Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Bacon’dan siyaset dersleri

Biz söyleyince değeri olmuyor. Onun için pendnamelerden, vasiyetnamelerden, fütüvvetnamelerden, emannamelerden söz etmeyeceğim bugün.

Bugün size 1500’lere gidip, o dönemde yaşayan bir adamdan, Bacon’dan, onun “Toplumsal kargaşalar üzeri deneme”sinden, o denemesinden çıkarmamız gereken derslerden söz edeceğim.

Bir kobay faresi düşünün.

Ve bir labirent.

Labirentin çok girişi ve iki çıkışı olsun.

Siz fare değilsiniz, labirente yaklaşmayın, çıkamazsınız.

Oraya sizi ihtiras, hayal, öfke, korku ve aşkınızla yönlendirirler. Siz korktuğunuzdan emin olmak ve arzularınıza vasıl olmak istersiniz. Labirente giden yolda hep sopa ve havuç göreceksiniz.

Gideceğiniz yolda “Pavlov’un köpekleri” gibi eğitilir bu yolun yolcuları. Şeytan vadisinden geçer bu yol. Vadiden yokuş aşağı koşar gibi giden insanlardan geri dönen yok gibidir. “Gidenin her biri memnun ki yerinden dönen yok seferinden” diye şarkılar mırıldanır bu cehennem vadisinin yolcuları.

Labirente, herkes kendini ifade eden bir renkle boyanmış, sembollerle donatılmış, adeta gökkuşağının altında geçerek girer. Müzik olarak caz, saz, borazan, çan, ilahi her şey var. Ve labirenten geçerken dikkat edin düşüncelerinizi okuyan sensörler vardır ve sizin suali mukadderlerinize cevap verecek uygun profilde kişiler vardır. Labirenti kurgulayanlar, dindar için mescid, ya da LGBT’liler için uygun mekanlar da hazırlamışlardır. Çünkü onların kadrosunda şeyh de var fahişe de. Hani bize denmişti ya, “Şeytan bizi Allah’la aldatmasın”, dikkat edelim. Labirentin sonuna geldiğinde 3 kapıda Şeytanın 3 atlısı sizi bekler olacak. Ya Şeytanın ordusuna asker yapılırsınız, ya ölüm vadisine atılırsınız. Ya da sonunda bu iki kapıdan birisine çıkışı olan bekleme odasına alınırsınız.

Aslında Grip19 sürecinde insanoğlu böyle bir teste tabi tutuldu. Ve sonuç ortada.

Şeytanın kirli oyunu uyananlar tarafından bozuldu da, Şeytanın labirenti çökmeye başladı ve yola çıkanlar panik içinde ne yapacağını bilmez haldeler. Artık kime ve neye inanacağını bilmeyen kalabalıklar sokaklarda.

Yaşadığımız süreçte daha buna benzer birçok labirentler var.. komünizm, kapitalizm, faşizm hepsi böyle bir labirent için yine aynı lanetli güç tarafından üretildi. Bizi balık gibi görenler, bu vadide, oltalarına taktıkları demokrasi, laiklik, özgürlük, laiklik ya da dini kavramlar, kurumlar, sembollerle insanları avlamaya çalıştılar. Ve avladılar da.

DİKKAT: Halkı yönetenler olarak (Halkı sürüleştirdiyseniz, siz çoban olursunuz, onlar sürü, o zaman onları güdülemeniz gerek. Birilerinin sizi gütmesini istemiyorsanız, Moliere’nin “Tartuffe”sini okumanız gerek. 1664 yılından bir tecrübe de olsa, soyluların halkı kandırmak için kutsalı ve kiliseyi nasıl kullandıklarını bilmek, bazı gerçeklerin farkına varmak için bir fırsat olabilir. Tabii onlar Westefelya sürecinde, kilisenin otoritesini zayıflatmak istiyorlardı. Ama bu dindarları eleştirirken, onların günahlarını yüzlerine vururken, dine, hakikat arayışına karşı bir şeytani vadiye bizi savurmamalı. Batı bu yanlışa düştü. Sonra dinin yerini, ideoloji alır, bilim alır. Şeytan binbir suratlı bir mahluk. Kişin egosu alır, alır da alır) kimselerin, devlet işlerindeki fırtınaları önceden kestirebilmeleri yerinde olur.

Onun için lider, örgüt ve yöneticilerinize “Raina” demeyeceksiniz, “Unzurna” diyeceksiniz.

Yoksa yöneteniniz ya da o din büyükleriniz, ruhbanlarınız, ruhanilerinizi İlah ve Rab konumuna yükseltirsiniz ve onlar da kendilerini öyle gösterirler ya da öyle zannetmeye başlarlar. Dikkat edin, onlar sizi kendi yalanlarına inandırmak isterken, zaman içinde onlar kendileri de o yalanlara inanmaya başlarlar. Bu bir politikacı hastalığıdır. Ava giden politikacı avlanır, halkı dönüştürmek isterken kendisi de dönüşür. Servet ve iktidarın böyle büyülü bir gücü var.

Bacon der ki, “Bu fırtınalar en çok bütün güçlerin dengede olduğu zamanlarda azar. (…) Fırtına kopmadan önce nasıl birtakım uluyan rüzgârlar çıkar, deniz için için köpürürse devlette de öyle olur.”

Bacon’un (1561-1626) “Ayaklanmalar ve toplumsal kargaşalar üzerine” isimli denemesindeki uyarıları her politikacı okumalı: “Devlete kara çalan sorumsuz konuşmaların sık sık ve uluorta yapılması, bir yandan devlete zararı dokunacak yalan-yanlış söylentilerin ağızdan ağıza dolaşarak büyük bir ilgi görmesi kopacak bir fırtınanın ilk işaretleridir.” (…) Devletin dört ana direği olan Din, Adalet, Yönetim, Hazine’den biri sarsılacak ya da güçsüz düşecek olursa insanların işi artık çok zordur. Ayaklanmanın sebepleri ve körükleyici etkilerine gelince, dinde reform girişimleri, yeni vergiler, yasada ve törede değişiklik, tanınan imtiyazların geri alınması, toplumda genel bir baskı, değersiz insanların ve yabancıların yükselmesi, açlık, ordudan çıkarılan askerler, umut kırıklığına uğramış partililer, küskün bir toplumu ortak bir gaye etrafında toplayıp birleştiren bütün buna benzer şeyler..”

Söylentileri duymamazlıktan gelmek ya da susturmaya çalışmak aynı kapıya çıkar. Söylenti şüyu bulur ve vukuundan daha beter bir sonuç doğurur.

Olması gereken sorulara anlaşılabilir, doğru, efradına cami, ağyarına mani cevaplar vermek, yanlış giden işlerin sorumlularını cezalandırıp, yerlerine ehliyet ve liyakat sahibi insanları getirmektir.

Bilenlere danışmak, işi ehline vermek, ahlaklı, namuslu, şeref ve haysiyet, edeb sahibi, söz verdiğinde sözünde duran, bilgili, dürüst, tevazu sahibi, cesur insanlarla birlikte olmak en önemli kurallardandır.

Makyavel toplumun bütünün temsil etmesi ve onlara adil davranması gereken yöneticilerin bir partiye ya da ideolojiye bağlanıp yan tutmaları halinde, devletin, dengesizlikten batan bir gemiye dönüşeceğini söyler.

Bacon Fransa Kralı 3. Henri örneğini verir. Hani, 3. Henri güçlü bir destek için ittifak arayışına girer ve Protestanları yok etmek için kurulan birliğe girer, ama kısa süre sonra o birlik kraldan beklediği desteği göremeyince ona karşı döner ya, işte o hesap. Kral ikbal derdine düşünce olan oldu ve ülkenin denetimini elinden kaçırmaya başladı.

Bu gibi durumlarda herkes birbirini suçlar. Alt-üst karışır, herkes bir günah keçisi arar. Uzlaşmazlıklar kavgaya dönüşür, bölünmeler olur. Çünkü artık “gemisini kurtaran kaptan”dır. Bu tartışmalar uluorta sürdürülünce de, insanlar kime inanıp güveneceğini şaşar.

Uysal başlılar bile kendilerine sorulan sorulara cevap bulamayıp, homurdanmaya başladıklarında, dertlerini anlatacak kimse bulamayıp, dışlandıklarında ve susturulmaya çalışıldığında unutmamak gerekir ki, aldatılmış duygusu, o insanları bile çileden çıkarıp, öfkeli birer muhalife dönüştürebilir.

Benden söylemesi. Siz hoşlanmasanız bile, ben söylemeye devam edeceğim.

Dostlar bazan acı söyler.

Dostların acı sözleri, dalkavukların övgüsünden iyidir.

Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 524 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar