Yasin Suresinde Anlatılan Kavmin Hikayesi

Yasin Suresinde Anlatılan Kavmin Hikayesi

«İnsanlara, halkına elçiler gelen kasabaları anlat: Onlara iki elçi göndermiştik; onu yalanladıkları için üçüncü biriyle desteklemiştik..."

Onlar: "Biz size gönderildik." demişlerdi. Kasabalılar: "Siz de ancak bi­zim gibi birer insansınız. Rahman da birşey indirmemiştir. Sadece ya­lan söylüyorsunuz." demişlerdi. Elçiler: "Doğrusu, Rabbimiz bizim size gönderildiğimizi bilir; bize düşen ancak apaçık tebliğdir." demişlerdi. Kasabalılar: "Doğrusu, sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık; vazgeç­mezseniz and olsun ki sizi taşlayacağız Ve bizden size can yakıa bir azab dokunacaktır." demişlerdi. Elçiler: "Uğursuzluğunuz kendiniz dendir. Bu uğursuzluk size öğüt verildiği için mi? Hayır; siz, aşırı giden bir mil­letsiniz." demişlerdi. Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam gelmiş ve şöyle demişti: "Ey Milletim! Gönderilen elçilere uyun." "Sizden bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar." "Beni yaratana ne diye kulluk etmeyeyim? Siz de ona döneceksiniz." "Onu bırakıp da tanrılar edinir miyim? Eğer Rahman olan Allah bana bir zarar vermek isterse, o tanrıların şefaati bana fayda vermez, beni kurtaramazlar." Doğrusu, o takdirde apaçık bir sapıklık içinde olurum." "Şüphesiz ben Rabbinize inandım, beni dinleyin." Ona, "Cennet'e gir." denince, "Keşke milletim Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığı­nı bilseydi!" demişti. Ondan sonra milleti üzerine gökten bir ordu indir­medik; zaten indirecek de değildik; sadece tek bir çığlık... o kadar, he­men SÖnÜp gittiler.» (Yâsîn, 13-29.)

Eski-yeni bir çok âlimlerden gelen meşhur rivayete göre bu sûrede sözü edilen şehir, Antakya'dır. İbn îshak'm rivayetine göre İbn Abbâs, Ka"bü'l-Ahbar ile Vehb b. Münebbih demişler ki: Antakya'nın, Antikos oğlu Antikos adlı bir kralı vardı; putlara tapardı. Cenâb-ı Allah ona Sadık, Masduk ve Selom adlarında üç elçi gönderdi.

Açıkça anlaşılıyor ki bunlar, Allah'ın elçileriydiler. Katade'nin gö­rüşüne göre bunlar, Hz.İsa'nın elçileriydiler. Aynı görüşü paylaşan Ta-berî de , Şuayb el-Cübaî'nin şöyle dediğim nakleder: İlk iki elçiden biri­nin adı Semon, diğerinin adı da Yuhanna idi, üçüncüsünün adı ise Pols' idi. Halk onları yalanladı. Tabii ki gönderildikleri yer de Antakya şehri idi. Bu, gerçekten zayıf bir kavildir. Çünkü İsa peygamberin üç havariyi elçi olarak göndermesi zamanında ona ilk iman edenler, Antakyalılar olmuştur. Bu nedenle de Antakya, Hrıstiyanlara dokunulmayan dört şehirden biri olmuştur. Bu dört şehir; Antakya, Kudüs, İskenderiye ve Roma'dır. Sonraları İstanbul da bu şehirlere katılmıştır.

Evet, Kur'ân-ı Kerîm'de sözü edilen bu şehrin insanları helak edil­diler. Nitekim elçilerin arkadaşı olan o imanlı kimseyi öldürmelerinden sonra helak edilmiş oldukları kıssalarının son kısmında da bildirilmek­tedir: «Sadece tek bir çığlık... o kadar. Hemen sönüp gittiler.»

Ama şunu da belirtelim ki, Kur'ân'da bahisleri geçen üç elçinin çok önceleri Antakya'ya gönderilmiş olup halk tarafından yalanlanmış ol­maları, dolayısıyla da o inaçsız halkın helak edilmiş olması; bundan sonra Antakya'nın yeniden imar edilip şenlenmesi, Hz. İsa'nın zama­nında da onun gönderdiği elçilere yani Antakyah neslin iman etmiş ol­ması, pek olmayacak bir şey değildir. Yine de doğrusunu Allah bilir.

Kur'ân'daki bu kıssanın, İsa'nın havarîleriyle ilgili olduğunu söyle-. yenlerin bu görüşleri, önce açıklanan sebepler dolayısıyla zayıftır. Kur'ânî ifadelerden açıkça anlaşıldığına göre, sözü edilen elçiler, Allah tarafından gönderilmiş elçilerdir.

İnsanlara: «Halkına elçiler gelen kasabaları anlat: Onlara iki elçi göndermiştik; onu yalanladıkları için üçüncü biriyle desteklemiştik. Onlar: "Biz size gönderildik." demişlerdi.»

Fakat o şehir halkı, onların da kendileri gibi insanlar olduklarını söyleyerek Allah elçisi olduklarını kabul etmemişlerdi. Kafir ümmetle­rin, peygamberlerine söylediklerinin tıpkısını bunlar da elçilere söyle­mişlerdi. Allah'ın bir insanı, peygamberlikle görevlendirmesini ıraksa-mışlardı. Elçiler de onlara cevaben şöyle demişlerdi: Size gönderilen ilahî elçiler olduğumuzu şüphesiz ki Allah biliyor. Şayet Allah'a karşı yalan söylersek, o bizi cezalandırır ve bizden şiddetli bir intikam alır. «...Bize düşen, ancak apaçık tebliğdir...» Allah katından getirdiğimiz hükümleri size bildirmekle görevliyiz. Allah'tır ki dilediğini doğru yola iletir, dilediğini de sapıklıkta bırakır. Halk: «...Doğrusu, sizin yüzünüz­den uğursuzluğa uğradık; vazgeçmezseniz and olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azab dokunacaktır." demişlerdi»

Elçileri ölüm ve hakaretle tehdid ettiler. Elçiler: «...Uğursuzluğu­nuz kendinizdendir.» Yani uğursuzluğunuzun sebebi sizsiniz^ dediler. Bu uğursuzluk, «...Size öğüt verildiği için mi?...» Size hidayeti anlattığı­mız ve sizi doğru yola davet ettiğimiz için, bizi öl timle ve hakaretle teh­did ettiniz. «...Hayır; siz aşırı giden bir milletsiniz...» Hakkı kabul et­mez ve Hakkı istemezsiniz.

"Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam gelmiş...» Elçilere yardım etmek ve onlara inandığım açıklamak için, «.. .Ey Milletim! Gönderilen elçilere uyun. Sizden bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yolda­dırlar."» Sizden bir ücret istemeden sizi sırf Hakka davet ediyorlar de­mişti. Sonra onları ortaksız olan tek Allah'a kulluk etmeye çağırmış; Al­lah'tan başka dünyada da ahirette de fayda vermeyen şeylere tapmak­tan onları men'etmiş ve sözünü şöyle sürdürmüştü: Allah'a kulluk et­mediğim ve ondan başka şeylere taptığım takdirde «...Doğrusu, apaçık bir sapıklık içinde olurum!» Elçilere hitaben: «"Şüphesiz ben Rabbinize inandım, beni dinleyin."» demişti. Benim bu söylediklerimi dinleyin ve böyle konuştuğuma da Rabbiniz katında benim için tanıklık edin.

Bazılarına göre bu ayetin manası şöyledir: Ey Milletim! Benim, Al­lah'ın elçilerine açıkça iman ettiğimi duyun! Tam böyle derken onu öl­dürdüler. Kimine göre onu taşlayarak, kimine göre de dişleriyle onun etini koparıp parçalayarak öldürdüler. Kimine göre de hep birden üzeri­ne atılarak onu öldürdüler. İbn İshak'm, İbn Mesud'dan rivayet ederek dediğine göre onu ayakları altına alıp bağırsaklarını dökerek parçala­mış ve Öldürmüşlerdi.

Sevrî'nin, Ebu Miclez'den yaptığı rivayete göre o inanmış adamın adı, Habib b. Merî'dir. Neccarlık (marangozlukla uğraşırmış. Kimine göre dokumacılıkla, kimine göre kunduracılıkla, kimine göre de kumaş ve elbise boyacılığıyla uğraşırmış. O şehrin kenarındaki bir mağarada ibadetle meşgul olduğunu söyleyenler de olmuştur. Doğrusunu Allah bilir.

İbn Abbas(r.a.) demiş ki: Habib Neccar, ağır bir cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Çok sadaka veren bir kimseydi. Milleti kendisini öldür­dü. Ona: «..."Cennet'e gir." denilince...» Allah onu Cennet'e koydu. Cen­net' teki sevinç, neşe ve parlaklığı görünce de, «.. .Keski milletim, Rabbi-min beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını bil­seydi!...» Benim inandığıma inanır ve benim kazandıklarımı kazanır­lardı, dedi.

Hayattayken, "Ey Milletim! Elçilere uyun." diyerek kavmine nasi­hat etmişti. Vefatından sonra onlara şu sözleriyle öğüt verdi: "Keşke milletim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlar­dan kıldığını bilseydi!" Kendi gördüğü ilahî ikramları ve elde ettiği mertebelerle kazana, kavminin de görmesini istemişti.[21]

Katade'nin anlattığına göre Cenâb-l Allah, Habib Neccar'm öldürü­lüşünden sonra milletini kınamadı, «...Sadece tek bir çığlık... o kadar, hemen sönüp gittiler.»

"Ondan sonra milleti üzerine gökten bir ordu indirmedik; zaten in­direcek de değildik." Yani onlardan intikam almak için üzerlerine gök­ten bir ordu indirmeye ihtiyacımız da olmadı.

Mücahid ve Katade dediler ki: "Ondan sonra milleti üzerine gökten bir ordu indirmedik." Yani onlara başka elçi göndermedik.

Taberî'nin dediğine göre ayetteki ordu kelimesini, aslî anlamında kabul etmek daha uygun olur. Bence de kuvvetli olan görüş budur. Bu nedenle Cenâb-ı Allah demiş ki: "Zaten indirecek te değildik." Elçileri­mizi yalanlayıp velimizi ve dostumuzu öldürdükleri zaman onlardan in­tikam almak için üzerlerine gökten bir ordu indirmedik. "Sadece tek bir çığlık... o kadar, hemen sönüp gittiler."

Müfessirler dediler ki: Cenâb-ı Allah, onlara Cebrail'i gönderdi. Oturmakta oldukları şehir kapısının iki yanını tuttu. Sonra onlara öyle şiddetli bir ünleyişle ünledi ki; sesleri kısılıverdi, hareketsiz kalıverdi-ler. Gözleri bile açılıp kapanamaz oldu.

Bütün bu anlatılanlar gösteriyor ki, ayette geçen şehir, Antakya şehri değildir. Çünkü ayette anlatılanlar, Allah'ın elçilerini yalanladık­larından dolayı helak edilmişlerdi. Antakyahlarsa, isa'nın elçi olarak kendilerine gönderdiği kimselere uyup iman etmişlerdir. İsa'ya ilk ina­nan şehir halkı, Antakyahlar olmuştur.

Taberanî'nin Hüseyin el-Aşkar kanalıyla Ibn Abbas'tan rivayet et­tiği hadise gelelim. Rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İlkler üçtür: Musa'ya inananların ilki Yuşa'b. Nun'dur. İsa'ya inanan­ların ilki Yasin şehri (Antakya) halkıdır. Muhammed'e inananların ilki de Ebu Talip oğlu Ali'dir." Bu, şahinliği sabit olmayan bir hadistir. Çün­kü rivayet senedinde adı geçen Hüseyin el-Aşkar, Gulat-ı Şia'dandır. Bunu ondan başka rivayet eden birinin olmayışı, bu hadisin tümden za­yıflığına delâlet eder. Doğrusunu Allah bilir.

İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/341-344.

Kaynak:Haber Kaynağı