Hicap,Haya Ve Fikri Kölelik

Hicap,Haya Ve Fikri Kölelik

Herkesin dikkatini çekecek şekilde giyinmeyiniz.Başkalarını sizinle meşgul olmaya zorlamayınız

''Ey kadınlar!En iyi barındığınız,oturacağınız yer,herşeyden evvel kendi evinizdir.Aile çevresi dışında kalan meselelerden sizi sorumlu tutan yok...

Huzur içinde,rahat rahat,size yakışan bir vakarla evinizde oturunuz.Evinizin işlerini görünüz.Ve evinizle ilgileniniz.Fakat zaruret icabı sokağa çıkmanız gerekiyorsa,bu konuda size izin verilmiştir.Fakat iffetinizi ve namusunuzu korumalısınız.

Herkesin dikkatini çekecek şekilde giyinmeyiniz.Başkalarını sizinle meşgul olmaya zorlamayınız.
Gözleri aracılığıyla insanların gönüllerini avlayacak şekilde güzellik gösterilerinde bulunmayınız.

Yürürken ağır başlı olunuz.Ellerinizle işaretler yapmayınız.

Yüzünüzü göstererek kaş ve göz oyunlarına başvurmayınız.hele kırıtarak hiç yürümeyiniz.
Yabancı bakışları üzerinize toplayıcı hareketlerden sakınınız.

Mücevherlerinizi,bilezik vesairenizi gizleyiniz...bunları şıngırdatarak seslerini duyuranların gönül-lerini avlamaya kalkmayınız.

'Benimde cicilerim var'kabilinden hareketler yapmayınız.Konuşmanız gerekiyorsa ciddi olunuz.Fiskos yapmayınız.Ölçülü konuşunuz.Bu kanun ve prensipleri nazar-ı dikkate aldığınız takdirde sokağa çıkmanızda herhangi bir sakınca yoktur.

İhtiyaçlarınızı görmek için evlerinizden dışarıya çıkabilirsiniz.''

Bazı işlere başvurmak, insanın hayvanî yaradılışının kuvvetli olmasına bağlıdır. Zina, hırsızlık, yalancı­lık ve yapılması yasaklanan öteki suçlar gibi... Bu fiillerin hepsi insan fıtratına aykırıdır. Kur'an-ı Kerim'de, bahis konusu işler için, terim olarak "Münker" (kötü işler) deyimi kullanılmıştır.
Bu kelimenin lûgat karşılığı "bilinmeyen" (meçhul), yahut da "tanın­mayan" (gayrimaruf) demektir. Sözü geçen fiillere "münker" denmesindeki amaç şudur:
İnsanın yaradılışı, fıtrat va tabiatı, bu gibi işleri tanımaz ve bilmez. Ancak hayvanî taraf kuvvetlenip zorlansa, insan, o zaman bunlara başvurur. Hatta istekle değil, hayvanî tabiatın etkisiyle, yani mecburiyet altında... Esasen insanın yaradılışı, in­sanlık tabiatı, bütün "münker'lerden kaçınmak ister. Nitekim, şeriat ve hikmet sahibi Efendimiz (salât ve selâm ona olsun) de bu meseleye işaret etmişlerdir. Bu bakımdan kötü işlerden ka­çınmaya utanma duygusu" (haya) denmiştir.
Haya, utanma ve ar anlamındadır. İslâm terminolojisine göre "haya" "münker"den çekinmek ve kaçınmak duygusuyla insanın kendi kendisini ayıplaması, bu gibi fiillerden uzaklaş­ması demektir. Haya, kötü işlerden, utanılacak şeylere başvur­maktan meneden duygudur. O, insanın insanî yanını kuvvetlen­dirir. Hayvanlık yönünün ortadan kalkmasını, hiç olmazsa zayıflamasını sağlar. İslâmî ahlâk eğitim ve öğretiminin özü, in­sanın içinde gizlenmiş bulunan "haya"yı kuvvetlendirmek, onu ilim, anlayış, şuur ve düşünce gıdalarıyla besleyip geliştirmektir. "Utanma duygusu" aracılığıyla derli-toplu bir ahlâk fikri edin­mek, bu şuuru insan varlığı için bir gözcü, bir koruyucu şekline sokmaktır. Böyle bir "haya" anlayışı, aşağıdaki hadisin tam açıklaması demektir:
"Her dinin bir ahlâkı vardır. İslâm'ın ahlâkı 'haya' dır."
Bu hadisi iyice anlamak için başka bir Peygamber sözünü hatırlamak gerekir:
"- Haya etmezsen bildiğini yap!"
Nitekim, hayvanî istekleri önleyici vasıtaların başında "haya" gelir. Haya, insanı, insanî yaratılışa yöneltir. Hayvanî yaradılışın ve tabiatın kötülüklerine engel olur. "Haya"lı olduğu müddetçe insan, herhangi bir "münker"e yanaşamaz.
O halde haya, insan için çok önemlidir. Zira o, tâ yaradılış i demlerinde fıtratına konmuştur. Duruma ve yerine göre şekildon | şekle girer. İnsanı kötülüklerden korur. Burada artık düşünüp ta­şınma diye birşey yoktur, insanın içine, kendi kendine, birşeylor doğar ve onu kötülüklerden sakındırır. Fakat insan kendisini bil­meyince hayvanî duyguları yavaş yavaş gün yüzüne çıkar. İnsanî hisler zayıflar. Artık o, "münker"den çekinemez. Haya denilen duygu, gitgide silinip kaybolur. Ortadan kalkar. Yani | "hadis-i şerifteki durum meydana gelir.
"Haya olmadıktan sonra bildiğini yap!"
İslâmî ahlâk eğitiminin amacı, utanma duygusunun varlığını korumaktır. Zirâ haya, bilgisizliği ortadan kaldıran, hayvanî duyguların insanî değerleri yenmesine engel olan metodun ismi­dir. O, insanı sadece kötülüklerden alıkoymakla kalmaz, içinde gizlenmiş bulunan behimî hislere bağlı fiil ve hareketlerin de önünü kapatır. Beşerin tabiatında bulunan "kötülüklere meylet­me" duygusunu köreltir. Dejenerasyona götürücü faktörlerin so­nuçlarını, daha önceden, birer birer haber verir. Böyle olunca, kalbleri gerçeklere açık insanlar, sonradan karşılaşılacak kötü­lükleri, meydana çıkmazdan önce önlerler. Bundan başka, ahlâkî eğitim ve öğretime yetişmiş bulunanlar, utanma ve haya konusunda o kadar titizce davranırlar ki, "münker"e en ufak bir meyil söz konusu olamaz. Hatta gizlice de olsa, ona doğru yö nelemez. Hatta daha ileri giderek deriz ki, bunu akıl ve hayalle rinden bile geçirmezler. Çünkü haya, derhal önlerine dikilir ve işareti verir:
"DİKKAT!"
islâm'ın ahlâk sisteminde "haya"nın çerçevesi çok geniştir. Hayatın hangi dalında olursa olsun, hayadan kaçmak mümkün değildir. Medeniyet ve toplu yaşama konusunda, insanların sek­süel ilişkileriyle ilgili meselelerde İslâm, ahlâkî düzeltmek için "haya"dan çok faydalanır. Zira cinsî bahislerde insan bazan ' kaçamak yapmak isteyebilir. İşte o zaman, haya derhal harekete geçer:
- Ey cahil! Ne yapmak istiyorsun?
diye uyarmada bulunur. Demek oluyor ki, haya burada bir gözcü vazifesi görmektedir.

İşte bu buhranlı devrede, Batı medeniyetinin en mühim un­surları İslâm medeniyetine, Avrupaî hayat tarzının âdet ve ölçü-eri de Müslümanın günlük yaşayışına aktarıldı. Herşey Avrupaileşti:

Kılık kıyafet Avrupaî günlük hayat Avrupaî, hale geldi. Keza karşılıklı münasebetler, muaşeret âdâb ve usulleri Avrupaî oldu. Hatta görüşme ve tanışma usulleri, konuşma tarzı bile bu ölçülere göre ayarlandı. Müslüman cemiyeti Avrupaî bir çerçe­ve içine sokmak için çok çalışıldı.

"İlhâd" (Allahsızlık), "derinlik" (tabiatperestlik) ve (materyalizm" modası, teftişsiz ve murakabesiz, Müslüman topraklarının ner tarafına yayıldı. Avrupa'dan gelmiş olmak kayıt ve şartiyle, doğru yanlış, değerli değersiz, sağlam veya sakat her fikir ve düşünce, gayba iman edercesine, yani "vahyi münzel" gibi Kabul edildi. Umumî yerlerde veya toplantılarda bu meseleler­den bahsetmek, ilmin ölçüsü ve aydın olmanın hücceti sayıldı.

İçki, kumar, piyango, yarış, tiyatro, dans, şarkı gibi, Avru­pa'nın ne kadar müptezel ve çirkin, aşağının bayağısı âdetleri varsa el üstünde tutulmaya başlandı.
Liyakat, ahlâk, içtimaî ve iktisadî hayat, siyaset, kanun, dinî doktrin ve ibadetler dahil; bunlara bağlı bulunan her şey, tamamiyle, Avrupa menşeli fikir ve nazariyelerin tesiri altına girdi. Bu mevzularla ilgili düşünce ve araştırmalar, ancak Avrupa öl­çülerine uyduğu, onlara benzediği takdirde değer kazanıyordu.

Sanki gökten "vahy" inmişti. Avrupa'nın temsil ettiği değer­lere bu nazarla bakılmaktaydı. Sanki yapacak başka birşey yokmuş gibi Avrupa menşeli herşeye: "Semi'nâ ve ata'nâ" (duydük ve itaat ettik) deniyordu. İslâm'ın eski düşmanlarının "hoşu­na gitmez" veya onlar tarafından "itiraza uğramıştır" diye, İslâm tarihine ait şerefli vak'aları, şeriat hükümlerini, Kur'ân ve Hadiste beyan edilen prensipleri hüccet olarak kabul etmek, Müslümanlar için bir nevi utanç vesilesi olmuştu. Nüfus kâğıdı Müslümanları, şimdi bu lekeden nasıl kurtulacaklarını hesapla­makla meşguldü. Nihayet şöyle demeye başladılar:

"Efendi hazretlerine Allah ömürler versin. Biz kim, cihad kim?"

Avrupalı, "köleliğe" mi itiraz etti? İşte cevabı:

"- Esasen kölelik bizde de gayrimeşrudur."

Taaddüd-i zevcât (poligami) mi dediniz? Cevap hazırdır:

"Kur'an-ı Kerim'de bu mevzu ile ilgili âyetlerden birini men­sûh addedersiniz, olur biter."

Sakın Batılı bir insan "kadın erkek eşitliğinden" bahsetme­sin? Bizimkiler:

"Esasen bizim dinimizde kadınla erkek eşittir" derler.
Onlar "nikâh ve talâk" bahsine itirazda bulunursa, berikiler, bu defa, kanunların mahiyetini değiştirmeye kadar giden bir cür'et gösterirler.
Avrupalının "sanat" ismini verdiği "münasebetsizlik"lere İslâmiyet'in yüzde yüz karşı olduğunu duyunca derhal itirazı ba­sarlar:
"-İslâmiyet, göbek atmanın, şarkı söylemenin, resim yapma­nın, put yontma işinin eskiden beri önderidir" derler. Hatta bu hususta delil de getirirler.


Mevdudi/HİCAP