Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

“Adil şahidler olmak!”

Allah bizi, mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. Kaderimizden başka bir kader yok. Rızgımızdan az ya da çok yemeyeceğiz, ecelimizden önce ya da sonra ölmeyeceğiz.

Şu gelirse şöyle olurmuş, bu gelirse böyle olurmuş.

Şu giderse şöyle olurmuş, bu giderse böyle olurmuş. İnanmayın, kanmayın böyle şeylere. Elbette biz kendi sorumluluğumuz açısından doğruyu seçeceğiz. Bu seçimimizden dolayı mesulüz. Ama sonuçta olacak olan olur. Sonuç bize göre iyi de olsa, o iyilikte bizim bir payımız yoksa, ondan da bize bir pay olmayacak. Sonuç beklenen gibi olmasa da, kim doğru olanı yapmak için çalıştı ise, onun yaptıklarını Allah gördü ve karşılığını eksiksiz verecektir.

Babanız Peygamber olsa gelse (Haşa, başka Peygamber gelmeyecek). Firavun evinde Musa (AS) olmak da var, Peygamber evinde inkârcı olmak da.

Firavun bütün Yahudileri öldürmek üzere bir plan yapmadı. Firavun onlara zulmediyordu, Hz. Musa’nın önderliğinde Allah onları kurtardı. Deniz yarıldı, gökten bıldırcın kebabı ve kudret helvası indirildi. Peki sonra ne oldu! Denizi geçerken 76.000 kişiydiler. Başlarında aynı kişiler vardı. Sina’ya geldikten 40 gün sonra Kudüs’e doğru yola çıktıklarında sadece 16.000 kişiydiler. Çoğu lanetlenmiş ve öldürülmüştü. Bu 16.000 kişi; Hz. Musa’ya sürekli kuşkucu sorular sorunca, iki haftalık yolu 40 yılda gittiler.

İsrailoğulları mazlumken, Allah’ın yardımı ile Firavuna karşı zafer kazandılar, ama 40 gün sonra zafer sarhoşluğu ile nefislerine yenildiler ve büyük oranda helak oldular.

Calud’a karşı giden Talud’un ordusu 70.000 kişiydi. “İçme” denilen suyu içince 69.700’ü nehir kenarında kaldı. Karşıya geçen 301 kişi idi. Onlardan biri de silahı ve zırhı olmayan, daha çocukluk evresinde biri idi; Hz. Davud’du O. Tanrı kıral Calud’u sapan taşı ile vurdu.

İsrailoğulları Calud’un (Namı diğer Goliath) baskısından kurtulmak için İşaya Peygamberden kendilerine bir komutan tayin etmesini istemişlerdi. Onlar “Peygamberler soyundan” ya da “kırallar soyundan biri”ni, yani kerametler gösterecek biri ya da kurmay biri.. İşaya Peygamber onlara “içlerinden biri” yani Talud’u işaret etti.

Zaferi şundan bundan değil, Allah’tan beklemeleri gerekiyordu çünkü. Hz. Ömer de Halid b. Velid’i o sebebden görevden almadı mı?

Zaten din ve devlet büyüklerini İLAH ve RAB edinme konusunda uyarılmadık mı? Hani RAİNA demeyecek, UNZURNA diyecektik! Yoksa unuttuk mu!

Sonunda imtihan gereği neyse ya da siz neye layıksanız o olacak. Kader Allah’ın takdiridir ve bu bir imtihandır. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Kader, rızık, ecel değişmeyecek. Biz bu süreçte yapıp yapmadıklarımızla, söyleyip söylemediklerimizle imtihan olacağız. “Zafer”den değil, “sefer”den sorumluyuz. Sonuçta her topluluk layık olduğu gibi idare olunacaktır. Tencere yuvarlanacak ve kapağını bulacaktır. Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Elbette işi ehline vereceğiz, elbette daha akıllı, dürüst ve cesur olacağız. Bunlar bizim ferd olarak ya da topluluk olarak sorumluluklarımızdır. “Göklerin orduları”nın komutası ya da “göklerin hazineleri”nin anahtarı kimsenin elinde değil. Peygamberler ya da hiç kimse, kurtarıcı değiller. Peygamberler ve veresetül enbiya özelliğindeki insanlar, insanları Allah’a, Resulüne ve kitaba çağırırlar. Kendi hizbine, ideolojisine, mezhebine değil! Çünkü dünya ve ahiretin kurtuluş reçetesi oradadır.

Herkes ferden ferde imtihan olmaktadır. Halifenin çaycısı cennete gidebilir, halife denilen kişi cehenneme gidebilir. İmam-ı Azam’ı öldürten de halife değil mi idi! İnsanları sevapları ve günahları ile birlikte değerlendirmek gerek.

Biz zalimlerden olduk” demek çok mu zor. Başımıza gelen felaketlerin çoğundan biz de az ya da çok sorumluyuz. Cahillik etmişizdir, nefsimize yenilmişizdir. Haksızlıklar karşısında susanlardan olmuşuzdur, ne bileyim ben, eski dervişler kendilerinin yapması gerekenlerle yaptıklarını kıyas ederken “Abd-i aciz, pür taksir” diye tavsif ederlerdi. Şimdikiler kendilerini öve öve bitiremiyor ve bir de çevrelerinde meddahlar bulunduruyorlar. Geleceğe ilişkin vaadlerde bulunuyorlar. Kim bir şeyi ihtirasla isterse Allah onu o şeyle imtihan eder. Ve kim ki kendi elinde olmayan bir şeyi başkalarına vaad ederse, Allah yine onu o sözleri ile imtihan eder. O sözler onun için fitneye dönüşür..

Peygamberler bile tevbe istiğfar ederken, bize ne oluyor ki! Allah buyurdu ki, “Ey îmân edenler! Allâh’a samimiyetle tevbe edin!..” (et-Tahrîm,8), (O müttakîler), geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devam ederler.” (ez-Zâriyât, 17-18). Ve Rasûlullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Allâh’a tevbe edin ve O’na istiğfâr edin! Muhakkak ki ben her gün yüz defa, hattâ yüzden daha fazla, Allah’a tevbe ediyor ve O’na istiğfâr ediyorum.” (Ahmed, 4, 261; Nesâî, Kübrâ, 9, 168; Krş. Müslim, Zikir, 42)

Şu hadis-i şerif’i nasıl anlamalıyız mesala: Ebû Mûsâ el-Eş’arî radıyallahu anh şöyle dedi: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, bir adamın bir kişiyi övdüğünü ve övmede çok ileri gittiğini işitti. Bunun üzerine: “Adamı mahvettiniz (veya adamın bel kemiğini kırdınız)” buyurdu. (Buhârî, Müslim). Ebû Bekre (RA)’dan rivayet edildiğine göre, Nebî (SAV)’in yanında bir adamdan bahsedilmiş ve orada bulunan bir kişi o adamı aşırı şekilde övmüştü. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Yazık sana! Arkadaşının boynunu kopardın buyurdu ve bu sözünü defalarca tekrarladı. Sonra da: “Şayet biriniz mutlaka arkadaşını methedecekse, eğer söylediği gibi olduğuna da gerçekten inanıyorsa, zannederim o şöyle iyidir, böyle iyidir, desin. Esasen onu hesaba çekecek olan Allah’tır ve Allah’a karşı hiç kimse kesin olarak temize çıkarılamaz” buyurdu. (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, İbni Mâce). Her kul eksiktir ve hataları, günahları vardır. Peygamberler müstesna mutlak anlamda masumiyet yoktur.

Bizim geleneğimizde öven ve övülenin önüne toprak atılır ki, “topraktan geldin, toprağa gireceksin, gururlanma” denmiş olur. Kibir Şeytanın karakteridir, ırkçılık ve kavgaları çoğu kibirden kaynaklanır. İlk haram, ilk günah ve ilk lanet bunadır. “Kim kavmiyetçilik dâvası güderse, cehennemde iki dizi üzerine çökecek olanlardır.” Dediler ki: “Ey Allah’ın Resulü, oruç tutsa da namaz kılsa da mı?” “Evet!” cevabını verdi. “Oruç tutsa da namaz kılsa da.” (Hâkim, Müstedrek 4, 298). “Kim, itaatten ayrılır ve cemaati terk etmiş halde ölürse, câhiliye ölümüyle ölmüş olur. Kim de, ummiyye (gayesiz, hedefsiz iş, asabiyet ve kavmiyet için yapılan savaş) bir bayrağın altında savaşır, asabiyet (kavmiyet) için öfkelenir veya asabiyete çağırır veya asabiyete devam eder ve bu esnada öldürülürse, onun ölümü câhiliye ölümüdür.” (Müslim, İmâret, 53-57). Aşırı övgü ve sövgüden uzak duralım. Aşk, öfke ve ihtirasla istenen her şey gözü kör, AKLI zail eder. Biz “adil şahidler” olalım. Hak’tan yana olalım.

Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 597 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar