Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Buz dağı eridikten sonra…

Necip Fazıl’ın sözüydü: “Hohlaya hohlaya buz dağını erittik, şimdi ortalık bataklığa döndü.”

Necip Fazıl’ın “buz dağı” diye bahsettiği dönem, Tek Parti iktidarlarının dönemiydi. Dini alan yoğun baskı altındaydı. Nefes almak zordu. Çok partili hayata geçildikten sonra göreceli de olsa ondan kurtulunmuştu. O mücadele sürecinde Necip Fazıl’ın medya platformunda olsun, yargı alanında olsun sergilediği cesaret, evet “buz dağını eritmek” boyutundaydı.

Üstad, gelen hürriyet ortamında dini alanda ortaya çıkan karmaşadan şikâyet etmekteydi. Ona göre saha “bataklık” halini almıştı.

Dini alanın bataklık halini alması çok sert bir tanımlama değil mi?

Bugün bakıldığında ne görünüyor ortalıkta?

Tek Parti dönemi baskısından eser kalmadı, evet.

O dönemin 28 Şubat versiyonu da gerilerde kaldı.

Artık “din adına” herkesin her şeyi yapabildiği bir zemini paylaşıyoruz.

Tik Tok’da din, youtubeda din, instagramda din, tv’de din, kürsüde din, minberde din, sokakta din…

Cübbe, sarık, sakal ile medya önünde arzı endam ettiğinizde dünyanın önüne İslam adına bir “Din algısı” koyabiliyorsunuz. Cübbenin, sarığın, sakalın ardında ne saklarsanız artık… İster devre mülk pazarlayın, ister rols roys’lu, özel uçaklı, jet-skili görüntüler içinde bambaşka rollere soyunun…

“Cin çıkarma hokkabazlığı” da -haşa- dine dahil, tv’de “Hoca” sıfatı ile dansöz oynatmak da… Soru çalmak da, mülakatlarda rakip elemek de “dava adına” kapsamına girebildi bir zamanlar…

Oryantal kıyafetiyle tasavvuf da anlatılabiliyor bu arada, milyonlarca takipçi de bulabiliyor.

Mehdilerimizin, Kur’an üzerinde tasarrufta bulunan Mesihlerimizin sayısını bilen yok.

Benim bir tespitim vardır: Bu memlekette sokakta yılan oynatsanız etrafınızda bir kitle bulursunuz.

Seyirlik bir şey olsun yeter ki…

Nasıl oluyor ya Rabbim, insanlar nasıl inanıyor, bir bakmışsınız milyonlarca takipçi edinilmiş…

Böyle onlarca çarpık rol model oluşmuş durumda.

Nasıl bir din anlayışı çıkıyor ortaya? Yani tamam “Müslüman bir toplum”uz ama hangimiz hangi renkte Müslümanız?

Hoca hocayı tanıyor mu, saygı duyuyor mu, şeyh şeyhi tanıyor mu, Diyanet bu farklı din algılarını tanımlıyor mu, sayısı yüzü aşan İlahiyat Fakültelerinin yüzlerce hocası, din sosyoloğu, psikoloğu, mezhepler tarihçisi, kelamcısı, fıkıhçısı, felsefecisi Türkiye toplumunda din ile ilişkinin nerelere gittiğini tespit ediyor mu?

Ne diyor Allah aşkına bu hocalarımız din adına sergilenen hokkabazlıklara? Ya da kendileri bir tv ekranında karşı karşıya gelseler sulh içinde bir din fotoğrafı sunabilirler mi?

Bakıyorum, kimse kimseye bulaşmak istemiyor. “Başıma bela mı alacağım?” kaygısında. Dergiler çıkıyor “islâmî” alanda, var mı Necip Fazıl’ın yarım asır önce işaret ettiği “bataklık” olgusu üzerinde kalem oynatan?

Özgürlük zamanlarını yaşıyoruz. Hatta dindar bir kadronun 20 yıldan bu yana iktidar olduğu, hatta cemaatlerin milyon milyon kişi ile sokaklarda arzı endam ettiği zamanları yaşıyoruz?

Peki ama neden dindar aile çocuklarının gitgide din ile daha mesafeli hale geldiğini gözlemliyoruz? Aklımıza “Bu çocuklara ne oluyor?” sorusu geliyor mu?

Bu kadar İmam Hatip var, Kur’an Kursu var ondan daha çok, emin miyiz çocukların oralarda sağlıklı bir din eğitimi aldıklarından ve dindar bir kişilik edindiklerinden? Mesela o çocukların ruh dünyasına yönelik kapsamlı bir araştırma yaptırdık mı?

Ya memleketin diğer çocukları, “Bataklık haline gelen piyasa”dan nasıl bir din algısı ediniyorlar?

Cemil Çiçek’in ısrarla vurguladığı bir şey var: “Kayıt - dışı din.” İçinizden geliyorsa “Merdiven altı” deyimini de kullanabilirsiniz. En kolay merdiven altı üretim “Din alanı”nda yaşanıyor bu ülkede çünkü…

Garip olan o ki, bu işin denetimi de yok. Diyanet denetleyemiyor, üstelik siyasetle dirsek teması yüzünden tartışılıyor, “Cemaat” bir vakıa ise, cemaatlerin iç denetim yapılanması yok, sosyal medyanın kullanımında hiçbir sınırlama yok, yok, yok…

“Bütün yokluk mu her yer, bir yok der sada yok mu?” diyor ya Akif?

Hani varsa görelim, demek geliyor içimden.

Yazıyı cevabı için ciddi alan araştırması gerektiren bir soru ile bitireyim: “İnanç özgürlüğü alanında sorunların aşıldığı son 20 yıl içinde insanların İslam’la ilişkilerinde olumlu bir gelişme mi oldu, yoksa ciddi sarsılmalar mı gerçekleşti? Hangisi oldu, neden?”

Bu yazı toplam 289 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar