Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Bizim camiada “Köken üretimi” fesadı

Bizim gençlik yıllarımız. İlk başörtüsü olayı yaşanıyor Ankara’da… Hem de İlâhiyat’ta. Hatice Babacan isimli öğrenci, başörtüsü taktığı için okuldan atılıyor. Yıl 1968. O yıllar, bütün dindar – muhafazakâr camia, Hatice Babacan’la aynileşmiş durumda. Babacan nerede ise her dindar ailenin parçası…

2000’li yıllara ulaştığınızda bir Whatsapp mesajı geliyor telefonunuza. “Ali Babacan’ın halası Hatice Babacan Yahudi kökenliymiş, o yüzden de öldükten sonra Yahudi kökenlilerin defnedildiği Bülbülderesi mezarlığına defnedilmiş….”

Hımmm… Halası Yahudi olduğuna göre, halası babasının kardeşi olduğuna göre…. O zaman Ali Babacan ne oluyor? Demek bu Yahudiler “Başörtüsü”nün altından bile çıkabiliyormuş…. Ve bir gün, muhafazakâr diye bilinen bir siyasetçi rolüne bürünebiliyormuş!!

Ali Babacan’a bu mesajın ne zaman ulaştığını, Ali Bey’in bu mesaj sebebiyle nasıl acı çektiğini, bu mesajın Babacan ailesinde, annesinde – babasında nasıl yankılandığını bilmiyorum.

Daha önemlisi, Hatice Babacan’ın bu mesajdan haberi olduğunda ne hissettiğini, daha önemlisi bu mesajları yayan, kendisinin de mensubu bulunduğu dindar – muhafazakâr camianın ahlak seviyesi hakkında ne hissettiğini de bilmiyorum.

Bu whatsapp mesajına göre Hatice Babacan ölmüş ve Bülbülderesi Mezarlığına defnedilmiş.

Oysa işte Ali Babacan, bir televizyon mülakatında (Adem Metan’ın youtube kanalında), belli ki içi yanarak açıklıyor:

“Alçakça, utanmadan bunu yapıyorlar. Benim halam hayatta, şu anda Üsküdar’da yaşıyor. Hele hele kendini dindar-muhafazakâr olarak tanımlayanların bunları yapması çok üzüyor. Bu, Müslümanlık değil, insanlık da değil.”

Bunlar çok yapıldı bu süreçte… Siyaset sürecinde… Üstelik her kesim tarafından yapıldı. Tayyip Erdoğan dahil, dindar siyasetçilere Yahudilikten, Ermenilikten köken üretildi. Yalçın Küçük ve türevleri yaptı başlangıçta… Bu tür yayınların iş yaptığı, karşılık bulduğu, satın alındığı bir zemin vardı Türkiye’de…

Sonra “İslâm eksenli” siyaset bölündü ve bu “köken takıntısı” islâmî camialarda iş tutmaya başladı.

“Bizans’ın çocukları” tanımlamasını ilk kim kime karşı yapmıştı?

Temel Karamollaoğlu’nun İngiliz asıllı ama yıllar yıllar önce Müslüman olmuş eşi üzerinden bir kötülük üretilebilir miydi? Bu da yapıldı, çünkü Saadet’in yıpratılması gerekiyordu.

Ahmet Davutoğlu’nun Alman Lisesinde okumuş olması, acaba onun kötülükleri (!)nin sebebi olabılır miydi? Davutoğlu, yıllarca Başdanışmanlık, Dışişleri bakanlığı, Başbakanlık yaptıktan, yani devletin en mahrem alanları ona teslim edildikten sonra, başka bir siyasi kulvarda yürümeye başladığında keşfedilmişti bütün kötülükler!

Abdullah Gül ile Refah’ta, Fazilet’te birlikte yürünmüştü. En zor zamanlar birlikte göğüslenmişti. Sonra Refah’tan Fazilet’ten ayrılışın zorlukları birlikte yaşanmıştı. Cumhurbaşkanı olmuştu, Türkiye’yi temsil etmişti. Ve bir gün farklı bir siyasi duruş söz konusu olduğunda “köken üretimi” başlamıştı. Acaba Kayseri’den nereyle giderdi Abdullah Gül’ün kökeni? İngiltere’ye mi?

Ya Bülent Arınç için ne demeli? Bir gün Bülent bey’in ağabeyi Prof. Dr. Ümit Doğay Arınç’ın da içinde bulunduğu whatsapp grubuna, “Bülent Bey’in Yahudi kökenli” olduğuna dair bir mesaj düştü. Neler yoktu ki mesajda? Bu “Köken üretimi” bayağı zor bir iş… Adama yedi sülale üreteceksin bir bakıma…

Üretmişler… O whatsapp grubunda ben de vardım. Mesajı gördüm ve Ümit Hoca’yı aradım. “Gördünüz mü mesajı?” diye sordum. Görmemişti. Sonra ilgilendi ve çıkarıldı o mesaj…

Şimdi hakim konumda olan Tayyip Erdoğan… Onun Cumhurbaşkanlığı zırhı var. Ama herkesin kıymeti onunla ilişkisine göre değerlendiriliyor. Biraz mesafe konuldu mu, o kişi için kıyamet kopuyor. Bir yerlerde “kötülük üretimi” harekete geçiyor ve kısa süre sonra sosyal medyada deveran etmeye başlıyor.

Bunu yapanlar, bugün, bu kötülüğü ilk üreten kemalistler falan değil, basbayağı muhafazakâr – dindar diye bilinen, ya da kendisini o misyon ile donatanlar… Bizim camia yani.

Bizim kesim yani… Hani “gıybet”i kardeşini öldürüp etini ağzında çiğnemek gibi görmesi gerekenler… Hani “Göz – kaş işaretiyle bile alay edenlere yazıklar olsun” mesajını anlaması gerekenler…

Bir gün benim hakkımda böyle bir “kötülük paylaşımı” yapan birisini aradım ve “Söyle bana bakalım, dedim, bütün bu yalanları nerelere ulaştırdın ve onların zihninden nasıl temizleyeceksin, Allah’ın huzuruna çıkacağın hiç aklına gelmedi mi, orada nasıl hesap vereceksin?”

İktidar karşısında eleştirel duruyorduk ya, iktidar da ona göre davanın ta kendisini temsil ediyordu ya, o zaman herkese çamur atmak mübahtı… Ama benden o telefonu beklemiyordu ve telefonun öbür ucundaki yüzün kıpkırmızı olduğunu hissettim. Bu dünyadaki yüzleşmeydi. Bir de geri dönüşü olmayan yüzleşmedeki yüz kızarması vardı… Maalesef en çabuk ve kolay unutulanı oydu. Oysa onun bedeli çok daha ağırdı. Nasıl helalleşecekti, Hatice Babacan’a veya bir başkasına kötülük dosyası üretip yayanlar onlarla?

VE AYNI YERDEYİZ:

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesince verilen “ikinci ihlal kararı”na “hukuki değeri bulunmadığı”, “bu bağlamda Anayasa’nın 153/6. Maddesi kapsamında uygulanabilecek bir karar var olmadığı” gerekçesiyle uyulmamasına karar verdi. Daire, söz konusu kararın “jüristokratik – yargıçlar yönetimi” şeklinde bir davranış olduğunu da öne sürdü.

Evet, böylece Türkiye yeni yıl ile birlikte “yargı krizi” noktasına yeniden dönmüş oldu. Ne yapmalı, Anayasa Mahkemesinden mi vazgeçmeli Yargıtay’dan mı?

Bu yazı toplam 289 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar