Çocukların “ Allah nerede? ” Sorusuna Nasıl Cevap Verilmeli

Çocukların “ Allah nerede? ” Sorusuna Nasıl Cevap Verilmeli

“Her yerde hâzır ve nâzır” cevabı çocuklara yetmeyecektir. O halde nasıl açıklamalıyız?

5- 6 yaş grubundaki çocuklar tarafından Allah çok tabii olarak insani vasıflarla tasavvur edilmektedir. Çocukların Allah hakkında kullandığı her sıfatın içerisinde fiziksel unsurlardan ve duyular âleminden bir şeyler bulmak mümkündür. Her ne kadar çocuk üç ve dört yaşlarında olduğu kadar masalımsı unsurlara yönelmiyorsa da yine de elde hissettiği aşkın gücün manasını tam kavradığı söylenemez.
İslâm’ın öğrettiği zaman ve mekândan münezzeh “her yerde hâzır ve nâzır” Allah inancının bu yaşlardaki çocuklar tarafından doğru bir şekilde anlaşıldığını söyleyemeyiz.
Bu yaşlardaki çocukların sebep-sonuç ilişkilerini tam olarak çözümleyemediklerini düşünecek olursak, çocuktan, dinin en temel kavramı olan Allah’ı bir yetişkin gibi algılaması da beklenemez.
5-6 yaşlarındaki çocuklar için büyüklük ve yükseklik mekânla sınırlıdır. Bundan dolayı olmalıdır ki, Allah tasavvurunda O’na uygun görülen mekân, çocuğun görebildiği en yüce ve ulvi mekân olarak gökyüzüdür. "Sence Allah nerede?” şeklinde düzenlenen bir soruya genellikle (Bulutların üstünde. / Bulutların arasında / Havada / Uzayda / Yıldızların ve Ay’ın yanında” gibi yukarıya ve gökyüzüne ilişkin karşılıklar verilmiştir.
Diğer bir cevap kategorisinde ise "Cennet’tedir.” cevabı alınmıştır. Bununla birlikte, "Peki cennet nerede?” sorusuyla cennet imajını derinlemesine anlatmaya gayret gösterdiğimizde, "Yukarıda / Gökyüzünde / Bulutların üstünde” şeklinde cevap alınmıştır.
"Yukarıda” ve "cennette” cevaplarının dönüşüm halinde olduğuna bakılırsa, Allah’ın yeri cennet olsa bile o yer gökyüzüdür. Çünkü cennet de tıpkı Allah gibi somut (müşahhas) düşünceye sığdırılamayan bir kavramdır. Öyle anlaşılmaktadır ki, çocukların çok emin oldukları ve Allah’a layık gördükleri mekân, 9 yaşlarının sonuna kadar gökyüzü olarak kalacaktır.
Çocukların bazısına göre, Allah gök yüzünde asılı durmaktadır. Kimilerine göre bulutların arasında bir evde yaşamaktadır.
Murat (5:11): “Allah dünya gezegeninde kalıyor. İnsanların olmadığı gezegenlerde yaşamaz, çünkü canı sıkılır.”
Dilara (5:4): "Buluttan beyaz bir evde oturuyor, bazı geceler Ay’la beraber geliyor. Ama O’nu göremiyorum.” Allah ara sıra kaldığı bu yerden inip ibadet eden insanları görmeye ve dileklerini kabul etmeye gelen bir varlık olarak düşünülür. Fakat bu varlığın çok büyük olmasından dolayı yeryüzüne inmemesini yeğleyenler de vardır.
Sena (6:3): “Allah çok büyüktür Eve giremez. Girerse her şey kırılır. Bir yere basar basmaz taşlar kırılır, çocuklar ezilir. Koltuğuna oturursa, çok şişman olduğu için yere düşebilir"
Çocuklardan bir kısmı, “Allah her yerde, kalbimizde ve yanımızdadır.” gibi mücerred cevaplarla İslâm’daki gerçek inancı yansıtmıştır.
Aynı şekilde ilâhı varlığı her an yanlarında hissedip hissetmediklerini anlamak istediğimizde iki değişik düşünceyle karşılaştık. Bunlardan birincisi, dinî hakikatleri kısmen yansıtan, Allah’ın ibadet ederken insanların yanında olduğunu farzeden düşüncedir. Bu arada Allah ancak yaptığı yardım ve fiillerle hissedilebilen bir yaratıcıdır.
Simge (5:11): “Allah insanların yanındadır. Elini dua etmek için açtığında Allah’ın yanında olduğunu hissedersin.'
İkinci mantığa göre Allah o anda gözle görülmediği için ibadet ederken bile insanların yanında olamaz.
Gizem (5:3): “Yanımda olmadığını herkes görüyor. Çünkü kapıyı çalmamış, pencereden de gelmemiş, gelseydi görülürdü."


Allah Kiminle Birlikte Kalıyor?

Bu soruya karşılık olarak alınan cevaplar da çocuğun Allah’ı çok büyük olarak düşünmesiyle doğru orantılıdır. Ancak gökyüzüne sığdırılabilen Allah, aynı zamanda orada tek başına kalmaktadır.
Aslında çocuğun antropomorfik (Allah’ı insana benzeten) düşünce yapısına bakarak insanlarla ya da anne babasıyla kalıyor şeklindeki cevaplarının da daha büyük çoğunluğu teşkil etmesi beklenirdi. Fakat kanaatimizce çocuklar çok gelişmiş bir insan olarak düşündükleri Allah’ın birlikte yaşamaya da ihtiyaç duymadığına inanmaktadırlar. O’nun hiçbir şeyden korkmayacak derecede güçlü ve büyük olması da yalnız kalması için yeter sebeptir.
Merve (6:3): “Allah hiç kimseyle birlikte kalmıyor. Kalbimizde yalnız yaşıyor. Çünkü O korkmuyor. Polisler ve canavarlar bile O’ndan korkarlar.”
Emrah (5:9): “Yanında şeytan vardı. Kötülük yaptığı için onu kovdu, şimdi yalnız yaşıyor.”
Allah Görülebilir mi?
Çocukların büyük bir kısmı Allah’ın görülemez olduğunu kabul eder. Ancak bu kabullenişin şartlı bir kabul olduğunu görmekteyiz. Çocuklar genelde yukarıda ve uzak bir yerde olduğu için O’nun görülemeyeceğine inanırlar. Eğer yakına bir yere gelirse -ki gelme ihtimali de vardır- o zaman görülebilir. Aynı zamanda, yine çok iri olması da görülmesini engellemektedir.

Gizem (5:3): “Allah’ı yukarıda olduğu için göremiyoruz. Eğer buraya gelmek isterse kafası dünyaya girmeyecektir. Kafası girerse ayakları girmez. Belki rüzgâr olunca aşağı düşüyordur. Ben görmedim ama annem babam görmüşlerdir.”
Onur (5:10): “Allah görülmez. Çünkü bizi annemiz büyüttü. O kendi kendine büyüdü.”
Çocukların çok azı "Allah kalbimizdedir, onun için göremiyoruz.” ya da “O büyük bir güçtür.” şeklindeki cevaplarıyla bu yaş için gelişmiş sayılabilecek bir seviyede olduklarını göstermişlerdir. Bu düşünce çerçevesinde, Allah ilâhı bir varlıktır ve ancak insanlara yaptığı yardım ve fiilleri sayesinde tanınır ve bilinir.
Simge (5:11): “Görülmez. Allah bize para verir, iş verir. O zaman görüldüğünü anlarız.”
Nejat (6:1): “Allah görünmez. Çünkü O yaşamıyor. Ben bile göremiyorum.”
Murat (5:3): “Allah’ı görmeyiz. Çünkü Allah’a çok kötü bir ilaç sürülmüş. Onu giderecek hiçbir şey yok. ilâç sürülmeseydi görebilirdik.”
Son örnekte olduğu gibi, kimilerine göre Allah görülebilir olduğu halde olağanüstü bir hadiseden dolayı görülemez hale gelmiştir.
Genel kanaat, Allah’ın görülemeyeceği yönündedir. Ancak şartlar ve durum değişirse, Allah’ın görülebileceğini düşünenler de vardır.
Çocukların mühim sayılabilecek bir kısmı da, âdeta diğer insanları da kendi tarafından görmek istercesine "Allah’ı zaten hiç kimse göremez” gibi delilli cevaplar vermiştir.

Allah İnsanları Sever mi?
"Allah bizi sever mi, eğer seviyorsa niçin seviyor?” şeklinde düzenlenen sorularla çocuğun Allah ile arasındaki sevgi algılayışına yorumlar getirilmiştir. Gerçi çocuğun "sevgi” kelimesine yüklediği manalar tam olarak bilinemez. Ancak bu manalar ne olursa olsun, çocuklar kendilerini mutlak olarak seven bir Allah’a inanırlar. Araştırmadaki çocukların tümünün "Evet, Allah bizi sever.” şeklindeki cevaplan, teorik olarak konuyla ilgilenen eğitimcilerin hükümlerini doğrulamaktadır. İnsan doğasının temellerinden biri olan sevmek ve sevilmek hissi sonradan kazanılmadığı gibi, Allah sevgisi de çocuklarda kendiliğinden oluşmuş bir sevgidir.
Fromm, Tanrı sevgisine benzettiği anne sevgisinin özünü şöyle dile getirir: “Annenin sevgisi koşullara bağlı değildir, koruyucudur, sarıp sarmalayıcıdır; koşullara bağlı olmadığı için denetlenemez ya da yeniden yaratılamaz. Bu sevginin varlığı, sevilen insana bir mutluluk duygusu verir, bulunmaması, insanda yitmişlik ve koyu bir mutsuzluk duygusu yaratır. Anne çocuklarını iyi, uslu olduklarıya da istekleriyle buyruklarını yerine getirdikleri için değil, çocukları olduğu için sever; bu yüzden anne sevgisi eşitlik üzerine kurulmuştur.” Bu sözlerini Tanrı sevgisine mesned kabul ederek şu şekilde devam eder: "Dinin anaerkil yönünde Tanrıyı kucaklayan, sarıp sarmalayan anne olarak severim. Sevgisine güvenim vardır. Zayıf, güçsüz olsam da başkasını benden üstün tutmayacaktır. Başıma negelirse gelsin beni kurtaracak, bağışlayacaktır. Söylemek gereksiz, benim Tanrıya olan sevgimle Tanrının bana olan sevgisi birbirinden ayrılmaz.”
Çocuklara göre Allah’ın çocukları sevme sebebi, annelerinin onlardan bekledikleri ile yakından ilgilidir. Yani, tıpkı annelerinin istediği gibi, Allah da onlardan yemeklerini yemelerini, akıllı uslu durmalarını beklemekte ve onun için sevmektedir.
Barış (5:11): "Biz O'nu üzmüyoruz, onun için bizi sever. Akıllı duranları sever, şımarıkları sevmez, küfür edenleri sevmez.”
Sena (6:3): "Biz O’na hiçbir şey yapmıyoruz. Çok iyi davranıyoruz. O’nun hakkında bir şey konuşmayız. O bizim hakkımızda konuşabilir ve bize her şeyi yaratır.”
Murat (5:3): "Allah bizi namaz kılınca sever. Hata yapınca da affeder. Anneleri, babaları, kardeşleri, nineleri, arkadaşları herkesi sever. Ufak çocukları daha çok sever”
Görüldüğü gibi, Allah’ın özellikle çocukları daha fazla sevdiğine inanıldığı gibi, bu sevginin şümullü bir sevgi olduğuna da inanılır.
Çocuk merkezli eğitim sistemleri, çocuğun sevildiğini bilmesinin onda öz güvenin artmasına yardım edeceğini ileri sürmektedirler. O halde Allah’ın kendisini zaten sevdiğine bütün kalbiyle inanan çocukların bu inançları yeri geldikçe kuvvetlendirilmelidir. Bilhassa hayatın ilk yıllarında diğer sevgi çeşitlerine göre önem kazanan himayeye dayalı sevgi çeşidi, çocuğun sağlıklı ilişkiler kurmasına yardım eder. Her zaman yanında olan Yaratıcının aynı zamanda onu tüm kötülüklerden de koruduğunu bilmesinde fayda vardır. Aslında dinî duygunun nüvelerinden biri sayılan bağlanma duygusu çocuklarda mevcuttur. “Allah’ı sevdiğimiz için O da bizi sever." veya “Bizi koruduğu için Allah bizi sever." şeklindeki cevaplarının iyi tahlil edilmesi, bizi, çocukların sevecekleri ve bağlanacakları dost bir Allah’a inandıklarını kabule sevk eder.
Çocuklar Allah’tan Korkar mı?
Araştırmaya katılan çocuklar temelde Allah’a karşı dostça hisler besledikleri halde, bazıları Allah’tan korktuklarını ifade etmişlerdir. Allah’tan
korkma sebeplerinin başında,
yapanların, annesinin babasının dinlemeyenlerin cehenneme
gelmektedir. Allah’ın çarpabileceği, herkesin O’ndan korktuğu, insanları taşa çevirebileceği ise diğer sebeplerdir.
Ali (6:0): “Allah bizi yakar, anneme babama karşı geldim diye... Anneye babaya karşı gelirsen, döversen, Allah’a da karşı gelmiş olursun. Onu Allah siyah suyun içine atar. Orada yakar. Kötü laf söyledik mi ateşin üstünde yürütür.”
Dilara (5:4): "Allah bizi yaktığı zaman korkarım. Burada olmasa da korkarım.”
Bazı çocuklar, annenin uyguladığı fiziksel cezalar ile Allah’ın cezalandırmasını özdeşleştirir ve annenin maddî ceza uygulamasının aslında Allah tarafından verildiği zannına kapılırlar.
Onur (5:10): “Kötülük yapmadığım için Allah beni sever. Kötülük yaparsak bizi döver. Aslında bizi annemiz döver. Allah’tan korkarım, çünkü herkes O’ndan korkar.”
Yetişkinlerin ilâhî hadiseler karşısında aldıkları tavırlar da çocukların gözlem ve ilgi alanına girer.
Ebru (5:11): “Allah’tan büyükler korkar. Yanlışlıkla O’na bir şeyler söylerse ‘tövbe tövbe' derler. Yani dilimden kaçtı, onu söylemeyecektim, unuttum demektir.”
Kimilerine göre tabiat hadiseleri -ibtidai dinlerde görüldüğü gibi- Allah’ın gazabını celbeden bir sebebe dayanmakta ve ürkütücü olmaktadır.
Burak (5:5): “Allah’tan korkarım. Yaramazlık yaptığımızda kötü şeyler üfleyip rüzgâr yapar. Yaprakları döker.”
Bu ifadelere rağmen, Konuk, gerçekleştirdiği çalışmada çocukların büyük çoğunluğunun (%65,90) Allah’tan korkmadığını tespit etmiştir. Birkaç örnek:
Simge (5:11): "Allah’tan korkulmaz. O korkuluk değildir.”
Murat (5:3): “Allah kötülük yapmaz bize. Çünkü Allah iyi niyetlidir. Bize bir şey yapmıyor. Allah’ı sadece anlıyoruz.”
Melisa (6:2): “Allah’tan korkmuyoruz. Çünkü O bize iyilikler verir. İyi insanız diye bizi korkutmaz. Doğayı koruyoruz diye bizi sever. Kötü insanlara canavar gibi gözükür. O da böylece cezasını bulmuş olur.”
Emre (5:0): “Elleri, ayağı, burnu yok. Bize bir şey yapamaz. O’nu göremediğim için korkmuyorum. Görsem de korkmam. Onu sevdiğim için...”
Bunun yanında, Allah’tan korkanların korku ifadelerine ailelerden gelen dinî öğretilerin yansıması olduğu aşikârdır. “Allah’ın insanı taş yapması"nı ya da “çarptığını” kalıp cümleler olarak büyüklerden öğrenen çocuklarda, edinilmiş ve tabii olmayan bir Allah korkusu vardır. Bu korkunun çocuğun fiziksel zayıflıklarından faydalanılarak öğretilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Kerem (6:0): “Allah bana iyi davranmazsa korkarım. Bize yemek vermez, su vermez, bizi öyle cezalandırır. Biz de ölürüz. İyi davranırsa korkmam.”
Selen (5:4): “Allah’tan korkarım. Bizi taş yapmasından korkuyorum. Onun için saldıramıyorum. Kızlar güçsüz olur."
Korku, genel olarak bilinmeyen ve görülmeyen objelere yöneliktir. O halde Allah’ın rahmeti, şefkati, sonsuz kudretini öğretmek ve tabiat hadiselerinden, çevredeki müsbet görünümlerden örnek verilerek, Allah korkularının olumsuzluklara sapmasını önlemek gerekir.
Bir çocuk psikiyatristi, incelediği normal dışı vakalara dayanarak, “çocuklar ve bazen yetişkinler için en zararlı ve en etkin korkunun, bilinmeyen, görülmeyen, kaçınılmayan korkular (mikrop, hastalık, ölüm gibi) olduğunu, bunların başında da 'Allah korkusunun geldiğini” ileri sürer.
Korku ağırlıklı verilecek Allah anlayışı ile ruhsal bozukluklara yol açmak dinen sakıncalı olduğu gibi, eğitim kaidelerine de ters düşer.
Aksi takdirde yalnız tahakküm etme hevesiyle, Allah’ın azameti ve cezalandırmasıyla korkutmak, çocuğun duygu dengelerinde sarsılmalara yol açar. Bu yaşlarda kolay fakat duyarsızca Allah korkusunu öğretmek yerine, zor fakat sürekli bir sevgiden doğan bir saygı eğitimi yeğ tutulmalıdır.
Batı ülkelerinde yapılan çalışmalarda Allah tasavvuru ile ilgili tespitlerden şu örnekleri verebiliriz:
5 yaş grubundan bir örnek:
A - Annem ne dedi biliyor musun? Tanrı her zaman bizimle berabermiş. Gece ve gündüz...
B - Doğru, ben de biliyorum. Belki de şu anda bizimle beraberdir.
C - Tanrının sakalı var zannediyorum. Giysileri de mavi olsa gerek.
D - Gökyüzü her zaman mavi değildir.
C -Evet, mavidir. Ben uçağa bindim. Bulutların üzerine çıktım, gökyüzü mavi idi.
7 yaş grubundan bir örnek (geceleri, bitişik çiftlikteki koyunları kimin koruduğunu tartışırlarken):
A- Bence Tanrı koruyordur. Herkes uykuda iken O koyunlarla ilgileniyor.

B - Evet, gökyüzünde bir meteor taşının üstünde oturur Hırsız gelirse, aşağıya bir paraşütle hemen iniverir.
Batı’da yapılan araştırmalarda 27 çocuğun verdiği cevaplar incelendiğinde, çocukların büyük bölümünün Tanrı’yı büyük ve çok iyi bir insan olarak tasavvur ettikleri görülmüştür. Bazı çocuklar, Tanrı’yı beyaz elbise giyen, aksakallı bir ihtiyar olarak tasvir etmişlerdir.
Okul öncesi çocukları Tanrı’yı insan gibi düşünürler. Fakat onların yaptıkları açıklamalar, çok zengin bir hayal gücüne sahip olduklarını gösterir.
“Tanrı, terasları olan bir evde oturmakta, çiçekler toplamaktadır."
“Tanrı ayda yaşayan bir adamdır."
“Herhalde kocaman bir evde yaşıyordur, ama acıkınca, susayınca ne yapıyor?"
“Bacadan çıkan dumanlar gökyüzüne Tanrının yanına mı gidiyor?"
“Tanrı göktedir. Zaman zaman uçar, bulutların üzerine oturur, bizi gözler.”
A - Komşumuzun yaşlı annesi öldüğünde “Tanrı onu yanına aldı." dediler.
B - Tanrı onu yanına nasıl çekmiş olabilir ki?
C- Bir mıknatıs kullanmış olamaz mı?
B - Mıknatıs sadece metalleri çeker.
C - Herhalde insanları da çekebilecek özel bir
mıknatısı vardır Tanrının...
D - Bence Tanrı ölen insana görünmez bir
elbise giydirir.

C - Ben bunu düşünmemiştim. Tamam, O’nun bir ışın kılıcı var, yanına almak istediği insanları ışınlar ve onları biz artık göremeyiz.
Görüldüğü gibi, çocuklar kendilerini şaşırtan, hayrete düşüren herhangi bir şeyi çözebilmek için, okulda ve evde kendilerine anlatılanlardan, televizyondan veya okudukları çizgi romanlardan faydalanırlar. Son örnekte de görüldüğü üzere, çocukların sınırlı kapasiteleri, mücerred (elle tutulamaz, gözle görülemez) bir kavram olan ölümü anlamaya yetmediği için, aralarındaki konuşma hep bu güçlüğü çözme gayreti içinde sürmüştür.
Çocuklar, atasözlerini, deyimleri ve esprileri anlamakta güçlük çekerek daha ziyade bunları müşahhas anlamlarıyla düşünmelerinden ötürü yanlış anlayıp ters anlamlar verebildikleri gibi, din dilindeki pek çok kelimeyi anlamakta da
güçlük çekerler.82 Aynı güçlük Tanrı kavramı için de söz konusudur. Bu bakımdan onlar, Tanrı’yı anlamada zorluk çektikleri için, O’nu zihnî kapasitelerinin sınırları içinde kendilerince en kolay olan şekliyle müşahhaslaştırarak ve çoğu zaman da insana benzeterek tahayyül ederler.
Örneklerden de anlaşılacağı gibi, bu yaşlardaki çocuğun düşüncesi ve tasavvurları antropomorf bir karakter taşır ve çocuk, tasavvur ettiği yaratıcısını, genellikle insana benzetir (veya benzetmek ister). Ancak yaşının ilerlemesiyle ondaki antropomorfist kavrayışın, yerini gitgide sembolik ve ruhânî bir anlayışa terk ettiği görülecektir. Özellikle Müslüman çevrede yaşayan çocuklarda bu değişme daha kolay bir şekilde teşekkül eder. Nitekim bazı Batılı psikologlar Hıristiyan çevrede yetişme sonucu antropomorfist bir Tanrı anlayışına sahip olan çocukların bile, yaşları ilerleyip buluğ çağına vardıklarında bu tür düşünceleri terk ederek soyut bir Tanrı anlayışı kazandıklarını iddia etmektedirler. Hatta Allport, antropomorf Tanrı tasavvuruna çocukluk döneminde bile tepki uyandığını ve bu cümleden olarak, ahlâk ve insanlık dışı davranışlarda bulunan kişiden Tanrı olamayacağını düşünen çocukların çıktığını belirtir. Ayrıca, Hıristiyan toplumunda rastlanan, Allah’ın Noel Baba veya periye benzetilmesi fikrinin doğru olmadığını savunan Batılı pedagog ve psikologların varlığı da bilinmektedir.
İster Müslüman, ister Hıristiyan çevrede yetişmiş olsun, hemen her çocukta rastlanabilen ve zaman zaman ifadelere dökülen antropomorfist Tanrı tasavvuru, 3-7 yaştaki çocuklar için tabii sayılmalıdır. Zaten çocuktan daha fazlasının beklenemeyeceği de bir gerçektir. Çünkü çocuğun zekâsının mücerred kavramları anlayacak seviyeye gelmesi uzun bir zaman almaktadır. Burada önemli olan, çocuğa mücerred anlayışa sahip olabilmesi için gerekli olan zihnî gelişimin sağlanmasıdır. Öte yandan, çocuğun bu tür düşünce ve sözlerinden dolayı sorumlu olmadığını belirtmekle birlikte, eğitim yoluyla, bu tür düşüncelerini terk etmesinde anne babaların çocuklara yardımcı olması gerektiğini de ifade etmeliyiz.
“Allah nerededir?”/“O bizi görüyorsa biz O’nu niçin göremiyoruz?”/“Ama biz O’nu görmek istiyoruz.”/“O’nun evi nerededir?” / “O’nun annesi babası kimdir?”/ “Allah’ın çocukları var mıdır?”
Çocukların bu sorulan, bildikleri, tanıdıkları insanlarla, Allah arasında bir ilgi kuramamanın şaşkınlığını yansıtır. Etrafındakiler Allah’tan söz etmekte, fakat çocuk O’nun kim olabileceğini bulamamaktadır. Bu aşamada “Allah insan değildir. O’nun bedeniyoktur” gibi açıklamalar çocuğun zihnini karıştırabilir.
Batı’da yapılan bir araştırmada tespit edilen bir örneği aktaralım.
Beş yaşındaki bir çocuk, akşam yemeğini hazırlayan annesine şu soruyu sorar:
Anne: “Tanrı akşam yemeğinde ne yer?” Çocuk: “Tanrı akşam yemeği yemez.”
“Akşam yemeği yemediğine göre, belki de
kahvaltı yapmayı seviyordur (Çocuk kahvaltı yapmayı sevmektedir.).
Anne nasıl açıklayacağını bilemez:
“Şey, Tanrı kahvaltı yapmaz, O yemek yemez. Çünkü O’nun bizim gibi bir vücudu yoktur.”
Çocuk: “Hayret doğrusu, yemeden nasıl bu kadar güçlü olabilir?”.
Bu dönemde önemli olan çocuğun neyi sormak istediğini bulmaya çalışmaktır. Dikkat edilecek diğer bir nokta ise, sonraki sorularına açık kapı bırakabilmek, yani çocuğun düşüncesini köreltmemektir. Verilecek cevaplar, çocuğun bir üst gelişim basamağına geçişini kolaylaştırabilmelidir. Çocuklarla konuşmak, onları dinlemek, sorularına cevap vermek, çocuk eğitiminin önemli prensiplerindendir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, tek uygun ve tek doğru cevap yoktur. Çünkü her çocuk farklı bir şahsiyettir ve sorunun yöneltildiği şartlar farklıdır. O halde ne yapılmalıdır? Yaptığı araştırma ile bu konuda prensipler de belirleyen Mualla Selçuk şu tavsiyelerde bulunur:
1. Çocuk neyi sormuşsa ona cevap verilecektir.
Soru cevaplandırılmadan önce, soruyu sordurtan sebepler öğrenilmeye çalışılmalıdır. Aksi takdirde hemen cevap vermek, çocuğu yanlış anlamalara götürebilir. Örneğin, çocuğun yeni bir kardeşi olmuştur. Evde durum eskisi gibi sakin değildir. Çevresindekiler bu küçüğe iyi davranması, onu sevmesi için etki etmektedirler. Oysa çocuğun duyguları tamamen aksidir, annesini paylaşmaktan nefret etmektedir.
"Bu bebek nereden geldi?” diye sorduğunda, "Allah bu bebeği verdi” şeklinde bir karşılık, Allah’ı endişe ve huzursuzlukların sebebi gibi takdim edecektir. Ailede ilgi merkezi iken, Allah bu kardeşi göndermekle onun mutluluğunu bozmuştur.
Aslında 4-6 yaş dönemi korkuların, kaygıların ve endişelerin yoğun olduğu bir dönemdir. Tanrı kavramını aşılarken, kavramın bu duygular üzerine yükselmemesine dikkat edilmelidir. Bu dönemde en iyi eğitim yolu çocuğu soru sorar hale getirmektir.
Salzmann, "Çocukları dinden soğutma ve hissiz yapma çareleri” başlığı altında yaptığı açıklamada, “Onları evvela Yüce Tanrıdan çok korkutarak soğutunuz; göreceksiniz ki dinsiz olacaklardır." der ve şu hikâyeyi anlatır:
"Bir anne, her gök gürleyişinde çocuklarına:
- Görüyor musunuz? Tanrı hiddetinden nasıl bağırıp çağırıyor, derdi. Ve bunu uzun bir konferans takip eder, onları cehennemle korkutur; Tanrı’nın yaramaz çocukları ayet cehennemde yaktığını anlatırdı. Her gün sabahtan akşama kadar cehennem lafı ağzından düşmezdi.
Fiek de annesinden duyduğu bu düşüncelerden başka bir şey bilmiyordu. Küçük muhayyilesinde bu büyük ve müşfik Tanrıyı korkunç bir adam şeklinde şekillendiriyordu. Öyle bir adam ki, en küçük kabahatinde bile çocukları cehenneme atan; pantolonlarını bir parça yırtsalar, cehennemde bağırta bağırta cayır cayır yakan, bir kahve fincanı veya bir bardak kırsalar, onu şeytana verip işkence ettiren bir adam... Ve neticede Ulu Tanrıdan nefret eder oldu.
Yağmur yağdığı zaman tir tir titreyerek odanın bir köşesine çekilirdi. Her sabah, her gece Tanrıya dua ederdi. Fakat bu içten gelen, sevgi ve saygı dolu bir dua değildi. Bu, korku duası idi. Dua etmeyecek olursa Tanrının gazabına uğrayacağından korkardı. Büyüdüğü zaman bile bu düşüncesinden kurtulamadı.”
2. Cevap, çocuğun tecrübe ve anlayışına göre ayarlanmalıdır.
Cevap, çocuğun sorduğu soruyu aşmayacaktır. Bu şüphesiz kolay değildir. Fakat en iyisi kısa ve sade cevap verme yoluna gitmektir. Cevap çocuğa yetmezse, zaten başka sorular soracaktır. Soru hakkında bütün bilinenler aktarılmamalıdır. Çok uzun ve detaylı açıklamalar onu korkutabilir.
“Beş yaşındaki bir çocuk annesine şöyle sormuştur:
-Anneciğim, sen benim annemsin, anneannem de senin annen, anneannemin de bir annesi var, onun da bir annesi... Bu nereye kadar gider?
Anne, cevap vermeden şu ilaveyi yapar:
- Evet, senin baban var, onun da babası, yani deden, dedenin de bir babası... Anne sözünü tamamlamadan çocuk atılır.
-Doğru, bak bunu düşünmemiştim. (Çocuk düşüncesini annesiyle paylaşmak istemiş, annenin yaptığı bir açıklama ona yeni bir ufuk kazandırmıştır. Çocuk başka soru sormamıştır.)”.
Bir anne, çocuğunun “Allah’ı niçin görmüyoruz?" sorusuna şu cevabı vermiştir: “Allah çok büyüktür, O’nun gözleri de büyüktür, hepimizi görebilir. Biz ise O’na göre çok küçüğüz, gözlerimiz de küçüktür; bunun için O’nu göremeyiz.” Çocuk bu cevabı yeterli bulmuştur. 3. Çocuğa verilecek cevapta samimi olunmalıdır.
Eğer yetişkinler soruyu cevaplandıramıyorsa, bunu içtenlikle itiraf edebilmelidirler. Belki çocuk, "Annem, babam veya öğretmenim bunu bilmiyor.” diye önce hayret edecektir, fakat ilerde büyüklerin verdiği cevabın doğru olmadığını fark ettiği zaman şaşkınlığı daha büyük olacaktır. Çok akıllı ve hiç yanlış yapmazmış gibi davranmak doğru değildir. Çocuk er veya geç büyüklerin de hata yapabildiğini öğrenecektir.
Önemli olan sorulardır, sorular canlı tutuldu mu cevabı nasıl olsa aranacaktır. Burada bir nokta üzerinde durulmalıdır. Çocukların “Ağaçları kim yapar? / Yağmuru kim yağdırır?” gibi sorularına verilen cevap genellikle Allah olmaktadır. Aslında bu cevap, çocuğun neyi öğrenmek istediğini açıklamasına imkân vermeyen bir cevaptır. İlk yıllarda en uygun cevaplar, çocuğun o anda neyi öğrenmek istediği ve ne ile ilgilendiği göz önünde bulundurularak verilebilir. Okul öncesi çocuğunun mevsimler hakkında az da olsa bilgisi vardır. Güneşin ve suyun, bitkiler ve insan hayatı üzerindeki etkilerini hisseder, suyun buharlaştığını bilir. Göklerde uçakların kuş gibi uçtuğunu söyler, kendi gölgesi ile ilgilenir. İlk çocukluk dönemindeki çocuklar bu ve bunun gibi olaylara meraklıdır. Hatta tabiat olaylarının bir kısmı onun için eğlence vasıtasıdır. Çocukların bu gibi olaylarla teması ve bunlara karşı ilgi beslemeleri,Kur’an-ı Kerim’in tavsiye ettiği "dikkat ve ibretle bakışı” elde edebilmeleri için hazırlık olabilir.

ÇOCUKLARIMIZA ALLAH'I NASIL ANLATALIM
Prof. Dr. Mehmet Emin AY

Kaynak:Haber Kaynağı