“Sübhaneke Allahümme”  Duâ’sından Anladıklarımız

“Sübhaneke Allahümme” Duâ’sından Anladıklarımız

“Sübhaneke Allahümme” duâsı Hz. Aişe (r.anh) annemizden, Hz. Ömer (r.a) ve Hz. Abdullah b. Mesud’dan (r.a) gelen güçlü rivayetler olması hasebiyle Ebu Hanife (rh.a) tarafından esas alınmıştır.

“Allah’ım! Sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Seni daima böyle tenzih eder ve överim. Sen’in adın mübârektir. Varlığın her şeyden üstündür. Sen’den başka ilâh yoktur.” Sübhâneke, cenaze namazında parantez içindeki “Ve celle senâük” cümlesi ile beraber okunur.
Gerek “Sübhâneke Allahümme” rivayetinde gerekse önceki rivayet- lerde dikkat çeken konu; Rasulullah’ın (s.a.v) İftitah tekbirinden sonra kıraatten önce sanki bir söz ve fiil ameliyesinin yoğunluğunu, manevi- yatı, bilinç ifadesi çok yüksek bir duâ metni ile çevrelediğini, sınırlarını belirlediğini, az sonra kıraat ile başlayacak olan namazın diğer söz ve fiilleri ile maksadının ne olduğunu, ne olacağını takdim edercesine İs- tiftah Duâ’sı okuduğunu müşahede ediyoruz. Bu açıdan baktığımızda “İstiftah Duâ’sı”nda en az beş esas başlık göze çarpmaktadır. Bu başlıkların muhteviyâtı namazın içindeki ve mesajındaki tüm söz ve eylemleri içine almıştır. İstiftah Duâ’sındaki beş esasın içeriğinden kitapçığımızın muhtelif yerlerinde zaten bahsetmiş olduğumuz için kısaca hatırlatma yapmakla yetineceğiz. İstiftah Duâ’sındaki beş esas şöyledir.
1) Tesbihat
Allah Teâlâ’yı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederek, Allah Teâlâ’nın varlığını, dinini, ahkâmını anmak, gündeme getirmek, gün- demde tutmak ve saldırılara karşı müdafaa edici hâlli, dil, kalp ve be- den ile sürdürmek anlamlarına gelen tesbihat yaptığını ifade etmiş olan mü’min, İstiftah Duâ’sı ile bu hâlli namazın içeriğine taşımış olur. Aynı zamanda namazını ikame etmekten maksadının da bu olduğunu, namazın sonrasında hayatın devamiyetinde de Allah Teâlâ’yı tesbihat edici bir kul yaşantısında olunacağının ilanıdır. Zira yer ile gök arasındaki canlı cansız tüm varlıklar Allah Teâlâ’yı tesbih edip zikr ederken dili, aklı, düşünebilen bir kalbi ve hareketli bir bedeni olan mü’min, sadece dili ile tesbihat yapmayacağını, hayatın her alanında Allah Teâlâ’yı her hâl ile tesbihat yapmasını gerektiğinin şuuruna ermiş kişidir.
“Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder; O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.” (İsra 44)
2) Tahmid
İstiftah Duâ’sında tesbihata “Vav (ve)” ile Hamd’in de bağlanması mânidardır. “Tesbih ve Tahmid sanadır.” ibaresini birlikte, bağlantılı şekilde okuyan mü’min tesbihat ehli olduğunu beyan etmekle birlik- te aynı zamanda Hamd ehli olduğunu, tesbihat edilişin Allah Teâlâ’ya mahsus olduğu gibi hamdin de Allah’a mahsus olduğunu ikrar etmiş olur. Az sonra başlayacak kıraat, kıyam, rükû, secde, tahiyyat gibi sözlü ve fiili ameliyelerinden kastının Allah Teâlâ’yı övmek, övdüklerini öv- mek, yerdiklerini yermek, övdüğü hâllerde olacağını, yerdiği hâllerden kaçınacağını ikrar ederek Allah Teâlâ’dan bu duâ, temenni ve ameliyeleri için kendisinden yardım dilemiş de olur.
Öte yandan tesbihat makamı ile kendisine kulluk melekeleri kaza- nan mü’min tesbihatın kendi başına yeterli olmayacağını, bu güzel hâlli Hamid makamı ile süslemesi gerektiğini idrak ederek tesbihat, tahmi- din birbirinden ayrılmaz iki güzel hâl olduğunu idrak etmiş olur. İstif- tah Duâ’sı ile de idrakini ikrara ve duâya çevirmiş olur.
3) Tebrik, Teberrük
İstiftah Duâ’sında tesbih ve tahmidden sonra “ve tebâre ke’smuke” (Sen’in ismin mübârektir) ibaresi ile mü’min pek çok şey ifade etmiş olur. İstiftah Duâ’sının bu yönü ile varlığı Rasulullah’ın (s.a.v) nübü- vvetinin ayrı bir delilidir. Çünkü kalbi ve dili vahy ile ilintili olmayan hiçbir insan böylesi kısa bir cümle metinde bu denli geniş muhteviyâtlı Duâ’yı kalbinden diline dökemez. Nasıl ki Allah Teâlâ bizlere merha- met edip, Fâtihâ Sûresi’ni bahşederek bizlere duâ etmesini öğretmiştir, işte İstiftah Duâ’sı da böyledir. Rasulullah’dan (s.a.v) öğrendiğimiz tüm duâlar böyledir. Eğer Rasulullah (s.a.v) bizlere bu duâları öğretmeseydi bizler hangi kemâl derecelerine erersek erelim böylesi muhteviyâta sa- hip duâ metinlerine ulaşamaz, nerede, ne zaman, nasıl duâ edeceğimizi bilemezdik.
İstiftah Duâ’sı ile tebrik ve teberrük’de bulunan mü’min ne demiş olur diye sorarsak cevaben:
Bereket kavramından Kevser Sûresi’nde bahsetmiştik. Bereket ve çokluğun farklı şeyler olduğunu izah etmeye çalışmıştık. B-R-K kökünden türeyen bereket kelimesi ile ilintili olan tebrik ve teberrük kelimele-
ri kutsamak, kutsal oluşu kabul ve beyan etmek, bir şeyin artması, kök salması, mayalanması, uğur, kısmet başlangıcı sayılması anlamlarına gelir. B-R-K kelimesi diz çökmek, anlamına gelmesi sebebiyle aynı zamanda Allah Teâlâ’ya sunulan tebrik ve teberrük’ün aynı zamanda diz çökerek duâ edilmesi anlamlarına da gelmesi mümkündür.
Allah Teâlâ’nın İsm-i Şerifi’nin, İsm-i Şerilerinin bereket kaynağı olduğu İstiftah Duâ’sı ile ikrar etmiş mü’min, Allah’ın İsm-i Şerilerinin dışında tecelli eden her söz ve fiilin aslında bereketsiz, hayırsız ve kısır olduğunu ikrar etmiş olur. Allah Teâlâ’nın İsm-i Şerifi ve diğer İsm-i Şerilerine (Esma’ül Hüsna) uygun hareket etmeyen birey, toplum, kurumsal ve kamusal düzenlerin bereketsizliğe mahkûm olduğunu idrak etmiş olan mü’min, namazını da bu çerçevede cereyan eden bir ibadet şuuru ile kılmak istediğini, kılacağını temenni ve taahhüt ederek duâ maksadı ile İstiftah Duâsını okur. İstiftah Duâsı ile birlikte mü’min Allah Teâlâ’nın İsm-i Şerifini ve diğer İsm-i Şerileri öğrenip hayatını bu “Güzel isimlere” göre şekillendirmesi gerektiğini anlamış olur.
“De ki: ‘Allah, diye çağırın, ‘Rahman’ diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O’nundur.’ Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse.’ ”
“Ve de ki: ‘Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah’adır.’ Ve O’nu tekbir edebildikçe tekbir et.” (İsra 110-111 )
4) Temcid
İstiftah Duâ’sında; “ve Teâlâ ceddük (ve celle Senaüke) ibaresi ile el-Mecid (c.c) olan Allah Teâlâ’nın yegâne azamet, izzet, galibiyet sahibi olmaklığı ile senâya, övgüye, yüceltmeye lâyık olan tek varlık olduğunu idrak ve ikrar eden mü’min, el-Mecid olan Allah’ın kulu olmaklığının izzetini bulur. Allah Teâlâ dışında kendisine makam, övgü, tazim, boyun eğiş isteyen tüm kibir sahibi sahte mecidleri reddettiğini, az sonra başlayacak olan namazındaki tüm söz ve fiillerinin de buna şa- hit olacağını ikrar eden mü’min, bu niyetinin salih bir amele dönüşmesi için de İstiftah Duâ’sı ile niyaz etmiş olur.
Kur’an’da birçok yerde bu şuur farklı Ayet-i Kerimeler ile bizlere emredilir. Misalen;
“Celâl ve ikram sahibi olan Rabbinin adı ne yücedir.” (Rahman 78)
“Rabbinin yüce adını tesbih et.” (Âla 1)
“Öyleyse çok büyük Rabbinin adını tesbih et.” (Vakıa 96)
“Kudret isteyen kimse bilsin ki, kudret, bütünüyle Allah’ındır. Güzel sözler O’na yükselir, o sözleri de yararlı iş yükseltir. Kötülük yapmakta düzen kuranlara, onlara, çetin azap vardır. İşte bunların kurdukları düzenler boşa çıkar.” (Fatır 10)
5) Tevhid
İstiftah Duâsının “Ve Lâ ilâhe ğayruk” ile nihayete ermesi tüm ma- kam, mertebe, kademelerin Tevhid mühürü ile mühürlenir, nihai mak- sadın Tevhid olacağının, olduğunun açık ve net beyanı gibidir. Zira na- maz en başından sonuna tamamen Tevhid ameliyesidir. Eğer herhangi bir söz, ameliye, tesbihat, övgü maksat ve sınır olarak Tevhid dairesi içerisinde değilse o söz ve ameliyenin adı istediği kadar İslâmî motiler, kavramlar, çizgiler taşısa da merduddur, reddedilmiştir.
İftitah Tekbiri ve İstiftah Duâsı ile Allah Teâlâ’nın dışındaki tüm rablik, ilâhlık, mabudluk iddiasında bulunanları elinin tersi ile arkaya atmış olan mü’min namazının ve namazından sonraki hayatının tama- mının Tevhid üzere olacağını ikrar etmiş olur. Bu ikrar ve idrak ile İstiftah Duâsını okuyan mü’min bilir ki İftitah Tekbiri ile dâhil olduğu namazı İstiftah Duâsı ile ilerleyip selâm ile kemâle erene kadar Tev- hidî bir ameliye olan namazından edindiği kulluk şuuru ile bireysel ve sosyal hayatına dönüş yapmazsa selâmete eremeyeceğini ve sonunda Allah’ın rahmetine mazhar olamayıp perişan olacağını bilir. Korku ve ümit arasında kıyam, kıraat, rükû, secde, tahiyyat gibi ameliyelerinin ne denli ciddi neticelere vesile olacağını idrak ederek İstiftah’ını ona göre okur.
“De ki: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?» De ki: «Allah’tır.» De ki: «Öyleyse, O’nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?» De ki: «Hiç görmeyen (a’ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?» Yoksa Allah’a, O’nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince bir-
birine mi benzeşti? De ki: «Allah, her şeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır.” (Rad 16)
“Böylece biz seni, kendisinden önce nice ümmetler gelip-geçmiş olan bir ümmete (bu yol üzere peygamber olarak) gönderdik, sana vahyettiklerimizi onlara okursun diye. Oysa onlar Rahman’ı tanımazlık etmektedirler. De ki: «O, benim Rabbimdir, O’ndan başka ilâh yoktur. Ben O’na tevekkül ettim ve son dönüş O’nadır.” (Rad 30)

Nuhbe yayınlarından çıkan “Namaz Okumaları” isimli eserden iktibas edilmiştir.