Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Askerî ve de gerçek faşizm"in gönüllü gözcüleri, "sivil faşizm ve...

'Askerî ve de gerçek faşizm"in gönüllü gözcüleri, "sivil faşizm ve dikta" korkusu yaymaktalar..

Faşizm, kısaca devlet veya toplum için, ferdin hak ve özgürlüklerinin ve hayatının fedâ edilebileceğini temel kabul eden ideoloji ve bu ideolojiye göre tesis olunan – rejim şeklidir..

Eğer bir hesaba, plana göre yazmadıysa, hayalhânesinde ürettiği "sivil faşizm" lafıyla  gündeme oturan ve bu vesileyle, bugünlerde bir tuhaf kahramanlık gösterileri yapan bir "muharrire"nin, "Bu tartışmayı ben başlattım, öyleyse bu konu üzerinde herkesten çok benim konuşma hakkım vardır."  diyerek yaptığı kendini tatmine yönelik çıkışların traji-komikliği ortada..

Bu gibiler, ya faşizmin ne olduğunu bilemiyecek kadar, ütopik bir dünyada yaşıyorlar; ya da, 100 yılı aşkın bir zamandır bizim halkımıza tebelleş olan faşist diktatörlüğün gönüllü gözcülüğünü yapıyorlar ve faşistlerin 100 yıllık kazanımlarının elden çıkmaması için, entellektüellik adına, o çevrelerde kafa karışıklığı oluşturmaya çalışıyorlar..

Halbuki, bu gibi kimseler gerçekten de dürüst bir mantık geliştirmeye çalışmak istiyorlarsa, halkın iradesiyle siyasî iktidar mekanizmalarına gelenlerin, "iktidara geldikleri halde, niçin bir türlü muktedir olamayışları" üzerine kafa yormalı, bu "muktedir olamayış"ın bir beceriksizlik veya halkı kandırmaktan mı; yoksa,  egemen sistemin, bir takım "diktatörlük ilkeleri üzerine oturtulmuş Anayasa ve kanunlarından ve "Derin Devlet" düzenlemelerinden mi kaynaklandığını" ortaya koymalılardı.. Ama, o gibiler, bir kanlı ve karanlık diktatörlüğün temellerine ışık tutmak yerine, "sivil vesayet ve tek parti diktatörlüğü ve faşizm" gibi laflara yönelmeyi tercih ettiler.. 

Evet, Osmanlı döneminin adı zâten saltanat idi, onun için o döneme değinmeye ayrıca gerek yok.. Ama, Osmanlı"nın sonunu hazırlayan İttihad- Terakkî Cemiyeti" ve onun bugünkü uzantısı olan kemalist anlayış ver rejim, faşizmin daniskası değil miydi?

Bugün bu iddianın bir gerçek olduğunu kabullenmek istemeyenler, 1930"larda, (M. Kemal"in lideri olduğu) Cumhûriyet Halk Fırqası"nın ideologlarından sayılan CHF / yani CHP Kâtib-i Umumî"si /genel sekreteri Receb -Peker- Bey, "faşizmin ve nasyonal sosyalizm (nazizm)in ve komünizmin, ilhamlarını kemalizmden aldıklarını" gururla söylemiyor muydu? Ama, sonra, o gücetaparlık rejimlerinden Adolf Hitler"in Almanya"daki nasyonal sosyalist (Nazi) rejimi ile, Benito Mussolini"nin İtalya"daki  faşist rejimi, II. Dünya Savaşı"nda kapitalist ve komünist güçler tarafından yenilgiye uğratılınca.. Bir daha da kemalizm"in bu rejimlere ilham kaynağı olduğu tekrarlanamaz oldu..

Ve, bu konularda konuşulmasından hâlâ da korkuluyor.. Nitekim, şimdilerde bazıları, Sabiha Gökçen"in, TC"nin ilk kadın savaş pilotu olarak 1937"lerde Dersim"in  bombalanmasında istihdam edilmesinden, onun nasıl bir "faşist" olduğunu söylüyorlar da, onu o  işle bizzat vazifelendirenin zamanın Şef"i M. Kemal olduğunu hatırlamak bile istemiyorlar. Çünkü, bu durumda, ona da "faşist" denileceğinden endişe ediliyor..

Ünlü Neyzen Tevfik ne demişti, o günleri anlatmak için:

"Çobanın ismi Führer"dir,  kasabın adı Duçe..

Defter-i zulmünü Garb"ın, "Yed-i Kudret" dürüyor;

Asgarî onyedi milyon sığırı, bir sığıra,

Rabbimin kudretine bak ki, güttürüyor.."

 

Evet, "sivil faşizm"  ve "sivil vesayet sistemi"nin geleceği korkusunu yaymaya çalışanlar; faşizme karşı olduklarını söyleseler bile, gerçekte varlığına şükran borçlu oldukları askerî ve kemalist/ laik faşizmin bertaraf olması ihtimalinden bile korkuya kapıldıklarını ortaya koymaktalar..

*

Halkı "sığır sürüsü", kendilerini de "sığırtmaç" zanneden "jakoben general" tipleri hep olmadı mı?

Bu tartışmaların tam da ortasında, Taraf"ın 20 Ocak 10 tarihli sayısında yayınlanan bir diğer darbe teşebbüsünün hikayesi ortalığı tozu dumana kattı..

AK Parti"nin 3 Kasım 2002 seçimleriyle iktidara gelmesinden hemen sonra, zamanın I. Ordu Kom. Org. Çetin Doğan liderliğinde hazırlanan bir darbe teşebbüsünün öncesinde, sosyo-psikolojik bir zeminin hazırlanması için, yapılması gerekenler de belgelere dökülmüş.. Fatih ve Bayezid câmilerinin bombalanması, halkın sokağa dökülmesinin sağlanması, bir savaş uçağının cuntacılar tarafından düşürülüp, Yunanistan"ın üzerine atılması, sıkıyönetim ilanı, sosyal karışıklık ve kaosun derinleşmesi üzerine askerî darbe yapılması ve bu müdahaleye karşı koyması muhtemel 200 bin insanın bir stadyumda tutuklanması gibi korkunç planlar..

(Ne kadar ilginçtir ki,  32 yıl önce bugünlerde de, İran"da Şahlık düzeni, son demlerini yaşarken; Şah"ın Ordusunun Genelkurmay Başkanı Qarabagî"nin "Kar Gibi Eriyoruz.." adıyla yayınlanan hâtırâtından anlaşıldığına göre,  yüzbinlerce insanın, stadyumlara hapsedilmesi planlanıyordu.. Şah rejimi ile, TC"deki kemalist/ laik  rejimin, kendilerini koruma tedbirlerini düşünürken, akıllarına benzer tedbirler gelmesi tesafüfî bile olsa, yine de düşündürücü değil midir?) 

Şimdi, 2003 şartları için düşünülen ve "Balyoz Harekatı" diye isimlendirilen plan için, elbette ki, harb oyunları veya tatbikat veya savunma planı senaryoları gibi bahaneler dile getirilecektir.. Çünkü, bu planların ele geçmesi durumunda, kanûnî kılıflar taa baştan hazırlanmıştı, "minareyi çalan kılıfını hazırlar.." anlayışınca..

Esasen, gerçekleşmeyen bütün cinayet ve bombalama veya darbe teşebbüsleri, bir senaryo olduğunda, nicelerine komik gelebilir.. Ama, gerçekleştiğinde ise.. Artık iş işten geçmiş ve yorumlar yeni duruma göre yapılmaya başlanmış olur..

*

1930"larda Serbest Fırqa denemesi nasıl bir tertible başlatılıp bitirilmişti?

Menemen Hadisesi, kimler tarafından, hangi hedeflerin gerçekleştirilmesi için, toplumda faşist bir rüzgar estirmek üzere, nasıl düzenlenmişti? Bu hususta bilinenler hâlâ, Genelkurmay"ın açıklamalarından fazla mıdır?

27 Mayıs 1960 Darbesi"nin yapılabilmesi için Harbokulu öğrencilerinin, o gece, Sovyet paraşütçülerinin Ankara"ya indiği gerekçesiyle alarm verilip ihtilale sürüklendiklerini kim hatırlıyor şimdi?..

12 Mart 1971", 12 Eylûl 1980, 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007"deki askerî müdahalelerde de, benzer iddialar en merak uyandırıcı şekilde ve devleti ayakta tutmak gibi devleti kutsayıcı ve halkın zihnine yerleştirilmiş bulunan "örtülü faşist anlayışlar"ın tahriki ile.. Ve karşı çıkılmasının, insanı güç duruma düşürebileceği korkusu verilerek tezgahlanan kanlı ve karanlık taktiklerle neler-neler yapılmamıştı?  Ve halkımız bu oyunlara getirilip, kaç kez "avanak avcıları"nın kurbanları olmadı ki..

Halk kitlelerini güdülecek bir "sığır sürüsü" gibi gören, kendilerini de "sığırtmaç" sanan  jakoben / tepeden inmeci, modern yeniçeri tipi, ve toplumu mühendisliği yapmaya kalkışmayı pek seven generaller ne zaman eksik oldu ki, tepemizden..

Şimdi  ortaya yeni çıkan ve I. Ordu (eski) Komutanı (em) Org. Çetin Doğan"ın muvazzaf olduğu dönemde ve kendi liderliğinde hazırlandığı bildirilen "Balyoz" harekâtında,  bazı tahrik ve taktiklerinin varsayım olarak düşünülmüş olması bile, müslüman halkımızın ne korkunç ve alçakça bir oyunla karşı karşıya kaldığının bir habercisidir..

Düşünebiliyor musunuz, Fatih ve Bayezid camilerine, Jandarma Binbaşısı H.Ö. komutasındaki bir tim tarafından, hem de bir Cuma günü, namazdan 10 dakika kadar önce patlayacak şekilde, bombalar yerleştiriliyor, senaryoda..  Sonra da, "vatanın kurtarılması" adına, müdahele planlanıyor.. O kadar ki, kendileriyle işbirliği yapacak gazetecilerle, tutuklanacak olanların listesi bile hazırlanmış..

Hepsi  bir senaryo , tabiî.. Yerseniz..

Bu "Balyoz" isimli darbe planının nüansları üzerinde etraflıca durmaya gerek yok..  Çünkü, bütün darbelerde, hep aynı entrikalar tezgahlanmadı mı?

Buna rağmen, bu "Balyoz Harekatı"nın ifşa olunduğu günün akşamı, adıgeçen işbu em. Orgeneral,  U. Dündar  isimli tv. proğramcısı tarafından Doğan Medya"nın Kanal D ekranlarına, canlı yayına çıkarıldı..

U. Dündar, bu em. Orgenerale, (muhakkak ki öyle bir şey yoktur ya, ben sizin üzerinize bir şüphe gelmesin diye soruyorum, affedersiniz, havasında)  "Böyle bir hazırlık içinde miydiniz?" diye çanak sorular soruyor..

Em. Org. Ç. Doğan, gaayet pişkin karşılık veriyor: "Biz evet seminer, harb tatbikatı yapmışızdır. Bu etkinlikte personel takip edilir, gözetlenir, denetlenir. (")"

U. Dündar, paşasına yine soruyor: "Paşam burada sıkıyönetim ilan edilmesi için Fatih Camii'nde bomba patlatılacak deniyor. Bunun planları yapılıyor, Bayezid"de bomba patlatılacak. Yunan ilişkilerini germek için bir jet uçağımız düşürülecek, bunlar hükümetin zaafiyeti olarak gösterilecek, müthiş bir kaos yaratılıp sonuçta darbe yapılacak imiş.."

Em. Orgeneral  yine pişkin pişkin karşılık veriyor: "Rûhen ve kafalarında hasta olan kişiler ancak bunu düşünebilir..(") Benim şahsımda TSK sindirilmek ve yıpratılmak isteniyor. İhbar mektublarıyla yapılıyor. Ben Batı Çalışma Grubu'nda Başkanlık yaptım. Evet bunu inkar etmiyorum. (") Bunlar, bizim o dönemde yaptığımızda iç ve dış tehditlerin değerlendirilmesi sonucu rutin çalışmalardır."

Yani, em. Orgeneral, 28 Şubat Zorbalığı"nın en ünlü entrika merkezi Batı Çalışma Grubu"nun da başkanı olduğunu, " şecaat arzedeyim derken, sirqatini, (çaldıklarını) söyleye hırsız" misali, itiraf ediyor.. Bu BÇG"nin neler yaptığını hatırlamak, gerisini tekrara gerek bırakmaz..

Bazılarının hâlâ, "Milletin parasıyla beslenen ve milletin silahını, milletin kalbine yönelten generaller olur mu hiç?" diye saf saf sorabileceklerin olacağını düşünüp, Dündar"ın, "Ama, Bakanlar Kurulu kurmuşsunuz. Kimlerin tutuklanacağı listelenmiş. Belediye başkanlarının yerine hangi askerlerin atanacağı gibi detaylı bir darbe planı var.."  şeklindeki sorusunu "Bunlar monte edilmiş şeyler.." diye geçiştiren Org. Çetin, "Fatih Camii'ni bombalayak mıydınız?" sorusuna ise, "Olur mu hiç öyle bir şey. Hangi ordu kendi halkının kutsal mekanlarına saldırabilir? (")Bunlar hasta ruhlu insanların iddialarıdır. Ben darbelere karşıyım" şeklinde, çok duygulandırıcı, sevindirici, müjdeli (!) bir karşılık lûtfediyor. 

Ama, aynı em. orgeneral, 20 Ocak akşamı, "t24" isimli tv. kanalında ise, "Balyoz Harekât Planı"nın, "iç tehdit olarak değerlendirilen bölücü ve irticaî gelişmelerin EMASYA (Emniyet ve Asayiş Yardımlaşma Protokolü) planları çerçevesinde, Cumhuriyeti koruma ve kollama görevinin gereği olarak hazırlandığını" söylüyordu. Yani, geçmişteki bütün askerî darbelerin kanûnî gerekçesi olarak gösterilen laf yığını.. (EMASYA da, TSK ile Emniyet Gen. Md. lüğü arasında 1997"de, 28 Şubat Zorbalığı şartlarında imzalanmış olan işbirliği protokolü..)

Evet, bu anlatılanlar bile, Yeniçeri"den beri toplumumuza ârız olan ve kendilerini "toplum sürüsü"nün "sığırtmacı sanan,  askerler/ paşalar/ generaller" tipinin varlıklarını hep sürdürdüklerini gözler önüne bir daha seriyor.. Bu tipler, ellerinde bir sopa, önlerinde bir sığır sürüsü, toplumu istedikleri gibi güdebileceklerini ve bu kuralın asla değişemiyeceğini sanıyorlar..

"Bazı ülkelerin orduları, kendi ülkelerinin işgalcisidi durumundadır.." diye boşuna mı denilmiş..

*

Böyle senaryo mu olur, Allah aşkına?

"Balyoz Harekatı" iddiası üzerine, 21 Ocak günü, Genelkurmay Başkanlığı yaptığı açıklamada, bu ididalyarın bir senaryodan ibaret olduğunu, tamamiyle eğitim ve tatbikat çerçevesinde yapılmış rutin çalışmalar olduğunu belirtiyordu..

Genelkurmay açıklamasında şöyle deniliyordu: "- 1"inci Ordu Komutanlığı tarafından 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında icra edilen Plan Semineri"ne ilişkin çeşitli iddialar ve değerlendirmeler medyada yer almaktadır.

2 - Söz konusu Plan Semineri, Genelkurmay Başkanlığı 2003-2006 yılları Tatbikatlar Programında bulunmaktadır.

3 - Plan Seminerinin gayesi, dış tehdide ilişkin olarak hazırlanan Harekât Planlarını geliştirmek ve ilgili personelin eğitimlerini sağlamaktır.

Plan Semineri, giderek tırmanan bir gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içerisinde uygulanmıştır.

1"inci Ordu Komutanlığı sorumluluk bölgesinde icra edilen bu Plan Semineri"nde, Ordu Geri Bölge Emniyeti ve savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi halinde de uygulanan sıkıyönetim konuları üzerinde de durulmuştur.

4 - Bu Plan Semineri"ne ilişkin olarak ortaya atılan iddiaları, aklı ve vicdanı olan hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün değildir.

5 -  Söz konusu iddiaları ciddiye alarak üzerinde yorumlar yapılmasının ve bilgi kirliliği yaratılmasının; özellikle toplumumuzda tedirginlik yaratmak isteyenlerin amacına hizmet edeceği değerlendirilmektedir."

Diyelim ki, bu açıklama doğru..

Ama, Genelkurmay, ordunun son 50 yıllık geçmişinde yaşanmış olan 5 askerî müdahalenin herbirisinde hazırlanan proğramların hangisinin doğrudan darbe hazırlığı olarak yazılıp çizildiğini; ya da, hangi askerî darbenin,  bu gibi bir tatbikat ve seminer çerçevesinde, rutin bir işlem olarak gösterilmediğini de açıklayabilir mi?

Kaldı ki, askerî tatbikat ve manevralarda, kimse alınmasın diye, dost ve düşman odakları veya kuvvetlerinin, "Mavi Kuvvetler" ve "Kırmızı Kuvvetler" diye gösterildiği ortadayken.. Bu planlarda nasıl olmuştur da, Fatih ve Bayezid Camii gibi hedefler açıkça zikredilebilmiştir? Nasıl olmuştur da, yüzlerce gerçek kişinin ismi tutuklanmak veya kullanılacak kimseler olarak yazılmıştır? Nasıl olmuştur da, ‚toprak altına ggömülymüş silahların, bir darbe ve müdahale ânında ilgi kişilere nasıl dağıtılacağına dair görüşler dillendirilebilmiştir? Nasıl olmuştur da, "1923 zindeliğine yeniden dönülebilmesi için, kamu idaresinin bütün alanlarında baştan başa bir yeni düzenleme ve kadrolaşma yapılması" dillendirilebilmiştir?

Unutmayalım ki, 28 Şubat döneminde, bir tiyatro eserinde, "hayalî bir coğrafyadaki bir diktatör rejime karşı müslüman bir halkın tepkisi, o rejimin askerî güçlerine karşı "tekbîr" sadâlarıyla taş atılması şeklinde  gösterildi" diye, buradan  TSK hedef gösteriliyor vehmine kapılarak, o tiyatro eserinin senaryosunu yazanların ve oynayanların herbirisine nasıl ağır cezalar verilmişti; hatırlayan var mı?

Ama, bugün, milletin ve ülkenin hayatını ve haysiyetini korumak için varolduğu kabul edilen ve onca ağır faturalar ödeyerek kuvvetli bir çizgide tutulmaya çalışılan bir ordunun kumata kadrolarının, binlerce sahifelik "plan seminerleri"  hazırlarken, bu kadar mahzurlu lafları, senaryo gereği bile olsa, telaffuz edebilmeleri, korkunç değil midir? Genelkurmay,  bu gibi rutin çalışmaların, kötü niyetli yorumlarının, "akıl ve vicdan sahibi hiç kimse tarafından kabul edilemiyeceğini" açıklarken, bu milletin akıl ve vicdanının kabul etmediği ne korkunç darbelerin yapıldığını ve ne büyük cinayetler işlendiğini de gözönünde bulundurmuş mudur?

Ve bu zamana Genelkurmay, hangi darbenin sorumlularını muhakemeye çekmiştir? 

Bunları bırakalım haydi.. Son günlerde ortaya çıkan ve Ordu komutanlarına emanet edilen "örtülü ödenek"lerden onmilyonlarca liranın, üç yıl önceki -sözde- cumhuriyet mitinglerinin tertibi için, kemalist-laik gruplar arasında nasıl çarçur edildiğinin belgeleri ortaya çıktığı halde, bu hususta Genelkurmay, yargıya mı başvurmuştur?

Hem, vursa n"olur ki?

Hele de, 28 Şubat Zorbalık günlerinde, Genelkurmay"ın brifingleriyle kendilerine yüksek dozda laik ve de kemalist devrimci hukuk anlaşıyı şırınga olunan yargı mensublarının, hukuk adına neyin korunması gerektiğini çok iyi öğrenmediklerini kim iddia edebilir?

Nitekim, 21 Ocak günü, Anayasa Mahkemesi, askerî darbeye teşebbüs ve diğer ağır cezalık suç isnadı durumlarında, subayların sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören kanun değişikliğini, CHP"nin itirazı üzerine, hem de oybirliğiyle, ibtal etmemiş midir?

Bu gibi suç isnadları, bundan sonra da askerî mahkemelerde görülmeye devam edecek.. O askerî mahkemelerin hangi davâları, nasıl neticelendirdiği; komutanın emrine uygun kararlar sâdır ettiği ise; kimse için gizli bir şey değildir.

Ama bütün bunların üstü, "Aman Ordu yıpranmasın.." denilerek örtülüyor..

*

Daha da ilginç olanı ise, Habertürk ekranlarındaki özel yayında 21 Ocak günü yayınlanan bir tartışma proğramında, Râmiz İlker isimli bir em. tuğgeneralin, "Fatih Camii'nin bombalanacağı iddiası" karşısında küplere binmesiydi.. Em. General, "Fevkalade aşağılık bir şeydir. Böyle bir şey olabilir mi yavv,  bu milletin evladıyız. Sonuna kadar Atatürkçüyüz, ilericiyiz aydınız moderniz ama Elhamdülillah Müslümanız. Ne demek, bütün orduyu dinsiz göstermek.. Yok efendim Fatih Camiini bombalayacakmış. Böyle bir şeyi düşünmek şerefsizdir. (")Bunu diyenler şerefsiz oğlu şerefsizdir. Böyle şeyler harb oyununda yer almaz kardeşim almaz... Bunların başına taş düşsün... Ayıptır yavv..." diye tepiniyor ve "Türk Silahlı Kuvvetleri'ni niçin yıpratıyoruz, ne murat geçecek elinize... Başka ordu yok.. Malımızı canımızı ırzımızı koruyacak bu şanlı ordu... " diye bağırıyordu..

Halbuki, Genelkurmay da, o plan seminerini hazırlatıp sunan em. Org. Doğan Çetin de, "Balyoz Güvenlik Harekâtı Planı"nın gerçek olduğunu ama, bir senaryo gereği yazıldığını söylüyordu.. Em. Gen. R. İlker ise, "Fatih Camiinin bombalanacağını düşünmek, şerefsizliktir, böyle şeyler harb oyunlarında yer almaz.." diyordu..

*

Ölüm tâcirleri, bu savaş pazarını kaybetmek ister mi?

Bu gelişmeler olurken, ilginç bir gelişme de, PKK"nın dağ kadrosu liderlerinden birisi olarak bildirilen Behroz Erdal isimli kişinin 18 Ocak günü, TC medyasına da yansıyan açıklaması idi.. O da, TSK"nın yıpratılmaması gerektiğinden sözediyordu.. "25 yıldır ordu niye PKK'yı bitiremedi?" sorusunun haksızlık olduğunu belirten Erdal, "Bence bunlar Türk ordusuna yapılan haksız eleştirilerdir" diyordu..

Bu kişi, TSK"yı över gibi yaparken, kendilerinin TSK ile aynı ayarda bir güç oldağı olduklarını da anlatmış oluyordu.. O, şöyle diyordu, özetle:

"Türk ordusu NATO'nun en güçlü ordularındandır. Geçen 25 yılda eğer savaşla ve silahla başaramamışsa bu, ordunun az donanımlı veya silahlarının eski olmasından veya modern teknolojiden yoksun olmasından kaynaklanmamaktadır. Türk ordusu, en modern savaş teknolojisine sahip olmaya çalışmıştır ve olmuştur da. Bunu Amerika İsrail ve NATO'dan almıştır. 2008 yılında Zap'a yönelik olarak geliştirilen operasyon da dahil olmak üzere, tüm operasyonlarda bilumum savaş tekniğinden, uçaklardan tutalım, tank ve diğer ağır silahlara, termallere kadar tüm modern savaş silahları hem istihbaratta hem de vuruşta kullanılmıştır.

Şöyle bir tartışma var: "25 yıl boyunca ordu niye PKK'yi bitiremedi?" "Niye kayıp veriyor?" "Tedbiri zayıftır, tekniği azdır veya ihmalkarlık vardır" türünden eleştiriler var. Buna karşı çare olarak, daha fazla karakol, daha fazla teknik, daha fazla asker, daha fazla operasyon diyorlar. Bence bunlar Türk ordusuna yönelik yapılan haksız eleştirilerdir. 25 yıllık süreçte ordu az savaşmadı, zayıf da davranmadı. Türk ordusu NATO'nun önemli bir yere sahip bölgenin en güçlü ordularındandır. Bunlar birer gerçektir ve 25 yıl boyunca savaşın her türlü biçimini bize karşı yürüttüler. Bütün askeri operasyon türlerini kışın da yazın da gerçekleştirdiler. Hem büyük güçlerle, hem de küçük güçlerle, her türlü savaş tekniğini de kullanarak savaştılar.

Eğer Türk ordusu buna rağmen başaramamışsa bunu ordunun bir zaafı, generallerin veya Genelkurmay'ın bir eksikliği, bir suçu olarak değerlendirmemek gerekir. Bu başarısızlık, sorunun yanlış teşhisinden ve yanlış tedavi yönteminden kaynaklanmaktadır. Sorun tarihsel, toplumsal, siyasal boyutu olan bir sorundur. Salt askeri yöntemle, imhayla bu soruna yönelmek, sorunu çözmeyeceği gibi daha fazla da körükleyecektir. Ne kadar savaş ve silah boyutuyla yönelirsen, o kadar sorunu derinleştirmiş oluyorsun. Nitekim, Kürdistan'da yaşanan da tam olarak bu oldu..

Son yıllarda AKP hükümeti sinsi bir kurnazlıkla ordunun bilinen psikolojik yapısını, komplekslerini kışkırtarak, onu tahrik ederek tekrar savaşa sürdü. Ordunun başarısız olacağını bildiği halde, bizimle savaştırarak zayıflatmaya ve etkisini azaltmaya çalıştı. (")"

Evet, bu da, PKK"nın dağ kadrosundaki önde gelenlerinden birisi olduğu bildirilen bir kişinin, medyaya yansıyan açıklamalarından..

TSK"yı över gibi yaparak, gerçekte, kendilerinin de onların dengi bir güç odağı olduğunu ve bu kirli savaşın bitmemesi gerektiğin; bitmesi gereken varsa onun da AK Parti olduğunu  anlatmak istiyorlardı..

Çünkü,  sadece Türkiye"nin "Güneydoğu"sunda değil, bütün ülke ve hattâ Ortadoğu çapında ortaya çıkan silah baronlarının, ölüm tâcirlerinin bu kirli savaştan kolayca el çekmiyecekleri zâten biliniyordu.. Onun için de, bu çarpışan güçler ve akan kan üzerinde kurulan son derece kârlı silah ticaretine bulaşmış nice teröristler, nice askerler, sayıları yüz bini bulan korucular,  ve onların etrafında oluşmuş yüzbinlerleri bulan bir halk kitlesi,  bu çatışma ortamından faydalanarak kendilerini türklerin veya kürdlerin temsilcisi imiş gibi göstermeye kalkışıp siyaset meydanında arz-ı endam eden siyaset madrabazları, bu savaşın bitmesini elbette istemezlerdi.. Çünkü kurulmuş bir büyük menfaat çarkı ve uluslararası siyasetle de bağlantısı olan büyük bir uluslararası pazar kurulmuştu.. Bu pazarın iflas etmesine, ondan faydalananlar nasıl göz yumabilirlerdi?

Nitekim, bu zamana kadar, bu savaşın biter gibi olacağı dönemlerde, devreye hemen 33 askerin Bingöl- Elazığ yolunda öldürülmesi, Dağlıca ve Aktütün vs gibi karakollara yapılan ve onlarca askerin öldürülmesiyle sonuçlanan kanlı baskınlarda, asıl sorumluların kim olduğunu TSK da ortaya çıkarmamıştı ve suçlu olarak, rütbesiz asker konumunda bir kaç erin tecrübesizliği veya yüreksizliği gösterilmişti..

Ki, 1993 yılında öldürülen 33 askerle ilgili olarak, bir çok konu henüz de aydınlanabilmiş değil ve üst komutanlar suçun kendi üzerlerinde kalmaması için, "Muğlalı Kompleksi" ne kapılmışcasına, kendi aralarında tartışmalar yapıp durmaktalar, tv. kanallarında..

Bu cümleden olmak üzere, son olarak da, em. Korg. Hasan Kundakçı, 33 askerin öldürülmesinde sorumluluğu üstlenmemiş ve o askerlerin, silahsız sevkıni, PKK"nın o günlerde ateş-kes ilan etmesine bağlamıştı.. PKK"nın o dönemde,  silahsız sivillere dokunmadığına gören kocaman generaller meğer, askerlerin zarara uğramaması için, silahsız ve korumasız sivil kıyafetlerle sevkedilmesine karar verdiklerini açıklamıştı, 21 Ocak 2010 günü.. Halbuki, koskoca korgeneral bunları söylerken, PKK"nın ilan ettiği ateş-kes"lerin kendileri tarafından kabul edildiğini de fiilen açıklamış oluyordu.. Halbuki, o zaman da sonrasında da, PKK tarafından yapılan ateş-kes ilanlarının, TSK"yı bağlamadığı ileri sürülüp duruluyordu.. Demek ki, millete doğrular söylenmiyormuş..

Ayrıca, 11 yıldır, İmralı"da  TSK"nın elinde bulunan ve dışarıya çıkan her mesajı da onların bilgisi dahilinde şekillenen A. Öcalan da, son yıllarda sürekli olarak, "Mustafa Kemal Cumhuriyeti bitti,. Tariqatlar cumhuriyeti başladı.." deyip durmuyor muydu?. Ve dahası, taa 2001 yılı başında, PKK"nın yayın organı olan Ö. Politika isimli gazetede, yine Öcalan"a nisbet edilen bir yazıda da, "kürdlerin tarih boyunca, kolayca dinî duygulara kapılıp o yönde hareket ettikleri çok görülmüştür. Onun için, laik TC rejimiyle mücadelenin sınırlı ve kontrollü kalmasına özel bir dikkat gösterilmelidir.. Çünkü bir gün, Türkiye"de İslamcı tehlikeye karşı, laik TC rejimiyle işbirliği yapılmak zorunda kalınabilir.."  kabilinden görüşler açıkça yazılmamış mıydı?

Evet,Türkiye"nin en büyük problemlerinden birisi, terör veya irtica değil; belki de bu konuları istediği zaman, istediği şekilde kaşıyan veya tahrik eden bir Ordu kurumunun varolmasıdır. Bu kurum, elbette ve kesinlikle lâzımdır, ama, bu günkü haliyle, ıslah edilmeye de muhtacdır.. Bu acı gerçeği, son gelişmeler bir kez daha gösterdi..

haksöz

Bu yazı toplam 2698 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar