Rapor: "Bütün Amaçlar Tahran İçindi"

Rapor: "Bütün Amaçlar Tahran İçindi"

Siyonist rejim istihbarat uzmanı 2008 yılında yayınladığı rapor, bugün Suriye ve bölgesel gelişmelerin arka planına ışık tutuyor.

İRAN SURİYE HİZBULLAH-HAMAS KOALİSYONU
5 Mayıs 2008

VELFECR ÖZEL DOSYA 6

Dr. Ely KARMON

Giriş
2007 yılındaki küresel tehditler üzerine yaptığı yıllık yorumlarda Ulusal İstihbarat Şefi John Negroponte, İran ve Hizbullah tarafından desteklenen Hizbullah ile ilgili çok can sıkıcı yorumlar yaptı. Negroponte, İran'ın, milli güvenlik stratejisinin bir önemli bir parçası olarak yurt dışındaki terör örgütlerini kullandığını ve de Hizbullah'ın, bu örgütlerin başını çektiğini söyledi.
Bu "eski" ittifaka, bir yeni örgütü daha katmak gerekir; terörizmi kullanarak İsrail ile Filistin arasındaki barış sürecini olumsuz etkileyen Filistinli Hamas örgütü" Eğer bu örgüt Filistin Otoritesini kontrol altına alabilirse, bu merkezî çatışmanın çözülebilmesi ile ilgili umutlar tükenecektir.

Tuhaf bir şekilde, bu, doğaya karşı bir ittifaktır:

İran'ın Şii teokratik rejimi, nüfusun yaklaşık %80'inin Sünni olduğu Suriye'deki seküler Baas rejimi ile ittifak halinde. 

Normalde Suriye'nin Lübnan'daki müttefiki Şii Emel seküler örgütü olmasına rağmen Suriye'deki Baas rejimi, Şii radikal İslami akım olan Hizbullah ile müttefik durumunda.

Sünni Müslüman Kardeşlerin bir parçası olan Hamas, İran'daki Şii teokratik rejim ile müttefik durumunda.

Müslüman Kardeşlerin bir kolu olan Filistinli Hamas, 1982 yılında 20.000 Suriyeli Müslüman Kardeşler üyesini öldüren Suriye'deki seküler Baas rejimi ile müttefik durumunda.

Irak'ta, Sünni ve Şii radikaller birbirleri ile çatışırken Sünni Hamas ile Şiî Hizbullah, müttefik durumunda.

Orta doğu bu günlerde, çok karışık ve tehlikeli bir durumda ve eğer batı, kendinsin zayıflığının, bölünmüşlüğünün ve kararsızlığının farkına varıp üstesinden gelmezse, bu durum, tarihsel boyutun stratejik açıdan karışmasına neden olabilir.

Eğer, İran'ın haydut rejimi, nükleer hedeflerinde başarılı olursa, bölgesel hâkimiyet arzuları, zaten kaygan bir durumda olan orta doğuyu, daha da azdırabilir. Müttefiklerinin, İran'ın, nükleer hedeflerini kısa süre içerisinde gerçekleştirmesi beklentileri, bölgedeki, şimdi ve geleceğe dair egemenlik projesinin temel kaynağı olduğunu gösteriyor.

Paradoksal olarak, İran-Suriye-Hizbullah-Hamas ittifakının başarıları, Afganistan ve Irak savaşlarından sonra daha belirgin ve tehdit edici hale geldi. Her en kadar Taliban rejimin devrilmesiyle amaçlanan, İslami fanatik bir rejimin parçalanması ve el-Kaide liderinin etkisiz hale getirilmesi olsa da; ya da Saddam Hüseyin rejimin yok edilmesi ile amaçlanan, bir nükleer aktörün bölgeden çıkarılması olsa da, bu eylemlerin hepsinin amaçlarından biri de Tahran rejiminin dış dünyadan izolasyonunu sağlamaktı. 

ABD'nin askeri başarısının ardında Irak'ta siyasi süreci istikrara kavuşturma konusundaki başarısızlık, İran'ı, Bush yönetimi karşısında avantajlı konuma taşıdı.

Irak hükümeti, Irak topraklarının büyük kısmı ve petrol kaynaklarının çoğunluğu, Tahran rejimi ile tarihsel ve ideolojik bağları olan Şii akımlar tarafında kontrol ediliyor. İran ayrıca, Mukteda El-Sadr güçlerini ve çeşitli grupları da, istediğinde ABD koalisyon güçlerine karşı cephe açmak için de kullanabilir.

Suriye, Lübnan'daki güçlerinin çekilmesi ve Hariri suikastı sonrası üzerinde oluşan baskı nedeniyle biraz zayıfladı fakat Şam rejimi hala, Suriye içindeki Sünni çoğunluk üzerindeki etkisini devam ettiriyor, Hizbullah'ı ve barış sürecine karşı olan tüm Filistinli grupları da silahlandırmayı sürdürüyor. Ayrıca Suriye, Baas'lı ve İslamcı isyancılara, Irak'ta, hareket özgürlüğü sağlamaya devam ediyor –her ne kadar biraz daha ihtiyatlı bir şekilde olsa da"

Tahran'ın en yakın müttefiki Hizbullah, Suriye'den aldığı destekle, Lübnan'da 'devlet içerisinde devlet' haline geldi. Her ne kadar ülkenin gerçek yöneticisi değilse de, neredeyse son karar merciî haline geldi. Hizbullah, Filistin bölgesinin istikrarsızlaştırılmasında aktif rol alıyor ve de Irak'taki Amerikan karşıtı Şiî güçlerin, ülkeyi istikrarsızlaştırmasına destek oluyor.

İsrail ile Filistin arasındaki barış süreci, büyük oranda İran, Suriye ve Hizbullah'ın, Hamas ile diğer Filistinli örgütlere verdikleri destekten ötürü pratikte felce uğradı. Hamas, Gazze Şeridini kontrol ediyor ve El-Fetih kontrolündeki Batı Şeria'yı tehdit ediyor. Ayrıca Hamas, terör saldırıları düzenleyerek barış müzakerelerini rotasında saptırabilir.

2006 yılının Temmuz-Ağustos aylarındaki Lübnan savaşının tatminkâr bir sonuca bağlanmaması, Gazze'deki Hamas askeri darbesi ve İsrail şehirleri ile köylerinin bombalanmasının devam etmesi, İsrail'in, terör örgütlerine, İran'a ve Suriye'ye karşı caydırıcılığını azalttı.

Şunu belirtmek gerekir ki Şiîlerin egemen olduğu bu koalisyon, Hamas ve İslami Cihad gibi bazı Sünni unsurları da etkilemeyi başardı; ve böylelikle, Orta Doğu'daki diğer radikal Sünni grupları da etki altına alabildi.

Bu eksen dengesinin olumsuz tarafı, Şia Hilali tehdidinin, ılımlı bir Sünni karşı-ittifak kurulması yönündeki çabaları hızlandırmış olmasıdır. Bu ittifak, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve Körfez Ülkelerini ve de sessiz bir partner olarak İsrail'i içeren bir ittifaktır. Bu tehdit, ayrıca, İran'ın nükleer projesine ve egemenlik arzusuna karşı uluslar arası toplumun yükselen muhalefetine de sebep oldu.

Rejim, kendisini, küresel dönüşümün öncüsü olarak görüyor. Ahmedinejad'ın dediği gibi, "Şehitlerin kanı sayesinde, yeni bir İslami devrim yükseldi" Bu İslam devrimi dalgası, kıs zamanda tüm dünyayı saracak" İran halkı" çabucak, yenilmez bir küresel güç olacak" gelişmiş teknolojiye sahip olur olmaz."2

Bu doğaya-aykırı ittifakın işlemesini sağlayan şey, İran, Hizbullah ve Hamas'ın, kendi stratejilerini şekillendiren güçlü dinî ideolojileridir.
Tahran rejimi, Ayetullah Humeyni'nin devrimci doktrini temelinde, kanlı Irak savaşına rağmen içteki tüm çatlak sesleri bastırdıktan sonra, ideolojisini saldırgan bir strateji ile yürüttü. Bazı liderlik halkalarındaki Mehdi inancı ise, bu ideolojiyi daha tehlikeli hale getiriyor.

Hizbullah, açık ve ısrarcı deklarasyonlarının ve liderlerinin eylemlerinin de gösterdiği gibi, dini ideoloji ile Humeyni devriminin ihraç edilmiş stratejisini yakından takip ediyor.

Hamas –en eski Sünni İslamcı akım- Cihadı, Müslümanların genel görevi olarak görüyor ve Müslüman Kardeşler'in, İsrail ve dünya siyonizmi ile sistematik bir mücadele içerisinde olan tek grubudur.

Her ne kadar, Şam'daki Alevi azınlığın çıkarlarına hizmet ediyor olsalar da, Pan-Arabizm ve Büyük Suriye akımları, Suriye politikalarında önemli rol oynamaya devam ediyor.

İttifak, güçlü ve kararlı bir lidere sahip: İran, diğer üç üyeyi çeken motordur ve bu dörtlü arasındaki bağdır. İran, kararlı bir lider tabakasına, bölgesel egemenlik vizyonuna, büyük petrol kaynaklarına, geniş bir orduya ve gelişmiş bir askeri endüstriye sahip bir bölgesel güçtür. Ayrıca İran, dünyanın en büyük dokuzuncu nükleer gücü olmanın eşiğindedir.

Bu eksen, genel olarak hedeflerini başardı çünkü terörü ve yıkımı kullanma konusunda ahlaki sınırları yoktur. Dışarıdaki düşmanlarına karşı terörü kullanırken, içerideki hâkimiyetlerini, insafsız bir otoritaryan rejim ile (İran ve Suriye gibi) ya da etkili bir ideolojik liderlik ile (Hizbullah ve Hamas gibi) sağlıyorlar.

Aynı zamanda, yirmi beş yıl boyunca büyük güçlerin liderlerini manipüle ederek ve düşmanlarının, sonu olmayan siyasi diyaloglarla ve arabuluculuk beklentileriyle meşgul olmasını sağlayarak, taktiksel pragmatizm ve gizli eylem yeteneklerini geliştirdiler.

Bir temel bağlayıcı unsur, bu dört gücün, aynı düşmanlarla mücadele ediyor olmalarıydı: Bir bölgesel ve küresel güç olarak, ayrıca Batının liberal değerlerinin bir simgesi olarak ABD; bir demokratik blok olarak Avrupa; İsrail ve Yahudiler; ve de iktidardan indirilene kadar Saddam Hüseyin.

Fakat, bu ittifakın son 30 yılda kazandığı zaferler, kendi aralarındaki sürekli işbirliği ve sıkı ilişkilerden değil; ABD, Avrupa ve İsrail liderlerinin stratejik vizyon ve siyasi cesaret konularındaki eksikliklerinden dolayıdır.

ABD ve Fransa, kendi vatandaşlarına, askerlerine ve çıkarlarına yönelik yapılan onca terörist saldırı karşısında İran'a herhangi bir zarar vermedi. Ve Suriye, İran ve Hizbullah'a yaptığı direkt ya da dolaylı yardımlardan ötürü bir bedel ödemedi. İran, son 20 yıldır yürüttüğü nükleer programı ile ilgili olarak bir bedel ödememekle kalmadı, Batılı liderler hala, İranlı liderleri, nükleer hedeflerini gerçekleştirmeleri konusunda teşvik edici bir tavır takınmayı sürdürüyorlar.

Batı, Beşar Esad'ı, Suriye'den çekilmeye zorladı fakat yine de Suriye rejiminin, ne yurtiçindeki ne de Lübnan'daki etkisini azaltamadı.

1982 yılından beri İsrail, Suriye'ye, Hizbullah'ın kuzeyden yürüttüğü saldırılara ve Filistin yandaşlarının İsrail'in kalbine yönelik yürüttüğü saldırılara destek olmasına izin verdi. Şam yönetimini, terör örgütlerini desteklemekle suçlayan İsrailli liderler, yine Şam yönetimine meydan okuyacak kadar cesur değildi.

2006 savaşında bile, Halid Meşal, İsrail askerini kaçırma operasyonunu Şam'dan yönetirken ve de Şam yönetimi Hizbullah'a ağır askeri donanım ve cephane yardımı yaparken, İsrail hükümeti, Şam yönetiminin aleyhine hiçbir kötü niyet taşımadıkları mesajını verdi.

Güney Lübnan'dan çekilerek Hizbullah'a kredi kazandırmak, devlet içerisinde devlet olmasına izin vermek ve küçük modern bir gerilla ordusu kurmasına göz yummak suretiyle çeşitli İsrail hükümetleri, uzun vadeli reel stratejik çıkarları değil, yurtiçinde taktiksel siyasi kazanımları tercih ettiler. Son Lübnan savaşında İsrail, sadece çok sayıda can ve mal kaybetmekle kalmadı, ayrıca bölgesel duruşu ve düşmanları karşısındaki caydırıcı niteliği büyük zarar gördü.
Ve sonuç olarak İsrail, ABD ve batı, Hamas'ın, demokratik seçimler yoluyla Filistin Otoritesini devralmasına izin verdi.