Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

‘Genellemelerden kaçınmak’ ve de, bir ‘özgül ağırlığın kendisini...

‘Genellemelerden kaçınmak’ ve de, bir ‘özgül ağırlığın kendisini sıfırlayışı..’

Hatırlanacağı üzere, 1982’den beri Amerika’da, North Carolina-Chapel Hill Uni.’de öğretim üyesi ve ‘biyokimya alanındaki buluşuyla tıp biliminde yeni bir çığır açan ve kanserli hücrelerin DNA onarım sisteminin haritasını çıkararak kimya dalında bu yılki Nobel Ödülü’nü kazanan 3 bilim insanından biri’ olan ve bu sâyede Türkiye’ye de ilk kez bilim dalında ödülü kazandıran Mardin’li bir kimya bilgini Prof. Aziz Sancar’a ingiliz yayın kuruluşu BBC tarafından, bir mülâkat sırasında “arab mısınız, kürd mü, yezidî mi?’ diye sorulunca, Sancar kızmış ve ‘Allah’ın gâvuru, orayı karıştırdılar yüz yıl önce; hâlâ da karıştırıyorlar. İngiltere’de kaç çeşit etnik grup var, ben sana soruyor muyum? ABD’de Katolik’i var, Alman’ı, İngiliz’i var. Nerelisin deyince “Amerikalı” diyor, o kadar.. Onlar illâ, yok Kürd müsün, yok Arap mısın?’ diye ilginç bir görüş belirtmişti, 18 Ekim tarihli medya organlarında..
Prof. Sancar’ın bu sözleri, üzerinde derinlemesine düşünülmeyi gerektiriyor.
Bu konuda, tarihçi Prof. İlber Ortaylı da bir yazı kaleme aldı, 26 Ekim tarihli Milliyet’te ve ’Aziz Sancar gibi bir hocayı kendi dar dünyalarına göre sınıflandırmaya kalkan garip kalemler dünyası oldu burası. Bir topluma her şeyden evvel görgü lâzımdır’ diyen Ortaylı, şöyle devam etti: ’Adam BBC muhabiri. 2015 yılının Nobel Kimya Ödülü’nü alanlardan, North Carolina Üniversitesi ordinaryüslerinden Aziz Sancar’a soruyor: ‘Mardinlisiniz, Arap mısınız, Kürt müsünüz, Yezidi mi? (…)Mardin’de tarihi kökenleri itibariyle Araplar değil; Aramîler, Şemsiler, Yezidîler ve daha nice milletler vardı. Bunlar ansiklopedileri ilgilendirir.’
Britanya’nın eski tip kültürlü gazetecileri ortadan kayboldu. Bilgileri sathî. (…)Dinler, diller, gruplar... Arap, Kürt, Zaza, Çerkez; yetmedi Adige, Kabarda; daha da yetmedi Şapsıh, Ibıh ve Kazan Tatarı, Kırım Tatarı, Sibirya Tatarı, Nogay, Karaşay, Çeçen, Boşnak, Pomak, Arnavut, Gürcü, Laz, Hemşinli, Lezgi, Türkmen, Yörük daha daha Sünni, Hanefi, Şâfi, Alevi, Şahsevenler, Şii Caferi, Nusayri ve daha daha nicesi...’
Ortaylı’nın bu sözleri doğru da, bundan sonraki tesbitleri problemli.. Çünkü, kendi kafasında bir modern, kibar ve insana saygı göstermeyi bilen bir Avrupalı ve ingiliz tipi oluşturmuş, kafasındaki o kalıplara uymayanları görünce şaşırmış ve bu gibi kimselerin yeni yeni zuhûr ettiğini sanmış.. Halbuki, böyle bir durum sözkonusu değil..
’Britanyalılar insanlara olur olmaz yerde dinlerini ve etnisitelerini sormazlardı. Hattâ Profesör Bernard Lewis’in hatıratında da yeri vardır; dinini iki yerde sorarlar, hastanede ve savaşa girerken, orduda. Yani cenaze durumunda son dua için kimi getireceklerini bilsinler diye. Amerikalıların prensibi de açıktır: ‘Ne sorarız, ne de sordururuz.’
Evet, Ortaylı’nın bu görüşlerinde, problemli bir yaklaşım kendisini ortaya koyuyor. 
Kim demiş, Britanya’lıların/ ingilizlerin veya Amerikalıların, Avrupalıların kimseye dinini sormadıklarını? Eskiden de böyleydi bu, şimdi de.. Hele müslümanların üzerine yıkılan Amerika’daki o dehşetli 11 Eylûl 2001 Saldırıları’ndan sonda daha bir güçlü şekilde, sadece Amerika’da değil, bütün Batı dünyasında, insanların ilk planda dinleri öğrenilmeye çalışılmıyor mu ve bu hususta daha önceden, bu tavır sergilenmiyor muydu?
Belki akademik çevrelerde bu gibi konuşmalar yapılmamış olabilir, ama, medyada, sokakta, toplumun genel tavır ve duygu ve kanaatinin sergilendiği
Hemen her mekanda, Avrupa insanı, hattâ dinle ilgisi olmayan ateistler bile, insanları inançlarına göre kategorize etmek geleneğine sahib değil midirler?
Şu son sığınmacı dalgalarından sonra da, siyah derili insanların asırlarca dışlanması ve o dışlama etkilerinin hâlâ da sürmesi ve dışlanması, ya da, -Avrupa’nın sosyal bünyesini ve dengelerini değiştireceği ve bozacağı endişesiyle- ‘müslüman sığınmacıların kabul edilmemesi gerektiği’ yolunda hem de en üst planda devlet başkanları,başbakanlar ve düşünce adamları ve nice medya kuruluşlarının yayınları seviyesinde korkunç açıklamalar yapılmadı mı? 
Bu bakımdan, hele de Prof. Ortaylı’nın bu gibi, geçmişte böyle bir ayırımcılığın olmadığı şeklindeki genellemelerden kaçınması gerekirdi. 
*
Bir ‘özgül ağırlığın kendisini sıfırlayışı..’

O bir siyasetçi.. CNN’de konuşmuş son olarak..
Çeyrek yüzyıla yakın bir süre parlamentoda geçen siyasî hayatını artık tamamladığını ve -merhûm bir eski liderinden öğrendiği gibi-, ‘kenara çekileceğini’ söylemişti.. O sözlerini işitince, ‘Eyvah, eğer, onun rahle-i tedrisinden geçmiş birisi olduğunu düşünüyorsa, eski liderinden öğrendiği gibi, kenarda durması mümkün değilidir, çünkü o eski lideri, ömrünün son demlerine kadar, eski talebelerine en ağır sözlerle saldırmıştı.’ demiştik. 
Bu tahminin yazık ki doğru çıkmakta olduğu görülüyor.
Bu siyasetçi, çok mütevâzı bir görüntü vermeye çalışmasına rağmen; ‘benim manevî derecemi başkaları anlamadı, bari, ben ilan edeyim şeyhliğimi..’ diyenler misali, ‘türkçeyi en iyi konuşanlardan birisinin kendisi olduğunu ve de mensub olduğu siyasî hareketin vicdanı olduğunu’ kendisi ilan ediyor; kendi arkadaşlarından bir eleştiri gelince, ‘Benim bir özgül ağırlığım vardır, bunun yıpratılmaması gerekir..’ diyebiliyor. 
Daha övnce önemli siyasî sorumluluklar üstlendiği bir sırada da, Pennsylvania Şeyhi’nin eleştirilmesinden rahatsız olmuş ve ‘Muhterem .... efendi, bu tartışmaların dışında tutulsa..’ temennilerini dile getirmiş ve, ‘Ama, o da yine bize yine beddua etmiş.. Yahu, beddua etmek yerine, şöyle bir-iki olumlu cümle söylese de memleket huzura kavuşsa..’ gibi, hele de çok önemli yöneticilik makamlarında bulunan bir siyasetçinin söylemesi durumunda, kendisinin ne iş yaptığını ve ne işe yaradığını sorduracak ve rolünü sıfırlayacak bir beyanda bulunmuştu. 
Çok hassas bir konuda, onyıldan fazla zamandır ‘liderim’ dediği kişinin benimsemediği bir açıklamayı, ‘-en yukardaki makama-, saygısızlık olmasın.. Ama, yetki bizdedir, sorumluluk hükûmettedir, biz ne yaptığımızı biliyoruz..’ diye hatırlatacak kadar da dik durmaya çalışan -ve ama, bu durumunu sürdüremiyeceği taa baştan bilinen bir tip.. 
Sonra, en yüksek siyasî mertebelere erişmiş bir arkadaşına haksızlık yapıldığını söyleyecek kadar ve ona sığınarak, kendisine de haksızlık yapıldığını anlatmaya çalışan bir tip.. 
Ama, yaptıklarıyla hiç de saygı uyandıran bir profil oluşturmamaktadır.
O, bir seçim öncesinde, ‘partisinin zarara uğrayacağını’ kaygusuyla daha fazla konuşmayacağını söyleyip, merakları daha bir tahrik etmiş ve sözlerinin devamını seçim sonrasına bırakacağını açıklamış, ama, o seçim sonrasında da bir şey söylememişti.
Geçenlerde de, kendi hareketlerini eleştirirken, ‘Eskiden (biz) vardık, sonra ‘ben’ demeye başladık..’ diyerek kime taş atmak istediği anlaşıldığı halde, hayalet taşlar gibi bir görüntüden meded ummuş, ama, asıl kendisinin bir ‘ben’lik gösterisinden mahrum kalışının ızdırabları içinde kıvrandığını sergilemişti, zımnen.. Çünkü, geçen yıla kadar, yıllar boyu, kendisine bağlı olan TRT’den, muhtevası önemsiz de olsa her sözü yayınlanıyordu, şimdi ondan mahrum kalmanın sancıları içinde, kendisine TRT’den ambargo uygulandığını iddia edip, mâlum bir medya grubunun ekranlarına sığınarak, oradan, hayalet taşlıyormuş gibi yaparak, onyıllardır birlikte olduğu eski arkadaşlarını taşlamaya çalışmaktadır; ve, yine bir seçim arefesinde..
Şimdi, yeni bir seçimin arefesinde, kendisine de, geçmişine de, arkadaşlarına da hiç bir şey kazandırmayacak ve âdeta çocukça denilebilecek laflar ediyor. Kendilerinin bir rahatsızlık konusu olmayacaklarına garanti verirken, ‘Ama, bizim gücümüz denenmeye kalkışılmamalıdır.. Ben ve ...’ün adı geçtiğinde ayağa kalkan insanlar vardır, içerde de, sosyal hayatta da.. Bizim bir karşılığımız vardır.. Yeni yetmeler dediğim bir zıpır grup, beni, A.G’ü, H.Ç’i, ve A. B’ı güçsüz hale getirmeye çalışıyorlar, bizi denemeye kalkışmasınlar..’ diye çok ‘nezih’ ifadelerle gözdağı vermekten de kendisini alamıyor; bir klik oluşturduğunun işaretlerini veriyor. Adlarını zikrettikleri, bu tür sahiblenmelere ne der, meraka değer.. 
Kısaca, kendinden menkul/ nakledilen bir iddia halindeki ‘özgül ağırlığı’nın olduğu’ beyanı, bereket ki, kendi eliyle sıfırlanmaktadır. 
Hiç kimse, kişinin kendi şahsiyetini, kendi hata ve yanlışlarıyla yıprattığı kadar yıpratamaz.. 
Umarız ki, bunlar bir boşalma halidir, hatasından döner.
Bir daha doğrulanıyor ki, ‘siyasetin kapısında girilir’ yazısı vardır da, çıkılır yazısı yoktur; ve kişinin ene’si, ‘ben’i onu ölüme kadar terketmiyor.. Üstelik, bazıları tevazû gösteriyor gibi yaparak, tekebbürün daniskasını da sergiliyorlar. 
*
Bir acaib başsağlığı:
Kendisi bir müslüman olsa bile, kendi inancına ömrü boyunca alçakça hakaretlerden geri durmamış ve bir zamanlar, ‘O Sultanahmed Camiinde toplanan onbinlerin üzerine iki tank gönderdin mi, onlar bak, nasıl çil yavrusu gibi darmadağın oluyorlar..’ diyebilen ve hiç bir ahlâkî sınır tanımamasıyla şöhret yapmış bir eski marksist-laik-kemalist kişi, geçen hafta 88 yaşında öldü. 
Pennsylvania Şeyhi bu fırsatı kaçırır mı? Kendisi ‘müslümanım’ dediği halde, kendi dinine onyıllar boyu hakaretler yağdırmış o kişiye bir başsağlığı mesajı yayınladı gazetesinden, onu hep yaptığı üzere, övgülere boğarak.. Müteveffânın oğullarına da cesaret timsali gibi laflar ederek.. 
‘Kişi sevdikleriyle birlikte hayrolur..’ meâlinde bir hadis ‘rivayet’i vardır..
Bu kişi de, ölen kişinin ve çevresinin kimlerden oluştuğunu bilmiyor değildir. Bu bakımdan, ‘Sevdikleriyle haşrolsun..’ temennilerimizi dile getirmekle yetiniyoruz.. 
*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 1313 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar