Kâbe’nin Hakk ve Bâtıl Tâliblileri

Kâbe’nin Hakk ve Bâtıl Tâliblileri

Kâbe’nin, kutsal bir Hacc mekânı olması, bölgenin ekonomik hareketliliği, son yüzyıldaki petrol varlığı gibi gerekçelerle tâlibi hiç eksik olmayan Kâbe her açıdan önemli bir noktadır.

1. Ebrehemsi Tâlibliler:
Ebrehemsi tâliblilerin, Kâbe’nin kutsallığı ve mâbedliliği ile herhangi bir ilgileri yoktur. Firavunî kapital ve işgalci bir anlayışla üretilmiş, var edilmiş bir değeri gasbetmek, yok edip alternatifini kendi lehine yeniden şekillendirmek veya kendi alanına taşımak üzere girişimde bulunurlar.
2. Ebrehemsi Girişimlerle İşbirliği Yapan Tâliblileri:
Ebrehemsi girişim Kâbe’yi işgal edip, yıkmayı ve doğrudan iktidar olmayı, ümmetin olası muhalefeti ve uyanması riskini göze almayıp kukla rejimlerle işbirlikçisi arar. Bu arayışta, ümmete ve bölgeye iha- net edip, kendi hanedanlığının menfaatleri, Kâbe’nin itibarı ve bölgenin ekonomik gelirlerlerinden nemâlanmak maksadı ile işbirlikçi vasfı ile tâlib olurlar. Kısmî veya belli bir ortaklık ile Kâbe’yi ve bölgeyi Ebrehemsi işgalcilere peşkeş çeken işbirlikçiler bölge insanı oldukları için bir yandan çağdaş Ebreheler adına Kâbe’de bekçilik yaparken bir yandan da Kâbe’ye gelen hacılara hem para karşılığı hizmet edip, hem itibar hem de dinar dirhem kazanırlar. Osmanlı Devleti’nin yıkılışında İngilizlerin bölgeyi işgalinden sonra bölgede oluşturulan kukla krallıklar ve Suud hanedanlığı da bu minvalde kurulmuş işbirlikçi bir tâlib hareketidir.
3. Avamî Müşrik Tâlibliler:
Ebrehenin Kâbe’yi işgal edişinin arka plânından ve yanı başındaki işbirlikçilerden bîhaber müşrik Kureyş taifesinin avamî ayağı, sembo- lik nesne ve değerlere taparak fıtratlarında var olan inanç ve tapınma ihtiyaçlarını kendilerince giderirken mutlu, bahtiyar(!) idiler. Bu sözde tapınma, kutsama hâllerini herkesçe kutsal bilinen Kâbe’de olması onlar için ayrı bir kutsal atmosfer var ettiği için “Putlarımız ve Kâbe’miz” gibi bir garâbetle Kâbe’nin tâliblisi olarak vardılar. İslâm’ın gelişi ile birlikte görsel ve nesnel putlardan arındırılan Kâbe daha sonraki fâsid yöneticiler eliyle yine farklı amaçlar için kullanıla geldi ve kullanılmak- tadır. “Hem Kâbe’nin Allah’ın evi olduğuna inanırız, hem de Kâbe’nin içerisindeki putlara taparız.” anlayışı ile yaşayan avamî müşriklerin İslâm’dan sonra “Namaz’da Kâbe’ye döneriz, Namaz’dan sonra bu devirde böyle hukuk mu olur diyerek Namaz’da Allah’a, Namaz’ın dışında Londra, Paris, Washington gibi yasa belirleyicilerine kulak kabartırız.” diyen modern çağın avamî müşriklerinin türemesi ile avamî şirk varlığını sürdürebilmektedir.
4. Hanif Dini Mensublarının Tâlibliği:
Hz. İbrahim’den (a.s) kalan kırıntısal bilgi ve akâid ile putlara tapmayan, Kâbe’nin kutsallığını bilen ve değer veren, bununla birlikte putların ve müşriklerin varlığına karşı tavır geliştirme yetisine sahip olmayan Hanif dini mensuplarının Kureyş’teki varlığını biliyoruz. İslâm’dan önce Hâşimoğulları’nın çoğunun bu mensubiyette olduğunu biliyoruz. Hatta Peygamberin (s.a.v) davetine çabucak icabet eden sahabelerden Hz. Ebu Bekir (r.a) efendimiz de, Hz. Hatice (r.anh) annemiz de böyledir.
Geleneksel kırıntılar, örf adet, dededen duyma, kulaktan dolma bilgilerle şirk sisteminin devrilmeyeceğinin açık örneği o günkü Hanif dini mensuplarının hâlidir. Allah’tan başka tüm tapılan sözde kutsal ve değerlerin tamamına “La” demeyen, şirkle arasına keskin çizgilerle ayrımcı tutum koymayan inanç mensupları yeterlilik sınavını geçeme-yecektir. İslâm’dan sonra kuşaklar geçtikçe, İslâm’ı geleneksel örfî bir anlayışla kabul eden mü’minler, küfre, şirke, işgale net bir tutum almadıkları zaman akâiden mü’min olsa da potansiyel olarak Hanif dini mensuplarıymışçasına “etkisiz eleman” kimliğinden sıyrılamayacaktır. Unutmamak gerekir ki; Bakara süresi 65. Ayeti’nde geçen “Biz onlara aşağılık maymunlar olun dedik.” hükmünde, cumartesi balık avlama yasağını ihlâl eden Yahûdiler ile birlikte, balık avlamayıp, balık av- layanlara ses çıkarmayıp, kendilerini ihlâlcilerden beri tutmayanlar da maymuna dönüştürülmüştür. Sadece ihlâlcilerle arasına duvar örüp tavır alan Yahûdiler bu gazaptan kurtulabilmiştir.
5. Kâbe’nin Hakk Üzere Olan Tâliblileri:
Allah Teâlâ’nın Beyt’inin hakk üzere olan tâliblileri; Âdem’den (a.s) önce Kâbe’yi imar eden melekler ve onların hemcinsi arştaki ve arzdaki tüm melekler Kâbe’nin tâliblisi, kutsallığının hak üzere idrakin- de olan yaratılmışlardır. İkincisi: Allah Teâlâ’nın zeminini oluşturma, imar etme gibi görevlerle atadığı Nebi ve Rasullerdir. (Selâm onların üzerine olsun) üçüncüsü: Peygamber (s.a.v) ve Ashâb’ı (Allah onlardan razı olsun) Tevhid dininin Kâbe’ye ve ardından yeryüzünün tamamına yayılması için, tüm insanlığı, bölgeyi, arzı ve arşı Tevhid mayası ile mayalanmış gelecek kuşaklara Tevhid’i miras bırakmış seçkin nesildir. Dördüncüsü; seçkin neslin hem ilmen, hem akâiden, hem ahlâken, hem amelen mirasçısı olmuş tâbiîn ve tebeu’t tâbiîn kuşağıdır. Beşincisi; İlk iki kuşağın salih mirasını devralıp, Kâbe’nin sahiplenilip korunma- sı, Kıble olarak daim olması ve Allah’ın evi olarak misyonunun sür- dürülmesi konusunda Tevhidî bilinç ve kararlılığa haiz olan Ümmet-i Muhammed’in (s.a.v) tüm fertleridir.

Nuhbe yayınlarından çıkan “Namaz Okumaları” isimli eserden iktibas edilmiştir.

Kaynak:Haber Kaynağı