Tasavvurunu Kim İnşa Etmişse,Onun "Rabbi"Odur

Tasavvurunu Kim İnşa Etmişse,Onun "Rabbi"Odur

Yerçekimi yasası yokken varlığın anlamlılığı yasası vardı. Bir gün yerçekimi yasası olmayabilir, ama varlığın anlamlılığı yasası hep olacaktır...

Yerçekimi yasası yokken varlığın anlamlılığı yasası vardı. Bir gün yerçekimi yasası olmayabilir, ama varlığın anlamlılığı yasası hep olacaktır; varlığın anlamlılığı ve amaçlılığı.

Çünkü var olmak bizatihi anlam alanına dahil olmaktır. Ve Allah anlamsız iş yapmaz. İşte tam da bu yüzden "anlam" demek "Allah" demektir: "Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde derin derin düşünürler; "Rabbimiz! Sen bütün bunları bir anlam ve amaçtan yoksun yaratmadın!" (derler)". (3:191) Dahası, her tür anlamsızlaştırma ve amaçsızlaştırma faaliyeti, sadece anlamlılık ve amaçlılık yasasına değil, aynı zamanda o yasayı koyan Mutlak Kudret'e karşı açılmış bir savaştır.

Hayat biz insanlar olmadan da anlamlı. Biz insanların ayrıcalığı, hayata anlam vermemizden değil, hayata verilen anlamı fark etme yeteneğimizden gelir. İnsan hayatın anlamını fark etmeyince hayat anlamını kaybetmez. Sadece, insan kendisini anlamdan mahrum bırakmış olur; sahih anlamdan ve sahici amaçtan. Ama hayat orada konulduğu gibi durur. O kendine bahşedilen anlamı ifşa etmeyi sürdürür ve keşfini bekler. Vahyin insanın küstahlaşmasını yüzüne vurduğu nokta, işte burasıdır. Kendini vazgeçilmez gördüğü her an başına onmaz bir yara, alçaltıcı bir felaket sarmıştır insanoğlu.

Hayatın anlam ve amacını fark edememek büyük bedbahtlık. Ama bu bile tersinden anlamlıdır. Anlam ve amacı fark edemeyenler olmasaydı, bunu fark etmenin ayrıcalığı bu kadar açık ve net bir biçimde görülemezdi. Fakat hepten anlamsız olan, hatta anlamsız-ötesi olan tavır, hayatın anlam ve amacına karşı savaş açmaktır.

Behîmî arzularını tanrı edinenler, kendi hayatlarını anlam ve amacından yalıtma cinayetinin failidirler. Kendilerine suç ortakları tedarik etmek için, hayatın anlam ve amacına karşı anlamsız bir savaş verirler. Güç ve iktidar alanları ne kadar genişlerse, tahripleri de o kadar büyük olur.

Hak-batıl savaşı diye bir savaş varsa -ki var-, bu savaşın bir diğer adı da anlam-anlamsızlık savaşıdır. Bu savaş sadece bu ülkede yok, her yerde var. Sadece bugün yok, her zaman var. Fakat bu ülkenin en büyük şanssızlığı, hayatın anlam ve amacına karşı açılan savaşın "devlet" kisvesi altında verilmesidir. Batılın savaşçıları, hayatı anlamsızlaştırma savaşını devleti kendilerine siper yaparak vermektedirler. Bu savaşta kullandıkları araçların üzerine "resmi hizmete mahsustur" yazarak, anlamsızlığa bir tür dokunulmazlık kazandırmakta, anlamsızlığı şeytan taşlar gibi taşlayanları da suçluluk ve illegallik psikozuna itmektedirler.

Bunun birkaç kötü sonucu ortaya çıkmaktadır. Birincisi, anlamsızlık ve amaçsızlık kendisine sahte bir meşruiyet peyda etmektedir. Hayatın her alanındaki yozlaşma ve kokuşmada bu sahte meşruiyetin payı büyüktür. İkincisi, anlamsızlığın meşrulaştığı bir yerde anlam da ister istemez gayr-ı meşru, hiç değilse aykırılık ve standart dışı sayılmaktadır. Zira, anlamsızlığın standart haline geldiği bir yerde anlamın standart dışılığı kaçınılmaz bir sonuçtur. Üçüncüsü, anlamsızlık ve amaçsızlık "her tür siyasi himayeye mazhardır" muamelesi görmektedir.

Hayatı anlam ve amacından etmek için savaşan bir mütegallibe sınıfının peçesinde kıvranan bu ülkenin geleceği tehdit altında. Bu tehdidi önleme işini yalnız siyaset ve siyasetçilere bırakmak olacak şey değil. Çünkü tahribat yalnızca siyasi alanla sınırlı değil. Tahribatın odağında insan unsuru var ve tüm onarım, ihya ve yeniden inşa çabaları, insan unsurunu esas alan bir yapıda olmalı.

Hayatımıza anlam ve amaç katan değerler sistemi, her tür bireysel ve toplumsal tahribatı ve tahrifatı önleyecek imkanları bünyesinde barındırıyor. Bizimle bu değerler sistemi arasındaki ilişkide yamukluk var. Bizler hazine üzerinde oturup da açlıktan ölmek üzere olan zavallıları oynuyoruz. Üzerinde oturduğumuz hazinenin farkına bir varabilsek, oradaki potansiyeli bir keşfedebilsek, biz de hayat bulacağız başkalarını da hayata taşıyacağız.

O halde ilk iş, anlam düşmanlarına karşı anlamın egemenliğinde bir hayatı yeniden inşa etmektir. Bunun ilk adımı da tasavvurun inşasından geçiyor. Tasavvur hayatımızı üzerine bina ettiğimiz kavramların ilk anlamlarına kavuştuğu yer, yani muhakemenin ana rahmi. Biz kavramlarla yaşıyor, kavramlarla ölüyoruz. Kavramlarla savaşıyor, kavramlarla barışıyoruz. Kavramlarla inanıyor, onlarla inkar ediyoruz. Onların içini kimin doldurduğu önemli. Birinin tasavvurunu kim inşa etmişse, onun "Rabbi" odur.

Anlamın anlamsızlığa karşı zaferi, ancak tasavvuru "âlemlerin Rabbi" tarafından inşa edilmiş insanlar eliyle gerçekleşir. Allah'ın insana tenezzülünün bir ifadesi olan vahiy, işte bu nedenle ilahi bir inşa projesidir. Muhatabının aklını, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için inmiştir. Vahiy insanı içinden aydınlatır. İçinden aydınlanamayan hiç kimse, dışını aydınlatamaz.




İslamigündem