Nureddin Şirin

Nureddin Şirin

Haşimi Rafsancani'nin Çıkardığı Gürültü

İran Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili yazdığımız yazının bu ikinci bölümünde, İran"daki "Velayet-i Fakih" sistemini değerlendirmeye ve Haşimi Rafsancani"nin son Cuma hutbesinde dile getirdiği hususların kritiğini yapmaya çalışacağız.

Öncelikle, İran"da Merhum İmam Humeyni"nin rehberiyetinde egemen kılınan "Velayet-i Fakih" sistemi her ne kadar mezhebi cihetten Şia mezhebindeki "İmamet" inanıcının güncel bir pratiği olsa da, öz itibariyle bütün İslam mezheplerinin öngördüğü İslam toplumunda ve İslam nizamında "Şer"i Önderlik Kurumu"nun fonksiyonelliğini ifade etmektedir.

İslam Ümmeti"nin önderliğinin "Peygamber varisi, adil, liyakatli, muttaki bir İmam" ile kaim olduğu bütün İslam mezheplerinin kabul ettiği temel bir husustur. Bu noktada İslam toplumunun Şer"i önderliği geleneksel veya modern siyasal liderliklerden birçok yönden ayrılır. Kral, Melik, Sultan, Padişah, Cumhurbaşkanı vb. liderlikler mahiyet ve işlev noktasında "İmam" tanımından farklılaşırlar.

Birinci temel fark, İslam toplumunun önderlik kurumu meşruiyetini  "Şer"i egemenlik" kavramından alır. Bunun kaynağı da doğrudan Alemlerin Rabbi olan Allah"ın bütün varlıklar ve insanlar üzerindeki egemenliğidir. Hz. Adem"in yaratılışından kıyamet gününe kadar insanların yaratıcısı karşısındaki asli görevi O'na itaat ve ibadet etmesidir. Allah subhanehu ve teala bu görevi peygamberler aracılığıyla insanlara bildirmiş ve peygamberlerin temel misyonunun da "Allah"a ibadet, Tağuta kulluktan kaçınmak" olduğunu beyan etmiştir.

Günümüzde İslamcı aydınların bazıların savrulduğu nokta; "Allah"ın yeryüzündeki egemenliği"nin "siyasal" değil de "ontolojik" bir egemenlik olduğu, bunun Allah"ın kozmik alem üzerindeki rububiyeti anlamına geldiği, siyasal anlamda egemenliğin ise halkta olduğu,  yönetim, yasa, seçme, seçilme, iktidar, yönetici vb. konularının halkın belirlemesine bırakıldığı şeklindeki fikri-itikadi sapmadır.

Türkiye"de 28 Şubat sürecinin baskısı altında, Çevik Bir paşaların verdiği balans ayarı, bazı Müslüman aydınların "İslam"ın siyasal ilke ve tezleri"ni tartışmaya açmasını da beraberinde getirmiş, bir dizi halinde sürmekte olan "Abant Toplantıları"nın ilki bu konu çevresinde düzenlenmişti.

Seyyid Kutab, Mevudi, Abdulkadir Udeh, İmam Hasan el Benna gibi alim ve önder şahsiyetlerin İslam"ın siyasal kimliğine ilişkin ortaya koyduğu eserler, gösterdiği hedefler yerini, egemen tağutlar ve uluslar arası sistemle barışık, onlarla çatışmadan kaçınan yeni "İslami" söylemlere bırakmıştı. Artık aydınlarımız, hocalarımız ve hoca efendilerimiz bizlere "hüküm ancak Allah"ındır" ayetinin, "İslami egemenliğin kaynağını ifade eden evrensel bir hüküm" değil de, "haricilerin dillerine doladığı bir slogan" olduğunu öğretmeye, belletmeye başladılar. Haricilerin bu ayeti kendi yanlış tavır ve yargılarına alet ettikleri doğrudur, ancak  bu durum, "hüküm ancak Allah"ındır" ayetinin delalet ettiği gerçekliği ortadan kaldırmaya delil değildir.

İslamcıların zihinlerinin bu şekilde sulandırılması ve terbiye edilmesiyle İslamcı alanımız,  siyasal taleplerini geri çeken, edilgen ve uysal bir alana dönüşmüş/dönüştürülmüş, "tağuta karşı çıkan, onunla mücadele eden, tağutun varlığını bertaraf edip yerine İslami bir nizam kurmak isteyen Müslüman"ların yerini de, "demokratik hak ve özgürlükler savunusu yapan Müslüman"lar almıştır.

Her şeyden önce İslam"da "egemenlik" "devlet" "yönetim" gibi kavramların varlık sebebi, ilahi hükümlerin yeryüzünde hakim kılınması, ilahi değerler ve hedeflerin korunması, marufun emredilip münkerin nehyedilmesi esaslarına dayalıdır. İslam siyaset sisteminin "abc"si bu ilkeler üzerine kuruludur. Yönetimin nasıl oluşacağı,yöneticilerin nasıl belirleneceği, devlet ve hükümet işleyişinin nasıl gerçekleşeceği bundan sonra gelir.

"Andolsun biz, her millet içinde: "Allah'a kulluk edin, tağuta kulluktan kaçının" diye bir elçi gönderdik." (Nahl 36)

"Şunları görmedin mi, kendilerinin, sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını sanıyorlar da hakem olarak tağuta başvurmak istiyorlar! Oysa kendilerine onu inkar etmeleri emredilmişti. Şeytan da onları iyice saptırmak istiyor." (Nisa 60)

"Onlara yeryüzünde bir iktidar verdiğimizde namazı kılarlar, zekatı verirler, marufu emreder, münkerden nehyederler" (Hacc 41)

Dolayısıyla, ister peygamberler döneminde olsun, ister Peygamberimizden kıyamet gününe kadar, Müslümanlar için "devlet" "yönetim" "iktidar" kavramları, "Allah"a kulluk, Tağuta kulluktan kaçınmak" "Marufu emr, Münkerden nehyetmek" esaslarını ikame etmek için vardır öncelikle"

İran"daki "İslam Cumhuriyeti" ve "Velayet-i Fakih" sisteminin varlık sebebi de budur. İslam inkılabı bunun için gerçekleşmiş, İslam nizamı bunun için kurulmuştur. Velayet-i Fakih kurumunun varlığı da öncelikle inkılabın ve nizamın varlık sebeplerini korumak, ikame ve idame ettirmek içindir.

"Velayet-i Fakih", adı üzerinde "Fakihin Velayeti"dir. Buna "İslam Hukuku'na Dayalı Yönetim" de diyebiliriz. Bir diğer deyişle "İslami Hukuk Devleti". Merhum İmam Humeyni, Irak"ta sürgünde bulunduğu yıllarda "Velayet-i Fakih" derslerinde işlediği temel konu, Ümmet içerisinde adil, muttaki ve dirayetli bir fakihin önderliğinde İslam hükümlerinin ikame edilmesi, "hükümet-i İslami"nin tesis edilmesi, yani: "Adil ve muttaki bir fakihin rehberiyeti altında Allah"a kulluğu ikame etmek, tağuta kulluktan kaçınmak, marufu emr, münkerden nehyetmek" olmuştur.

"Velayet-i Fakih", makamı, kavramsal olarak İslam Ümmeti için "Şer"i Rehberiyet" ve "Şer"i Yönetim"i ifade eder; bu da meşruiyetini öncelikle Kur"an"dan ve Hz. Resulüllah"tan alır. "Velayet-i Fakih", Peygamberin varisidir; Onun önderlik ettiği toplumun önderi, Onun kurduğu nizamın lideri, Onun başlattığı davanın rehberidir. "Velayet-i Fakih"in yetkileri de Hz. Resulüllah"tan gelir. Veliyy-i Fakih masum değildir ancak, Hz. Resulüllah (s.a.v)"in buyurduğu üzere, "Allah"a ve Resulüne itaatten ayrılmadığı sürece" kendisine itaat vaciptir.

"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; Resule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de" (Nisa 59)

Allah Subhanehu ve Teala, Hz. Adem"den Hz. Resulüllah"a kadar gönderdiği bütün peygamberler için "itaat" istediği gibi, Peygamberimizden sonra İslam Ümmeti için Şer"i rehberiyet makamında bulunanlar için de "itaat" istemiştir; zira ilahi hükümlerin ikamesi, İslam ümmetinin esenliği, birlik ve dirliği Veliyy-i Emr"e itaat ile mümkün olur. Şer"i önderliğe itaatsizliğin yol açacağı kaos, ümmet arasında tefrika, niza, fesad ve kargaşaya yol açacağı gibi, ümmetin kazanımlarının kaybedilmesine, İslami nizamın direklerinin sarsılmasına, İslam düşmanlarının Müslümanlara karşı galebe çalmasına da yol açar.

Bundan dolayı, İslam toplumunun kargaşaya yuvarlanmaması, mefsedetin ortaya çıkmaması ve Müslümanların birbirine düşmemesi için "fasık" olan imama bile itaati vacip gören müçtehidler ve alimler olmuştur.

İran"daki "Velayet-i Fakih" makamı kurumsal anlamda önce İmam Humeyni"nin şahsında ikame olmuş, onun vefatından sonra ise, rehberlik şurası "Meclis-i Hubregan" tarafından Ayetullah Hamenei "Velayet-i Fakih" makamına seçilmiştir. Halihazırda bu makamda İmam Hamenei bulunmaktadır.

İmam Hamenei"nin rehberlik makamına seçilişi döneminde yapılan bazı tartışmalara değinmekte yarar vardır.

İmam Humeyni"nin sağlığında "rehberlik şurası" tarafından rehberlik makamına seçilen Ayetullah Muntazari sergilediği tavırlar, İmam Humeyni ile girdiği tartışmalardan sonra bu makamdan azledilmişti. O dönemde İslam Cumhuriyeti anayasasında rehberlik makamına seçilecek kişinin "merce-i taklid" olması şartı aranıyordu, Ayetullah Muntazari merce-i taklidlerden biri idi. Onun dışında birkaç merce-i taklid de bulunmaktaydı. Ancak var olan merce-i taklidler İslam inkılabına ve nizamına "rehberlik" edebilecek liyakat ve dirayetten yoksun idi. Bu durumun inkılab ve nizam için bir handikap teşkil etmesinden dolayı, İmam Humeyni"nin talimatıyla anayasada yapılan bir değişikliğin halk oyuna sunulmasıyla "rehberlik için merce-i taklid olma şartı" anayasadan kaldırıldı.

İmam Humeyni"nin vefatının ardından Ayetullah Hamenei rehberlik şurası tarafından "oybirliği" ile rehberlik makamına seçildi.

Ayetullah Hamenei"nin rehberlik makamına gelmesinde iki şahsın önemli rolü olmuştu: Birincisi Haşimi Rafsancani, ikincisi ise İmam Humeyni"nin oğlu Ahmed Humeyni. Hem Ahmed Humeyni, hem de Rafsancani İmam Humeyni"nin Ayetullah Hamenei"nin "rehberlik makamına en uygun kişi" olduğuna dair görüşlerini şurada dile getirerek tanıklık yapmışlardı. Dolayısıyla Ayetullah Hamenei"nin rehberlik makamına seçilmesinde birinci etken, İmam Humeyni"nin Ayetullah Hamenei"yi rehberlik makamına en layık kişi olarak görmesi olmuştur.

Ancak, avamdan ve havastan nefislerine mağlup olmuş, hodbin ve hasetçi bazı kişiler bir taraftan Ayetullah Muntazari"nin rehberlik makamından azledilmesi olayını kullanarak, bir taraftan Ayetullah Hamanei"nin ilmi seviyesini tartışmaya açarak ona karşı kasıtlı ve hasmane propagandalara ve polemiklere başvurmuştu.

Bu hasmane propagandalar ve polemiklerin arkasında bulunan kişilerden Ayetullah Muntazari – ki, cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında da aynı fasit tavrını sürdürmüştür- İmam Humeyni"den sonra "Velayet-i Fakih" kitabını yazan ilk alim idi. Velayet-i Fakih"in İslam toplumunda ve nizamında bir eksen olduğunu belirten Ayetullah Muntazari ne yazık ki kendisi yazdıklarını çiğnemiş, "Velayet-i Fakih" makamında olan İmam Humeyni"ye karşı inatla karşı durmuştu. Öyle ki onun bu duruşu karşısında kendisine itiraz edenlerin başında Haşimi Rafsancani geliyordu. Her şeyden önce ortada ilkesel anlamda bir sorun vardı; eğer İmam Humeyni "Velayet-i Fakih" makamında ise, ister avam, ister havas olsun, bu makama karşı birilerinin muhalif ve itaatsiz durma hakkı ve ayrıcalığı olabilir miydi?

Eğer Muntazari "Velayet-i Fakih"i kabul etmeyen biri olsaydı, meseleye bu noktadan bakılır meşruiyeti ve bağlayıcılığını kabul etmediği bir makama karşı itiraz ediyor olarak değerlendirilirdi. Ancak hem Velayet-i Fakih"in kitabını yazacak, hem de "Velayet-i Fakih" makamında olan kişinin karşısında muhalif ve itaatsiz durumuna düşeceksin; ilkesel anlamda izah edilecek bir durum olmadığı gibi, ahlaki açıdan da izah edilebilecek bir şey değildi" Havastan olup da sözleriyle amelleri bir olmayanların yol açtığı fesad avamdan birilerinin açacağı fesadlardan daha çok yıkıcı olacaktır kuşkusuz"

Haşimi Rafsancani"nin müteessif çıkışı ve bir yıldızın sönüşü...

Teessüfle belirtmek gerekir ki, Haşimi Rafsancani"nin son cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde ve sonrasında sergilediği tavır ve özellikle cuma hutbesinde sarfettiği sözler, onun inkılab tarihi boyunca taşıdığı şahsiyetini büyük ölçüde zedeleyip gölgelemiştir.

İmam Hamanei"nin seçim sonrasında kıldırdığı tarihi Cuma namazı hutbesinde de belirttiği üzere, Haşimi Rafsancani İslam inkılabının en yetkin şahsiyetlerinden biridir. Ancak Haşimi Rafsancani, İmam Humeyni"nin en yakın dostlarından ve talebelerinden biri olarak gördüğü sevgi, takdir ve alakayı bu inkılabi şahsiyetine yakışmayacak bir şekilde kendi elleriyle örselemiştir.

.....

Allah rahmet eylesin, İmam"ın zamanından vefat ettiği güne kadar Rehberlik Şurası"nın başında ilim, ihlas ve takva abidesi Ayetullah Uzma Mişkini vardı. Ayetullah Mişkini"nin vefatından sonra inkılab dostlarının yüreğini yakan en önemli nokta, Velayet-i Fakih makamının böylesi sadık ve itaatkar bir dostu yoktu artık. O yaşça İmam Hamenei"den çok büyüktü ama, Velayet-i Fakih makamı karşısındaki duruşu, bir çocuğun babası karşısındaki saygı ve itaati gibiydi.. Kendisi bir müçtehiddi ama, içtihatlarında da rehberiyet makamını göz önünde bulundurur, gerektiğinde rehberiyet makamının iznini talep ederdi. İnkılab ve rehberiyetin taşıdığı anlam, "İmam" ile "Ümmet"in "ihlas" ile "salih alim"in ifade ettiği mana bu idi"

.....

Haşimi Rafsancani"nin son okuduğu Cuma hutbesinde dile getirdiği hususların neredeyse tamamı kendisini tekzib eder durumdaydı. İslam tarihinden, Hz. Resulüllah"ın siretinden, Hz. Ali"nin uygulamalarından bahsederken, kuşkusuz ki birileri de kendisine "peki öyleyse, sen neredesin?" diye soruyordu...

Hz. Resulüllah"ın vefatının ardından hilafet tartışmalarında Hz. Ali"nin takındığı tavrın; "suskunluk" ve "sabr"ın anlamlarını başkalarından daha çok kuşkusuz ki Haşimi Rafsancani bilme durumundadır. İslam birliği dağılmasın, ümmetin esenliği zedelenmesin, Resulüllah"ın davasına karşı İslam düşmanlarının eline fırsat geçmesin diye, Hz. Ali"nin nasıl bir hassasiyet gösterdiğini bilen Haşimi Rafsancani, şimdi bize kalkıp kendisinin de böylesi bir ahlak ve hassasiyeti gösterdiğini söyleyebilecek mi?

Seçimler sonrasında ortaya çıkan ve İnkılab tarihinde büyük acı ve kırılmalara yol açan kargaşanın etkisizleştirilmesinde, İslam inkılabı düşmanlarının ellerini ovuşturdukları bir zamanda onların bu küstahlıklarının hüsranla sonuçlandırılmasında, ülke içindeki münafık, fırsatçı ve bozguncuların oyunlarının bozulmasında, en önemlisi de İmam Hamenei"nin o tarihi Cuma hutbesinden sonra rehberlik makamına karşı halisane bir şekilde bir duruş sergileme noktasında kendisinden beklenen bu muydu?

Haşimi Rafsancani hutbesinde "kanunlara uymak" "yasal yollardan hareket etmek"ten söz etti. Bunu kendisi açsından bir "öz eleştiri" olarak almak mı gerekiyor?

Bu kanunlar hangi ülkenin kanunları acaba? Seçimi kaybeden Mir Hüseyin Musevi"nin talihsiz kışkırtıcı açıklamalarının yol açtığı o kanunsuz eylemleri ve buna sebep olanları mı kınıyor? Çıkartılar kargaşada şehid edilen ve yaralanan inkılabın muhlis ve sadık evladlarının acısını mı dile getiriyor? Rafsancani"ye göre yasal yollardan yapılacak itiraz tarzı ve şekli böyle mi olacaktı? Amerika"sından Fransa"sına, İngiltere"sinden Almanya"sına, Siyonistlerden halkın münafıklarına ve şahın oğluna kadar, dünyanın her bir yanındaki İslam ve inkılab düşmanlarını umutlandıran olaylara sebep olanlar, bir İslam Cumhuriyeti"nde ne kadar meşru olabilirdi, bu olaylarda yer alıp dış düşmanlarla ilişkileri, parasal destekleri kendi itiraflarıyla belgelenenler ne kadar masum olabilirdi?

Bir İslam Cumhuriyeti"nde böylesi mücrimlerin masum gösterilmesi Haşimi Rafsancani gibi inkılabın en yetkin isimlerinin gözünde hak ve adalet ölçülerine ne kadar uyuyor? Sayın Rafsancani"nin bu mücrim ve katilleri telin etmesi, buna sebebiyet verenlerin en azından İran halkından özür dilemesini istemesi gerekmez miydi? Ya da Tahran'daki gösterilere katılarak zafer işareti yapan şımarık kızı Faize'nin kulağını çekmesi gerekmez mi?

Yaşanan olaylardan dolayı incinenlerin gönüllerinin alınması gerektiğini söylerken kimlerin yanında durduğunu ifade ediyor. Keşke müfsid ve mücrimlerin katlettiği besicilerin ailelerinin, dükanları ateşe verilen esnafın gönüllerinin nasıl alınacağını da söyleseydi!

Haşimi Rafsancani hutbesinde ısrarla "halkın desteği"nden söz ediyor! Bu sözlerin muhatabı kimdir, kime karşı bunu söylüyor? Eğer Mahmud Ahmedinejad"a söylüyorsa, ona verilen oylar ortada. Eğer Rehberlik makamına söylüyorsa, bundan daha büyük bir ayıp olamaz. En azından bunu, halk desteğini gittikçe yitiren birisi hiç ama hiç söylememeliydi..!

"Halkın güveninin kazanılması" gerektiğini söyleyen Haşimi Rafsancani"nin, bu hususu öncelikle kendi şahsında değerlendirmesi gerekmez mi? Cumhurbaşkanlığına seçildiği dönemlerde halktan aldığı oyu, yani "halk desteği"ni hem milletvekilliği seçimlerinde hem de Ahmedinejad karşısındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde nasıl ve niçin yitirdiğini sorgulamaz mı?

"Halkın oyu" ve "yönetim açısından meşruiyetin halk desteğine dayanması" konuları başlı başına ele alınması gereken konulardır. Kuşkusuz ki İslam Cumhuriyeti öncelikle, halkçı bir düzendir. Ancak halkçı olmak ayrı bir şeydir batılı anlamda "demokratik" olmak ayrı bir şeydir. İslam Cumhuriyeti nizamı, Allah Subnanehu ve Teala"nın Kur"an"da buyurduğu üzere "maruf olanı ikame etmek, münkeri ortadan kaldırmak" için vardır. İslami yönetim felsefesi budur. Bu noktada "halkın isteği ve tercihi" de mutlak değil, mukayyettir.

Siz bir alimsiniz; fıkıh sizin öncelikli alanınız. "İcma" denilince neyi kastediyorsunuz? Acaba bir hususta "halkın icması" size göre ne kadar meşruiyeti ifade ediyor? Halkın icma ettiği her husus sizin kabulünüz müdür? Size göre halkın "batıl" olan bir hususta icma etme ihtimali var mı, ya da böylesi bir durum söz konusu olmuş mudur?

Acaba Sayın Rafsancani, İran halkı içerisinde "münker"leri talep edenlerin desteğini kendisi açısından anlamlı ve önemli mi buluyor? Acaba, Tahran caddelerinde protesto eylemleri yapanların "Velayet-i Fakih" makamını "diktatör" olarak nitelendirenlerin "maruf" ile "münker"in neresinde durduklarını bilmiyor mu?Rafsancani"nin, "rehberlik makamına hakaret İslam İnkılabı"na yapılmış en büyük saldırıdır, rehberlik makamına hakaret edenler önce benim cesedimi çiğneyip geçmelidirler" demesi gerekmez miydi? Böylelerinin desteğini göz ardı etmek midir yanlış olan? Yoksa, böylelerine karşı inkılabın değerlerini, şiarlarını ve hedeflerini korumak mıdır asıl olan?

Sayın Rafsancani, İmam Humeyni"nin "halk desteği"ne verdiği önemi naklederken, aynı İmam"ın "ben yaşadıkça bu nizamın liberallerin eline geçmesine fırsat vermeyeceğim" dediğini bilmiyor mu? İmam hangi "liberaller"den bahsetmişti acaba? Yoksa Avrupa ülkelerindeki liberallerin İran yönetimini ele geçirmesi gibi bir tehlike mi söz konusuydu?

Aynı kişiler dün İmam Humeyni için de aynı sözleri sarf etmemiş miydi? İmam böylelerine karşı müsamaha mı göstermişti?

İmam Humeyni, veladetinin yıldönümünde kendisine uzatılan mikrofona Hz. Fatıma"nın şahsiyetini küçümseyen bir İranlı"nın, onun görüşlerini televizyon ekranlarına taşıyan muhabirin ve bu ifadeleri yayınlayan televizyon sorumlusunun cezalandırılmasını isterken, "diktatör" mü oluyordu?

Halkın yönetime olan güvensizliği her şeyden önce ülkede sosyal adalet konusundaki başarısızlıklardır. Yoksulluk ve yoksunluğu giderme noktasında gereken ve beklenenlerin yerine getirilememesidir. Tağut şah döneminin yoksullaştırdığı geniş halk kitleleri İslami yönetim altında hak ettikleri adalete ulaşamadılarsa, İslam her türlü sınıfsal ayrıcılığı reddederken, kapitalist elitlerin, mutref tabakaların ortaya çıkmasından rahatsız olmuşsa, Acaba iki dönem cumhurbaşkanlığı yapan sayın Rafsancani ve sayın Hatemi"lerin yönetimlerinin halkın bu güvensizliğinde hiçbir payı yok mudur?

O zaman Ahmedinejad"a yardımcı olun, yol gösterin; İran"da gerçek anlamda bir sosyal adaletin gerçekleşmesine yardımcı olun; o zaman halkın güveninin ne olduğunu göreceksiniz.

İslam inkılabının gerçek sahipleri ve dostları her zaman yalınayaklılar olmuştur. Dün olduğu gibi bugün de öyledir. O zaman, insana sormazlar mı, İran"da ne kadar şımarık, lüks konfor düşkünü, laubali ve İslam inkılabına karşı karnı ağrıyan kesimler varsa, niçin hepsi Mir Hüseyin Musevi"nin arkasında durmuştur?

Sayın Rafsancani hutbesinde bazılarının dini mercileri incitmesinden şikayetçi oluyor. Tamamen, pragmatik ve popülist bir yaklaşım bu. "Ulemanın ihtiramını koruma" noktasında gösterdiğiniz bu hassasiyeti öncelikle rehberlik makamı için niçin göstermiyorsunuz diye sormazlar mı size? Rehberi "diktatör" olarak niteleyenler incitmedi mi sizi? Hakkınızda yapılan suçlamalara müdahale etmesi için Rehberlik makamına mektup yazıyorsunuz da, rehberlik makamının ihtiramına karşı yapılan hürmetsizliklere siz niçin müdahale etmiyorsunuz?

"Hafıza-i beşer nisyanla malül" olsa da yine unutmadığımız konular var zihinlerimizde...

Siz cumhurbaşkanlı olduğunuz dönemde, en şiddetli muhalifleriniz, suçlamalarından ağır bir şekilde incindiğiniz kesimlerle bugün omuz omuza duruyorsunuz. Ülke politikalarınıza karşı "İslam devrimi çizgisinden sapmak"la suçlandığınız zaman sizin yönetiminizi teyid eden Rehberlik makamı değil miydi? Şahsınıza yönelik suçlama ve nitelemelerde bulunanlara –yani şimdiki müttefiklerinize- karşı "benim uygulamalarımı rehberlik makamı destekliyor" şeklinde açıklama yaparak kendinize meşruiyet aramıyor muydunuz?

Aynı durum Seyyid Muhammed Hatemi"nin cumhurbaşkanlığı döneminde de olmuştu. Seyyid Hatemi"ye karşı yapılan suçlamalar ve nitelemelere karşı rehberlik makamı tavır almamış mıydı?

İnkılabın dostları, İmam Hamenei"nin gözyaşlarıyla okuduğu hutbesinden sonra, gözlerini size dikmişti, "Haşimi Rafsancani gereken açıklamayı yapar, gereken adımları atar, gereken tavırları takınır" diye bekliyorlardı. Ama yanıldılar"

Evet konuştunuz, sesinizi yükselttiniz; ancak siz bu konuşmanızla rehberlik makamının yanında sözünüzü yükselttiniz, sözlerinizi onun sözlerinin üstüne çıkarmaya, rehberin sözlerini etkisiz kılmaya, sani kendiniz rehbermiş gibi işlere yol vermeye çalıştınız... "Peygamberin yanında sözlerinizi yükseltmeyin" buyruğunun anlamını idrak edenler, Peygamber varisi "Velayet-i Fakih" karşısında da sözlerini yükseltmeme terbiyesine sahip olmalıdırlar. Ne yazık ki siz bunu göstermeyerek İnkılab dostlarını hayal kırıklığına uğrattınız.. Hangi niyetle ve ne demiş olursanız olun, yaptığınız iş tek kelimeyle "gürültü çıkarmak" olmuştur. "Tefsir-i Rahnema" yazan sizler, keşke yazdıklarınızın amili olabilseydiniz...

Kanunlara uymak gerektiğini belirten sizler, rehberiyet makamının anayasal yetki ve sorumluluklarını, o anayasayı hazırlayan kişiler olarak herkesten önce sizler bilme durumundasınız. Acaba rehberlik makamı anayasal meşruiyetini kaybetti de onun için mi rehberlik makamının yetki ve sorumluluk alanına sorumsuzca giriyorsunuz..?

Son olarak...

Okuduğu hutbenin dünya basınında nasıl karşılık bulduğunu öğrenmek istediğimizde; Rafsancani"nin hutbesinde seçim sonuçlarına ilişkin yaptığı değerlendirmeden dolayı rehberi eleştirdiği, konuşmasıyla rehberlik makamının rolünü etkisizleştirmeye ve onun yetkilerini gasp etmeye çalıştığı, rehbere açıkça meydan okuduğu şeklinde haberlerle karşılaştığımızda, inkılab dostlarının "Rafsancani böyle olmamalıydı" diye sızlandıklarını hisseder olduk"

Bir Batılı Rafsancani"nin hutbesini şöyle değerlendiriyor:

"Şimdi bu ne anlama geliyor? İranlı bir dostum bana, "bu durum Rafsancani"nin Hamenei-Ahmedinejad"a karşı bir muhalefet cephesine liderlik etmeye niyetli olduğunu gösteriyor" dedi."

Hutbesinde "ilk günlerinden beri devrimle birlikte biri" olduğunu belirten Sayın Haşimi Rafsancani"nin de bildiği İmam Himeyni"nin şu sözü ile yazımıza son veriyoruz:

"İnsanları son halleri üzere değerlendirin."

İnna lillah ve inna ileyhi raciun...

Velfecr

Bu yazı toplam 6150 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar