Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Çarşamba Sohbetleri, -Okuyucularla Hasbihal /18-

NOT: Diriliş Postası’nın Ramazan Bayramı’nda üçgün süreyle (Cuma -Cumartesi ve Pazar günleri) yayınlanmıyacağı açıklandığnıdan, Perşembe günleri yazı günüm olmadığı halde, istisnaî olarak, yarın da sizlerin huzurunda olacağım ve üç günlük aradan sonraki ilk yazım, inşaallah Pazartesi günü..
Bu vesileyle, okuyucularımın bayramını şimdiden tebrik ile, bu kutlu anların, İslam Milleti ve bütün beşeriyet için hayırlara vesile olmasını niyaz ediyorum.
*
**
-Tahir Elmacı-Zürich: Bir takım ünlü hocaların, ekran cazibesine kapılıp, üstelik de erkek erkeğe konuşulmasından bile utanılacak en mahrem konuları, karşılarındaki kadın sunucularla konuşmaları ayıp değil mi? Bu konulara niçin değinmiyorsunuz? Bu çirkinlikler buradaki gazetelerin birinci sahifelerine yer buluyor ve biz utanıyoruz..
*SEÇ: Biliyorsunuz, Celaleddin Rûmî’nin ‘Fihi ma fih..’ adında bir eseri vardır.. ‘İçindekiler içindedir’ mânâsına gelir bu isim… Sizin sorunuzun cevabı da kendi içinde… Çirkinlikleri kötülemek adına, aynen tekrarı da çirkindir.. Çok gerekli ise, kapalı ifadelerle anlatılması lâzımdır. Verdiğiniz ismi bilhassa zikretmiyorum. Kişilerden ziyade zihniyetleri eleştirmeliyiz
*
-fuad: 11 Temmuz, (’Tarih geçmişte kalmış değildir, geleceğe doğru ilerlemektedir’ başlıklı ve 10 Temmuz tarihli yazı üzerine,..) Çok faydalandım, devamı gelir İnşaallah..
-Ali şahin:11 Temmuz, Selahaddin Eyyubî’yle ilgili kitabın adı ve yazarını paylaşırsaniz..
*SEÇ: SALADİN, Hero of Islam, (Bir İslam kahramanı SELAHADDİN) yazarı: Geoffrey Hindley
-Furkan: 11 Temmuz, “Kimse diğerinden daha haksız olduğunu kabullenmiyor ve herkes sadece kendi haklılığını ileri sürüyor..” diyorsunuz. Bu gibi ifadelere yazılarınızda sık sık rastlıyorum. Peki sizin bir görüşünüz yok mu? Ömrünüz ikilem, şüphe ile mi geçecek. Herkes haksız olabilir mi? Veya en azından belli bir konuda her iki taraf da haksız olabilir mi? Yoksa işinize gelmediği için mi gerçeği gizliyorsunuz? Yarın ahirette buna ne cevap vereceğinizi hiç düşündünüz mü? Çünkü insanlar sizin yazdığınızdan etkilenerek doğru veya yanlış tavırlar alabilirler!
*SEÇ: Furkan isimli arkadaş, yazının son bölümündeki bir paragrafda yer alan ‘Yığınla mahallî güç odakları.. Herbirisi, kendi maslahat ve menfaatleri gereği, emperyalistlerle de ânında işbirliğine girebiliyor ve elbette herbirisi, ya ilerdeki büyük hedefleri için ya da, ‘Denize düşen yılana sarılır..’ çaresizliğinden dolayı öyle hareket ettiğini mazeret olarak gösteriyor.. Ama, bu böyle devam edip gidemez.. Kimse diğerinden daha haksız olduğunu kabullenmiyor ve herkes sadece kendi haklılığını ileri sürüyor..’ şeklindeki ifadeye takılmış..
‘Sizin görüşünüz yok mu? ömrünüz ikilem, şüphe ile mi geçecek, herkes haksız olabilir mi? Veya en azından belli bir konuda her iki taraf da haksız olabilir mi?’ diyor; buna benzer görüşleri yazılarımda sık sık tekrarladığımı belirterek.. Ve dahası, ‘Yoksa işinize gelmediği için mi gerçeği gizliyorsunuz? … Yarın ahirette buna ne cevap vereceğinizi hiç düşündünüz mü?’ diye de soruyor..
Bu gibi görüş ve yaklaşımlarım kendi bağlamından çıkarılıp, temel inançlarım konusuna da yansıtılırsa, bu yanlıştır. Çünkü ‘Ben müslümanım’ diyorum, inandığım Kitabullah, beni öyle isimlendiriyor. Bu inanç sistemimin kesin- mutlak ölçüleri de ortadadır.
Ama, dünyayı, insanları hadiseleri değerlendirirken elbette yığınla görüşler olabilir ve benim de vardır.. Ve, doğru olduğuna inandığım kanaat veya görüşümü, yanlışlığı isbat edilmediği ya da ikna olmadığım müddetçe sonuna kadar da korur ve savunurum..
Ancak, ben kendi doğrumu savunmakta, kendimi ne kadar haklı görürsem, benim gibi düşünmeyenlerin de kendi doğrularını savunmak haklarının olduğunu düşünür ve anlamaya çalışır ve ikna olursam kabullenirim. Yoksa, ‘sadece ben doğru düşünüyorum, başkaları yanlış düşünüyor’ açmazına sürüklenir insan..
Yorumcu arkadaş, ‘Belli bir konuda iki taraf da haksız olabilir mi?’ diyor. Niye olmasın? Ama, iki veya daha fazla taraflar da, kendilerini haklı saysalar bile, birbirine zıd görüşlerin, fikirlerin aynı güçte haklılık iddiasıyla ileri sürülmesinde şaşılacak bir durum yoktur. Nitekim, aynı konuda yığınla haklılık tezleri var.. Bu bakımdan, iki veya daha fazla tarafların herbirisinin yanlışta olması mümkündür. Ancak, bütün tarafların da haklı olduğunu söylenirse, hakk kavramına aykırı olan, işte bu durumdur. Ve bu durum bizi, tarihde olduğu gibi, ‘Ali de haklıydı, Muaviye de.. Huseyn de haklıydı, Yezid de..’ misali yaklaşımlar bizi hakk kavramından uzaklara düşürür.
Bir kimse kendi kanaatini, ’mutlak /kesin doğru’ gibi dile getirirse, o zaman konuşulacak, tartışılacak bir şey yok demektir.
İctihad edecek seviyede olan ulemâ bile, ’Benim bu husustaki kanaatim, içinde (yanlış) olması ihtimali bulunan bir doğrudur..’ demişlerdir; ’mutlak / kesin doğru’ dememişlerdir.
-Sadık: 11 Temmuz, Furkan adlı kişiye verdiğiniz cevap tutarlı olsa da yine de bazı sorular cevapsız kalmış bence. Siyasal konularda ileri sürülen görüşler sonuçta analizdir, kişinin görüşünü-duruşunu yansıtır, mutlak doğru olması gerekmez. Ama çevremizde olup bitenler, bölgesel oyun kurucular veya oyuncuların her birinin hata yapması, yanlış tavır ve duruşlar sergilemesi mümkündür. Ama sadece iyi niyet yeterli değildir, amelin çıkış noktası, stratejisi, taktiği, bu ameli uygularken seçtiği araçların İslama uygunluğu vb değerlerden hareketle taraflar arasında tercih yapılabileceği kanaatindeyim. Falanca ülkede zulüm yapılıyor, öyleyse haydi saldıralım mantığı ilk bakışta doğru olabilir ama bu saldırı ve desteğin meşruiyetini de sorgulamak gerekmez mi? Bu eylemde seçilen dostlar, işbirliği yapılan müttefikler, sahaya sürülen güçlerin mahiyeti, izlenen yöntemler vs dikkate alındığında, hangi tarafın ötekisine göre daha haklı olduğu ortaya çıkmaz mı?
Hz. Ali-Muaviye ihtilafında kimin haklı olduğu öyle herkesin kolaylıkla tespit edebileceği bir husus değildir. Ve nitekim sahabeler bile bu konuda şaşırmışlar, bazıları ikisi arasındaki savaşta tarafsızlığı seçmiş, bazıları da ikisinden birinin safında yer almıştır. Çünkü hakla batıl o kadar birbirine yakındır. Aradan asırlar geçtikten sonra bugün, ‘Ali haklıdır’ demek kolaydır, önemli olan zamanımızdaki benzeri karşılaşmalarda haklıyı tespit etmektir. Ve bölgeyi, ülkeleri, farklı inançları ve duruşları yakından tanıyan birinden beklenen, elbette kesin tavır ortaya koymaktır, şüpheleri daha da artırmak değil.
*SEÇ: Şahsen, müslüman coğrafyalarında olup bitenler konusunda tarafsız kalmak gibi bir lüksüm olmadığını düşünüyor ve görüşlerimi açıklıyorum. İslam tarihinin ilk yarım asrında meydana gelen ihtilaflarda da, kendimi Hz. Ali ve Hz. Huseyn’in yanında hissediyorum, karşıtlarının değil.. Bu konunun, o zaman nice seçkin müslümanları bile yanılttığı gibi, kesin bir bilgiye dayanmasa bile, bir kalb itminanına dayanmaktadır.
Hani, Hz. Peygamber (S)’le ilgili olarak Mekke’de müşrikler, Hz. Ebubekr’e gelip, ‘Sizin Muhammed şimdi de Mîrac’a gittiğinden söz ediyor..’ dediklerinde, Hz. Ebubekr, ‘Nereden duydunuz?’ der.. Onlar da, ‘Bizzat kendisinden..’ diye cevab verirler.. O zaman, Ebubekr’in cevabı, ‘O söylüyorsa doğrudur..’ olur. Yani, başkasından duyulsa belki, sorgulanıp, araştırılacak, neyin nasıl olduğu- olabilirliği üzerinde mantıkî muhakeme yürütülecekti.. Ama, ‘Bizzat O’ndan duyduk..’ denilince. ‘O söylüyorsa doğrudur..’ Kalb itminanı işte böyledir.
-bekir ziya: 12 Temmuz, (yine aynı konu üzerine..) Her iki tarafin haksiz olabilecegi durumlar da vardir tabii ki; mesela İran ve Arabistan’in Yemen’deki catismasi buna ornektir. İki tarafin da kendini hakli gordugu, ama yalniz birinin hakli oldugu durumlar da vardir. Mesela Suriye’de muhalifler kesin bir sekilde hakli, kendisini Kudüs uzerinden savunarak hakli gostermeye calisan İran ise haksizdir!.
*
-Mustafa Akdemir: 3 Temmuz tarihli ve ‘Etnisite adına devletler bir vakıa ise..’ başlıklı yazınızda, müslüman kavimlerin devletlerinin bugün federasyon veya konfederasyon yapılanmaları halinde, yani mevcud ulus-devlet ya da üniter devlet yapılarından çıkarak, dışsiyaset, savunma ve ortak para birimi gibi konularda birlikte, ama diğer konularda, her halkın kendi mahalli ihtiyaçlarını kendi ürettikleri çarelerle hallebilecekleri düzenlemeleri düşünmeleri gerektiğini yazmıştınız. Arkadaşlarla tartıştık.. Bazılarımız Türkiye’nin bölüneceğinden endişe ettiklerini söylediler.. Ben ise, bizim derdimizin şu veya bu ülkenin bütünlüğü ve bütünlüğünün kutsallığı değil, ümmetin birliği ve bir bütün olarak hareket etmesi ve kavmî üstünlük ve dışlanmışlık duygularından kurtulması gerektiğini anlattım..
*SEÇ: Benim de anlatmak istediğim oydu zâten..
*
-sadi emek: 09 Temmuz, “Sivas ve Başbağlar” konulu yaziniza yazdigim yorumumdan cok garip bir sekilde “herkesin kendisi suçlayıp, verdiği hükmü infaz ettiği ilkellik mi olsun” gibi bir sonuc cikarmissiniz ki, böyle bir imada bile bulunmadigimi, yorumumu tekrar okursaniz anlayabilirsiniz. Benim itirazim; “…Sivas Katliâmı’nın kurbanlarını da anmalıyız, anmalıydık…” sözünüze idi. Hem yorumumun asil önemli olan son bölümünü almamis, hem de meselenin asil tartisilmasi gereken bölümünü atlayarak, bana tutulacak bir yer birakmamissiniz. Olayin canli taniklari (ve de saniklari ) da hala yasamaktalar. Böylece “kurbanlari” anmayan müslümanlari da haksiz töhmet altinda birakmak vebalinden kurtulabilirsiniz belki..
*SEÇ: Sizin yorumunuzu çarpıtmadım. Elbette okuyucu mesajlarının diğer okuyucularla paylaşılmasında fayda gördüğüm konuları paylaşmaya özen gösteriyorum. Sizin değerlendirmeniz, bir takım tahrikler, saldırılar üzerine, o otel yangınının mazur görülmesi gibi bir mânâ taşıyordu.. Halbuki, o yangının kazaen mi, kasden mi; kasden ise, kim/ler tarafından çıkarıldığına dair ortada kesin bilgiler yokken, onun, inançlarına muhalif olan müslümanlarca çıkarıldığı gibi bir önkabulün yanlış olduğunu belirttim. O yorumdaki sözleriyle, Müslümanları töhmet altında bırakanın asıl kim olduğunu bir daha düşünelim..
Kaldı ki, o yangının kurbanlarını yüceltelim demiyorum.. Sadece Başbağlar’ı değil, başka cinayetleri de anmalıydık diyorum.. O hadisenin faillerinin müslümanlar olabileceği gibi bir mânâyı tazammun eden ifadelerden kaçınalım diyor ve bir otel yangınının müslümanlar tarafından yapılmış olduğu gibi bir iddianın kabulünün yanlış olduğunu söylüyorum..
-Harun: Muhammed İqbal, ’Cahilin elinde din, ineğin önüne konulmuş yasemin çiceği gibidir..’ diyor. Ne kadar çarpıcı tesbit..
-Kemal Yıldız: Yeni Hükûmet’in nasıl kurulması gerektiğine dair bir şey yazmıyorsunuz..
*SEÇ: Temennim, seçimlerin tekrarlanması.. ‘Erken seçim’ değil, ‘seçimin tekrarlanması’ Aynı netice çıkarsa, o zaman düşünülür. Sistemin içinde nice bozukluklar 13 yıl boyunca düzeltilememişken, o bozuklukları ideolojilerinin gereği olarak doğru imiş gibi halkımıza dayatan partilerin, yönetim mekanizması içine, karar verici teşkilatlı güç olarak yeniden girmelerine yol açılması, geçmişteki yanlışların daha güçlü olarak geri dönmesi mânâsına gelecektir. Kemalist-laik-sol veya ırkçı eğilimli taraflar, sistemin içinde direnmeye devam ederken, şimdi bir de hükûmet içine girdiklerinde, nelerin nasıl ‘Silbaştan..’ oyununa dönüştürüleceği tahmin edilebilir.
– Mehmed Arı: Benim adıma bazı arkadaşların açtığı ve ama, benim direkt olarak kullanmadığmı bir facebook hesabına gönderdiğin mesajı arkadaşlar bana Whats’App’la gönderdiler. Teşekkürler.. Komagene diyarındaki arkadaşlara, dostlara selamlar ve şimdiden bayram tebrikleri..

dirilişpostası

Bu yazı toplam 807 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar