Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Adil Şahitler Olmak!

Unutmayalım, Allah (cc) bizden yaşadığımız zamana, mekana, kişilere ve olaylara karşı adil şahidler olmamızı istiyor. Unutmayalım, O İlahımız ve Rabbimiz olan Allah (cc) bizden, bir kavme olan düşmanlığımızın bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemesini istiyor.

Haklı olmak, başkalarına haksızlık etme hakkı vermez. Babasının suçu yüzünden oğulları, çocuklarının suçu yüzünden babaları cezalandırılmaz. Doğduğumuz ana-babayı, toprağı, zamanı, derimizin rengini ve cinsiyetimizi biz seçmedik. Kişi, topluluk, halk, millet, ülke olarak topyekun aziz ya da lanetli olamayız. Firavun evinde Azizler, peygamber evinde katiller olabilir. (Nisa 135)’de ne deniyordu: “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin de olsalar fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten saparak nefsinize uymayın. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) kaçınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Hiç birimiz dünyada olup-bitenleri görmemezlikten, duymazlıktan, bilmezlikten gelme hakkına sahip değildir. Görevimiz Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmaktır. İcabında haksız olan babamız da olsa, atamız da olsa, onlara karşı düşmanımızın hakkını savunmakta tereddüt edenler imanlarını gözden geçirsinler. Adalet terazisini, ölçüyü- tartıyı, hesap ve kitaplarını doğru tutsunlar.

Hindular bugün Hindistan’da inanılmaz zulümler yapıyorlar. Onları esir aldığınızda, yediğinizden yedirecek, giydiğinizden giydireceksiniz. Onların kutsadıkları inekleri onların gözü önünde kesip, onlara yedirmeyeceksiniz. Size zulmeden bir Dürzi’yi yakaladığınızda, sakalını-bıyığını kesmeyeceksiniz. Onların dinine, diline, ibadetine, kılık-kıyafetine, zarar vermeyeceksiniz. Bu bir Siyonist de olsa, onların bize yaptıklarını her konuda onlara biz yapmayacağız. İnsanlık suçu, savaş suçu kabul edilen işler kısasa dahil değildir. Onlar bizim kardeşlerimize tecavüz etti diye biz onlara tecavüz edemeyiz, onlar mabedimizi yaktı-yıktı, kitabımıza hakaret etti diye biz onlara bunu yapamayız, onlar bizim çocuklarımızı öldürdü diye biz onların çocuklarını öldüremeyiz. Onlar bizim kutsalımıza küfretti diye, biz onların kutsalına küfredemeyiz. (İnsan 8)’de Allah (cc) şöyle buyurdu: “Onlar, yoksula, yetime ve esire seve seve yedirirler.” O Rabbimiz (En’am 108)’de yine şöyle buyurdu: “Onların, Allah’tan başka taptıklarına sövmeyin ki, onlar da haddi aşarak bilgisizce Allah’a sövmesinler. Böylece her ümmete kendi yaptıklarını güzel gösterdik. Sonra dönüşleri Rablerinedir; O, onlara yaptıklarını haber verecektir.”

Sakın “haddi aşanlar”dan olmayalım. Onlar kitab’ta “Fahşa topluluğu” olarak tanımlanır. Yoksa bu anlamda “Fahişeler” Zani’lerden (Zina edenlerden) ibaret değildir. Eğer, savaş değilse, kişisel ya da bir topluluk özel husumet ya da kinleri sebebi ile birilerinin canına kasdetmişse, onlara kısas uygulanabilir. “Kısas’ta hayat vardır”. Tövbe eder, tazmin ederse, bağışlamak daha güzel bir yoldur. Bizi öldürmeye gelenler, bizde dirilsinler demiyor muyuz. En fazla sahabeyi katleden kişi Halid b. Velid değil mi idi, Hz. Ömer dediğimiz kişi, peygamberi öldürmeye giderken yolda iman etmedi mi, Hz. Hamza’yı şehid eden, kalbini çıkartıp dişleri ile ısıran, kulağını ve burnunu kesip boynuna takıp danseden kişi, tövbe edip Müslüman olmadı mı? Aklımızı kiraya vermeyelim, din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmeyelim. Dinimizi Allaha, resulüne ve kitaba has kılalım. Gelin yeniden iman edelim, Allah’ın kitabında bize bildirdiği gibi, resulullahın öğrettiği ve yaşadığı gibi. Gelin İstişare ve Şura ile karar verelim. İşi ehline ve liyakat sahiplerine verelim.

Gelin yaşayan Kur’an olalım. Allah, Resul, kitab rehberliğinde. Yaşayan, Gelin veresetül enbiya olan alimleri kendimize örnek alalım ve başkaları için güzel örnekler olalım. Başkalarının malına, canına, namusuna, aklına, inancına ve nesline yönelik tehdit oluşmadığımız gibi, bu Vehbi haklara yönelik açık ve yakın bir tehdit ve tehlike karşısına, saldırgan kim olursa olsun, saldırı tehdidi altındakiler kim olursa olsan, bunların yanında zalimler karşısında birlikte duralım. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. “Kenarı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir adli ilahı sorar Ömer’den onu!” Yeryüzünün bize mescid kılınması, her yerde cami yapıp, namaz kılmamızdan öte, yeryüzündeki tüm sahipsiz kalmış, yurtlarından çıkartılmış, aç ve yoksulların, dul ve yetimlerin, muhtaçların yanıda durarak onların hak ve hukuklarına sahip çıkmak anlamına gelir. Yeryüzüne hükümdar olmak değil, yeryüzünün sorumluluğunu kuşanmak, “İla-yı Kelimetullah” için Allah’ın emanetini koruma sorumluluğuna talip olmak anlamına gelir. Fatih oğlu 2. Beyazıt’a yazdığı mektubunda “Ey oğul! Bil ki bizim mesleğimiz, Allah yolunda gayrettir ve maksadımız da O’nun dinini yaymaktır. Bizim davamız, kuru bir kavga ve cihangirlik davası değil, ‘i’lâ-yı kelimetullah’tır, yani Allah’ın dini’ni yüceltmektir” der. Bana sakın Gazze’deki durum karşısında Müslümanların halini sormayın. Onlar utancımızdır. Bizim yeryüzünde 300 Milyon aç çocuğumuz var. Bütün sabiler, fıtrat olarak Müslümandır. Onlar bize Allah’ın emanetidir. Bizim merhametimiz gazabımızdan, sevgimiz nefretimizden büyük olmadan bu mücadeleyi kazanamayız. Biz de çok masum değiliz. Evet mazlumiyetimiz de çok büyük ama bu biraz da korkaklığımız, cahilliğimizin, Ahlaki zaaflarımız ve Allah’ın ipini bırakmışlığımızdan kaynaklanmıyor mu? Biz Allah’ın ipini bırakınca, biz zalimlerden olduk, Allah da bizim ipimizi bıraktı. Allah cahiller ve zalimler topluluğuna yardım etmez. O bizim ellerimizle zalimler topluluğunu cezalandırıp, mazlumlara yardım etmek istiyordu, ama biz zalimlerden olduk, ya da haksızlıklar karşısında susanlardan olduk. Ve sonunda olan oldu işte.

İsrailoğulları’nın başına gelenleri hatırlayın. Firavunun zulmünden kaçıp, Hz. Musa’nın ayak izlerinden yürüyünce, geçilmez sanılan denizi geçtiler. Bir Mucizenin tanığı değil, onun parçası oldular. O topluluktan bir kısmı 40 gün sonra sapıttı. Bir zamanlar ikram edilenler, daha sonra da lanetlenebiliyorlarmış demek ki. Ve sonra devam eden itirazları sebebi ile başlarında 2 peygamber ve bir kıta melek olduğu halde, 10 günlük yolu 40 yılda zor geçtiler. Denizi geçenlerin neredeyse tamamına yakını Kudüs’ü göremedi. Hz. Harun yolda vefat etti, Hz. Musa’da Kudüs’ü görmeden vefat etti, Denizi geçerken genç bir delikanlı olan Yuşa aleyhisselam ihtiyar bir kişi olarak kavminin başında, yolda doğanların oluşturduğu bir toplulukla Kudüs’e vardı. O Hz. Musa ile birlikte denizi geçenler, “Ey Musa Rabbin ve sen yetersiniz, bizi baş edemeyeceğimiz kişilere karşı savaşa zorlama” diyorlardı, bugün bizim Gazze’liler için söylediğimiz gibi, Allah’a, Siyonistleri kahretmesi için çağrıda bulunuyoruz. Ebabil kuşlarını bekliyoruz, ama İsrail’e ticareti bile kesmiyoruz. Sadece kınıyoruz ama yaptırım yapma konusunda bu yönde harekete geçen vijdan sahipleri ile birlikte hareket edemiyoruz!

Evet, evet! Yeniden iman etmeliyiz. Allah’ın dini yeri-göğü, ölümü ve hayatı açıklar, bizim yaşadığımız din, karı ile koca arasındaki ihtilafı bile çözmüyor. Yaşadığımız çözüm, gayri Müslim hatta İslam’a savaş açan İslamofobik toplulukların bize çözüm diye dayattıkları fahşa (!?) olan malum İstanbul sözleşmesi hükümlerini yasalaştırarak dayatmak şeklinde oluyor. Def-i mazarrat celb-i menafi’den evladır. Bir kişi ve topluluğun, kendinde olmayanı başkasına vadetmesinin karşılığı yoktur. Onun için önce tövbe edip, yeniden iman edip, kendimizi değiştirmeden çözüm mümkün değildir. Çünkü, biz kendimizi değiştirmeden, Allah’ın bizim hakkımızdaki hükmü değişmeyecektir.

Unutmayalım, Allah (cc) bizi, mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. Başınızda peygamber de olsa hüküm böyledir. İktidarlar kader tayin edemez. Kaderi değiştirmekten söz edenler Allah’ın hükmüne ortak koşmuş olurlar. Hz. Eyyub’u, Hz. Yusuf’u hatırlayın, Hz. Nuh’u, Hz. Lut’u , Hz. Yakub’u hatırlayın. Göklerin hazinelerinin anahtarı, ya da göklerin ordularının komutası, peygamberler dahil, kimsenin elinde değildir. Onun için gelecek vadetmeyin. Kulağınıza hoş gelen yalanlara inanarak, ve ham hayallerin peşinde koşarken, Allah’ın gazabı’nı hak ederseniz de, o geri dönüşü olmayan günde çaresizlik içinde kıvranırsınız. Kurtarıcı yok, herkes için ancak yaptığının karşılığı vardır. Yaptığınız ya da yapmanız gerekirken yapmadığınız, söylediğiniz ya da söylemeniz gerekirken söylemediklerinizle, ya kendi cennetinize kendi sırtınızda tuğla, ya da kendi cehenneminize odun taşıyacaksınız. Daha önce kanlı-bıçaklı olduğunuz biri ile Haram aylarda karşılaşsanız. O silahsız ve saldırgan bir tavır içinde değilse ona saldıramazsınız. Savaşırken , savaş dışı kalanlara, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, hastalar, Mabede sığınanlar, Ruhbanlara karşı zor kullanamazsınız. Şehri yağmalayamazsınız. Yakıp yıkamazsınız. Şehre kapılarından girmeniz gerekir. Düşmanımız da, olsa onun zulmüne engel olmak aslında ona iyiliktir. Kaldı ki, onun zulmünü engellemek ve cezalandırmak isterken bile, tevbe için bir açık kapı bırakırız.. Kardeş olmak da var işin sonunda, Halid b. Velid örneğinde olduğu gibi İslam’ın kılıcı olmak var.

(Bakara 58). “Hani, ‘Bu kasabaya girin. Orada dilediğiniz gibi, bol bol yiyin. Kapıdan secde ederek (tevazu ile) girin ve ‘Hıtta’ (bizi bağışla) deyin ki, size günahlarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere ise daha fazlasını vereceğiz’ demiştik.” Ayetin devamında şöyle denir: “Ne var ki, zalimler kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirdiler. Biz de, yoldan çıkmaları sebebiyle o zalimlere gökten bir azap indirdik.” Burada şehre tevazu ile girmeleri emredilir, ancak öldürme emri yoktur. Peki, bunların bugünkü muharref kitablarında ne deniyor? ( ( Sakın onlara benzemeyelim. Onlarla savaşırken ve/veya savaştıktan sonra onlara benzemeyelim. Selam ve dua ile.

mirathaber

Bu yazı toplam 400 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar