Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Ecel gelince insan ölür

Her nefis ölümü tadacaktır. Ve o saat gelince insan ölür. Ölüm meleğinin gelmesi, ölüm için yeterli sebeptir. Kişi öldükten sonra, ona zahiri bir sebeb yüklenir. Ölmek için yaşlı ya da genç olmak, sağlıklı ya da hasta olmak da gerekmez. O “ertelenen zaman” Allah’ın takdiridir.

Azrail hiçbir zaman vaktinden önce gelmedi ve randevusuna gecikmedi de!

Ölüm birileri için bir son, birileri için yeni bir başlangıçtır.

Ölüm birileri için korkulacak bir gerçek, birileri için “asude bir bahar ülkesi”dir.

Ölüm aynı zamanda Allah’ın bir nimetidir. Ölememek de bir cezadır.

Modern insan, insanların nefes alıp-verdikçe yaşadığını söyler. İnanmış bir insan, her nefes alışverişte, insanın bir nefes daha tükettiğini, sayılı nefesleri her seferde bir tüketerek, aslında ölüme bir nefes daha yaklaştığını düşünür.

Yoksa “nefes alıp vermekle canlı mı sayılır şerir. Demirci körüğü de hava alır ve verir”. Bu konu, biraz da nereden baktığınıza göre anlam kazanır.

Biz hayırlı bir ömür ve hayırlı bir ölüm dileyelim.

Peygamberimiz vefat ettiğinde de bazı insanlar şok yaşadılar. Kimisi “bu iş bitti” dedi, kimi “bundan sonra ne olacak” kaygısına kapıldı. Öyle ya peygamberin cenaze namazında imam kim olacak? Peygamberin cenaze namazı bile topluca kılınamadı. Ve sonra yaşananları biliyorsunuz.

Birilerin yaşaması ya da ölmesi Allah’ın kaderinde bir değişikliğe sebeb olmaz. Olan her şey aslında o kaderin tecellisinin vesilesidir. Yani İlahi planda sürpriz olmaz.

Bakıyorum da birileri birilerinin ölümü üzerinden ne senaryolar yazıyorlar ya da birileri birilerinin yaşaması üzerinden ne senaryolar üretiyorlar.

Sonunda herkesin bir planı var. Allah’ınsa bir hükmü. Sonunda Allah’ın dediği olacak. Ve herkes neye layıksa onu bulacak. Allah iradesi ve rızasının gerçekleşmesinde hiç kimsenin varlığına muhtaç değildir.

Ne garip, insanlar olan şeyleri hep birileri üzerinden, onların iradesine bağlı olarak okumaya çalışıyor. Yoksa başımızda Halid b. Velid olsa ne yazar! Biz zaferi Allah’tan değil, adeta Halid’den bekliyor olduk.

Birileri dünün kazanımları bir parti, bir kişi ile patentleme çabasında oluyor her zaman. Oysa o iktidar ya da nimet, dünün kolektif çabalarının ürünüdür. Sonra o iktidar sahipleri, bu kazanımdan yola çıkarak insanlardan kendilerine sadakat bekliyorlar ve başarıların devamının buna bağlı olduğunu söylemeye kalkıyorlar adeta. Oysa Allah bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir ve bu süreçte herkes için ancak yaptığının karşılığı vardır.

Eğer bir an için özünü kaybedersek insanlık ölür, ki asıl tehlikeli olan da budur. İnsanlığı diriltmek istiyorsanız, bunun yolunda insanlığı kendimize değil, kendine, yaratılış gayesine, Allah’a, resulüne, kitaba çağırmaktan geçer. Fani olana değil, ebedi olana davet etmemiz gerekir.

Özal parmağından vurulduğunda kürsüye çıkıp, “Allah’ın verdiği canı Allah’tan başka kimse alamaz” demişti! SARS sonrası biz ne hayatla, ne de ölümle gerçek anlamda bir yüzleşme yaşamadık. İnsanlar korkutuldular. SARS sadece bedenimizi değil, belki daha yaygın ve daha tehlikeli olanı beynimizi ve kalbimizi vurdu. İnsanlar adeta muhakeme kabiliyetini kaybettiler ve artık kader, rızık ve ecel konusunda Amentüdeki hükümlerle ilgili büyük bir zaaf içindeler.

Hayırlı bir ömür, hayırlı bir ölüm dileyelim. Bereketli bir ömür dileyelim. Şehidlik dileyelim, en güzel ve kolay ölüm o ölümdür. Kimsenin ölümü üzerine kimse senaryo yazmasın. Her şeyin bir saati var, o ertelenmiş saat gelince, o kimse gidecektir. Şeytana kıyamete kadar mühlet verildi. Şeytanın dostlarınının da ertelenen bir eceli vardır. Eğer biz kendimizi değiştirmezsek, bakarsınız, gelen gideni aratır. Biz kendi içimize bakalım. Nefsimizi terbiye edelim, Şeytan ve onun dostları ile cihada devam edelim.

Kimsenin yaşaması ya da ölümü, kimsenin kurtuluş ya da helak’ının sebebi değildir. O sadece sebeplerden biridir. Sonun da hayır da şer de Allah’ın iradesi içindedir. Biz O’nun rızasına tabi olursak, Ondan gelecek hayrın kaynağını, sebebini o halkeder, dilerse kafirler eliyle dahi, O, o sebebi halkedebilir. Sonuçta bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz, Allah bilir. Sonuçta dirilten de öldüren de, tekrar diriltecek olan da Allah’tır. O irade ve rızasını gerçekleştirmek için birilerinin yardımına ya da desteğine muhtaç değildir. Birinden bir şey almaya muhtaç da değildir. Herkes kaderini, rızgını ve ecelini bir ölçüye göre tayin eden de O’dur!

Hiçbir liderlik, hiçbir yakınlık, hiç kimse için mutlak kurtuluş vesilesi değildir. Peygamberlerin kurtarıcı gücü yoktur. Onlar kurtuluşa çağırırlar. Yoksa babamız peygamber olsa gelse (Haşa, artık bir peygamber gelmeyecek) sizi kurtaramaz. Hiçbir lider ya da komutan, önder kurtarıcı değildir. Göklerin ordularının komutası, göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarı kimsenin yed-i tasarrufunda değildir. Tabii bunu kime anlatacaksınız? Kemalistlere mi, dindarlara mı, solculara mı, milliyetçilere mi!. Herkes kendine bir “kurtarıcı önder” bulmuş yoluna devam ediyor! Herkesin kendine göre bir kurtarıcısı var! O da yetmezse, kimi Mehdi bekler, kimi Mesih, kimi müceddid. Oysa peygamberler geldi, peki sonuç ne oldu! Kimse kendini değiştirmeyi düşünmüyor ve herkes bir kurtarıcı bekliyor. Oysa kişi kendini değiştirmedikçe Allah onun hakkındaki hükmünü değiştirmeyecektir.

Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 426 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar