Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Yeni "Soğuk Savaş"taki "düşman"ın kimliği ortadayken...

Yeni "Soğuk Savaş"taki "düşman"ın kimliği ortadayken, Türkiye"nin NATO"da işi ne?

Yıllardır, NATO (yani, gerçekte Amerikan emperyalizmi) tarafından Polonya sınırına yerleştirilmek istenirken; Amerika"nın, "bunlar İran"a yönelik..." karşı demesine rağmen, bunun kendisine yönelik olduğunu düşünen Rusya"nın itirazları üzerine kenara konuldu sanılan bir "Füze Kalkanı Projesi"  vardı..

Plana göre, NATO ülkelerine doğru fırlatılması muhtemel füzelere karşı oluşturulacak bu Füze Kalkanı Projesi"yle, sözkonusu füzeler havadayken vurulacak, etkisiz hale getirilecekti..  Yani, "Reagan dönemi Amerikası"nın onmilyarlarca dolarlık tahsisat ayırdığı ve sonra kenara bıraktığı "Yıldız Savaşları Projesi"nin değişik bir şekli..

Bu proje,  geçtiğimiz haftalarda birden bire canlandırıldı ve Türkiye"ye yerleştirilmesi düşünüldü ve NATO"nun Lizbon"daki Zirve Konferansı"nda karara bağlanacağı bildirildi..

Başbakan Erdoğan"ın bu oldu-bitti"den oldukça rahatsız olduğu ve Amerikan Başkanı Obama"yla Japonya"da yaptığı görüşmede bunları dile getirdiği biliniyor.. Erdoğan, konunun, en başta düğmeye kimin basacağı, hedef olarak hiçbir ülkenin gösterilmemesi gibi konular başta olmak üzere bazı mübhem /buğulu yönler bulunduğunu ve bu hususlarda Türkiye"nin şartları karşılanmazsa, bu projenin kabul edilemiyeceğini açıkça dile getiriyordu.. 

Ama, Türkiye NATO üyesiydi ve NATO böyle bir projenin gerekliliğine karar vermişse..

Ve, NATO"da kararlar (şimdi sayıları 28"e ulaşan)  bütün üye ülkelerin oybirliği ile alınmıyor muydu?

Oybirliği ile alınacak bir konunun gündeme alınması ve öyle bir yeni düzenlemenin gerekli olup olmadığı hususunda da üye ülkeler oybirliğiyle karar veremiyorlarsa, açıktır ki, bu konuda belli güç odaklarının dayatması sözkonusudur..

C. Başkanı Abdullah Gül işte bu şartlarda Lizbon"a gitti..

Bu arada, sözkonusu  karar imzalanmadan önce, İran C. Başkanı Mahmud Ahmedinejad"ın "Füze Kalkanı Projesi"ni kendimiz için bir tehdid olarak görmüyoruz.." demesi de, Türkiye"nin bu konuda, İran"la paslaştığı şeklinde yorumlanabilir.. Nitekim, özellikle siyonist İsrail rejimi çevrelerince ve Amerika"daki siyonist yahudi lobisi,  böyle bir ittifak ve anlaşmanın yarınlarda İsrail aleyhine ağır neticeler verebileceğini sözkonusu ediyor ve füze-savar sistemlerinin başında bulunacak bir müslüman subayın düğmeye, İsrail aleyhine olacak şekilde basmasının mümkün olabileceğini dile getirmeye başladılar bile..

*

*"Füze Kalkanı", İran ve Suriye"ye karşı değilse; İsrail"e mi karşı?

Öte yandan, NATO üyesi olmayan Rusya"nın Devlet Başkanı Medvedev de bu toplantıya davet edildi ve onun katılımıyla, bu projenin Rusya"ya yönelik bir tehdid oluşturmadığı görüş ve görüntüsü de dünya kamuoyuna yansıtıldı..

Pekiy, İran, Suriye veya başka bir ülkenin adı da zikredilmedi.. Ama, Türkiye"nin çevresinde Ortadoğu"da balistik füzelere sahib İran, Suriye, siyonist İsrail rejimi ve Rusya"dan başka bir ülke olmadığına ve de -NATO üyesi olmadığı halde, NATO üstü bir statüye sahib olduğu bilinen- İsrail rejimi aleyhine de böyle bir karar alınamıyacağına göre, bu füzeler niçin ve kimin için?

Alınan kararda, Türkiye"nin itiraz ve şartlarının geniş çapta -ve kağıt üzerinde- karşılandığı anlaşılıyor. Ne var ki, bunların fiilen gerçekleştirilmesi uzak ihtimal.. 

Çünkü, nasıl ki, Ankara"dan Genelkurmay"dan verilen bir emri, başka yerdeki bir TSK kumandani yerine getirmekten kaçınamazsa; NATO Genel Karargahı"ndan verilen bir emri de, üye ülkelerin askeri birimleri yerine getirmekten kaçınamaz.. 

Aynı şekilde, yarınlarda NATO Karargahı"ndan -bir saldırı iddia ve ihtimali gerekçe gösterilerek- alarm verildiğinde,  Türkiye"ye yerleştirilecek Füze Kalkanı sisteminin  başındaki TSK komutanı, "bunu üstlerime bildireyim;  üstlerim de Hükümet"e haber versin, Hükümet de NATO"da görüş birliği sağlasın, ondan sonra.."  demesi, anında müdahaleyi gerektiren bir durumun hassasiyetiyle uyumlu olmaz..

Asıl mes"ele ise, muhakkak ki,  NATO"nun yeni "Soğuk Savaş" cebhesi olarak müslüman coğrafyalarını seçmesinden kaynaklanıyor..

NATO"nun, halkı müslüman olan tek üyesi Türkiye"nin bu durumda, bu örgütte işi nedir?

Haydi diyelim ki, bugünkü yöneticiler bir takım engellemeler çıkarmaya, çıkış yolları bulmaya çalışacaklardır; ama, devletlerin devamlılığı açısından, yarınlarda bu gibi konularda, hiçbir hassasiyeti olmayan geçmişteki ceberrut örneklerde olduğu gibi yöneticiler eliyle,  Türkiye, müslüman coğrafyalara, müslüman halklara karşı entipüften gerekçelerle "NATO"nun sivri mızrağı" olarak kullanılmak durumunda kalmayacak mıdır?

*Celladına hizmet ederek,  asli eksenine oturan bir ülke mi?

(Gül"ün Lizbon"dan dönüş yolunda "Türkiye"nin NATO"ya itibar kazandırdığı"na dair sözünü diplomatik zaruret diye geçiştirmek mümkün müdür, bilmem. Ama, onun "Türkiye"nin eksen kaymasına uğradığı ve İslami geçmişine ve geçmiş tarihi konumuna yöneldiği ve laiklikten uzaklaştığı" şeklinde Batı dünyasından yükselen değerlendirmeler hatırlatıldığında, "Türkiye, kendi tarihi geçmişinin değerini yeniden kavrıyor, eksen kayması sözkonusu değildir, dünkü eksen yanlıştı, bugün doğru eksen üzerindedir.." şeklindeki sözü, bir cumhurbaşkanının ağzından ifade edilmiş olması açısından son derece ilginçtir..) 

*

Evet, konunun özünü, başlıktaki soru işaretiyle birlikte ele almak gerekiyor..

(Burada 28 Ekim 2010 günü, "Türkiye"nin NATO"da kalması, müslüman halk ve coğrafyalarla savaşmak mânasında olacaktır!"  başlığı altında yazdıklarıma ek olarak, konunun daha iyi kavranması için konunun geçmişiyle birlikte ele alınması gerekiyor..

Bu arada, Türkiye"nin bugün için NATO"dan ayrılmasının uzak bir ihtimal ve onun gerçekleşmesinin ise, inkılab çapında bir büyük hadise olacağını da unutmaksızın..)

Bunun için, buyrunuz, biraz zaman tünelinde biraz daha gezinelim..

*

Önce bir hatırlatma..

Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa 1833"lerde devlete isyan ile, Osmanlı Ordusu"nu Nizip"de yenilgiye uğratıp Kütahya"ya kadar geldiğinde;  Padişah II. Mahmud, "Denize düşen yılana sarılır.." diye Rusya"dan yardım istemişti..

"93 Harbi" diye bilinen "1877-78 Osmanlı- Rus Harbi"nde de, Rus orduları doğudan Kafkasları aşıp Erzurum"a; batıdan da asırlardır Osmanlı"nın elinde olan Romanya ve Bulgaristan topraklarını aşıp taa İstanbul kapılarına kadar dayanması üzerine, Sultan II. Abdulhamid de, yine aynı çaresizlikle, "Denize düşen yılana sarılır" diyor ve İngiltere"den yardım istiyordu ve Rusya belasını savıyordu..

I. Dünya Savaşı"nda da, Osmanlı Padişahı Sultan Reşad, "Cihad-ı Ekber" ilan ediyordu, ama, Osmanlı ordularının komutası, Liman von Sanders Paşa, Goltz Paşa, Falkenhein Paşa  diye, Osmanlı askeri rütbeleriyle anılan gibi ünlü alman generallerinin elindeydi..

1923-38 arasındaki dönem ise, zaten ingiliz elçisiyle Sir Percy Loren"le satranç oynamasıyla ve sonunda da ona, "benden sonra, devrimlerin tehlikeye düşmemesi için yerime sen geç!?"  teklifinde bulunan bir Şef"in gölgesinde geçti..

II. Dünya Savaşı"nda ise; Hitler orduları ilerlediğinde, komünistleri; Stalin orduları zafere kazandığında da,  türkçü-ırkçıları zindanlara dolduran İkinci Şef yönetimi altında geçmişti.. Savaş sonrasında Rusya tehdidiyle karşılaşılınca da, Amerika ve daha sonra da NATO"nun şemsiyesi altına sığınılmıştı.. 

150-200 yıllık maceramızın sosyo-militer, askeri cihetten özeti, böyle..

*

Eveeeet..

2. Dünya Savaşı sonrasında, Stalin Sovyet Rusyası"nın, komünizm ideolojisinin o günün dünyasındaki en büyük gücünün, Doğu Avrupa"yı bir anda yutuverdiği dönemi hatırlamak gerekiyor, NATO  etrafındaki mes"elelerin anlaşılması için..

Herşeyden önce.. 25 Ağustos 1939"da Alman Dışişleri Bakanı "von Ribbentrop" ile Sovyet Dışişleri Bakanı Molotof arasında imzalanan ve Avrupa"nın kendi aralarında paylaşılmasını öngören gizli andlaşmanın unutulmaması gerekiyor.

Bu andlaşmadan bir hafta sonra da, 1 Eylûl 1939 günü, Almanya"nın Polonya"ya saldırmasıyla 2. Dünya Savaşı başlayıvermişti. Esasen bekleniyordu da bir savaş.. Ama, nereden ve nasıl başlıyacağı bilinmiyordu.. Çünkü, I. Dünya Savaşı"nın alt-üst ettiği dünya dengelerini daha bir içinden çıkılmaz hale getiren ve "barışa son veren barış" diye nitelenen ve 28 Haziran 1919"da Paris"te, Versailles (Versay) Sarayı"nda imzalandığı için o isimle anılan ve galib devletlerin, neticelerini düşünmeden, en doyumsuz iştahlarla dünyayı bölüşüp acımasızca dayattığı Versailles Andlaşması"ndan beri, dünya daha bir buhranlar içindeydi.

Yani, İkinci Dünya Savaşı, âdeta, "geliyorum.." diye, taa baştan alarm işareti veriyordu..

Konunun ilginç yanlarından birisi de şu idi ki, Sovyet diktatörü Josef Stalin, savaşın başında, ilk iki sene boyunca Alman diktatörü Adolf Hitler"le birlikte hareket etmişti.. Ama, Hitler"in, Stalin"le yaptığı o andlaşmayı bozup, esrarı hâlâ da tam olarak anlaşılamamış olan bir şekilde, Sovyet Rusya"ya da saldırması ve alman ordularının yıldırım hızıyla, kısa sürede taa, Hazar Denizi"nin kuzeyindeki Volgagrad (Stalingrad)"a kadar ilerlemesi ile, Stalin tabiatiyle saf değiştirmiş ve Amerika ve İngiltere safında yer almıştı..

Daha da önemlisi, savaş hele de B. Amerika"nın Japonya"da (askerî hedefler de olmayan) Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine üzerine attığı ve 300 binden yakın sivil insanın bir anda kavrulduğu ve bu şehirlerin tamamiyle yerle olduğu iki atom bombası ile sonuçlanıp, Almanya, Japonya ve İtalya (Mussolini İtalyası)"nın asıl eksenini oluşturduğu İ"tilaf Devletleri tarafının, korkunç yenilgileriyle noktalanınca..

Kapitalist Batı dünyası zafer sarhoşluğu içindeyken..

Stalin, (Hitler"le yaptığı andlaşmadan itibaren teorik olarak kendisine kattığı) bütün Doğu Avrupa ülkelerinde (45 sene sürecek şekilde) yerli komünist güçler eliyle, kendisine bağlı, kukla hükûmetler kuruvermiş ve Yunanistan"da da komünistler yönetimi ele geçirmek üzere harekete geçince, kanlı bir içsavaş başlamış ve Stalin, Boğazlar"ın güvenliğinin kontrolü  ve Kars- Ardahan üzerinde toprak talebinde bulunan bir ültimatomu Türkiye"ye verince..

Türkiye,  "gerektiğinde ülkenin korunması için her türlü fedakârlığın gösterilmesinden asla çekinilmeyeceği"ni bir cevabî nota ile karşılık vermiş ve amma, "bu ültimatomdan ve cevabî notanın mahiyetinden büyük dostumuz Amerika Birleşik Devletleri de haberdar edilmiştir.." diye bir not düşmeyi de ihmal etmemişti.. C. Başkanı İ. İnönü"nün yönetimi, o hassas anda, Amerika"nın kucağına atılmayı çare olarak görmüş ve beşer tarihindeki ilk atom bombalarını kullanıp, dünyayı şoke eden, asla karşı konulamıyacağı sanılan bir muazzam güç olarak sivrilen  B. Amerika da, eline geçen bu fırsatı kaçırmamıştı.. 

O sıralarda Türkiye"nin Washington"daki Büyükelçisi ölmüş ve Amerikan Hükûmeti, bunu fırsat bilerek, onun  cenazesini 2. Dünya Savaşı"nın ünlü savaş gemisi Missouri Zırhlısı ile İstanbul"a göndermişti.. Missouri"nin İstanbul Limanı"na geldiği gün, TC. Hükûmeti tarafından resmî tatil ilan edilmiş, bu Amerikan şemsiyesine kavuşulmuş olması hasebiyle halk kitleleri coşkun sevinç gösterileri yapmak gibi bir duruma düşürülmüştü..

Üstelik, Türkiye"yi 20 yılı aşan bir süredir katı bir diktatörlükle idare eden TC. rejimi, kendi halkının bütün yerleşik ve temel değerlerine savaş açmış olması dolayısiyle, içerden, kendi halkıyla dayanışma içinde olmak gibi bir avantaja da sahib değildi ve Sovyet tehdidi karşısında çaresizdi..

*

*Ve NATO, gerçekte bir Haçlı dayanışması olarak kuruluyor!.

Savaşın yaralarını biraz biraz sarmaya başlayıp zafer sarhoşluğunun etkisinden kurtulmaya başlayan ve yeni savaşın, kendileri sâyesinden Hitler"in pençesinden kurtulmuş olan komünist Sovyet Rusya İmparatorluğu ile olacağını kavrayan kapitalist B. Amerika öncülüğündeki Batı dünyası; komünist Sovyet İmparatorluğu"nun oldu-bittilerle ve büyük bir açgözlülükle gerçekleştirdiği ideolojik ve askerî istilâları karşısında yeni adımlar atmak gerektiğini kavramış ve adımlarını o yönde atmaya başlamıştı..

NATO, (The North Atlantic Treaty Organizasyon / Kuzey Atlantik Andlaşması Teşkilatı),  işte o günlerde, 1949 yılında kuruldu; ilk planda 25 yıllık bir süreli andlaşma ile..

Bu askerî savunma paktı, evet, kapitalist dünyanın, Hür Dünya adını verdiği kendi varlığını korumak için oluşturduğu ve kendisine bayrak olarak seçtiği Haçlı Yıldızından da anlaşılacağı üzere, Hristiyan / kapitalist dünyanın, "orak-çekiç"li sembolle yükselen komünist Sovyet İmparatorluğu"na karşı bir savunma organizasyonu idi.

Ve korkunç bir "Soğuk Savaş" başlıyordu, bu iki güç odağı arasında..

Adeta, dünya iki kutublu olmuştu..

Bu askerî ittifaka Türkiye de girmek istediğinde, zamanın ingiliz başbakanı Anthony Eden"in, "NATO, yıldızından anlaşılacağı üzere, bir hristiyan ülkeler arası dayanışma organizasyonudur" demesi üzerine, -artık Demokrat Parti ve Bayar-Menderes yönetimine girmiş olan- TC. rejimi yetkililerinin, "Evet, halkımız müslümandır, ama, biz laik bir rejimiz.." diye, taleblerini yalvarırcasına tekrarladıklarını unutmamak gerekir..

Türkiye, ancak Kore"de Amerikan güçlerinin kurtarılmasında önemli başka Kunuri Muharebesi olmak üzere, bir çok cebhelerde, ağır bedeller ödeyerek de bağlılığını gösterdikten sonra, 1952 sonunda NATO"ya alındı, Yunanistan"la birlikte.. 1955 yılında da Federal Almanya üye oldu..

Ve bütün üye ülkeler gibi, Türkiye"nin bütün Askerî- Silahlı Kuvvetler"i de (yüzde beşlik Jandarma hariç) bütünüyle NATO Başkomutanlığı emrine giriyordu.. (NATO"da hâlen de, Amerika"dan sonraki en büyük ordu, Türkiye"ye aiddir..)

*

Türkiye, NATO"ya üye kabul edildikten sonra..

Zamanın cumhurbaşkanı Celâl Bayar, selefi İsmet İnönü ile görüşürken, "Paşam, NATO"ya girmekte geç kalmışız.." der..

İsmet Paşa ise, "Celal Bey,  aldılar da mı girmedik?" der..

Evet, daha önceden de girilmesi için çok çaba harcanmıştı, ama bedel ödenmeden kabul edilmemişti..

NATO, 25 yıllık bir andlaşma olduğu halde, 25 yıl sonunda, hiçbir üye ayrılmadığı için, otomatik olarak, andlaşma hükümlerine göre, üyelikler sınırsız olarak uzamakta.. Ayrılmak isteyenler, önceden bildirdikten sonra, belli bir süre sonra ayrılabilirler, teorik olarak..

Bu hususta sadece iki örnek meydana geldi..

NATO"nun askerî kanadından 1964"de General De Gaulle Fransası, ilk atom denemesini başarıyla yaptıktan sonra çekildi..

Yunanistan da, Türkiye"nin Kıbrıs"a çıkarma yapmasına NATO"nun ses çıkarmaması üzerine, 1974"de çekilmiş ve Ecevit- Erbakan Hükûmeti, "Yunanistan"ın ayrılmasıyla meydana gelecek olan boşluğun Türkiye tarafından doldurulacağını" taahhüd etmişti..

Yeni üye olmak isteyen bir ülkenin NATO"ya girebilmesi veya ayrılan bir ülkenin tekrar dönebilmesi için, üye ülkelerin tamamının oy birliği şart olduğundan; Yunanistan 1983"de NATO"ya yeniden dönmek istediğinde, 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi"nin diktatörü General Kenan Evren, Amerikan yönetiminin bir takım yalan ve yaldızlı vaadleriyle kandırılıp, Yunanistan"ın dönmesi sağlanmış ve amma, Yunanistan Ege"de Türkiye"ye uyguladığı sınırlama ve engellemelere yine son vermemişti..

*NATO, Amerikan emperyalizmi ve de İsrail"in koruyucu şemsiyesi!

NATO Genel Karargâhı Belçika"nın başkenti Bruksel"dedir ve NATO Başkomutanları daima Amerikalı generaller olur..

Yani, NATO gerçekte, Amerikan emperyalizminin vurucu gücü demektir..

Siyonist İsrail rejimi, NATO üyesi olmadığı halde, B. Amerika, NATO"nun bütün askerî sırlarının İsrail rejimi ile paylaşıldığını, İsrail rejiminin NATO üstü bir statüde olduğunu resmen de açıklamıştır, fiiliyatta da sürekli göstermiştir, göstermektedir ve bu durum hâlen de devam etmektedir..

NATO"nun karşısında ise, mukabil bir askerî  savunma paktı olarak komünist Sovyet Bloku"nun Varşova Paktı vardı..

Bu şekilde, taa 1990"lara kadar gelindi.. Kapitalizm ve komünizm ideolojileri üzerinde kurulu iki kutuplu dünya arasındaki Soğuk Savaş, komünist Doğu Bloku"nun yenilgisi ve

Sovyetler Birliği"nin dağılmasıyla sonuçlanınca..

Varşova Paktı da dağıldı..

Başlangıçta, komünist ideolojinin ve onun askerî  istilalarının karşısında direnmek adına, bir savunma paktı olarak kurulduğu açıklanan NATO"nun da artık kendisini lağvetmesi bekleniyordu.. Ama, hiç de öyle olmadı..

Çünkü, emperyalist, zorba güçler "soğuk" veya "sıcak savaş" olmaksızın yaşayamazlar ve bugün de, gerçekdışı gerekçelerle, müslüman coğrafyalarını tahrib ediyor, yakıp yıkıyor, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yağmalıyor, müslümanlara tekrar tekrar başeğdirmek istiyor.. İslam"ın insanlara sunduğu mesaj, emperyalistlerin, zorbaların, haksız güçlerin putlarına dokunuyor, onları korkutuyor..

haksöz

Bu yazı toplam 2611 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar