İslâm Hukuku’nda Rüya Delil Olur mu?

İslâm Hukuku’nda Rüya Delil Olur mu?

​Kimi cemaatlerin, tebaasındaki insanların hayatlarındaki çok önemli kararları dahi bu şekilde aldıklarına şahit oluyoruz. Evlilik, ticari girişim gibi konularda çokça başvuruluyor.

​Ümmetin inançlarının suistimal edildiği, dinin ifsat edildiği, din emniyetinin yara aldığı başlıca konulardan birisi de rüya konusudur. Kimileri rüya, istihare gibi hallerle dünyalık ve özellikle de ahireti de dolaylı yollardan etkileyecek kararlarını alan, yönlendirilen, aidiyet merkezi oluşturulan toplulukların din emniyetlerini, dinin emirlerine rağmen zedelerler.
​Ümmetin dinini ifsat eden rüya tacirlerinin oyununa gelmek nefislere hoş gelmişliğin yanında, cehalet ve sürü psikolojisi ile ivme kazanır. Rüyanın din içerisindeki önemini ifade eden hadisi şeriflerle zihinlere prangalar kolayca vurulur. Hakikatte bu böyle midir gerçekten? İnsanları sorguya kapalı; zaptı, kaydı mümkün olmayan ve akli melekelerle korunması mümkün olmayan şirk dinlerinden kurtarmak üzere gelen İslâm ve gönderilen elçi Resulullah (Sav) acaba bir meçhulden başka bir meçhule insanlığı sürükler mi? Haşa! O halde Resulullah (Sav) rüya konusunda ne diyor ki ve ne anlaşılıyor ki bu konu suistimal edilebiliyor? Doğru algı nasıl olmalıdır? Rüya hadislerine hadis ve fıkıh âlimleri nasıl yaklaşıyor kısaca izah etmeye çalışalım inşaallah.
“Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: "Resulullah (Sav) buyurdular ki: "Rü'ya üç kısımdır: Biri Allah'tan bir müjdedir. Biri nefsin konuşmasıdır. Biri de şeytanın korkutmasıdır. Biriniz hoşuna giden bir rü'ya görecek olursa, dilerse onu anlatsın. Eğer hoşuna gitmeyen bir şey görürse onu kimseye anlatmasın, kalkıp namaz kılsın."(ibn-i Mace)
Resulullah (Sav) bir diğer diğer hadiste; “Sadık rüya nübüvvetin kırk altıda biridir“ (Buhari-Müslim)
​Rüyanın üç türlü olabileceğinden bahseden hadisi şerif de görüldüğü üzere kişinin sadık rüya görme oranı üçte birdir.
Özellikle “İstihare“ maksadı ile rüya görmek üzere yatan kişi zaten bilinç altındaki konuyu rüyasına taşıyarak büyük oranda kendisiyle konuşarak rüyasını görecektir. Şeytani katkı ise işin cabasıdır. Rahmani bir rüya ise Allah-u Teâla’nın ikramıdır.
​Kimi cemaatlerin, tebaasındaki insanların hayatlarındaki çok önemli kararları dahi bu şekilde aldıklarına şahit oluyoruz. Evlilik, ticari girişim gibi konularda çokça başvuruluyor. Oysa istişare ve istihare konusunda Kitap ve Sünnet endeksli fıkha müracaat ederek baktığımızda; birincisi, istihare uykuya tamamen dalıp rüya görmek değildir. İstihare, istişare seçeneğinin tükendiği yerde başlayabilir ve uykuya dalma hali ile olmayıp, kişinin tüm dünyevi meşakkat ve etkilerden kurtulup, uykuya dalmışçasına dünyadan kopuş, kalbi derinlikle tefekkür edip algı neticelerini tahayyül alemi ile çözme yolunu aramasıdır. Ancak şu bir gerçektir ki; istişare istihareden önce gelir. Resulullah’ın (Sav) uygulaması da böyledir, İlahi buyruk da böyledir, müminler işlerini istişare ederek hallederler.
“Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında (istişare) iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.
Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.” (Şura 38-39)
​Mümin kişinin bir mesele hakkında karar verememe durumunda veya daha isabetli karar alma durumunda yapacağı şey konunun ehli olan bilirkişi ile istişare etmektir.
​“Sadık rüya, nübüvvetin kırk altıda biridir.” Hadis-i Şerifini de delil gösteren istismarcı yaklaşım din emniyetini rahatlıkla zedelemeye yol bulur. Elbette Resulullah (Sav) rüyaya önem verir, zaman zaman ashabına “aranızda rüya gören yok mu” diye sabah namazı sonrası rüya gören varsa anlattırıp yorumlar, hatta bazen yanındaki Sahabilerden de yorum ister bir nevi rüya yorumlama ilminde talim yaptırırdı. Zira rüya yorumlamada sadece salih, fazilet sahibi kişi olmaklığın neticesi değil aynı zamanda ilmi birikimle birlikte kişiye bahşedilen yorumlama gücü ve bilgisi de esas unsurdur. Zira Allah-u Teâla Yusuf suresinde: “Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: "Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlat ediniriz." İşte böylece (Mısır da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüya daki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusuf’u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.” (Yusuf-21)
“Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni salihler arasına kat!" (Yusuf-101) Ayet-i Kerime’si ile rüya ilminin İlahi bir lütuf olduğu beyan ediliyor. Rüya ilmi bu anlamda kesbi ilimlerden olmayıp vehbi bir ilimdir. O halde müminler olarak bizler “Nübüvvetin kırk altıda biri olan sadık rüyayı” nasıl ele alalım? Değersiz mi kılalım, izahta zorlandığımız için ve softa taifenin geçimlik konusu olduğu için tepkisiz tutumla birileri gibi “Hadis zayıf” deyip, ya da “ Kur'an’da yok” cehaleti ile meseleyi yok mu sayalım? Haşa! Allah’a sığınılası bir cehalet olur bu fiiller.
​Hadis-i Şerif’i gereği gibi fıkh ettiğimizde, aslında konunun mahiyetini doğru açıdan kavrayıp sadık rüyalarımızın bir nimet olduğunu görüp, sadık rüyalar bahşetmesi için Rabbimiz’e dua ederiz. Sadık rüyalar bahşedildiğinde Rabbimize şükrederiz. İmam Kurtubi’nin tefsirinde, Yusuf suresinin rüya ile ilgili kısımların tefsiri yapılırken “kırk altıda bir“ konulu hadisin şerhinde İmam Kurtubi (rh.a), İbn-i Hacer’in (rh.a) görüşünü alır. Malumdur ki İbn-i Hacer (rh.a) hadis ve hadise dayalı ahkamda otoritedir. İbn-i Hacer (rh.a) mealen şöyle der orada; “Nübüvvet 23 yıldır. Resulullah (Sav) vahyin ilk altı aylık sürecinde rüya yolu ile vahiy almıştır bu nedenle 6 ay 23 yılın 46’da biridir.”
​Muazzam bir yaklaşımla hadisin şerh edilmiş olduğunu görüyoruz. Allah-u Teâla onlara rahmet etsin. Evet, hadis sahihtir, sadık rüya kıymetlidir, “nübüvvetin kırk altıda biridir“ ibaresi gereği sadık rüya ciddiye alınası bir hakikat ve nimettir.
İşte din emniyeti suistimali tam da burada başlar. İslâm Hukuku da burada devreye girecektir. İslâm Hukuku'na göre;
1. Hiçbir rüya herhangi bir farz, vacip, sünnet, müstehap, kerahet, haram, helal gibi unsurların hükmünü değiştiremez.
2. Hiçbir rüya toplumsallık ifade ederek rüya sahibine toplumu yönlendirme, baskı yapma hakkı vermez.
3. Fıkha, sahih sünnete, ahkam ayeti kerimelerin hükmüne aykırı olabilecek her türlü rüya ve yorum itibarsızdır.
4. Kişinin, kişisel tutumlarını tesis eden, ahlâki faziletlerin tavsiyesi niteliğinde olan rüyalar kişinin kendisini bağlamak kaydıyla muteberdir.
Misal; rüyasında açık bir şekilde veya yorumla açık olacak şekilde kişiye, az yemek, çok uyumama, aile efradına helal kazanç sağlamak, haftanın pazartesi perşembeleri oruç tutma tembihi, namazlara özen göstermek gibi şeyler gösterilmişse kişi bunları kendinde eksiklik görüp tamamlama gayretine girebilir girmelidir de. Zira bu faziletli fiiller zaten dinde olan şeylerdir.
​Anlaşılan odur ki, sadık rüya mümini kulluk bilinci ve sorumluluğuna hazırlayan, olgunlaştırıcı, tesirli bir nimettir. Zira Peygamber’in (Sav) vahye hazırlık sürecinde Hira Mağarasındaki uzleti, çokça tefekkür hali ve sonrasında sadık rüyalar ile kalben ve ruhen çok büyük bir sorumluluğa hazır edildiğini görüyoruz. Resulullah (Sav) “Sözü doğru olanın rüyası da doğru olur” buyuruyor. Bu anlamda emin bir şahsiyet olması gereken mümin, sağlam kişiliği, salih tavırları, istikametli tefekkür ile kulluk bilincinde yol alırken sadık rüyalar ile ilim, irfan, hikmet edinebilir. “Kırk altıda bir”lik vasfını bu yolla idrak edip olgunluk sürecinde ivme kazanabilir. Sonrasında ilmi ve hikmeti edinip nübüvvetin kalan kısmında Peygamber’i (Sav) gereği gibi takip etmenin yolunu arar bulur. Bu konuyu okuyucu daha iyi tefekkür edip geliştirecektir inşaallah. Son olarak bir de Peygamber’i (Sav) rüyada görme konusuna da kısaca girip konuyu daha fazla dağıtmadan emniyet esaslarına devam edelim istiyoruz.
​Din bezirganlarının, dini suistimal edip, dindar ve salih niyetli müminleri kandırarak maddi ve mânevi sömürü aracı olarak kullandıkları Hadis-i Şerif’te;
Ebu Sa'îd ve İbnu Abbas (r.a )anlatıyor: "Resulullah (Sav) buyurdular ki: "Kim, beni rüyasında görmüşse mutlaka beni görmüştür. Çünkü şeytan benim suretime giremez." (İbn-i Mace) buyurur. Bu Hadis-i Şerifi iki şekilde anlamak mümkün, sonrası zaten aşikar olacaktır.
​ Birincisi; bazı alimlerin de beyan ettiği gibi Resulullah (Sav) hadisi şerifi buyurduğunda karşısında sahabeden bir topluluk vardı. Dolayısı ile Resulullah’ın (Sav) döneminde yaşayıp bizzat onu görenler açısından rüya da Peygamber’i (Sav) görmek kesinlik ifade eder. Zira Peygamber’i (Sav) görsel olarak, yürüyüş, ses tonu, bakışı gibi kişiyi tanımaya, bireye haiz olabilecek unsurları sahabe biliyordu. Böyle olunca da şeytanın, Peygamber’in (Sav) kılığına giremeyeceği nebevi taahhüt ile kesinleşince sahabenin rüyada gördüğü Peygamber (Sav) gerçek Peygamber’in görüntüsüdür. Şeytan görüntü ikizlemesi yapamayacağı için sahabe rüyasında gördüğü Peygamber’in (Sav) tereddütsüz gerçek Peygamber (Sav) olduğunun kesinliğidir. Hal böyle olunca mevzu bahis hadis Peygamber’i (Sav) dünya gözü ile görenleri ilgilendiren bir anlam ifade eder. Bu sebeple de sahabeden sonraki dönemde Peygamber’in (Sav) rüyadaki görselinin asliyeti ile birebir olduğu kesinlik ifade etmez.
​İkincisi; Bir diğer görüşe göre de; Peygamber’i (Sav) rüyada görmek mümkündür. Lakin rüyada Peygamber diye görülen her kişinin Peygamber (Sav) olup olmadığı muhakemeye muhtaç bir konudur. Rüyada görülen Peygamber’in (Sav) şemaili gerçekteki tariflere uygunluk arz etmelidir. Yani Peygamber’in (Sav) simasını, bedenini, tarzını vs. tarif eden sahabilerin rivayetlerine uygun olmayan rüya görselleri muteber değildir. Misal; “Peygamberi gördüm, fötr şapkası vardı, sakalsızdı, üzerinde blue jean bir takım vardı” (Haşa) gibi anlatımlarda bulunan kişinin ifadeleri itibarsız ve iftiradır.
​Bu çerçeveden bakarsak, tebaasını “rüyada Peygamberi gördüm“ falan yere bağış istiyor, falan yere ziynet istiyor gibi yönlendirmeler yapanlara karşı ümmetin dikkatli olması gerekmektedir. Suistimal edici taife ve önderleri bu konuda o denli ileri gitmiştir ki zaman zaman, hatta haftanın belli günlerinde Peygamber’in (Sav) “efendi hazretleri“ (!) ile görüşmeye geldiğini, talimatlar verdiğini dahi iddia eder olmuşlardır. “Akıl etmez misiniz“ ilahi buyruğu ile tek bir soru ile aklı devreye sokarsa mesele maksada ulaşacaktır inşaallah.
​Soru; Resulullah’ın (Sav) vefatından sonra özleminden, hasretinden Medine’de dahi ikame edemeyen sahabi varken Peygamber’in (Sav) vefatından sonra ezan okuyamayan, kendisine ezan okuması için sahabi ısrar ettiğinde ezan da “Eşhedu enne Muhammeden...” ibaresine geldiğinde göz yaşlarına gark olup, nefesi kesilip ezanı bitiremeyen Bilal Habeşi (r.a) varken, haftada bir gün senin “Efendine” görüşmeye gelen(!) Peygamber (Sav) sahabisine gitmiyor da, sahabi özlemle hasretle yanarken, senin efendine gidiyor öyle mi? (Allah ıslah etsin.)

Koruyucu Hukuk kitabından iktibas edilmiştir

Kaynak:Haber Kaynağı