Abdurrahman Dilipak
D8 Bildirisine Nusayrat'tan cevap
Derin Gerçekler
8 Haziran’da, tam da Hac ve Kurban Bayramı’nın hemen öncesinde, Zilhicce günlerinde D8 bildirisinin yayınlandığı gün, Siyonist İsrail güçleri 4 İsrailli esir kurtarma operasyonu bahanesi ile, Nusayrat’daki BM mülteci kampına saldırdı. Çoğu kadın ce çocuk Silahsız sivillerin bulunduğu kamptaki 64’ü çocuk, 57’si kadın 274 şehit edildi. Operasyon sırasında 153’ü çocuk, 161’i kadın 698 kişi yaralandı. 89 bina bombalandı.
Bu arada İsrail’de savaş kabinesinde tartışma çıktı. Ordu huzursuz, radikal bir parti koalisyondan ayrıldı. İsrail’de koalisyon dağılmanın eşiğinde. AP seçimlerinde sağcılar yükselişte. Göçmen politikası ve Globalist politikalar Avrupa’yı kilitlenmeye ve iç hesaplaşmaya sürüklüyor.
İsrail saldırılarında Ekim 2023'ten bu yana çeşitli ülkelerden 100'den fazla gazetecinin ve 200'den fazla insani yardım görevlisinin İsrail'in eliyle öldürülmesi karşısında maalesef, ne o batılı insan hakları kuruluşları, Gazeteci ve yazar birlikleri, sendikalarının çoğu hiç bir tepki vermediler. Malum media da bu gerçekleri görmezden geldi. Buna rağmen batıda vicdan sahibi insanlar, İslam ülkeleri(!?) kıskandıracak düzeyde tepki verdiler.
Aynı gün 1.2 milyar nüfusa sahip 8 ülkenin dışişleri bakanları Hakan Fidanın daveti üzerine İstanbul’da bir araya gelip bir bildiri yayınladılar. Türkiye, Endonezya, Malezya, Bangladeş, Pakistan, İran, Mısır ve Nijerya dışişleri bakanları yayınladıkları bildiride “İsrail’in Kudüs-ü Şerif de dâhil olmak üzere Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da Filistin halkına yönelik acımasız saldırısını” kınadılar. Bildiride çözüm için İslam İşbirliği Konferansı, BM kararları, Uluslararası Ceza Mahkemesi adres gösterildi.
Bana kalırsa bu konuyu takip etmek için derhal bir ajans kurulması gerek. Mesela konunun hukuki olarak takibi gerek. İslam ülkelerinin tek tek UCM’ye müdahillik talebi yeterli değil. Bakın bu talep bile İİK üyeleri için büyük ölçüde karşılıksız kalacak. Peki bu ülkeler neden kendi ülkelerinde bu konuda bir ceza davası açmazlar. STK’lar, Barolar, bu mahkemelere müdahil olmazlar.
Mescid-ı Aksa, Kudüs ve Arzı Mev’ud coğrafyasının hukuki statüsü konusunda ciddi forumlar düzenlenmesi gerekir. Osmanlı dönemi, Dini Vakıflar ve Hilafet kurumu açısından konunun ciddi bir şekilde ele alınması gerekir. Zira Hilafet mana ve mefhum olarak TBMM’nin ve Cumhuriyetin içinde mündemiç ve tahtında müstetirdir. Yine ayrıca, özel komisyonlar kurup, dünyaya dağılan Filistinliler ’in tespiti ve geri dönüşleri için hazırlıklar yapılmalı, bu yönde çalışmalar başlatılmalıdır. Filistin devletinin BM üyeliğinin onaylanması durumunda, vatandaşlıklarının tescili ve bulundukları ülkelerde oy kullanabilmeleri için gerekli çalışmalar şimdiden başlatılmalıdır.
Bakın, ille de kriz ortaya çıkınca değil, bugünden “Arz-ı Mev’ud” konusu ele alınması gerekir. Bu bölgede, Türkiye ile birlikte, Irak, Suriye, Kuveyt, Suudi Arabistan, Ürdün, Lübnan, Filistin, Mısır ve Sudan bulunmaktadır ve belki bu ülkelerin katılımı ile ilgili ayrıca özel forumlar düzenlenmelidir.
HABAT ve AGARTHA’nın gölgesinde, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu sınır bölgesini ve bölgedeki diğer ülkeleri kapsayan, Türk, Arap, Rus, Fars, Kürt, Gürcü, Ermeni Yahudilerini ve Musevilerini içine alacak HAZARA ve KARAY konusunun da bölge devletleri ile birlikte alınması gerekir. Aynı şekilde FETÖ’nün dile getirdiği İBRAHİMİ dinler arası Diyalog ve son zamanlarda İsrail’in dile getirmeye başladığı NUHİ YASALAR konusunun da bu çerçevede ele alınması, bu yönde yapılan çalışmaların takip edilmesi gerekir.
Şu husus önemli: “Filistin halkının zorla yerinden edilmesi, topraklarından sürülmesi veya başka bir yere gönderilmesine yönelik her türlü girişimi mutlak bir biçimde reddettiğimizi bir kez daha teyit ederek, yerlerinden edilmiş Filistinlilerin evlerine ve topraklarına koşulsuz dönüş çağrısında bulunuyoruz”. Ben bunu Gazzelilerin Sina’ya sürülmesi ve tehciri ile ilgili Siyonist planlara karşı bir RED olarak anlamak istiyorum. Bugünkü Filistin topraklarında yaşan Filistinliler, dünyaya dağılmış Filistinlilerin yaklaşık dörtte birinden ibaret. Filistin devleti tanınırken, kesinlikle bu insanların kendi topraklarına dönüşünden sonra Filistin yönetiminin belirlenmesi ve kesinlikle yeni bir Tehcire izin verilmemesi gerekir.
“Filistin Devleti’nin ebedi başkenti Kudüs-ü Şerif üzerindeki tam egemenliğinden söz ederken Kudüs’ün İbrahimi gelenek içinde dini unsurların hak ve hukukunu korurken, her topluluğun kendi inanç değerlerinin gerekleri konusunda niye Hz. Ömer’in Kudüs beyannamesine atıf yapılmaz ki. Orada Mescid’I aksanın beynel Müslim’in statüsüne atıf yapılması gerekirdi. Kutsal mekanların. Siyasi kuruluşların egemenlik alanı olarak görülmesi doğru bir yaklaşım değildir. Elbette Korucu ve Hadim olarak varlıkları önemlidir. Bunun için Kudüs ve Mescid-i Aksa ve diğer kutsal yerlerin statüsünü aslında uluslararası divanlarda not etmek gerekir. Bildirideki “İsrail’in Kudüs’teki kutsal mekanlara yönelik saldırılarını ve İsrail’in ibadet özgürlüğünü ihlal eden yasa dışı tedbirlerini kınıyor, mukaddes Mescid-i Aksa’nın/Harem-i Şerif’in ve kutsal mekanların tarihi statükosunun sözde ve uygulamada değiştirilmeden muhafaza edilmesi gerektiğini vurguluyoruz” şeklindeki ifade konusunun belki de İslam Konferansı, Arap Birliği, D8 gibi divanlarda ayrıca ele alınması gerekir..
Bu arada Lübnan’a yönelik saldırı tehdidi ve Suriye’ye yönelik saldırılarla ilgili “İsrail'in bölge ülkelerini kışkırtarak savaşı tırmandırmaya yönelik eylemlerini ve meşru gösterilemez saldırılarla İran'ın Şam Büyükelçiliğini hedef almasının” reddedilmesi önemliydi.
Kuşkusuz bir gün süren bir istişare sonunda yayınlanan bir bildiri ile bu işler hal yoluna konulamaz. İbadetin çok olması değil, sürekli olması gerekir. İstanbul’da bu toplantı olurken İsrail’in adeta bu toplantıya cevabı bir meydan okuma anlamı taşımaktadır. İslam Konferansı bir toplantı yaptı, bir temas grubu oluşturuldu, ondan da bir sonuç alınamadı. Bu tür sonu gelmeyen, bir şeyler yapılıyormuş gibi, “dostlar alışverişte görsün” kabilinden yapılan işler, bir sonuç doğurmayacağı gibi, karşı tarafın cüret ve cesaretini artırmaktadır. Sahi, mesela D8 ülkeleri niye, kendi aralarında daimi bir “Kırmızı Telefon Hattı” oluşturmazlar. Bu konuyu bir D8 ülkeleri arasında “OHAL” konusu olarak ele almazlar. D8 Ülkelerinin çağrısı ile, AVRUPA, ASYA, AFRİKA, AMERİKA kıtasındaki bu konuya duyarlı ülkelerle ORTAK FORUMLAR yapmazlar. Unutmayalım ki, sadece yaptıklarımızdan değil, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğiz.
Özellikle İslam ülkelerinin bu olaylar karşısında sessizliğinin ciddi bir şekilde analiz edilmesi gerekir. Siyaset, Sivil toplum, Cemaatler neden ve nasıl bu kadar sessiz oluyor. Bunun incelenmesi gerekir. Neden bu kadar büyük bir İslam dünyası bu kadar aciz, bu kadar küçük bir ülke nasıl bu kadar kendini güçlü gösterebiliyor. İsrail’e öfkeli bildiriler yayınlamadan önce, İsrail’in arkasındaki ülkeler, örgütler, şirketleri görüp, eğer onlarla olan ilişkilerimizi gözden geçirmiyorsak, bizde bir sorun var demektir. Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardı değil mi? “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allah’ım”.. “Islah ediciyiz” diye içimize giren “bozgunculara dikkat. Dikkat edelim o Lanet olası Şeytan bizi Allah’la ya da toplumda itibar gören dünyevi şeylerle aldatmasın.. Bu anlamda “suret-I Hak’dan gözüken “ İns’in Şeytanlarına dikkat!
Sanırım bu işlerin neden, nasıl, niçin böyle olduğunu anlamak için bu son tespit önemli. Bu günleri dikkatle takip ederseniz, kim gerçekte kimdir anlayacaksınız. Onların söylediklerine kulak verirken, ayakları nereye gidiyor, gözlerinizle onları takip edin.
Belki bizim önce Müslümanlığımızı ve bu konudaki samimiyetimizi, ferasetimizi sorgulamamız gerek.
Selam ve dua ile.