Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Bir damla aşı!

Bu sözün aslı, “Bir damla kan, bir damla petrol”. Söyleyen de ben değil, İngiliz Başbakanı Churchill! Söylediği yer Avam Kamarası. Yıl 1936. Onların ihtiyaç duydukları her şey onlar için ötekilerin kanları ile tartıldığından, o ondan daha değerlidir. Beyaz adamın bir damla gözyaşı, kendilerinden olmayan bir insanın bir damla kanından daha değerlidir.

Geçen gün “Turkey, Turkia” gibi diğer dillerdeki yazım şekli yerine “Türkiye” adı kullanılması için bir genelge yayınlandı. Aslında Türkiye adını Osmanlıda 1914’lerde, 1898’de Paris ve Londra’daki Osmanlı elçiliklerine mali müşavir tayin edilmesiyle Gülbenkyan bir yandan da aynı zamanda bir Osmanlı memuru sıfatı edinmiş; bu arada İngiliz vatandaşlığını da almıştır. 1910’da Jön Türk hükümeti idaresinde Osmanlı Bankası’na da danışmanlık yapmaya başlamış. Öncelikli gayeleri o dönemlerde Osmanlı sınırları içerisinde yer alan Irak topraklarındaki petrol yataklarının işletilmesi imtiyazını kazanabilmekti. Türk Petrol Şirketi kuruluştaki hisselerinin %35’i Türkiye Milli Bankası’na, %25’i Royal Dutch Shell’e, %25’i Alman yatırımcılara, ve %15’i de Kalust Sarkis Gülbenkyan’a aitti. 1’nci Dünya Savaşı’nın ardından savaşın galipleri ve mağluplarına göre şirketin hissedar yapısı değişmiş, şirket Irak Petrol Şirketi adını almıştır. Bu çerçevede, 1912’de Irak petrol yataklarını işletmek üzere, Royal Dutch Shell’in % 25, Alman yatırımcıların toplam % 25, Türkiye Milli Bankası’nın % 35 ve Kalust Gülbenkyan’ın da % 15 hissesine sahip olacağı Turkish Petroleum Company (T.P.C.) kurulmuştur. Yani İngilizler Osmanlı döneminde ilk kez Devletin ortak olduğu bir şirkette “Turkia” adını kullanmıştır. Nasıl Asia, Rusia, Almania Avustralia, AlGeria, Syria, Bulgaria, Albania, Romania, İndia, İtalia, Ethiopia, Estonia, İndonesia, Malesia, Libia, Anatolia ve daha birçok ülkenin adı, “ia” şeklinde biter. Kenan Evren de eski bir alışkanlıkla “Turkiya” derdi. Daha Türkiye yokken İngilizler, Fransızlar ve Almanlar Osmanlı döneminde bu adı kullanıyorlardı. “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” şeklinde özetlenen 3 Tarzı siyasetle birlikte bu isim de yaygınlık kazandı.. Yani sadece Latin alfabesini almadık, onların bize verdikleri adı da aldık. Latinler de Romen rakamları ile hesap yapmak zor olduğu için, ondalık sistemi bizden aldı. Onun için rakamları kendi harfleri gibi değil, bizim rakamları yazdığımız gibi yazarlar. Biz de Hamparsum efendi kadar kendi makamlarımıza sahip çıkmadığımız için batı notalarını, bir kilise ilahisinin, her satırının ilk iki harfinden alarak kullanırız. Bu Osmanlıdaki Türk Bankası ve Türk Petrol şirketinin arkasında Kalust Sarkis Gülbenkyan vardır.

“Türk” adı, 1908’de Fransızlar tarafından “Genç Türkler” anlamına gelen “Jeunes Turcs / Jön Türk” şeklinde kullanılmaya başladı. Bu Genç Türkler, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde 1908’de ortaya çıkan meşrutiyeti savunan, 2. Abdülhamid e karşı, Fransa’nın desteklediği, batılıların tanımı ile “genç ve aydın” kuşağı temsil ediyordu. İngilizler Türkiye Millî Bankasını kurdular. 1909 yılında İstanbul’da kurulan bir Osmanlı bankasıdır. Anonim şirket yapılanmasındaki kuruluşun temeli İngilizler tarafından atılmıştır. 1912’de Londra’da kurulan petrol şirketi. İsmi Türk olsa da hissedarları İngiliz, Almanlardan oluşuyordu.

Aslında, “Doğu da batı da Allah’ındır”. Ne doğduğumuz ana babayı, ne doğduğumuz toprağı, ne doğduğumuz zamanı, ne derimizin rengi ve ne de cinsiyetimizi biz seçmedik. Bunlar “Kesbi” değil, “Vehbi”dir. Hoş, toplumsal cinsiyetçiler, cinsiyetin “Kesbi” olduğunu savunuyorlar ve fıtrata müdahaleyi meşru görüyorlar. Hatta bunun BİREYsel bir özgürlük konusu olduğunu, bu anlamda birileri konuyu “onur” olarak görüp, pozitif ayırımcılık konusu olarak ele alıyorlar. Hale bakar mısınız, İngilizce Fuhşiyat kategorisinde işleri yapanlara verilen isimlerin baş harflerinden oluşan LGBTIQ falan derseniz ki, şimdi buna bir de akışkan/değişken cinsiyet diye bir şey çıktı, bu pozitif ayırımcılığa tabii “Onur” vesilesi bir iş oluyor. Bunun Türkçesini söylerseniz, edepsizlik-ahlaksızlık oluyor, Dini karşılığını söylerseniz sanık oluyorsunuz!? Bir başkadır benim memleketim. Bu sözleşmeyi çıkaranlar, o ahlak ve edepten söz edenler, ve en sonunda itiraz edenleri sanık sandalyesine oturtanlar kimler aceba!? Birilerinin içinde, birilerinin zihniyet ikizi birileri olmasınlar sakın!?

Sahi kadına tacizi suç sayıyorsunuz, cezasını da artırmak istiyorsunuz da, uluslararası sistemle birlikte hareket ediyoruz ya, onlar Trans Humanizm sonrası yeni normal döneme geçmeden zaten bizi GENDER ilan ettiler. Akışkan cinsiyet ya da toplumsal cinsiyet tanımı içinde cinsiyete dayalı şahidlik, taciz ne anlama geliyor? “Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olmak” çok mu zor. İnsan hayvanı taciz etse, ben hayvandan yanayım demek daha doğru değil mi! Biz “insancı / humanist” de, “Müslümancı” da değiliz. Biz insanız ve Müslümanız. İnsanlığını kaybetmiş bir insan, aslında hayvandan da aşağıdır!

Bu cinsiyetçi yasa düzenlemelerinden vazgeçin! Din, ahlak, gelenekten bağımsız BİREY’ler aynı zamanda cinsel kimliklerinden de bağımsız olacaklar. Topların toplumsal cinsiyet tercihi deneyim, yönelim sonrası tercihle belirlenecek! Biz “biyolojik insan neslinin son örnekleri” (!) isek hangi “insan hakları günü”nü kutluyoruz. Neura Link’ten sonra insan NESNE olacak, bu Starlink ve 5G sonrası nesnelerarası iletişim networkünde.

Yazıya başlarken “Bir damla kan” yerine “aşı” diye başlamıştık. Bugün de petrol senaryosu neyse aşı senaryosu da öyle bir şey. Unutmayalım ki “Kan kokusu almış bir köpekbalığından daha tehlikelisi, petrol kokusu almış Amerikan emperyalizmidir” der Bernard Shaw. Aslında emperyalizm emperyalizmdir, bunun Amerikalısı, İngilizi, Çini, Moğolu yok. Bunların çıkarları sözkonusu olduğunda ilkeleri “helvadan put”a döner, yerler! Medeniyet denilen bu tek dişi kalmış canavar, maskara mahluk bugün de bize yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat vaad ediyor. Dostlarını da yanına alarak bize sağlık ve refah vaad ediyor. Koro halinde “biz ıslah edicileriz” diyorlar. Ama iyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. “Kontrollü bunalım stratejisi”nden sonra yeni sloganları şöyle: “Felaket yarat, yok et, sonra yeniden başlat... Tanrı ol!” Bu sloganı 2009’da ortaya koymuşlar. Cumhuriyet gazetesinde 21.6.2009’da “Felaket yarat, yok et, sonra yeniden başlat... Tanrı ol!” diye yazmışlar aslında birileri, tam 11 yıl önce!. Tanrıyı tedavülden kaldırmak istiyorlar, çünkü kendileri Tanrı olmak istiyorlar. Harari de öyle diyor ya, Homo Sapines’ten insana, insandan tanrı olmaya, evrim yolculuğu”. Yuval Noah Harari’ye göre “Tarih, insanın tanrı oluşuyla sona erecek. Geçmiş tarih ise hayvanlardan tanrılara bir evrim sürecinin hikayesi olarak kalacak.” Neyse bugün “ortaya karışık bir yazı” oldu. Bugünlük de bu kadar. Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 454 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar