzerinde doymak bilmez emeller besleyen emperyalist odaklar için bir yağlı lokma haline geleceği de açıktı.

Nitekim, 80 küsur yıllık türkçü söylemler, en fazla da kürd halkının daha yoğun olarak yaşadığı yerlerdeki ve hergün türklerin üstünlüğü  gibi bir şovenist ideolojinin telkınleriyle eğitilen kürd genç neslinde bir tepki oluşturacaktı.. Hele de, insanların kendi ülkelerinde, anadilleriyle konuşmaları, eğitim görmeleri gibi temel insan hakk ve özgürlüklerinin bile kabul edilmemesi bu tepkileri daha bir ideolojik kalıplara oturtacaktı.. Yani, karşı karşıya gelinen mes"eleye illâ bir etnik/ kavmî isim verilecekse, belki, bir "türk mes"elesi"inden sözedilebilirdi.  Türk halkı, kendi inancına aykırı olarak, resmî propaganda ve yalanlarla aldatılmak suretiyle, kendisinin üstünlüğüne inandırılmaya çalışılmış ve bu da, ülkede, laik eğitimle yetiştirilen kesimlerde  ana dili farklı insanlara düşmanca bakılmasını getirmişti..

Ve ilginçtir, Osmanlı"nın son 50-75 senesinden beri etkisini hissettirmeye başlayan türkçülük cereyanlarının başını çekenlerin en hızlı isimlerinin hemen tamamı, üstelik, türk kavminden bile değillerdi ve daha çok da, Osmanlı"ya sığınmak zorunda kalan öteki müslüman halkların seçkinlerinin bayraklaştırdığı bir isimdi, bu..

Ve dahası, henüz 9-10 sene öncelerde, dönemin TC başbakanı Ecevit, yabancı gazetecilerin sorularına karşılık verirken,  "kürdçe diye bir dil yoktur.."  diyebilmişti.. Ve o zaman bunun üzerine, "kendisine kürdçe sorulacak bir hal-hatır cümlesini anlayıp anlayamıyacağını"  düşünmesini önermiştim, bir yazımda.. Ama, ilginçtir, daha sonra ise, aynı Ecevit,  "kendisinin de kürd olduğunu, dedesinin Kastamonu- Daday"daki mezar taşında onun ismine kürd sıfatının da eklendiğini gördüğünü ve amma, bu konuyu evde babasıyla hiç bir zaman konuşmadığını"  vs. belirtmişti..

Gerçekten de bir mes"ele var idiyse, bunun  "kürd mes"elesi"  olarak isimlendirilmesi ne kadar doğrudur? Ki, en rafine türkçü ideolojinin bayrakdarı sayılan MHP"nin lideri D. Bahçeli"nin 25 Temmuz konuşmasında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Tayyîb Erdoğan ve hattâ Baykal"ı bile, PKK  ile aynı gaflet çizgisinde buluşmuş kimseler"  diye göstermesi, mes"elenin "türk mes"elesi" diye  isimlendirilmesini gündeme getirmeli değil midir?  

*

Türkiye, bugün sosyal bünyesini daha çok da Güneydoğu"da rahatsız eden bir buhranı tartışırken, önündeki en büyük ayakbağı, bizzat,  kemalist laik + türkçü resmî ideolojidir.

Bu kanlı ve irinli yaranın temizlenmemesi ve bünyenin daha çok rahatsız edilmesi için, dış etkenlerin pusuda beklediklerinin en açık delili ise, PKK liderinin Amerika eliyle yakalanıp, Türkiye"ye hangi şartlarla teslim edildiğinden ve bu kişi, 10 yıldır generallerin elinde ve gözetiminde olduğu halde, o halde iken bile, Güneydoğu"daki bazı sosyo-politik güç odaklarını yönlendirebilmesinden de anlaşılabilir..

Ama, kemalist TC sistemi, "laiklik + türkçülük"  üzerine oturtulmuşu bir resmî ideolojiye göre şekillenmiştir ve bu sistemin içinde iktidara gelen Tayyîb Erdoğan konuya her ne kadar kendi kalb ve mantık değerlerine göre yaklaşmak eğilimi taşısa bile, belli bir noktadan daha ileri adım atabilmesi için, rejimin 90 yıla yaklaşan kemendini parçalaması gerekmektedir ki, bunun da bu sistemin içinde olamıyacağı ve "kemalist laik + türkçü"  sistemin savunma mekanizmalarının nasıl otomatik olarak devreye girdiğinden de anlaşılabilir..

*

Batı"nın 250 yıllık "Şarq Mes"elesi"nin günümüzdeki devamı..

 

Türkiye"de bu gelişmeler olurkan, geçen hafta, bir Amerikan gazetesi,  "Irak"daki kürd halkının genelde, Türkiye"yle birlikte yaşamak istediği"  iddiasını dünya kamuoyuna yansıttı.. Bu haber-yorumda, Irak kürdlerinin lider kadrosunda, "Irak"da, şiîler İran"a, sünnîler de arab rejimlerine yaklaşırsa;  kürdlerin de Türkiye"yle birlikte hareket etmemiz kaçınılmaz olur.."  gibi bir anlayışın gelişmekte olduğuna vurgu yapılıyordu..

Elbette bu gibi haber ve yorumların gerçek olması veya bazı kitlelerin taleblerini yansıtması da mümkündür, ama, dünya kamuoyunu yönlendirmekte hâlâ da etkili olduğu -maalesef- kabul edilmesi gereken bir acı realite olan kapitalist emperyalizmin yayın organlarında yer aldığında, gerçek yansımalar sözkonusu olabileceği gibi, o haber ve yorumları dünya gündemine yansıtan güç merkezlerinin plan ve hattâ entrikalarının da etkisi daha bir güçlü şekilde ve teyakkuz halinde gözönünde bulundurulmalıdır.. Çünkü, üzerine bir tehlikenin yaklaştığıını hisseden her canlı, "nefsin korunması içgüdüsü"nün reflektif yaptırımları gereği,  kendisini nasıl koruyabileceğine dair bir takım tavır ve manevralar geliştirir. Bu durum, yaşanan korkunç kaotik durum açısından bakıldığında, Irak coğrafyası için de geçerlidir..

*

Emperyalist dünyanın özellikle son 250 yıldır, hep bir "Şarq / Doğu Mes"elesi"  ile devamlı meşgul olduğu ve bu terimle de müslümanların yoğunluklu yaşadığı coğrafyaları anladığı gözönüne alındığında, konunun çetinliği ve karmaşıklığı daha bir anlaşılır..  Ünlü ingiliz tarihçi- filozofu Arnold Toynbee de, Batı"nın İslam dünyasının boğazına attığı kemendi sıkmasının o kadar kolay olmadığını, 250 yıl kadar sürdüğünü belirtir..  Osmanlı"nın tarih sahnesinden silinişidir, onun anlattığı..  Ve sonrasında oynanan büyük, kanlı ve bitmez oyunların günümüz dünyasını da hâlâ etkilemeye devam edişi, bir canlı örnektir..

Ki, 24 Temmuz 09 tarihi,  Lozan Andlaşması"nın 86. yıldönümü idi ve o gün, TRT Türk"de yayınlanan bir proğramda, (Gazi Üni"den bir tarihçi olarak konuştuğunu bilhassa belirten)  Prof. Semih Yalçın, Lozan Andlaşması"nın getirdikleri ve götürdüklerine dair görüşlerini açıklarken,  "tarihî hadiselerin, kendi özel şartları içinde değerlendirilmesi"ni hatırlattıktan sonra, Lozan"ın en büyük kazanımının "Batı"nın Türkiye"yi kazanmış olması"  olduğunu ifade ediyordu..  Ve Lozan"ın 80. yıldönümünde de, dönemin C. Başkanı A. N. Sezer, "Lozan"ın en büyük eseri"nin laiklik olduğuna dikkat çekişini hatırlayalım..

Evet, emperyalizmin özellikle de müslüman coğrafyaları ve toplumları üzerindeki oyunları hep olagelmiş ve daha acısı, "ideolojik esaret zenciri"ni boynuna geçirmiş olanlar, kendilerini "tam bağımsız" zannetmekten el çekmemişlerdir..

Nitekim, bugün nicelerimiz, Irak"daki Amerikan işgaline bakarken, kendi ülkemizi hür ve bağımsız zannetmek hatasından kurtulamıyoruz.. Evet, Irak toprakları bugün Amerikan emperyalizminin sadece ideolojik ve siyasî değil, askerî işgali altındadır da.. Ama, kendi ülkemiz ve ülkemizin ordusu, yargısı ve diğer temel kurumları, emperyalist güç odaklarının dayattığı ölçülere göre şekillenmekte değil midir? Ki bunlar, öyle bir anayasayla dayatılmıştır.. Yani, sadece Irak ve benzeri ülkeleri görür de, kendi halimizi görmezsek.. Karşımıza tencere dipleri kıyaslaması çıkar.. 

*

Irak Mes"elesi"ne bu çerçeve içinde bakmak gerekir..

Bu coğrafya, önce İran ve - 400 yıla yakın bir süre de- Osmanlı gibi yerli güç odaklarının hâkimiyeti altında kaldıktan sonra, 90 yıl öncelerde, Birinci Dünya Savaşı"nın 1917"lerden itibaren ingiliz işgal ve hâkimiyetine girmiş ve ingilizlerce oluşturulan bir saltanat idaresi altında bu ülke, 40 yıl boyunca, iyi bir ingiliz uşağı olan ve iktidarı elinde bulunduran Sadrâzam Nurî Saîd Paşa eliyle yönetilmişti..

Ama, onun saltanatı da Gen. Abdulkerim Qaasım"ın Temmuz-1958"deki korkunç kanlı ihtilaliyle noktalanmış, 5 sene sonra da Şubat-1963"de Gen. Abdulkerim Qaasım bir askerî darbe ile öldürülmüş ve beş sene kadar süren bir çalkantıdan sonra da, 1968"de Saddam Huseyn (dayısı Gen. Hasan el"Bekr"in liderliğindeki bir askerî darbeyle)  iktidara gelmiş ve onun 35 yıl  süren kanlı diktatörlüğü de 2003 baharında Amerikan işgaliyle son bulmuştu..

Ama, Irak bir diktatörlükten daha hafif olmayan korkunç bir işgalle mahvedildi ve bu ülkenin çeşitli toplum kesitleri, hele de bu 6 yıldır, emperyalizmin istediği şekilde bir yeni düzenlemenin oluşturulabilmesine hizmet edecek şekilde, bir içboğuşma sarmalında..

24-25 milyon nüfuslu bu ülkeye inanç yapılanması açısından bakıldığında.. Irak halkının yüzde 95"i müslüman.. Müslüman halkın yüzde 65"ini (13-14 milyonunu) şiî müslümanlar oluşturuyor; yüzde 35"ini de (9-10 milyonunu) sünnî müslümanlar..

Şiî halkın büyük bir kısmı arab, küçük bir bölümü de türkmen kavimlerinden...

Sünnîlerin 6 milyon kadarını kürd kavmi oluşturuyor, 3 milyon kadarını da arab kavmi..

500-600 bin kadarını da türkmenler..

Ama, ilginç olan, şu ki, bunca işgal ve diktatörlük yönetimlerine rağmen, Irak"da müslüman kitleler, hangi kavimden ve mezhebden olurlarsa olsunlar ve hattâ gayrimuslim kesimlerle de çatışma halinde değillerdi.. Sadece, Saddam rejimi, "arabçılık+ iştirakiyyun / sosyalizm"  üzerine kurulu Baas (diriliş / rönesans) ideolojisi"ne bağlıydı ve bunun gereği olarak, arabçılık ön planda tutulduğundan, arab olmayan kavimler tehdid kaynağı olarak görülüyordu.

Bunların başında da, arab olmayan en büyük kitleyi oluşturan kürd halkı geliyordu..

*

Kavmiyetçi yaklaşımlar müslümanları ancak fitneye ulaştırır..

 

Ve ancak, Saddam rejiminin devrilmesinden sonra, Irak Kürdistanı, son yüzyılda belki de ilk olarak en huzurlu dönemini yaşıyor şimdilerde;  Kürd Özerk Yönetimi büyük yaptırımlara girmiş, bölgenin kalkınması için müthiş bir çaba harcıyor..

Ama, merkezî hükûmetle problemleri de çetin.. Çünkü, Kürd Özerk Yönetimi, Kürdistan  bölgesinin, petrol kaynaklarının sadece kürd bölgesine aid olduğunu söylemekte.. Ki, dünya petrolünün yüzde 4"üne, Irak petrolünün de yüzde 40"ına sahib olan Kerkük bölgesinin zenginliklerinin sadece Kürd bölgesine tahsis edilmesi talebini Bağdad"daki merkezî hükûmet mantıksızlık olarak niteliyor ve ülkenin bütün gelir kaynaklarının, bir havuzda toplanıp, 18 eyalet arasında, nüfuslarına göre taksim edilmesi gerektiği görüşünde ısrar ediyor..

Kürd Özerk Yönetimi"nin talebinde ısrarcı olması, sadece Irak Kürdistanı"nı değil, bütün Irak"ı ve hattâ bütün Ortadoğu"yu da yeni sıkıntılarla karşı karşıya getirebilir..

Nitekim, Bağdad"daki merkezî hükûmetin, 28 Haziran"da, Kuzey Irak"daki Kürdistan Özerk Yönetim Bölgesi"ne askerî birlikler sevketmesinin, bölgeyi bir "kürd-arab savaşı"nın eşiğine kadar getirdiği,  bu konuda, Washington Post gazetesine röportaj veren Başbakan Neçirvan Barzanî"nin, "Konuşarak anlaşma yolunu seçmezsek, askerlerimiz karşı karşıya gelecek, bu kaçınılmaz.." şeklindeki sözlerinden anlaşılıyor..

Sözkonusu gazetede 19 Temmuz günü yayınlanan açıklamada  Kürd Özerk Yönetimi Başkanı Mesud Barzanî ve Başbakan Neçirvan Barzanî  "2003"teki işgalden bu yana hiç bu kadar savaşa yakın olmamıştık.." demekte ve "Malikî Hükûmeti"yle ilişkilerde çıkmaza girdiklerini"  açıklamaktaydılar...  
Kerkük"teki USA askerî sözcüsü James Rawlinson ise,  "Askerî birliklerin orada bulunmasının sebebi basit bir rotasyondan ibaretti..  Ancak orada yaşayanlar askerleri görünce paniğe kapıldı ve Bağdad"tan asker yollandığını düşündü." diye durumun ne kadar bıçak sırtı hassasiyetinde, ortada patlamaya hazır bir bomba bulunduğunu belirtmiş oluyordu..  
Evet, bugün Irak sancılar içinde.. Çünkü sadece ideolojik ve siyasî açıdan değil, askerî olarak da tam bir işgal altında.. Irak Kürdistanı"nda 25 Temmuz günü büyük coşkunluklar içinde yapılan seçimler nasıl bir sonuç ortaya çıkarırsa çıkarsın, yine de emperyalist güç odaklarının genel çerçevesi dışında bir düzenleme yapılamıyacağı ortada..

Ve, Irak Başbakanı Nurî Malikî  bugünlerde B. Amerika"da..  O da, "Irak"ın bugün en büyük problemininin Kürd Özerk Yönetimi"yle münasebetlerin nasıl sağlıklı bir zeminde yürütüleceği konusundan kaynaklandığını" itiraf etmekte ve bu problemin Saddam diktatörlüğü döneminden kaldığını belirtmekte..

Evet, bu doğrudur da,  Saddam öncesinde de durum çok farklı değildi.. Çünkü, bugünkü rahatsızlıklar, son yüzyılın bölgedeki bütün kavmiyetçi cereyanlarının acı meyvesidir..

*

İslam tarihinin 14 asrında kendisini devamlı hissettiren en büyük sosyal mes"elelerden birisi, "ırkçılık, kavmiyetçilik/ nasyonalizm, kabilecilik"  vs.  gibi konular olmuştur.  Halbuki, İslam, bütün insanları, ırkları, derilerinin renkleri, kavimleri, dilleri, soyları-sopları, anne-babalarının sosyal konumları her ne ve olursa olsun, dünyaya gelişte İslam fıtratı üzerinde ve eşit sayan bir dindir, bir hayat nizamı proğramıdır..

Biz, "Tevhîd inancı ve Peygamberlik müessesesi" gibi iki ana temel üzerinde yükselen  İslam Milleti"nin mensubları olarak, bugünün bize dayatılmak istenen her türlü şeytanî anlayışlara ve bu arada kavmiyetçiliğe de karşı, inadına, ve ısrarla karşı koymalı ve İslam Milleti"nin birlik hedefini, idealini beyin ve kalblerimizde yeşertmekten asla vazgeçmemeliyiz..

Haksöz

Bu yazı toplam 3800 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar