Başkanlık Sistemi"nde bilinmeyenler ve gözden kaçanlar

Geçenlerde, piyasaya "yeni çıkan bir dergi" geçti elime...
Adı, Türkiye"de İktidar.

Ahmet Kabakçı"nın sahip, Nazmiye Kabakçı"nın Genel Yayın Yönetmeni olduğu dergi, mesleki ifadesiyle "dopdolu" bir dergi... Öncelikle emeği geçenleri tebrik ediyorum...
Birinci sayılarında "Başkanlık Sistemi"ni, ikinci sayılarında "PKK terörü"nü yatırmışlar masaya...

Özellikle "Başkanlık Sistemi" konusunda oluşturdukları "dosya"dan ileride yararlanmak üzere, dergiyi bir kenara ayırmıştım ki, dün, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ"ın açıklamaları geçti ajanstan...

TARTIŞILIYOR, ÇÜNKÜ!
Bekir Bozdağ"ın açıklamaları, geçekten de "bütün sorulara cevap verecek" nitelikte... Bir anlamda, konuya A"dan Z"ye açıklık getirmiş...
Biliyorsunuz;
Türkiye, "tarihinin en önemli kavşaklarından birine" hızla yaklaşıyor... Bir yandan "Sivil Anayasa"yı tartışıyoruz, bir yandan da "Başkanlık Sistemi"ni!..
Hatta, "muhalefet"e göre; "Başkanlık Sistemi" ile ilgili talepler, "Sivil Anayasa"yı engelliyor!..

Peki; "iktidar" cephesi ve "siyasi istikrar" isteyenler "Başkanlık" isterken, muhalefet partileri ve bazı STK"lar, niye "diktatörlüğe gidiyoruz" gibi bir endişenin içindeler...
İşin aslı ne?..
Ya da;
Tartışmadan kim galip çıkacak?..
"Başkanlık sistemi olsun" diyenler mi, "Olmasın" diyenler mi?..
Meselenin özüne geçmeden önce, bir hususun altını çizmek istiyorum...
Malûm, atalarımız;
"Ateş olmayan yerden duman çıkmaz" derler... Aynı şekilde; "problem" olmayan yerden de "tartışma" çıkmaz...
Bugün, "Başkanlık Sistemi"ni tartışıyorsak, bu demektir ki, "Parlamenter Sistem"de bir problem var.
Kaldı ki;
Bu problem, "bugün"ün değil, aslında "dün"ün de problemidir ve 1876"dan, özellikle de "1920"li yıllar"dan itibaren hep tartışılmıştır... Eğer çözüm bulamazsak, "yarın"larda da tartışacağız.

ÇOĞUNLUK NE DİYORSA O!
İşte Bekir Bozdağ, dün Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampüsü"nde düzenlenen "Hükümet Sistemi Arayışları ve Başkanlık Sistemi" konulu "panel"de, bu tartışmalara dikkat çekiyor ve diyordu ki;

"Bugün sistem tartışması yapıyorsak, bu demektir ki; Türkiye"nin içinde bulunduğu sistem yeterli değildir."
O halde, yerine ne koyacağız?..
Bekir Bozdağ diyordu ki;
"Biz, başkanlık sisteminin Türkiye için doğru olduğuna inanıyoruz... "Türkiye"de yasama ve yürütme ayrı" diyoruz. Ama bence Anayasa"da yazdığı gibi ayrı değildir. Uygulamada yasama ve yürütme, yürütmede birleşmiştir. Esasında bağımsız bir yasama Türkiye"de yoktur.

Sadece bugün değil, geriye dönük gittiğinizde de yoktur.
Baktığınızda 1921, 1924, 1961 ve 1982 yasalarında yasamayı güçlendiren adımlar var... Kağıt üzerinde güçlü olan yasamadır. Ama uygulamaya baktığınızda güçlü olan yürütmedir ve yasama her zaman yürütmenin emrinde olmuştur. Bunun uygulaması bugün de böyledir.

TBMM"de komisyonların oluşumunda çoğunluk iktidardadır. Meclis"te yasalaşan kanunlara bakın... Tamamına yakını, tasarıdır ve hükümetten gelir. Teklifler de hükümetlerin onay verdikleri tekliflerdir.
Hükümete rağmen TBMM"nin kendine bağımsız bir gündem oluşturma imkanı yok. Sadece getirirler, gündem olsun diye uğraşırlar, ama çoğunluk "evet" demezse gündem oluşturamazlar.

Nasıl bağımsız bir yasama? Yürütmenin emrinde duran bir yapı var. Yürütmeye karşı güçlü bir yapısı yok."
Gerçekten de öyle değil mi?..
"Meclis Araştırma Komisyonu" veya "denetleme komisyonları" eğer çoğunluk izin vermezse, kurulamıyor... Hükümete veya bakana karşı gensoru verildiğinde, hükümet kabul etmezse, gündeme bile alınmıyor.

Sizin anlayacağınız, çoğunluk "Evet" demezse, denetim yapılamıyor.
Özetle ifade edecek olursak;
"Çoğunluğun izin verdiği kadar" denetim yapılıyor, "çoğunluğun izin verdiği kadar" kanun çıkarılıyor... Bunun adına da "Parlamenter Sistem" deniliyor, iyi mi?..
Bekir Bozdağ, dün öyle diyordu ya;
"Kim iktidar olursa olsun sonuçta onun dediği oluyor... Onun için Türkiye"nin Anayasası ne yazarsa yazsın uygulamasında bağımsız bir yasaması yoktur... Tam aksine, Yürütme"nin, yani Hükümet"in emrinde bir yasaması vardır... Biz, bu yüzden "Yasamanın, yürütmenin emrinde olması sağlıklı bir işleyiş değildir" diyoruz.
Bunun birbirinden ayrıldığı bir yapıyı hayata geçirmemiz lazım. Tam anlamıyla yasama ve yürütmeyi birbirinden ayıran, bağımsız hale getiren bir yapıyı Başkanlık Sistemi"nde görüyorum. Çünkü Başkanlık Sistemi; birbirinden tam ayrı, birbirine karşı tam bağımsız bir yapı ortaya koyuyor."

ATATÜRK DAHA YETKİLİYDİ!
Bunları söylüyor ve ekliyordu;
"Hem Atatürk, hem İnönü, hem de Menderes"in; hem yürütme ve hem de yasama elindedir. Tam bir başkanlık sistemidir... Bugünkü Amerikan sisteminden daha güçlü başkandırlar...

O dönemde Mustafa Kemal Atatürk ne dediyse hükümet onu yaptı... Adnan Menderes döneminde de, Celal Bayar, temsili bir noktada duruyor, sadece Menderes"in dedikleri oluyordu... Açıkçası; Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü dönemleri, fiilen başkanlık dönemidir.

Dahası; o dönem, bugünkü Amerikan Başkanlık Sistemi"nden daha güçlü bir sistemdi... Obama"nın zavallı bir durumu var... Burhan Hoca "Zavallı Obama" diyor... Çünkü parlamentoda hiçbir etkisi yok. Ama hem Atatürk"ün hem İnönü"nün hem Menderes"in; hem yürütme hem yasama elindedir. Tam bir başkanlık sistemidir. Bugünkü Amerikan sisteminden daha güçlü başkandırlar."

HANGİSİ İSTİKRARLI?
"Amerika" dedim de, Bekir Bozdağ"ın verdiği "rakam"ları, daha doğrusu yaptığı "kıyaslama"yı aktarmadan geçemedim...

Tablo, gayet net ve açık;
Türkiye"de 90 yılda 61 hükümet oluşurken, ABD"nin; Başkanlık Sistemi"ne 224 yıl önce geçmesine rağmen Obama"nın 44. Başkan olduğuna değinen Bozdağ, şöyle devam ediyor sözlerine;
"İstikrarlı bir yapı olmuş olsaydı, 61. hükümetin Türkiye"de iş başına gelmesi için seçim 5 yılda bir yapılsa 305 yılın geçmesi, takvimin 2228"i göstermesi lazım... 4 sene olduğunda ise takvimin 2167"yi göstermesi lazım."

Görüyorsunuz ya;
ABD"de 224 yılda 44. Başkan,
Türkiye"de 90 yılda 61 Hükümet!..
Sormak lâzım değil mi;
"Siyasi istikrar" nerede?..
"Başkanlık Sistemi"nde mi,
"Parlamenter Sistem"de mi?..

VEKİLLERİN İSTİFA TEHDİDİ!
Bu arada; "milletvekillerinin istifa tehdidi" altında bulunan bir "ikidar"ın da "güçlü olamayacağını" gözden ırak tutmamak gerekir... Bunun en çarpıcı örnekleri olarak; Bülent Ecevit"in "Güneş Motel entrikası" ile vekil "transfer" edip "Hükümet" kurması ve 28 Şubat Süreci"nde Hüsamettin Cindoruk liderliğinde birleşen bazı DYP"lilerin "istifa" ederek "Refahyol"u iktidardan düşürmesi"ni gösterebiliriz.

Bekir Bozdağ da, dün olayın bu boyutuna dikkat çekip, diyordu ki;
"Siz politika ortaya koyuyorsunuz... Medya rahatsız, sermaye rahatsız, bazı güç odakları rahatsız... "Bu hükümet gitsin" dendiğinde operasyon düğmesine basıldığında, bakıyorsunuz gazete manşetleriyle veya başka tehdit unsurlarıyla patır patır istifalar oluyor!"

Bugün, AK Parti"nin milletvekili sayısı söz konusu güçlerin operasyon yapmasına yetecek nitelikte değil ama; pek çok girişim başarısız olduğu için başka tür yollara tevessül edildiğini herkes biliyor...

Onun için güçlü iktidar ancak başkanlık sisteminde çıkıyor. İktidarı sandıkta halk belirliyor, iktidara gelen başkan 4 veya 5 yıl çalışmasını yapıyor. Değiştirmesi gerekiyorsa, sandıkta da halk değiştiriyor...
Başkanlık sisteminde hesabı soracak olan halk, hesabı verecek olan da Başkan olacaktır!"

NİYE KARŞI ÇIKIYORLAR?
Peki; bunca "getiri"sine ve bunca "avantaj"ına rağmen, özellikle "Sol, Sosyalist ve Marksist" partiler niye karşı çıkıyor "Başkanlık Sistemi"ne?..
Karşı çıkıyorlar, çünkü;
"Başkan olabilmek için en az yüzde 51 oy almak lâzım... Oysa, bizim yüzde 51"e ulaşmamız mümkün değil... O halde, Başkanlık Sistemi"ne karşı çıkalım... Öyle ya; nasıl olsa bizim düşüncemiz, bizim fikrimiz iktidar da olmaz, başkan da!" diye düşünüyorlar.
"Parlamenter Sistem"de ısrar etmelerinin sebebi ise şu:
"Parlamenter Sistem"de, hiç olmazsa bir iktidar umudu var... 27 Mayıs"ta ve 28 Şubat"ta olduğu gibi, asker belki siyasete müdahale eder de, bize de iktidar yolu açılır... Ama Başkanlık Sistemi gelirse; askeri darbe ihtimali ortadan kalkacağı için, biz de iktidara gelemeyiz!"
Oysa, böyle bir ihtimal var...

"Halkın inançlarına saygı" gösterseler, "insanları kucaklamaya" başlasalar, ehh biraz da "çözüm" politikaları üretseler, pekalâ yüzde 51"i bulabilirler!
Ama, kendileri de biliyorlar ki;
Bu şartları yerine getiremezler!..
Yani;
İnançlara saygı gösteremezler,
İnsanları kucaklayamazlar,
Çözüm üretemezler!..
O halde;
"Muhalefet"te kalmaya devam...
Hem sonra;
"İktidar" olup da "ülke yönetmek" gibi bir dert ve çabaları yok ki!..
Ve ayrıca;
Partilerine "başkanlık" edemiyorlar ki,
Türkiye"ye "Başkanlık" etsinler!..

Sürünerek mi gelecekler, diz çökerek mi?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, gittiği ülkelerde "Türkiye"deki demokrasi ve ekonomiden şikâyet" ederken, Avrupa Komisyonu"nun "enerji"den sorumlu üyesi Günter Oettinger ne demiş biliyor musunuz?.. Demiş ki; "İddiaya girerim ki, önümüzdeki 10 yıl içerisinde bir bay ya da bayan Alman Başbakanı, yanına Fransız mevkidaşını da alıp, dizlerinin üstünde sürünerek Ankara"ya gidecek ve Türklere "Arkadaşlar, bize katılın" diye ricada bulunacaktır."

Olur mu?.. Olur... Yalnız; "Biz ettik, siz etmeyin" deyip; Ankara"ya, "sürünerek" mi gelirler, yoksa "diz çökerek" mi?..

AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Oettinger"in bu sözleri üzerine demiş ki; "Sürünerek mi gelirler, diz mi çökerler bilmem. Kesin olarak bildiğim bir şey varsa, mutlaka dize gelecekler...

Türkiye; kendisine ard niyetle yaklaşanları dize getirecek güce ve tezlere sahiptir. Merak etmesinler, Türkiye misafirperverdir... Kapısına geleni süründürmez, diz çöktürmez. Ama Türkiye"ye karşı çaresizlikten dizlerinde derman kalmayanlara da gerekli fizik tedaviyi uygular."
Tabiî, "10 yıl"lık süre, çok fazla...

"Yaşlı Avrupa" 10 yıl daha ayakta kalamaz. Geleceklerse, bir an önce gelsinler!..

yeniakit

Bu yazı toplam 751 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar