Süleymaniye-Erbil hattı mı... Diyarbakır-İstanbul hattı mı?

Nihal Bengisu Karaca, önceki günkü yazısında, "çok çarpıcı bir örnek" vermiş... BDP"nin "hep" diye tutturması karşısında "hiç"e doğru giden çözüm çabalarının en çok "çocukları" etkilediğini söyleyip, mealen demiş ki;
"İlkokula yeni başlayan" ve henüz "Türkçe bilmeyen" bir çocuğun "Kürtçe konuşması yasaklandığı" için; öğretmenine, "Tuvalete gidebilir miyim?" diyememesi ve en sonunda "altına kaçırarak" arkadaşlarına mahcup olması üzerine herkesin biraz olsun düşünmesi gerekmez mi?..
O çocuğun, bu "aşağılanma"nın filtresinden geçmeden okula alışmasını ve okulu sevmesini sağlamanın formülünü bulmak bu kadar mı zor?..
"Evet, artık zor" diyor, Nihal... Çünkü BDP, "dil" konusunu "kendi hegemonik alanını genişletmeyi" amaçlayan bir "plân" olarak kullanmaya başladı...
Artık BDP"den "öneri" değil, öneri kisvesi altında "dayatma" geliyor!..
Özellikle kullanılan "kışkırtıcı" üslûp "kabul edilebilir" talepleri bile "antipatik" hâle getiriyor!..
Gerçekten de öyle;
Türkçe bilmediği için;
"Tuvalete gidebilir miyim?" diyemeyen çocuk, hiç kimsenin, özellikle de BDP"nin hiç umurunda değil!..
Oysa, bir "orta yol" bulunabilse; bir zamanlar; "cezaevindeki oğlu" ile "Kürtçe konuşması yasak olan bir ana"ya, "ana dilde görüşme imkânı" verildiği gibi; "Kürtlerin makûl talepleri"ne de serinkanlı yaklaşılabilse, sanıyorum; bütün sorunlar adım adım çözüme kavuşur!..
ASIL BDP"NİN YAPTIĞI ŞİRK!
Ama ben;
Böyle bir çözümü BDP"nin de, PKK ve KCK"nın da istediğini sanmıyorum!..
Onlar, sürekli "kışkırtıcı" bir üslup kullanıyor ve sürekli "olmayacak talepler"de bulunuyorlar!..
Hem de, "Erdoğan"ın damarı"na basarak ve onu "en hassas olduğu yer"den vurmaya kalkışarak!..
Başbakan Tayyip Erdoğan, geçenlerdeki bir konuşmasında şöyle dedi ya;
¥ "Biz tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet dedik... 73 milyon insanımız Türkiye Cumhuriyeti üst kimliği altında birdir... Üst kimlik TC vatandaşlığıdır.
Bunun altında birçok etnik unsur vardır.
Başbakan olarak Kürt sorununu savunuyorum, savunmaya devam edeceğiz. Ama Kürtçülüğün karşısındayız. Aynen Türkçülüğün de karşısında olduğumuz gibi...
Bizim değerlerimizde ırkçılık yok ama kavimlere saygı vardır."
¥ "Bize demokrasi dersi vermek isteyenler, 12 Eylül"de vatandaşımın oy verme hakkını nasıl tehditle gaspettiler, önce bununla yüzleşsinler. Güneydoğu"da STK"lara, yazarlara yapılan tehditlerle yüzleşsinler."
¥ "Özerklik tartışması; demokratikleşmeyi, Türkiye"nin ileri demokratik standartlara kavuşmasını hazmedemeyenlerin çirkin tezgâhıdır."
İşte bu sözlere cevap veren BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş dedi ki;
"Tek bayrak, tek millet, tek devlet demek, Allah"a şirk koşmaktır!.. Çünkü Allah; insanları ırklar, halklar halinde, renk renk ve çeşit çeşit yaratmıştır! Her birinin ayrı dili vardır!.. Erdoğan, kim oluyor da, bu farklılıklardan bir tek"lik çıkarmaya çalışıyor?"
Ne yalan söyleyeyim;
Ben PKK veya onun siyasî uzantısı BDP"yi, "Marksist, Leninist" bir çizgide bilir, "inanç" olarak da "Zerdüştlüğü benimseyen" yapılar olarak tanırdım...
Ki, bu "aidiyet"lerini zaman zaman halkın gözleri önünde sergilemekten hiç çekinmezlerdi... Meselâ; Leyla Zana ve arkadaşları, bir "Ramazan" gününde, toplumun büyük bir kesiminin "oruçlu" olduğu bir günde, "toplumun hassasiyetleri"ni hiçe sayarak, "lıkır lıkır su içmişlerdi!"
Böyle bir "zihniyet"in temsilcisi, şimdi kalkmış, "İslâmi fetva" veriyor!..
Madem "Marksist-Leninist" ve hatta "Ateist" jargonla değil, "dinî kavramlar" üzerinden konuşacağız, o halde soralım Bay Selahattin Demirtaş"a;
"Tayyip Erdoğan; tek bayrak, tek dil, tek devlet diyerek farzedelim ki şirk koşmuştur... Peki ya sizin yaptığınız nedir?.. Herhangi bir şeyi, bir nesneyi, bir kavramı veya bir ideolojiyi Allah"a kul olmanın önüne geçirmek de bir şirk değil midir?..
İmralı-Kandil-BDP üçlüsünün dayattığı Kürtçülük bir şirk değil midir?.."
Sırf "Kürtleri tahakküm altına almayı" amaçlayan "özerklik" dayatması adına insanları öldürmek ve bu uğurda ölmeyi göze almak da "şirk"in dik alâsı değil midir?..
CAHİLİYE KÜRTÇÜLERİ!
Madem "dinî kavram"larla konuşacağız, o halde söyleyin Allah aşkına;
Sizin şu yaptıklarınızın, "Cahiliye Arapları"nın yaptığından ne farkı var?..
Onlar, kendilerini;
Lat, Menat ve Uzza adlı "put"lara adıyorlar, onlara dokunanları öldürüyorlar, kendileri de onların uğrunda ölüyorlardı!..
Lat, Menat ve Uzza, cahiliye Araplarının "rejim sembolleri" idi... Bu "put"lar önünde eğilmeyeni kendilerinden kabul etmezler, anında "devlet ve rejim düşmanı" ilân edip, kellesini uçururlardı!..
Öyle ya;
Onlar, "iktidar ve saltanat"larını "3 büyük put" etrafında örgütlemişlerdi!.
Söyleyin bakalım Bay Demirtaş;
Sizin "3 büyük put"unuz hangileridir?..
Lat"ın yerine "Özerk"liği, Menat"ın yerine "Öz Savunma Gücü"nü, Uzza"nın yerine de "İki Dilli Hayat"ı mı koydunuz?..
Sizin "put"larınız da bunlar mı?..
Bu "put"lar önünde eğilmek, kendinizi bu "put"lara adamak, bu putlar için savaşmak, bir "şirk" değil mi?..
Hadi, onlar, "Cahiliye Arapları"ydı; bu durumda, sizler de "Cahiliye Kürtçüleri" olmuyor musunuz?..
Dedik ya;
Madem "İslâmî kavramlar"la konuşacağız, o halde Bay Demirtaş, şu Hadis-i Şerif"i bir okusun bakalım... Bakın, ne diyor önderimiz Hz. Muhammed;
"Rabbiniz bir olduğu gibi, babalarınız, dininiz ve Peygamberiniz de birdir. Arabın Aceme, (Arap olmayana) Acemin Araba üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir."
Demek ki, neymiş;
"Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yok"muş, üstünlük ancak "takva" ile olurmuş!..
Kim ki "Türkçülük" yapıyor, kim ki "Kürtçülük" yapıyor, onun yaptığı "şirk"tir!.
"Eşbaşkan" ve ekibinin yaptığı da, "şirk"tir, yani "Allah"a eş koşmak"tır!..
Bunu "Demir-Taş" kafalarına sokmanın zamanı çoktan geldi, geçiyor bile!..
YA BENDENSİN, YA DA!
Bakmayın sadece Selahattin Demirtaş"ı muhatap aldığıma...
"Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" deriz ya, dediklerim, bütün "Kürtçü"leri kapsamaktadır!..
Ne demişler "DTK Çalıştayı"nda;
"Kürdistan, Kürtlerindir!"
Dahasını da söylemişler;
"Türkiye"nin diğer bölgelerinde yaşayan Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile ilişkilerini demokratik özerklik statüsü temelinde düzenler."
Bu da yetmemiş, "dilin altındaki bakla"yı Ahmet Türk çıkarmış;
"Kürtler, kendi kendilerini yönetmek istiyor!"
Tamam da, kim o Kürtler?..
"DTK Çalıştayı" tarafından hazırlanan "taslak"tan benim anladığım şu:
"Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi"nin onaylayacağı kişiler; "TBMM"ye vekil atanacak"lar, onlar da "Kürtleri temsil" edecekler!..
İyi de, kim olacak bu "temsilci"ler, hangi kritere göre tesbit edilecekler?..
Anladığım kadarıyla;
"BDP, KCK veya PKK çizgisi"nde olmayanlar, "kapsam dışı" bırakılacaklar!..
Meselâ, Hilâl Kaplan"ın işaret ettiği gibi; "Kürt sorununun çözümü" için yıllarca çaba harcayan Galip Ensarioğlu, kesinlikle "temsilci" olamayacak!..
Ya da, Emine Ayna"nın, 2007 seçimleri öncesinde söylediği gibi; "AK Partili Kürtler de Kürtlerden sayılmayacak" olduğuna göre, geriye kim kalıyor?..
"Armudun sapı, üzümün çöpü" derken, herkes "Kürtlükten ihraç" edildiğine göre, demek oluyor ki; "PKK-KCK-BDP üçlüsü" belirleyecek "temsilci"leri!..
Her zaman söylüyorum ya;
Bunun ucu, "tahakküm"e gider, "despotizm"e gider!.. Kim ki, bu "despot"lara başkaldırırsa, bedelini "kelle"siyle öder!.. Eee, ellerinde, bir de "Öz Savunma Gücü" adlı "silâhlı güç" olacak ya, seyreyleyin "faili meçhul"leri!..
Samimi söylüyorum; "Kürt vatandaşları tahakküm altına alacak" böyle bir yönetim, "Ergenekoncu"ların hazırladığı "asit kuyuları"nı bile mumla aratır!..
"KÜRTLERE HAYAT HAKKI YOK!"
Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu, bu "kaygı" ve "endişe"lerini şöyle dile getiriyor:
"Öz Savunma Gücü, Kürtler üzerinde bir baskı aracına dönüşebilir!"
MÜSİAD Diyarbakır Şubesi eski Başkanı Vahdettin Bahadır ise; "DTK Çalıştayı"ndaki taslak"tan duyduğu kaygıyı, çok daha net ifade ediyor:
"O metin mahiyet olarak Kürtler için de Türkler için de kuşatıcı bir özgürlük vaat etmiyor. Sadece Kürtler"in bütün muhalif kesimlerine aba altından sopa gösteriyor.
Metnin anlamı şu:
Ben gücümü toplayacağım, öyle bir örgütlenmenin içine gireceğim. Bunu dayatarak alacağım.
Aldıktan sonra da Sosyalist, Leninist, Stalinist ve o zihniyeti paylaşmayan hiçbir Kürt"e de hayat hakkı tanımayacağım. Hepsini köyden, kasabadan, ilçeden ve şehirden temsilcilerim ile demir yumruğumla bir potada eriteceğim. Onlara hiçbir hayat hakkı tanımayacağım."
Bu konuda yığınla "endişe" ve hatta "korku" ifade eden açıklama var... Hayır, bu korku, "ulusalcı"ların korkusu değil, "Kürt vatandaşlar"ın korkusu!..
Asıl korkuyu "Kürtler" yaşıyor!..
Öyle anlaşılıyor ki;
"Çağdaş Lat, Menat ve Uzza"ların Kürt tabanında bir karşılığı yok!"
Çünkü, benim bildiğim Kürtler;
"Süleymaniye-Erbil hattı yerine, Diyarbakır-İstanbul hattını her daim tercih eder!"
O halde, bu "dayatma" niye?..
Eğer problem, "Türkçe bilmeyen" Kürt çocuğunun, öğretmenine, Kürtçe "Tuvalete gidebilir miyim?" demesinin "yasak" olması ise, "adam" gibi oturun masaya, birlikte çözüm arayalım!..
"Köylerin Kürtçe isimleri" iade edildi, "cezaevlerinde Kürtçe konuşma yasağı" kaldırıldı, ehh her yere "Kürtçe tabelâ"lar asılmaya/dikilmeye de başlandı, o halde "sorun" ne?..
Derdiniz "Kürtlere tahakküm" ise, kusura bakmayın ama; bir "Türk" olarak bu "zulme" ilk önce ben karşı çıkarım!..
Bütün "Kürt"lerin karşı çıktığı gibi!..

 

 


Bu fotoğraf, iyi okunmalı!
Herhalde, televizyonlardaki görüntüleri seyretmişsinizdir...
Dün Diyarbakır"ı ziyaret eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül"e, öyle bir "sevgi" gösterildi, öyle bir bağırlara basıldı ki; "işte bu" dedim; "İşte bu, Devlet-Millet kaynaşmasıdır."
Hayır, "sıcak karşılama"yı veya Abdullah Gül"e "çiçek" verilmesini filan kastetmiyorum...
O "Kürt kadın"ı gördünüz mü?.. Nasıl da sarılıyordu Cumhurbaşkanı"na, nasıl da bağrına basıyordu... "Bir ananın, yıllardır hasret kaldığı evlâdına sarılması" gibi bir sarılma...
Benim için, önemli olan budur...
Çünkü bu sarılma; "sevginin zirvesi"dir... Bu sarılma; "içimizden biri" demenin en samimi, en içten ifadesidir.
Sorarım size; geçmişte de birçok "siyasi" veya "devlet başkanı" gitti bölgeye, hiç böyle bir "yürekten sarılma" gördünüz mü?..
Bir Tayyip Erdoğan böyle karşılandı, birde Abdullah Gül...
Hadi, "dışarıdan gelenleri" bir tarafa bırakın... Kendileri de bir "Kürt" olmasına rağmen, Ahmet Türk"lere veya Selahattin Demirtaş"lara böylesine içten sarılan bir "Kürt kadını" gördünüz mü?..
İşte bunun içindir ki; "o fotoğraf" çok önemlidir... Çünkü o fotoğraf; bir "kenetlenme"nin, bir "bütünleşme"nin fotoğrafıdır!..
BDP"nin ileri gelenleri, bu fotoğrafı çok iyi okumalıdır!..


 
yeni akit

Bu yazı toplam 1273 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar