Dışarıdakiler mi Daha Özgür, Yoksa Hapishanedekiler mi?

Hapishane veya Cezaevi Ne Demek?

 

Devletinyasalarına göre suç işleyen ya da işlediği zannedilen insanların

dışarıdakilere göre daha fazla özgürlüklerini kısıtlayabildikleri yasal

işkencehane demek hapishane. Değişik ifade ile, iktidarın sopası…

 

İslâm’ın hâkim olduğu yerde günahların keffâret edilip örtülmesi ve âhirete suçsuz

gidilmesi için bir arınma yeri, bir ıslah evi olan hapishane, tâğutların

egemenliğinde bir zulümhâneye, işkence evine dönüşür. İslâmî yönetimlerde

uslandırma, terbiye etme yeri olan ve suçluların, pişmanlık duyup kendi

fıtratlarına yeniden yönelecekleri ortamı oluşturan bir okul görevi üstlenen

hapishaneler; tâğutî yönetimlerde sadistçe zulümlerin sergilendiği, küçük

hırsızların yakalanmadan nasıl büyük hırsız olacaklarının öğretildiği, basit

bir suçtan içeri girenleri bir mafyaya dönüştüren, âdi suçluyu profesyonel suç

makinesi haline getiren bir kuruma dönüşüyor.

 

“Hapishaneler bir ülkenin aynasıdır!” derler; doğrudur. Eğer bir ülkenin hapishaneleri siyasi

tutuklularla, düşünce suçlularıyla, hakkı söyleyen âlimlerle doluysa, orada

İslâmlık da insanlık da yoktur. Öte yandan,

eğer bir ülkenin hapishaneleri adli tutuklularla da tıka basa doluysa,

orada açlık vardır, işsizlik, yoksulluk, umutsuzluk vardır; orada İslâm

kanunları yoktur, İslâm ahlâkı yoktur, İslâmî eğitim yoktur. İslâm’ın

uygulanmadığı yerde suç vardır, suçlu vardır. Hapishanelerde yer yoktur.

Devamlı hapishanelere, büyük büyük mahkemelere, koca koca adalet saraylarına

ihtiyaç vardır. Ülke, açık hapishaneye dönüşür.

 

Hapishaneleri tanımak için ille içeride yatmak gerekmez. Avrupa’nın ve Amerika’nın

hapishanelerini filmlerden tanır çoğu insan. Guantanamo’yu ne kadar bilirsiniz?

Ya da unuttunuz mu hiç? Yani işkencenin bin bir çeşidini, zulmün yeni

görüntülerini, psikolojik, fizyolojik vahşetin en barbarcasını ne kadar bilir

veya tahmin edersiniz? Dünyanın öteki ucundan gelen zâlimlere karşı ülkesini

savunmaktan başka suçu olmayan Müslümanları binlerce kilometre öteye götür ve

insanlık dışı tüm uygulamaları onlar üzerinde dene. Bu mudur insan hakları?

 

Ebu Gureyb hapishanesi de Irak’ta Amerika’nın çirkin yüzünün daha da çirkin olarak

belirdiği yer. Aslında sadece Ebu Gureyb değil, Batının ister Afganistan’daki

gibi topraklarını; ister Türkiye’deki gibi okullarını, mahkemelerini,

meclislerini, insanların zihinlerini ve gönüllerini işgal ettikleri ülkeleri de

tümüyle hapishaneye çevirdiğini görmezlikten gelmek mümkün mü?

 

Batı böyledir de, Batılı olmak için çırpınan ve onlar gibi keler deliğine girmeye

çalışan T.C.  farklı olur mu hiç?

 

 

<p>T.C.’nin Karnesi</p>

 

Türkiye'de müslümanların cezaevi süreçleri Kemalist rejim

kurulur kurulmaz başladı. Rejim darağaçlarıyla, zindanlarla kendi yüzünü

gösterdi. Cumhuriyet ilan edilir edilmez İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Bu

mahkemeler darağaçları, sürgün ve hapislerle insanlara gözdağı verdi. Dünyanın

neresinde görülmüştür şapka giymemenin idamlık suç olduğu? Bu ülkede on

binlerce insan sırf şapka giymediği için hapse atılmakla yetinilmeyip idam

edildi. İslâm düşmanı rejim kanla, idamla, zorla kabul ettirildi. Atatürk’ün

İslâm’la halkın bağlarını koparmak için Kur’an’ın alfabesini değiştirip Kur’an

harfleriyle yazılan tüm kitapları yasaklaması, elif-be öğretimini bile hapislik

suç saydı. Köyde çocuklara Kur’an öğrenimi için altyapı olarak elif-be

öğretmek, hocanın sarığını başından alarak boynuna dolayıp köy meydanında sürüklemekle

başlayan işkencelere, yıllarca hapishanelerde çürümeye sebep olacak bir suç

sayılıyordu. Allah demenin bile yasak olduğu dönemler yaşandı. Atatürk’ün

başlatıp İnönü’nün sürdürdüğü ezan okurken bile Allahu ekber demenin suç

sayılmasını, bu yüzden nice kimsenin hapislerde çürümesini kim ne ile izah

edebilir? 1980’li yıllara kadar devam eden Arapça öğrenim yasağını nereye

koyalım? 2010’lara kadar devam eden başörtüsü yasağını nasıl açıklayalım? Hâlâ

sürdürülen tevhidin günlük hayata ve siyasal alanlara yansımasının, devletin

İslâm dışı uygulamalarına yapılan eleştirinin, putlara karşı çıkmanın,

Atatürk’ün heykeline yan bakmanın hapis cezasına sebep kabul edildiğini Türkiye

dışında yaşayan Müslümanlara anlatmak zor olduğu kadar, Avrupalı Kâfirlere de

hayli zordur.  Avrupa’da, Amerika’da bile

İslâm’ı anlattığı için bir imamın, vâizin veya bir dâvetçinin hapse atıldığı

duyulmuş bir olay değildir. Bu ülkede ise içeri girmeyen meşhur âlim sayısı,

girenlere oranla çok daha azdır. Rejim, istediği âlimi el-Kaide örgütü üyesi

veya lideri diye içeri tıkar veya uydurma başka bir gerekçe bulur. Bu

satırların yazarı sadece “Atatürk’ün cenaze namazının hangi camide kılındığını

bilmiyorum” dediği için bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. 27 Mayıs 60’da, 12

Mart 71’de, 12 Eylül 80’de, 28 Şubat 97’de hapishaneler yeniden dolmuş, 20

kişilik koğuşlara 50 kişi yatırılmıştır. Bu tarihler, sıkıyönetimin tekrar

yürürlüğe konulduğu günler olduğu gibi, hapishanecilik ve zulüm tarihinin altın

sayfalarıdır.

 

 

<p>Hapishaneyi Mescide ve Okula Çevirmek</p>

Hz. Yusuf’un hapse atılması ve hapishaneyi okul ve mâbed haline getirmesi Kur’an’da

üzerinde durulan hususlardandır. Hapishane ya öğrencilik veya öğretmenlik

yapacağımız okullarımızdır bizim. Hayat mektebidir. İslâm dışı yönetimler sayesinde

Müslüman dâvâ adamlarının ikinci evleridir. Orada tevhidden bahsedip putlara ve

putçulara çatınca, kimse “içeri atarım ha” diye tehdit edemiyor. Orada çok daha

rahat tebliğ edebiliyorsun. Amerika hapishanelerinde de Türk hapishanelerinde

de çok sayıda insan Müslüman olmuş, kendini İslâm’a nispet ettiği halde

gâvurlaşan nice insan yeniden müslümanlaşmıştır. Kitap okumayan nice insan

kitapla, Kur’an’ı hiç bilmeyen çok sayıda insan Kur’an’la tanışma imkânına

kavuşur. Orada insan âciz olduğunu daha bir anlar ve Allah’a daha bir ihlâsla,

daha bir gönülden yalvarır. Oradaki kapılar dışarıya kapalı olsa da Allah’a

açıktır. Oradaki teheccüdlerin tadı başka bir yerdekinden çok farklıdır. Orada

insan tefekkür eder, orada insan namazın hakkını verir, orada insan insanlardan

korkmamayı öğrenir. Orada insan Allah korkusunun güzelliğini kavrar. Câhil

giren insan hikmetli bir âlim olarak çıkabilir. İş, eş, aş derdi olmadığı için

Rabbine ve kendine bolca vakit ayırabilir isteyen.

 

 

<p>Asr-ı Saâdette Hapishane Yerine Mescid Kullanılıyordu</p>

Medine İslâm Devletinde hapishane olarak Mescid-i Nebî kullanılmıştır. Diğer

yerlerde de câmiler... Savaş esirleri, tutsaklar geçici olarak mescidde korumaya

alınmıştır. Bu uygulama ile, esirin veya tutuklunun Müslümanların ibâdetlerini,

birbirleriyle insânî ilişkilerini, davranışlarını görüp örnek almaları

sağlanıyordu. İslâmiyet’i ve Müslümanları yakından tanıyıp görerek İslâm’ı

seçmesine; “Müslümanım” diyorsa gereği gibi müslümanlaşmasına vesile olsun;

tutulduğu yer, ceza evi değil; ödül evi olsun istenmiştir. Câmi, Allah’ın evi

kabul edilir, hapis veya esir de Allah’ın değilse bile Müslümanların misafiri.

Bununla suçlunun İslâm’ı kabullenip güzel bir kul haline gelmesi amaçlanmış ve

bunda da genellikle başarıya ulaşılmıştır (Buhârî, Salât 83; Müslim, Cihad 59).

O gün hapishaneler câmilere çevrilmiş, hapistekiler bir mâbed içindeki huzur ve

rahat içinde yaşamış iken; Bugün de tersine; câmiler hapishaneye çevrilmiştir.

Tâğutlar ve onların rejimleri, çeşitli baskı ve

dayatmalarıyla İslâm dünyasındaki mescidleri de, sadece Allah’a çağrılan yer

olmaktan çıkarmış, hakkın haykırılmasına engeller koymuş, Allah’ın dini yerine

devlet dini anlatılan mekânlar haline getirmiş, camileri mahkûm etmiş,

hapishaneye çevirmiştir. Dini insanın vicdanına ve cami duvarları arasına

hapsetmiş, sesi soluğu çıkmayacak şekilde ona zindan hayatını revâ görmüştür.

Günümüzdeki şekliyle câmiler, dinin hapsedildiği, ya da hapsedilmek istendiği

hapishaneler gibidir... İmamlar da bu hapishanelerin gardiyanları. Kimileri, buraya

gelen insanları avlayarak onları din adına uyuşturarak kendi çıkarları yönünde

kullanmak istemektedirler. Ucuz bir oy deposu, ucuz bir fedâiler mangası!

 

 

<p>İnsanlar Islah Oldukça Cezaların Azaldığı Sistem</p>

Bugün de, Müslümanların hâkim olduğu bazı ülkelerde

hapisteki Müslümanların, ezberledikleri sûre sayısına göre, cezaları

azalmaktadır. Meselâ Hamas’ın Gazze’deki hapishanelerinde Kur’an’dan bazı

sûreleri ezberleyen mahkûmlar bir yıl erken serbest bırakılıyor. Önemli olan kişiyi cezalandırmak değil, onu

ıslah etmektir.

 

Bunu tâğutî rejimlerdeki cezaevlerinde uygulayamazsınız.

Suç ve suçlu üreten sistem, hapishane aracılığıyla, suçluyu caydırmak yerine

daha büyük suçlara özendirmektedir. Hırsızlık suçundan örnek vererek bu düzende

hapishanelerin işlevini daha yakından görelim: Türk cezâ kanununda, kapkaç

suçunun cezâsı altı ay hapistir. İnfaz yasasına göre, bu müddetin yaklaşık üçte

biri uygulanır. Yani kapkaçtan nasılsa yakalanan bir kişi, bu suçu ispat edilmiş,

araya birileri girmemiş, işini halledememiş ise iki ay yatar, içeride daha

büyük hırsızlığın nasıl yapılacağını öğrenecek şekilde büyük hırsızlar

tarafından koğuşlarda gönüllü verilen derslere katılır, uzmanlaşarak topluma

döner. Sonra artık, o kapkaççı veya hırsız değildir; "bey"dir,

"sayın"dır, "hatırlı kişi"dir. Bu unvanlar, eski mesleğini

yapmadaki uzmanlığıyla yakından ilgilidir, "hortumlama"cılığa terfi

etmenin bu düzendeki ödülüdür. Bunlar hemen hiç yakalanmaz, yakalansa da (tek-tük

istisnâ dışında) mahkûm olmaz, olsa bile içeride çok kısa süreyle ve özel

şekilde "bey" gibi, "ağa" gibi ağırlanır. Şu veya bu

şekilde, şu veya bu işinde ortaklık bağlarıyla bağlı olduğu etkili ve yetkili

kişilerin yardımını görür. Dışarıdan ve içeriden bolca destek alır. Tekrar, ama

yakalanma hatası yapmayarak kaldığı yerden işine devam etmek üzere toplumun

içine (veya başına) döner. Ziya Paşa şöyle der: "Milyonla çalan mesned-i

izzette serefrâz, / Birkaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir!" (Milyonla

çalanlar yüksek ve şerefli mevkilere yükseltilerek baş tacı edilir; birkaç

kuruş çalan hırsız ise kürek cezasına çarptırılır). Bir düşünür de tâğutî

yöneticilerin özelliklerini deşifre eder: "Küçük hırsızları asıp yok

ederler. Büyükleri çok ilerlemiştir, ülkeyi yönetiyorlar." Halk paralel

yapıyla uğraştırılırken, parayer yapı, malı götürmeye devam ediyor. 

 

İnsanlarda sağlam bir iman ve ona dayalı ahlâk ve

Allah korkusu olmadığı için, bu tür kişilerin yaşadığı toplumlar, hırsız ve

hırsız adayları toplumudur. Câhiliyye toplumu, İslâm'ın anladığı anlamda

hak-hukuktan, adâlet ve insanî değerlerden uzak bir toplumdur. Dövizcide para

bozduran, "sarraf"tan (yanlış olarak "kuyumcu" denmekte)

çıkan kimsenin emniyeti, mal ve hatta can güvenliği yoktur. Elinde çanta ile

pazarda, mahallede dolaşan bir kadın her an çantasını kaptırmaktan endişe

duymakta, bir kapkaççı dehşetinden emin olamamaktadır. Nice veznedar, biraz

cesursa, fırsatını yakaladığı ve kılıfını hazırladığında, kendisine emânet

edilmiş paraları zimmetine geçirmekten çekinmeyecektir. Bunca zengin

hortumcunun niye banka sahibi olmak istediğini yirmi civarında banka boşaltma

olayından sonra artık herkes bilmektedir. Allah, bu banka sahibi hortumcuları

fâizcilere musallat etmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de fâizi(n gelirini) Allah'ın

mahvedeceği (2/Bakara, 276) belirtilir. Bankaya para yatırmak, hırsıza veya

görünmeyen hırsız olan enflasyona, ya da hastalık gibi para kemiren âfetlere

dâvetiye çıkartmaktır. Fâizcinin dünyada bile huzuru yakalayabileceği mümkün

değildir. Silâhlı gasp ve hırsızlık çeteleri de insanların mal ve can

güvenliklerini devamlı tehdit edebilmektedir. Başta sinemalar ve televizyon

kanallarındaki filmler, nasıl soygun yapılabileceğini hem de özendirerek

öğretmekte, halk da ilimden değil filmden etkilendiği için hayran olduğu

sanatçılara soygun rolünde de benzemeye çalışmaktadır. Hırsızlık çeteleri küçük

yaştaki çocukları da ağlarına düşürmekte, bunları da kirli emellerine âlet

edebilmektedir.

 

 

Suçlarıyla ve Suçlularıyla Övünen Rejim

 

Avrupa’nın en büyük adalet sarayı İstanbul Çağlayan’da. Aslında adalet sarayı mı,

yoksa zulüm binası mı demek lâzım, orası ayrıca tartışılması gereken tâğutî

kanunlarla hükmedilen adliyeler, adalet sarayları vardır. Birkaç sene önce

açılan İstanbul Çağlayan’daki adalet sarayının Avrupa’nın en büyük adalet

sarayı olması ile övünür kimi ahmaklar, merd-i kıptî misali. Avrupa’nın en

büyük adliye sarayına sahip olmak demek, Avrupa’nın en çok mahkemelik işleri

olmak, en fazla suçluya, hapishane adayına sahip olmak demek; bunlarla övünmek

de, yetiştirdiği suçlularla iftihar etmek demektir. Adalet saraylarının önünde

bir put görürsünüz. Bu başka kurumların önündeki meşhur puttan farklı bir

görünümdedir. Adaleti temsil etmek için gözleri bağlı ve elinde terazi olan bir

genç kadın heykeli kullanılır. Bu kadın, Yunan tanrıçası Themis’den başkası

değildir. Diğer elinde cezayı, baskı ve zulmü

simgeleştirmek için olacak kılıç vardır, ayağına da yılan dolanmıştır, adalete

nelerin dolandığını göstermek için diye yorumlayabilirsiniz. Evet, lady of

justice diye de adlandırılan, adalet tanrıçası… Bu heykeli şu şekillerde de

yorumlamak mümkündür: 1- Adalet, Allah’la değil, putlarla ilgilidir.

Allah’ın dağıttığı değildir, adalet, Yunanlıların tanrıça diye inandığı bir

putun dağıttığı veya teraziyle sattığı şeydir, 2- Türkiye Şirk Cumhuriyeti de,

örnek aldığı Avrupa câhiliyesi gibi, adaleti bile heykelsiz, putsuz, tanrıçasız

düşünemez. Allah’ın kitabındaki hükümlerin adaletle ilgisi yoktur bu rejime

göre, 3- Adaleti dağıtma erkek işi de değildir, 4- Adaletin gözü köreltilmiştir,

kendisini kirletenleri görmezlikten gelsin diye, 5- Körebe oyunu oynanır gibi

kapalı gözlerle adalet uygulanır, kör gözlerle suçlu ve haklı tespit edilir, 6-

Alış-verişi, satmayı temsil eden terazi, adaletin para ile, alış-verişle ilgili

olduğunu çağrıştırır. Artık vatandaşa kalmıştır, para verip avukat mı tutar,

daha kestirmeden hallolsun diye hâkim mi tutar, parasına ve tercihine bağlı.

Zaten beşerî kanunlar, güçlü böceklerin delip geçtiği, zayıfların takılıp

kaldığı örümcek ağı değil midir?   

 

 

Hürriyetin Önemi

 

İslâm’da hürriyetin kaynağı, Allah’a tam mânâsıyla kul olmaktır. Allah’a

kulluk şuuruna eren bir kimse, O’ndan başka her şeye karşı bağımsızdır.

 

Hür olmak, yaratılmışlara teslimiyetten kurtulmak demektir.

 

Hürriyetin kemâli Allah’a kul olmakta, kulluğun kemâli hürriyette.

 

Aslında hür yaratmış, insanları yaratan / İnsana insan olmuş hürriyeti aratan.

 

Hürriyetten vazgeçmek, insanlıktan kaçmak demektir.

 

Özgür olmadıkları halde, kendilerini özgür sananlar kadar hiç kimse tutsak olamaz.

 

 

<p>Yusuf’un (a.s.) Yolu</p>

<p>“(Yusuf:) Rabbim! Bana hapishane/zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir!</p><p>Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden</p>olurum! dedi.” (12/Yûsuf, 33). <p>Yusuf’un (a.s.) sünneti diye, ona da iftira atarak tâğutlara destek olanlara</p><p>sesleniyoruz: İşte Yusuf’un yolu. Yusuf (a.s.) önce neyi reddediyor ve neyi</p><p>tercih ediyor? Yusuf’un yolunu benimsemeye, dolayısıyla Allah için hangi</p>bedeller ödemeye hazır olup olmadığımız test ediliyor.

 

 

<p>Dâru’l İslâm Olmayan Yerler Dâru’l Hapis Sayılır</p>

Sürünerek, dilenerek yaşamaktansa, ayakta ölmek, ayaklanarak ölmek

daha iyidir. Esaret bahçesinde gül olmaktansa, elbette hürriyet bahçesinde

diken olmak daha faziletlidir. 

 

Zulüm istenmez, ama adalete giden yolların tıkandığı durumlarda

zulmün büyüğünden kurtulmak için, daha küçüğü tercih edilebilir.

Buna ehven-i şerreynin tercihi denilir.

İslâm’ın hayat veren ilkeleri uygulanmadığı için, tâğutların,

velisi olduklarıyla birlikte, bu ülkeyi de nurdan zulumâta çıkardığı için

yaşadığımız topraklar açık hapishaneye dönüştü. İslâm dâvâsını yeterince

bilmeyenlerin bu olguyu görüp anlamalarını bekleyemeyiz. Ama Kur’an’ı, tevhidi,

kulluğu, İlâhî rızayı hayatının merkezine alan mü’minlerin yaşadığı ülkeyi

doğru tanımlamaları şarttır. Bu ülke dâru’l-İslâm değilse, (ki olduğunu iddia

etmek İslâm’ı da, ülkeyi de hiç tanımamak demektir) adına ne denilirse denilsin

bu ismin “dâru’l-hapis” anlamını da içerdiği rahatlıkla söylenebilir. Hapis

hayatı, hürriyetlerin kısıtlanması demek olduğuna göre, Müslümanın Müslümanca

yaşama hakkının, sadece Allah’a kulluk yapma hürriyetinin verilmediği bu ülkeye

Türkiye Hapishane Cumhuriyeti denilebilir. Seçimler gardiyanlardan gardiyan

tercihi demektir. Ve halkın çoğu kendilerine hapishaneyi, hapis hayatını

sevdiren gardiyanları seçiyorsa devamlı hapiste kalmayı hak ediyor demektir.

Cezaevindekiler hayatlarından memnun, yeter ki, gardiyanları değişmesin, diğer

mahallenin gardiyanları başlarına geçmesin.

Zulme karşı çıkması gereken insanlar ne hale gelmiş yâ Rab… Gardiyanlarına

âşık olmuş, gardiyansız bir hayat düşünemeyen, Allah bilir ya, âhirette de

gardiyanların olduğu bir mekânı tercih ettiği anlaşılan hapishanelerden memnun

kimseler...

 

 

<p>“Yatar Çıkarız” Diyemeyenler “Yanar Çıkarız” Diyebiliyor</p>

 

İçeri neresi, dışarı neresi; hapishanenin içinde mi, dışında mı

İslâm daha iyi yaşanabiliyor, nerede daha hür bir şekilde Allah’a kulluk

yapılabiliyor, düşünülmesi gerekir. Hapishanedeki insanı kim ne ile

korkutabilir ki… Dışarıdaki insan için hapis korkusu cehennem korkusunu

bastırıyor. İnsanlar cehennemden korkmuyor hapisten korktuğu kadar; biri için

“yanar çıkarız” diyebiliyorlar, diğeri için “yatar çıkarız” diyemiyorlar. Sigarayı

kahvehanelerden günah korkusu kaldıramadı; 62 liralık para cezası kaldırdı. 62

lira yerine 62 gün hapis denilseydi, vatandaş sigaranın değil kendisini, adını

bile en az 62 yıl ağzına almazdı.

 

 

<p>Hapishanelerin Güzel Tarafı</p>

<p>“Dünya mü’mine hapishâne, kâfire cennettir.”</p>

(Müslim, Zühd 1, hadis no: 2956; Tirmizî, Zühd 16, hadis no: 2325)

Hapishanede insanın kıymeti anlaşılıyor, bir insanla konuşup

görüşmek insanı mutlu etmeye, kişiye moral vermeye yetiyor. Dışarıda ise insan;

kalabalıktan, gevezelikten nasıl kurtulacağının hesabını yapıyor. 

Hapishanenin duvarları dış dünyaya kapalı olsa da, iç dünyaya

açık; dışarının dünyaya açık kanalları ise, iç dünyayı ulaşılmaz kılıyor.

İçeride yatan kimsenin, zindanda bedeni esir olsa bile vicdanı

hür, gönlü hür, kafası hürdür. Dışarıdaki insanın işgal edilmedik tarafı

kalmamış, kafası esir, vicdanı hapis hayatı yaşıyor, gönlüne de müebbet

vermişler.  

 

İçeride yatan tek bir mahkûmiyet yaşıyor. Dışarıdaki hem patrona

mahkûm, hem ödenecek taksitlere veya kredi kartına, futbola, müziğe,

televizyondaki dizi dizi dizilere, özellikle internete, oyunlara ve çirkin

sitelere mahkûm yığınlar…

İçeridekiler nefislerinin, arzularının mahkûmiyetinden

kurtulurken; dışarıdakilerin önemli

bir kısmı ise sigaranın mahkûmu olmuş, futbol topunun içine hapsolmuş

vaziyette, televizyon ekranında kaybolmuş durumda.

Hapishanelerde günah ortamı yok. Dışarıda ticaret yapsan faizden

kendini nasıl sakındıracaksın, sokağa çıksan gözünü nasıl koruyacaksın, gezmeye

gitsen Müslümanca nasıl ve nerede gezebileceksin?

 

Hapishanede insanı fesada sürükleyecek pek bir ortam yok. Dışarıda

ise, fesatlar her tarafı kasıp kavuruyor.

Hapishanede insan acziyetini, muhtaçlığını anlıyor ve Rabbine

yöneliyor. Rabbiyle arasına kimse girmiyor. Dışarıda ise, Rabbe giden yollar

harâmîler tarafından kesilmiş, sayısız engeller konulmuş, insanlar Rablerine

karşı sanki hiç muhtaç değillermiş gibi, müstağni ve müstekbir.

 

Hapishanede kişi ihlâsla Allah’a gönlünü açabiliyor, huşû ve

haşyet çok daha kolay. Dışarıda ise bunca uyutucu ve uyuşturucu, bunca

çeldirici ve oyalayıcı içinde huşûyu kim yakalayabilir ki…

 

Bütün bunlar hakikat olmasına rağmen, ben niye hapishaneyi övmek

durumunda kalayım? İslâm’ı din olarak, yaşam biçimi olarak, devlet sistemi

olarak kabul etsek de her çeşit hapisten kurtulup dünya hapishanesini küçük bir

cennete çevirsek, âhiretimizi de gerçek cennet eylesek… 

 

Nefsin kötü alışkanlıklarına, hevânın emrindeki arzuların

tatminine tümüyle özgürlük verilecek; ama hayat Allah’a adanamayacak, kullukla

değerlendirilemeyecek. İsteyen haram olan yiyecek ve içecekleri alıp

satabilecek, ama faizsiz ticaret yapamayacak. İsteyen çıplak gezip yatakta

yapılanı sokakta yapabilecek, ama Müslümanlar göz zinasına girmeden sokağa

çarşıya çıkamayacak, tesettürün önünde onlarca engel olacak. İsteyen-istemeyen

on milyondan fazla ilk ve ortaöğretim öğrencisi haftada iki defa puta tapmak

zorunda bırakılacak, ama putlara karşı çıkmak yasak olacak. Tâğutlar arası

seçim olacak, ama tâğutlara tâğut deyince önce “müslümanım” diyenler

karşı çıkacak…

 

 

<p>Musîbet İstenmez; Gelirse Sabredilir</p>

Elbette kolay değildir hapislik. Özgürlüğümüzün elimizden alınmasıdır. Sevdiklerimize

hasret bırakılmamız, hayat alanımızın daracık bir hücrede insan sesine, insan

yüzüne, toprağa, suya, dağa, taşa, hasret bırakılarak sınırlandırılmasıdır.

Müslümansanız, üstelik dâvâ adamıysanız, hele bir de zâlimlere hakkı haykırıyorsanız;

bugün değilse bile yarın hapishane sizin ikinci eviniz demektir. Hapislere

düşeceğiniz kesin değilse de düşmeyeceğinizin de hiçbir garantisi yoktur. Düzen

ve düzenbazlar, düzenin kurbanı halk, hakkı söyleyip bâtıla tavır aldığınızda sizi

hapishane ile korkutmayı pek sever. Dâvâ adamı ölümden bile korkmazken

hapishaneden mi korkar hiç?<p>“Sizler Allah'ın, haklarında size hiçbir delil indirmemiş</p><p>olduğu putları O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin O'na koştuğunuz</p><p>ortaklardan nasıl olur da korkarım? Eğer biliyorsanız, söyleyin bakayım, bu iki</p>gruptan hangisi güvenli olmaya daha lâyıktır?” (6/En’âm, 81) <p>“...Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer mü’minlerden iseniz, bilin ki, Allah,</p>kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.” (9/Tevbe, 13). Hatırımızdan

çıkarmamalıyız ki, bütün dünya bir araya gelip bütün güçleriyle bize zarar

vermek isteseler Allah istemedikçe zerre kadar zarar veremezler. <p>“Eğer insanların tümü toplanıp sana zarar</p><p>verme hususunda birleşseler ancak Allah’ın senin aleyhinde yazdığı şeyden başka</p>bir zarar veremezler.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I/293)<p>“Cihadın en faziletlisi, zâlim sultana/yöneticiye</p>karşı hakkı söylemektir.” (Tirmizi, Fiten 13; Ebû Dâvud, Melâhim 17). <p>“Eğer ümmetimin, zâlime: ‘Sen zâlimsin!’</p>demekten korktuğunu görürsen, bil ki onun varlığı ile yokluğu birdir.”

(Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, c. 6, s. 349)

 

İslâm dışı düzenler korku rejimidir, baskıcıdır, zorbadır. Bu rejimlerin başındaki

egemen güçler, etrafa korku ve dehşet salmaya, hakkını arayanları sindirmeye ve

insanları robot gibi tek tipleştirmeye, daha doğrusu kendilerine kul/köle

yapmaya çalışırlar. Bırakın eylemi, düşünmek bile yasaktır, düşüncesini

söylemek ve yazmak sadece rejimden yana olanların yapmasına izin verilen bir

lütuftur.  İnsanlar öyle korkutulmuştur

ki, her yerde devletin gözü kulağı var zannedilir. Devlet, bilinçaltında

dev’letilmiş, devleştirilmiştir. Devlet denince öncelikle karakol, polis,

askerlik, mecbûrî eğitim, vergi, mahkeme, suç-ceza, hapishane... akla

gelmektedir. Bu tür korku rejimlerinin kutsal kitapları şu cümleyle başlar:

“Yurtta sus, cihanda sus!” Nice insan, omuzlarındaki kameraman ve yazıcıları

düşünmez de konuştuklarının rejim tarafından dinlendiğinden kuşkulanır. “Haram”

pek önemli değildir sokaktaki vatandaş için, ama “yasak!”, o başka. Hapis

korkusu, nice insanda cehennem korkusunun önüne geçmiştir. Ama gerçek mü’min,

sadece Allah’ın kulu olduğunun bilincindedir. Müşriklerin korktuğu korkunç

insanlar, bostan korkuluğu gibi gözükür müttakî mü’minin gözüne.     

 

 

<p>Siz Allah’tan Korkmazken, Biz Sizin Hapishanelerinizden Hiç Korkmayız!</p>

 

İnsan, dünyevî ve fâni şeylerden korkmayı ifrat derecesine vardırırsa, küçük ve gizli

de olsa şirke düşmenin sınırına girmiş olur. Mü’min inanır ki, insanları ve

bütün varlıklarıyla tüm dünya bir araya gelse, Allah istemediği müddetçe en

küçük bir zarar veremezler. Güç ve kuvvet, yalnız Allah’ındır. O yüzden

korkulmaya lâyık tek zât O’dur. Bazı insanlardan korkmanın getireceği esâret ve

istibdat zehrinin panzehiri olarak İslâm, Allah korkusunu yerleştirmiştir.

Allah korkusu olmayan kimsenin başına on tane polis diksen, işini bilen insan

suç işlemenin bir yolunu mutlaka bulacaktır. Bir de o polislere de ayrıca polis

gerekecek; rüşvet yemesinler, görevlerini kötüye kullanmasınlar diye, tabi o

polislere de başka polisler... 

İmanlar, korku terazisiyle tartılmaktadır. Korkunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.

Ya sadece Allah’tan korkup takvâ zirvesine tırmanarak Allah katında en ekrem,

yani ikram edilmeye en lâyık yiğit bir Allah eri olmak; ya da ayaklar altında

ezilinceye kadar sümüklü böcek gibi yaşamak. İnsan özgürdür; bu iki yoldan

birini seçebilir.  Ama takvâ yolunu seçerse, bilmelidir ki, bunun bedeli

ucuz değil! Korku hissinin tevhidî bilinçle, mü’mine has irâdeyle kontrol

 altında tutulması, şeytanın korku oklarının fedâkârca savuşturulup

karşı hücuma geçilmesi gerekecektir, hem de ömür boyu.  

  

Ey zâlimler! Vallahi sizlerin dünyayı sevdiğiniz kadar bizler

Allah yolunda ölmeyi seviyoruz. Ey zâlimler! Vallahi sizlerin rahatı sevdiğiniz

kadar bizler Allah yolunda cefa çekmeyi seviyoruz. Ey zâlimler! Bizleri neyle

tehdit ediyorsunuz? Bu uğurda ölmemiz şehâdet, sürgün edilmemiz seyahat,

zindanlara doldurulmamız halvettir. Ve bizler için iki güzellikten biri vardır;

ya şehâdet veya zafer. Ey zâlimler! Bizi iyi tanıyın, bizler Hasan El Bennâ’nın

öğrencileriyiz. Ve diyoruz ki; “Gayemiz Allah, önderimiz Rasûlullah, anayasamız

Kur'an, yolumuz cihad, en büyük arzumuz Allah yolunda şehid olmaktır." İbnTeymiye,

“Hapishane Mektupları” adlı kitabında benzer şekilde haykırır: Öldürülürsem bu

benim için şehâdet, sürgün ederlerse bu benim için hicret olur. Hapsederlerse hapishane

bana mescid olur. Beni nereye sürerlerse sürsünler ben her yerde yün veren

koyun gibiyim!” Bunları dillendirmek sizin

yasalarınızda hapisle cezayı hak ediyorsa, buyrun biz oraları okula, Yusuf medresesine

çevirmeye hazırız. Biz hapisten korkmayız, siz bizim hapiste de

yapacaklarımızdan korkun. Biz cehennemden sakınırız. Sizin cehenneminiz mi var

ki sizden korkalım?! Asıl siz cehennemden korkun. Zâlimler için yaşası cehennem!

“Zincirlerin altınsa da hattâ koparıp kır; / Susmak ne demekmiş? Yere haykır, göğe haykır!”      

 

“Korkup susma! Susarsan sıra (hem burada, hem orada) sana da gelecek.”

 

Ey Allahım! Korktuklarımızdan bizi koru. Korkulardan emin kıl. Korkaklıktan,

Senden başkasından korkmaktan, Senin sevgini kaybetme korkusundan başka,

korkulacak şeylerden Sana sığınıyoruz. Bizi umduğumuz güzel şeylere kavuştur. 

Lâ havfun aleyhim velâ hum yahzenûn”  (“Onlara korku yoktur,

<p> onlar üzülmeyeceklerdir de.”) dediklerinin sınıfına kat. </p>

Bu yazı toplam 2422 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar