Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Diktatörlüklerin hâmisi, şimdi de “özgürlük havarisi” rolünde..

Amerikan Başkanı Barack Hussein Obama, sadece Amerikan emperyalizminin değil, kendisinin müslüman toplumlardaki popularitesinin/  itibarının da giderek düştüğünü kamuoyu yoklamalarının veri ve raporlarından anlıyordu, herhalde..

Halbuki, dedeleri Afrika"dan zorla koparılıp zencirlere vurularak Amerika"ya götürülen ve orada, yüzyıllarca  "akıllı hayvanlar" gibi çalıştırılan insanlar olan Obama"nın Amerikan Başkanlığı"na seçilebilmiş olması, ondan beklentilerin çıtasını bayağı yükseltmişti..

Üstelik, onun Kenya"daki cedlerinin ve bizzat kendi babasının da bir müslüman olduğunu bizzat Obama da gizlemiyor; babasının kendisine verdiği Hussein ismini de yüksek sesle  dile getiriyor ve bu da, onun müslüman toplumlarda daha bir sempatiyle karşılanmasında ayrı bir etken oluşturuyordu..

Gerçi, 1965"lerden önce, derilerinin rengi siyah olan insanların beyaz derililerin gittiği lokantalara girmesine; kamuya aid ve beyaz derililerin bindiği otobüslere veya trenlerin beyazlara mahsus kompartmanlarına binmesine bile müsaade edilmediği bir toplumda; kabul etmek gerekir ki,  Obama gibi birisinin, "Amerikan Başkanı"  seçilmesi, sadece USA emperyalizminin zaafını gidermek için, onun gibilerden istifade etmek hesabıyla açıklanamaz ve bu durum, o  toplumun değer yargılarında büyük bir değişim meydana geldiğinin işareti de sayılabilirdi, herhalde..

Ama, Obama,  tarla faresi mi, ev faresi mi olacaktı; o ayrı bir değerlendirme ve deneme konusu idi.. Yine de, genel kanaat onun ev fareliği dışında bir rol oynamaya kalkışmasına onu kendisinin kaptan köşküne getiren emperyalist sistemin müsaade etmiyeceği yönündeydi.. Öyle de oldu..

Halbuki, Obama, Amerikan Başkanlığı"na gelir gelmez, Türkiye ve Mısır"a yaptığı gezilerdeki konuşmalarında başka bir profil oluşturmaya çalışmış, beklenti çıtasını yüksekte tutmuştu..

Buna rağmen, Obama, sadece Amerikan toplumunda değil, müslüman toplumlarda da niye bu kadar sevimsizleşti?

Denilebilir ki, o, bir taraftan dünkü kölelerin günümüzdeki uzantısı olduğunu unutmuyor ve genlerinde atalarından tevarüs ettiği duyguların ruhundaki yönlendirmelerinin etkisinde kalıyor;  diğer taraftan da, başında / kaptan köşkünde bulunduğu emperyalist sistemin çarklarını kendisinden öncekilerden daha iyi çeviremediği takdirde, o çarkların dişlileri arasında ufalanıp gideceğini unutmuyordu..

Onun içindir ki, Amerikan emperyalizminin, Irak ve Afganistan"dakiler en açıkları olan  bütün cinayetlerini sürdürdü ve Fılistin"de siyonist İsrail rejimine işlettiği cinayetlere uluslararası kılıflar bulmaktaki geleneksel Amerikan siyasetinden geri kalmadı..

Hele, komunizmi yenilgiye uğratmak için 1980-90"lı yıllarda, Afganistaan"da yıllarca işbirliği yaptıkları ve önceleri "mojaheed"/ mucahid diye isimlendirdikleri, sonra ise bir "uluslararası terorist" ve bir gulyabanî profili oluşturdukları  Usâme bin Laden etrafında Amerikan emperyalizminin geliştirdiği söylemler, aklı başında hiçbir müslümanın kabul edemiyeceği hususlardır..

Böyleyken..

Obama"nın 19 Mayıs günü, özellikle de  Ortadoğu"yla ilgili önemli bir konuşma yapacağı  açıklandığında..

Biraz bilinen çerçevenin dışına çıkabileceği tahmin edilebiliyordu..

Ama,  görüldü ki Obama,  tereciye tere satmak  gibi bir abesle iştigale devam ediyor ve Usâme bin Laden"in şehid olup olmadığına dair fetvayı başkasına bırakmak istemiyor ve "El"Qaide"yle mücadelemizde çok büyük bir darbe vurduk ve Usâme bin Laden"i öldürdük. Bin Laden bir şehid değil, bir katliâmcıydı;  demokrasiyi reddetti, Müslümanların temel haklarını reddetti.."  diyordu.

Obama, bu iddialı fetvacılık tavrından sonra, Ortadoğu coğrafyasısnda son bir kaç aydır sürmekte olan ve "Arab Baharı" diye isimlendirilen büyük ve kanlı sosyal değişimlerin üzerine de kendi imzasını atmaya yelteniyordu.. Çünkü, Kasısm-2012"de yapılacak olan Başkanlık seçimlerine katılabilmek için bir takım atraksiyonlar yapması gerekiyordu.. Ve zaman daralıyordu..

Ayrıca siyonist İsrail rejiminin başbakanı Benjamin Netanyahu da Washington"a geliyordu.. Onun, hem Amerikan siyasetinde ve kamuoyunda etkin olan yahudi lobisi kanalıyla Amerikan iç siyasetini ve dışsiyasetini de etkileyecek çapta birisi olduğunu Obama da elbette iyi biliyordu.. Ve onun sınır tanımaz taleblerini ve bu talebleri yerine getirtmek için Amerikan iç siyasetindeki baskı gruplarının yaptırım gücünü de bilmiyor değildi Obama..

İşte böylesine hassas bir dönemde, Obama hem müslüman coğrafyalarındaki imajını düzeltmeye yarıyabileceği; hem Amerikan iç siyaset çevrelerine muktedir bir başkan profili çizebileceği ve hem de Netanyahu"nun Amerikan iç siyasetini de derinden etkileyen yahudi lobisinin baskılarından da güç alan taleblerine bir fren oluşturabileceği umuduyla, bu konuşmayı yapmaya karar verdiği söylenebilir..

*

Bu açıdan bakıldığında, Obama, elbette ki ve dış siyaset dengelerini de gözeterek yaptığı bu son konuşmasında, kimseyi memnun edemememiş gözükse bile, eğer söylediklerini uygulamaya geçirebilirse; yine de önemli şeyler dile getirmiş bulunmaktadır.

Obama"nın sözlerinden en baaşta da, diyar-ı arab"daki diktatör rejimler memnun olmamışlardır..

Ama, ona açıktan itiraz edebilecek durumda da değillerdir.. Çünkü, bugüne kadar sürdürdükleri diktatörlüklerinin de asıl dayanağı yine Amerikan emperyalizmi idi.. Bugün artık, o "emperyalist efendileri", onlara, sosyal değişim taleblerini yoğun ve yaygın olarak dile getiren  halklarının sesine kulak vermelerini, şimdi de bu yönde hareket edip öncülük yapmalarını, ya da yolu tıkamaya kalkışmayıp kenara çekilmelerini öğütlemektedir..

**

Emperyalistler, "mucahid" dediklerine, "terorist"; can-ciğer dostlarına da diktatör demekte tereddüd etmez..

Evet, Obama, Tunus"daki ayaklanmayla başlayıp Mısır"a ve oradan Yemen, Libya, Bahreyn ve  Suriye"ye sıçrayan ve bütün diktatörlük rejimlerni korkulara salan halk hareketlerinin üzerine himaye kanadını açıyor ve düne kadar sıkı-fıkı işbirliği yaptıkları rejim ve liderleri ve onların 30 yıllık sembolü olan Husnî Mubarek"i bile şimdi diktator olarak niteleyip, yeni gelişmelerin de öncüsülüğüne ve özgürlük havarîliğine soyunuyor ve özetle şunları söylüyordu:

""Meydanlarda sokaklarda insanlar temel hakları için ayaklandı. Bu ülkeler bizden çok uzakta olsa da, ekonomi, güvenlik ve tarih açısından bakıldığında, bizim geleceğimizin Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesine bağlı olduğunu görüyoruz.. (") Birçok yerde iktidar çok az kişinin elinde odaklanmıştı. İnsanların yargıya, bağımsız medyaya, eleştirel partilere ya da özgür ve âdil seçimlere dönme şansı yoktu. Halkların kendi kaderini tayin edememe durumu bölge ekonomisine de etki etti.  Yeni bir nesil çıktı ve onların sesi bize "Değişim reddedilemez" dedi.

Kahire"de bir anne "İlk defa temiz hava alabiliyorum" dedi San"a"da öğrenciler "Bu gece bitmeli" dedi. Şam"da genç adamların "İlk çığlıktan sonra kendinizi onurlu hissediyorsunuz" dediğini duyduk.

Şiddetsizliğin ahlâkî gücüyle halklar, teröristlerin on yıllardır yapamadığını 6 ayda yaptı.

Bu hikaye bitmeden, yıllar geçecek. İyi ve kötü günler olacak. Bazı yerler çok hızlı, bazı yerler kademeli olarak değişecek. Vahşi bir iktidar yarışı olacak. Bizim için soru şu: Bu hikayede Amerika ne rol oynayacak?

Bölgedeki temel çıkarlarımız: Terörizmle mücadele, nükleer silahların önlenmesi, İsrail"in güvenliğine destek,  Arab-İsrail barışı. Biz çıkarlarımızın halkın umutlarına düşman değil, destekçi olduğuna inanıyoruz. Sadece bu çıkarların peşinde koşan bir strateji aç karınları doldurmaz, halkın aklındakini konuşmasına izin vermez. İnsanların Amerikan çıkarlarını bizim zararımıza olacak şekilde sürdürüyor anlayışını değiştirmemiz lâzım.

Bu yüzden Kahire"de 2 yıl önceki diyalog girişimimizi karşılıklı çıkar ve saygı üzerinden genişletmeye başladım. "Bireylerin kendi kaderini tayin etmesi." Bu statükonun üzerine kurulu olduğu fay hatları eninde sonunda bizi yıkacaktır.

Dünyayı olduğu gibi kabul etmeden önce olması gerektiği gibi yapacak şansımız var ama bunu alçak gönüllülükle yapmalıyız.

İnsanları Tunus ve Mısır sokaklarına biz çıkarmadık. Her ülkede temsilî demokrasi olmayabilir, çıkarlarımız her zaman bölgedeki uzun vadeli vizyonla uyumlu da olabilir.

Ama,  ABD bölge halkına şiddet kullanılmasına karşıdır. ABD bunlara inanır: Özgürce konuşma hakkı, özgür toplanma, din özgürlüğü kadın-erkek eşitliği, liderini seçme hakkı. Ekonomik ve siyasi reformları destekliyoruz. Desteğimiz ikincil bir çıkar değildir, birincil önceliktir ve somut faaliyetlerle ortaya konmalıdır.

Mısır ve Tunus"ta kaybedilecek çok şey var. O yüzden desteğimiz buradan başlayacak. Ama henüz buna başlamayanları da destekliyoruz.

Zaman zaman korkunç sonuçlar ortaya çıkıyor. Bunun örneği Libya.. Rejim değişikliği zorlarsan olmaz, biz bunu Irak"ta gördük. Ama, Libya"da bir katliâm vardı ve biz de Libya halkının yardım çağrısına karşılık verdik. Şimdi zaman Gaddafî"nin aleyhine işliyor. Ülkesini kontrol edemiyor. İktidardan ayrıldığında demokratik dönüşüm başlayacak.

Ancak sadece Libya yok. Son olarak Suriye rejimi de öldürme yolunu seçti. Dün açıkladığımız yaptırımlar dahil birçok önlem aldık. Suriye halkı demokrasi istediğini gösterdi. Esed, ya bu değişime liderlik eder,  ya da yoldan çekilir.

Ciddî  bir diyalog başlatılmalı, aksi takdirde Esed"in rejimi içeriden zorlanacak, dışarıdan yalnız bırakılacak.

Şimdiye kadar Tahran"ın desteğini aldı. Bu da Tahran"ın ikiyüzlülüğü. Hem göstericilere destek verdiğini söylüyor hem de kendi halkına baskı uyguluyor. Bu olaylar ilk nerede başladı? Tahran sokaklarında..  

İran"ın tolerans eksikliğine ve nükleer programına muhalefetimiz biliniyor. Ama zaman zaman bölgedeki dostlarımızın da (Erdoğan Türkiyesi"ni kasdediyor) değişimin yanında olmadığı anlar oldu.

Yemen ve Bahreyn için de geçerli bu. Hükümet ve muhalefetin ileri gidebilmesinin tek yolu barışçı diyalog. Ama, muhalefetin yarısı hapisteyken nasıl diyalog olacak?

Mezheb farklılıkları illâ çatışmaya yol açmaz. Irak"ta çok mezhebli, çok etnik gruplu bir demokrasinin umutlarını gördük. 

Özellikle din konusunda. Tahrir"de "Müslüman-Hristiyan hepimiz biriz" sloganlarını duyduk ve aralarında köprüler kuruldu. 3 dinin doğduğu yerde hoşgörüsüzlük sadece felakete yol açar.

Aynı şey kadınlar için de geçerli. Kadınlar güçlü oldu mu ülkeler daha refah içinde olur.

Duvarlar yıkılmalı. Yolsuzluk, bürokrasi ve patronaj ilişkilerine çözüm bulunmalı. Milletvekilleri ve aktivistlerle birlikte çalışarak bunun için yollar arayacağız.

Önümüzdeki bütün engellere rağmen umutlu olabiliriz. Şam"da, Bingazi"de insanların özgürlükleri barışçı şekilde kutladığını görüyoruz.

Demir yumruklar gevşeyecek.

Bizim ulusumuz da bir imparatorluk karşısında (Amerika"da, hemen tamamı ingilizlerden oluşan halkın, 1774"de İngiliz lere karşı verdiği istiklal/ bağımsızlık savaşıhatırlatılıyor) verilen bir savaşla kuruldu, bir iç savaş yaşadı, eskiler şiddetsizliğe sarılmasaydı, barışçı protestolar yapmasaydı ben burada olamazdım. O sâyede "herkes eşit yaratılmıştır" ölçüsü gerçek oldu."

Evet, Obama"nın uzun konuşmasından bazı bölümleri, üzerinde durmak için buraya aktardık..

Burada bir nokta var..

Bazı kimseler, Amerikan emperyalizminin düne kadar bu rejimlerin çoğuyla işbirliği yaptığını, Suûdî rejimi gibi en katı diktatörlüklerle münasebetini de sürdürdüğünü unutup, emperyalizmin karşı çıktığı her şeye destek vermek ve onun destek verdiği her duruma da karşı çıkmak gibi bir yanlışa saplanıyorlar.. Sanki, diktatörlük rejimleri, emperyalizmin emellerine hizmet etmiyor ve de İslam"a uygun imiş gibi..

Halbuki, biz müslümanlar, emperyalistler destekledikleri veya karşı çıktıkları için değil, insanlık hak ve haysiyetimize karşı olan her güce ve güç odağına,  rejimlere karşı çıkarız..

Bu gibi durumlarda mantıkî açmazlkara düşmekten kurulmak için, en güzel ölçü herhalde şu olmalıdır:

Önemli olan, Ebu Cehl"e düşman olmak değil: Resulullah"a dost olabilmektir.

Çünkü, Ebu Cehl"e düşman olanların, Resulullah"a da düşman olmaları mümkündür.. Ama, Resulullah"a dost olanlar ise, Ebu Cehl"e de otomatik olarak, kesinlikle düşman olur..

**

Garb Cebhesi"nde yeni bir şey yok..

 Obama"nın son konuşmasından, HAMAS ve Hizbullah gibi inkılabçı İslamî mücadele odakları da tabiatiyle memnun olmamışlardır.. Çünkü, Amerika"nın bu yaklaşımında Fılistin"in mazlûm ve mağdur halkı için yeni bir şey yok..  Obama"nın İsrail"e yaptığı 1967 Savaşı öncesi sınırlara çekilmesi yolundaki çağrılar da Filistin halkının aslî talebi olmadığı gibi, hem de o isteğin bile hayata geçirilmesi yolunda, tavsiye ötesinde bir şey yapılacağına kimse inanmamaktadır.. Özü itibariyle,  60 küsur yıldır tekrarlanıp durulan ve siyonist İsrail rejimini korumayı hedefliyen, onun işgal, gasb ve diğer cinayetlerinde daha bir teşvik eden sözler.. "Filistinlilerin İsraillilerin meşruiyetinin altını oymaya çalışarak kazanacağı bir şey yok. Eylûl ayında yapılacak Birleşmiş Milletler zirvesinde İsrail'i yalnız bırakma girişimleri, bağımsız bir Filistin devleti getirmeyecek.. İsrail"in varlık hakkını kabul etmeden Filistinlilerin devleti olamaz." şeklindeki sözler de. Amerika tarafında değişen /değişecek bir şey olmadığını gösteriyor..

Çünkü, Obama"nın da derdi, siyonist İsrail rejimin güvenlik ve huzurunun sağlamak.. Bunu onun,  "Onyıllar boyunca İsrailliler çocuklarının bir gün bir otobüsteki patlamaya kurban gidebileceği endişesiyle yaşadı.."  şeklindeki sözlerinden de çıkarmak mümkün.. Ama, bunu hatırlatan Obama, Filistin halkının, kadın, çocuk, ihtiyar, savunmasız -silahsız sivil demeden, ve  uluslararası kurallara göre kullanılması yasak olan napalm, salkım ve forfor bombalarının kullanıldığı bombardımanlar altında, binler halinde can verdiğini söyleyemedi..

Sadece,  "iki yıldan fazladır bu problemi sona erdirmek için uğraşıyoruz. Ama beklentilerimiz bugüne kadar boşa çıktı.." demekle yetindi..  Obama, "Yerleşim inşaatları sürüyor, Filistinliler ise müzakere masasından kalktı. Açmazdan başka bir şey yere varamadık." derken de, bizzat kendi hükümeti tarafından yapılan, işgal bölgelerinde yeni yerleşim birimleri kurulması yönündeki çalışmalara anlayışla yaklaşılan açıklamaları da hatırlamadı.. Ama, "Bizim İsrail"e bağlılığımız sarsılamaz. Her zaman dostumuzun yanında oluruz.,."  demeyi ihmal etmedi..  Obama"nın "Filistinliler için ise,  işgalin ve kendi devletine sahib olamamanın verdiği utanç vardı." gibi gönül alıcı cümleleri ise, bir diplomatik manevradan öteye bir mâna ifade etmiyordu..

Buna rağmen,  Obama"nın sözleri, siyonist İsrail rejimi siyasi çevrelerini, yine de derinden öfkelendirmiş ve korkutmuştur.. Nitekim, sadece İsrail rejimi şemsiyesi altında olan çevreler değil, o şemsiyeyi bu rejim üzerinde tutan ve Amerika"da oldukça güçlü olan yahudi lobisi de,  pratize edilmesi ihtimali hayli zayıf olsa bile bu sözlerden son derece rahatsız olmuşlardır; diplomatik sahada bir mevzi kaybettiklerini düşünerek..

Çünkü, Obama şunları da söylüyor: "Doğruyu söylemeliyiz. Filistinlilerin çoğu Ürdün Irmağı"nın diğer tarafında (Batı Şeria"da) yaşıyor.  Sadece birkaç kişiyle olmaz, barışın erişilebilir olduğuna milyonlar inanmalı.. Demokratik Yahudi devleti yerleşimlerle (yeni yerleşim bölgeleri tesis ederek) kurulamaz. (") Görüşmelerin temeli çok net: Varlığını sürdürebilecek bir Filistin ve güvenliği sağlanmış bir İsrail.. Biz sınırların 1967 (Savaşı öncesi) sınırlarını temel almasını ve toprak alışverişi yapılmasını savunuyoruz. Güvenlik konusuna gelince, her halkın kendini koruma hakkı var. İsrail kendi kendini savunabilmeli. Etkili sınır güvenliğini sağlamalı. İsrail ordusunun çekilmesi süreci bağımsız silahsız Filistin'le birlikte koordine edilmeli.  Filistinliler sınırlarını, İsrailliler de güvenlik kaygılarının karşılanacağını bilmeli..

Bu ikisinin sağlanmasının da problem çözemeyeceğini biliyorum. Çünkü ortada Kudüs'ün konumu ve mülteciler problemi de var. Ama, ilerlemek bu problemelerin de âdil bir biçimde çözülmesini sağlayacaktır.

Masaya dönmenin kolay olmayacağını ben de biliyorum.

Özellikle, El Fetih-HAMAS anlaşması İsrail için soru işareti oluşturuyor... Varlığınızı tanımayan bir tarafla nasıl müzakere yapabilirsiniz ki?  Ama, çoğunluğun geçmişte hapsolmak yerine geleceğe bakmaya niyetli olduğuna inanıyorum.

 Yapılması gereken seçim bu, sadece İsrail-Filistin için de değil. bölge genelinde: Nefret mi umut mu? Geçmişin zincirleri mi, geleceğin vaadleri mi?

Sürekli erteleme problemin çözümü olamaz. İsrail, yahudi devleti olacak, Filistin de Filistinlilerin devleti... Her iki devlet de birbirini tanıyacak."

Evet, bu sözler, Fılistinliler açısından, en azından geçmişteki Amerikan Başkanlarının sözlerinden daha ağır değil.. Ama, siyonist İsrail açısından, bekleseler bile, işitmek istemedikleri çapta epeyce yeni..

Ama, bu laflar arasında, bir yeni teslimiyet de var..  Amerikan Başkanı da,  tıpkı son zamanlarda Netanyahu"nun ısrarla vurguladığı üzere, sadece İsrail isimlendirmesiyle yetinmiyor ve Netanyahu"nun,  "İsrail"in bir yahudi devleti olduğunun kabul edilmesi gerekir.." şeklindeki dayatmasını benimsemiş gözüküyor..

Bu da, siyonist İsrail"in gasb ettiği topraklarda yaşayan  ve o toprakların aslî sahibi olan Filistinlilerin yahudi olmadıkları müddetçe ikinci sınıf vatandaş olacaklarının önkabulünü gerekli hale getiriyor.. Halbuki, uluslararası hukukda ve özellikle hemen daima vurgu yapılan BM  İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi"nde,  devletlerin, hukuk düzenlemeleri yaparken, "insanlar arasında ırk, dil, cinsiyet vs. yanında, din farkı da gözetilemiyeceği şeklinde ifade olunan temel prensip konusunda, İsrail sözkonusu olunca bir istisna getirilebileceğinin kapısı açılıyor. Halbuki, -Obama"nın deyişiyle- İsraillilerin "yahudi devleti"  kurmak hakkının tanınmasına karşı meselâ Fılistinlilerin de,  kuracakları devletin bir "İslam Devleti" olacağı şeklinde bir önşartları olsa, bunu en başta da Amerikan emperyalizminin kesinlikle kabul etmiyeceği açıktır..

Konuya bu açıdan bakıldığında, İslamî temeller üzerinde bir toplum inşa etmeye çalışan HAMAS"ın,  laik hedefleri esas alan bir Mahmûd Abbas liderliğindeki El"Feth ile vardığı anlaşma da üzerinde ayrıca durulmayı gerektiriyor..

 

 

 

haksöz

Bu yazı toplam 2163 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar