Ahmed Kalkan
Duâ İbâdettir; İbâdette Asıl Olan, Kişinin Kendisinin Yapmasıdır
Duânın özü, kişinin kendisini Allah'ın karşısında acziyet içerisinde hissedip O'na yönelmesi ve taleplerini O'na arzetmesidir. Zaten ibâdet, bir varlığa boyun eğmek, O'nun karşısında küçülmek, O'na itaat etmek manalarını içerir. Kısacası duâ ile ibâdet mana olarak aynı şeyleri ifade etmektedir.
Biz her ne kadar duâ ile ibâdeti birbirinden ayrı iki olaymış gibi görüyorsak da aslında bu ikisi özde aynı şeydir. İbâdet olarak bildiğimiz namaz, oruç, zekât, hac gibi Allah'ın emirleri aslında duânın harekete dönüşmüş şeklidir. Bilindiği gibi Kur'an'da da geçen şekliyle Arapçada, namazın adı salât'tır. Fakat bu salât kelimesinin aynı zamanda duâ manasına gelmesi çok manidardır ve bir tesadüf değildir. Salât kelimesinin hem namaz, hem duâ manasına gelmesini şöyle izah etmek mümkündür:
Namaz, tüm ibâdetleri bünyesinde toplayan ve insanla Allah arasındaki ilişkiyi en net ve sık bir şekilde (günde en az beş defa) sağlayan ibâdettir. Zaten duâ da Allah ile kul arasındaki bir diyalog idi. Yani her ikisi de kulu Allah'a bağlaması yönüyle aynı kapıya çıkıyor. Rasûlüllah (s.a.s.) bu konuda şöyle buyuruyor: "Duâ ibadetin ta kendisidir." (Tirmizî, hadis no: 3247; Ebû Dâvud, Kitabu'd-Duâ, hadis no: 1479) Çünkü duâ ile kişi ihtiyacını teminde aczini idrak etmiş, bunu ancak her şeye kadir olan Rabbinin temin edeceğinin şuuruna ermiş ve bu sebeple O'na sığınmış olmaktadır. Esasen ibâdet de bundan başka bir şey değildir. Yine Rasûlüllah (s.a.s.) "duâ ibadetin özü (iliği) dür." (Tirmizî) buyurmak suretiyle duâ ile ibâdetin özde aynı şey olduklarına dikkat çekmiştir. Biz bu özü kulluk olarak ifade edebiliriz. Bu aynı zamanda insanın yaratılış amacı olmaktadır: "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (51/Zâriyât, 56).
Bizler kul olarak üzerimize düşeni yapmalı, gereken gayreti göstermeli, sebepler âleminde yapılacakları yaptıktan sonra ellerimizi açıp O'na yalvarmalı, halimizi O'na arz etmeliyiz. O şöyle buyuruyor: "Bizim uğrumuzda gayret gösterenleri Biz yollarımıza iletiriz." (29/Ankebût, 69)
Kur’ân-ı Kerim, hastalık nedenleri olarak rûhî etkilere büyük ölçüde yer verir. Üzüntü ve rûhî bunalımları hastalıkların baş nedeni sayar: “Dediler ki: ‘Vallahi sen, Yusuf’u ana ana hasta olacaksın yahut öleceksin!” (12/Yûsuf, 85). Hastalıkların nedenlerini genellikle rûhî etkenlerde gören Kur’an, ruh hekimliğinin önemine işaret etmiştir. İnsanları özellikle psiko-somatik hastalıklardan korumayı hedeflemiştir. Ruh hastalıkları daha çok, sıkıntı, elem, çatışma, kaldıramayacak kadar ağır yük yüklenme gibi nedenlerden kaynaklanır.
Ve bunun çözümünün de rukyecilerde olduğunu söylemez; psikolojik hastalıklara şifâ olarak Kur’an reçetesi, “zikrullah” ilâcını teklif ve tavsiye eder: “Onlar iman eden ve Allah’ı zikretmekle gönülleri huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki ancak Allah’ı zikretmekle gönüller huzur bulur.” (13/Ra’d, 28). Bu âyet-i kerimede, ancak Allah’ın zikriyle gönüllerin mutmain olup huzur bulacağı belirtiliyor. Gönüllerin huzur bulacağı, doyuma ulaşacağı zikir; Kur’an okumak, dinlemek, sübhânallah, elhamdü lillâh, Allahu ekber, lâ ilâhe illâllah gibi ifâdelerle Allah’ı hatırlayıp anmak veya Allah’ı kalpte ve zihinde tutmaktır. Allah’ı zikir, insanın gönlüne sevinç ve huzur verir.
Psikolojisi bozuk olanlara rukyeciler, imanî durumuna bakmadan hemen duâ edip kendilerine göre tedavi edeceklerine; o kişiler önce Allah’ın istediği gibi bir imana çağrılmalıdırlar. Rukyecinin okumasıyla değil; gerçek anlamda iman ederek iyileşebileceklerini, Kur’an’a iman etmeden, Kur’an’ın ahkâmı doğrultusunda yaşamadan Allah’ın sağlık ve afiyet vermesinin beklenmemesi gerektiği hatırlatılmalı. İmanî bir teslimiyet ve tevhidî bir bakış açısı kazandırmadan başkasının çıkarı için dilinin ucuyla yapacağı dua ile şifa aramaması gerektiği hatırlatılmalıdır.
"Rablerinden korkanların derileri ondan ürperir. Sonra derileri de kalpleri de Allah'ın zikriyle yumuşar. İşte Bu Kitap Allah'ın insanlar için gönderdiği bir rehber (huden)dir. Allah onunla dilediğini hidâyete erdirir. Kimi de Allah saptırırsa ona hidâyet edecek yoktur." (39/Zümer, 23).
“İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu fâsık kimselerdir.” (57/Hadîd, 16)
"De ki, bu, mü'minlere doğruluk rehberi ve şifâdır." (41/Fussılet, 44). Bir ilâcın şifaya vesile olması için, o ilacın kullanılması gerekir. Sadece reçetenin veya prospektüsün okunmasıyla şifa beklenemez. "Kur'an şifadır." (10/Yûnus, 57; 17/İsrâ, 82; 41/Fussılet, 44). Hem ferdî hastalık, problem, stres ve buhranlarımıza; hem de sosyal kargaşamıza. Aynı zamanda devlet yönetiminin ölümcül hastalıklarına şifadır. Bunun böyle olduğu sayısız deney ve tecrübelerle kanıtlanmış tarihî ve güncel bir vâkıadır. Aynı ilaç, bayatlamadan bozulmadan duruyor. Raflarda, kabından açılmadan tutuluyor. Uygulayacak hastaları bekliyor.
Kur'an'a ve Önderimizin hayatına baktığımızda duâ olgusunun merkezî bir konum arzettiğini görürüz. Yüzlerce âyet, insanın Rabbiyle bağlantı kurması ve iletişime geçmesi diyebileceğimiz duâ örneklerinden oluşmaktadır. Aynı şekilde hadis külliyatında duânın önemine dikkat çekilmekte ve pek çok güzel duâlar bu eserleri süslemektedir.
Bu yazı toplam 1932 defa okunmuştur