Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Gelin yeniden Müslüman olalım

Derin Gerçekler

Bu Allah (cc)ın davetidir: “Ey iman edenler, iman ediniz”, “İman ettik demekle yakanızın bırakılıvereceğini mi zannediyorsunuz?” “Vay o namaz kılanların haline ki…!” diye başlayan ayeti hatırlayın.

Evet, evet! “İnmemiştir, hele Kur’an, ne mezar başında okunmak, ne de fal bakmak için” Peki niye indir derseniz, “okunsun, anlaşılsın ve gereği yapılsın” diye indirildi.

Kim ki, yaşadığı zamana ve mekana ilişkin karşılaştığı olaylar karşısında, yaptığı iş, söylediği söz hakkında “Allah’ın açıklanan beyanında belirtilen rızasının hükmü”nü bilmiyorsa, vay ona! Siyaset ya da ticaret, ya da ilim alanında, bırakın anlayıp yapmasını, kaç kişi, o “müminler için rahmet ve şifa, iki cihan saadeti vesilesi olan Kur’an”ın lafzını okudu ki! Sahi onlar, mesela siyasete soyunanların, Allah’ın o iş konusundaki hükmünü biliyorlar mı? Kitapta size “Bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin” denmedi mi? Öte yandan oy kullanacak kişiler, yapacakları iş konusunda Allah’ın hükmünü biliyorlar mı? Peki bu nasıl bir Müslümanlık! Kaldı ki, okuyanlar anladı mı, anlayanlar onu hayatlarına uyguluyorlar mı?

Gelin bu Ramazan’da Kur’an-ı Kerim’i hem lafız ve hem de mana olarak baştan sona okuyalım ve okurken de not alalım. Sona gelince de, o son sayfaya, adınızı soyadınızı yazın. O günün tarihini atın, bulunduğunuz şehir ve semtin adını yazın ve sonra da “Okudum, anladım ve kabul ettim” yazıp imzalayalım. Gelin yeniden Müslüman olalım, Allah’ın kitabında yazdığı gibi, Resulullah’ın yaşayıp bize öğrettiği gibi.

Bu eylem sizin için, karşılında mallarınızın, canlarınızın ve sevdiklerinizin uğruna feda edileceği bir ahit’tir. Ve siz o size verilenleri Allah’ın rızasına uygun kazanıp - harcama sözü verdiğiniz takdirde, Allah size cenneti vadediyor.

Müslümanın diyen insanlar, nasıl rüşvet verir, torpil yapar, ihaleye fesat karıştırır, yalan söyler, hırsızlık yapar, israf eder, ırkçılık yapar, tefrikaya düşer, böylesine dünyevileşir, cahillikte sınır tanımıyoruz. Okumayanları geçtik de, okuyan ne halde ki, “cahilliğin bu kadarı ancak eğitimle mümkündür” diyenler ne kadar haklı imiş. Akif ne diyordu:
“Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile...
Alem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile!
Kaç hakikî Müslüman gördümse: hep makberdedir.
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!”

Çocuğunuzu İmam-Hatiplere, İlahiyata gönderdim diye görevinizi yaptığınızı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.. İlahiyatlar tefrika üretiyor, İmam Hatipler ise meslek okulu oldu. Din Meslek değil. İlahiyat Fakülteleri 3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilip Medreseler kapatılınca bağlı olduğu Dar'ul Funun ile birlikte Osmanlı'dan devreden Maarif Nezareti yerine kurulan Maarif Vekaleti’ne bağlandı. 1933'de üniversite reformunun ardından bu fakülte öğrenci azlığı gerekçe gösterilerek kapatmak yerine İstanbul Üniversitesi'nde bir enstitüye dönüştürüldü. Ta ki, 1949 yılına Ankara Üniversitesi'ne bağlı bir İlahiyat Fakültesi kuruldu. Bundan 10 yıl sonra da 1959’ da ise İmam Hatip Okulu mezunlarının eğitimlerine devam edebilmeleri için Yüksek İslam Enstitüleri kurulmuştur.

Bu enstitüler de 1982 yılında İlahiyat Fakültesi'ne dönüştürülmüşlerdir. İlahiyat Fakülteleri Laik ve seküler, genel anlamda Pozitivist bir kuruluştur. Konusu “İlahlar” ve “dinler, dindarlar, onların inanç biçimleri” olacaktı, ancak daha sonra Diyanetle ilişkilendirilerek dini bir karakter kazandı. Gerek İlahiyat ve gerekse İmam-Hatipler başlangıçta devletin dini kontrol aracı, resmi ideoloji ile dini uyumlu hale getirme ve o dinin diyanet üzerinden meşrulaştırılması ve misyonerlik faaliyeti için düşünülmüştü. Zaten zorunlu olan dini eğitimin gayesi de Laiklik, Atatürk İlke ve İnkılapları, yasalar ve uluslararası hukuk çerçevesinde bir din telakkisinin topluma empoze edilmesidir. Zaten müfredat da bellidir: “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi”, “Değerler eğitimi”, “Din” bir “Kültür” olarak değerlendiriliyor. “Ahlak” da “bilgi”. Bir de kaynağı pek de belli olmayan, gelenek için şekillenen “Değerler”den söz ediliyor. Alameti Farikaları yokedilmiş, BİREY’sel planda vijdanlara, toplumsal planda Mabedlere hapsedilmiş, başka siyaset olmak üzere, ekonomik, sosyal, toplumsal hayattan ve kamusal alandan tecrit edilmiş, ritüel, seremoni ve ikonalara indirgenmiş, adına “Din” denen, gerçekte ne idüğü pek belli olmayan, sentetik/dönüştürülmüş bir “inanç”tan, batılı anlamda “Religo”dan söz ediyoruz.

Gazze’de yaşananlar, “İslam dünyası”nın hali pür melalini gözler önüne serdi.

Aslında bizim böyle bir İlahiyata da, İmam-Hatibe de, Kur’an Kursuna da ihtiyacımız yok. Aile ve Vakıflar bu görevlerini ihmal ettiler. Cemaat denilen yapılar da bu işi kendi fikirlerinin misyonerliğine dönüştürdüler genellikle, istisnalar müstesna. Aynı zamanda ya Camileri ele geçirdiler ya da Camilerin yapması gereken bir şeyi kendi uhtelerine aldılar. Camiler de zaman içinde Cami olmaktan çıktı, “Süslüman”ların süslü mescitlerine döndü.

İmam-Hatipçilik yapalım derken Meslek Okulları/Sanat okullarına gidecek çocukları buralara çektik. İhtisas İmam Hatipler filan derken, spor imam hatibi, güzel sanatlar İmam Hatibi falan gibi hayali çözümlerle kendimizi kandırdık. “Müslümancılık” oynarken, “Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti” olma idrakini kaybettik. Müslümanlığı kabile dinine döndürdük.

Aslında, Açık lise, öğrenci yeterli olması halinde örgün eğitimle lise seviyesinde Çift lise eğitimine geçilmeli. Uzaktan, radyo ya da internet üzerinden de dersler takip edilebilmeli. Çok sayıda seçmeli dersle, aslında ders diploması verilmeli. Mutlak zorunlu, seçmeli zorunlu, mütemmim derslerle, kredi notunu dolduran diploma alabilmeli ve diplomasına ek bir Transkripsiyon da almalı. Çünkü din ömür boyu süren bir irfan konusudur. İsteyen herkes ders başı sertifikalar alabilmeli. Sürekli gelişen değişen şartlara uygun yeni yorumlarla her dem yeni kalabilmeli. Kuantum fiziği, mantığı ve matematiği ile mucizeleri yeniden yorumlayabilmeliyiz mesela. Dinlerarası diyalog sapkınlığı neden yeni bir ders olmasın.

Aslında bu anlamda yeni İmam-Hatiplerde, bütün dersler 5 seviyede verilebilir, temel eğitim, lise, ön lisans, lisans, yüksek lisans. Bu süreçte de ön lisans, Lisans, Yüksek lisans seviyesinde yine hem ilahiyat hem de başkaca fen ya da sosyal ilimler dalından birinde iki ana dalda ya da tek birinde öğrenim görebilmeli. İsteyen tek tek, isteyen birlikte.

Bugün öğrenim teknikleri çok değişti, değişiyor ve daha da değişecek.. İşin bir de kötü ve tehlikeli yanı var. TransHumanizm projesi kapsamında beyne NeuraLink denen Chip’leri takılması ile, Nesnelerarasıİletişim networkü üzerinden, insan, hayvan ve makinanın etkileşimli “bilgi iletişim”i zaten öğrenci, öğretmen, okul, ders kavramını yerle bir ediyor.

Sanırım bazı şeyleri yeniden düşünmek için geç kaldık. Sonuçta gideceği limanı bilmeyen kaptana hiç bir rüzgar fayda sağlamaz

Selam ve dua ile..

Bu yazı toplam 389 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar