O fotoğraf... Sınırın sıfır noktasında bir Başbakan!

 
 
Ne yalan söyleyeyim; "o fotoğrafı" görünce, ben de gıpta ettim... Dikkat edin, "kıskandım" demiyorum, gıpta ettim... Tıpkı "Gazze gemisinde olamadığım" için hayıflandığım gibi, "PKK baskınına uğrayan karakol"da olamadığım için de hayıflandım... "Hürriyet"e karşı tavrımı" bilirsiniz... Pek aramız yoktur... Ama itiraf etmeliyim; Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu, masa başında oturup ahkâm kesmek varken, "mesleğe yeni başlamış genç bir muhabir heyecanı" ile, sabahın 06.40"ında atlıyor tarifeli uçağa, gidiyor Van"a... Oradan da biniyor "taksi"ye, varıyor Şemdinli Tekeli Karakolu"na... Sanki "yönetici" değil de, "savaş muhabiri" gibi bir heyecan... Karakola gittiğinde öğreniyor ki; Başbakan ve Genelkurmay Başkanı da, "bir saat sonra" oraya gelecekler... Ama o, bu arada "röportaj"larını yapıyor, karakoldaki "gazi"lere, "o gece"nin hikâyesini anlattırıyor... Sonrası malûm... Başbakan Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ ile "aynı karede" fotoğraf veriyor...
Evet, "sıfır noktada" bir fotoğraf!..
Düşünebiliyor musunuz;
"Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk" yaşanıyor sınırda!.. İlk defa bir Başbakan; hem de "saldırı"ya uğramış bir karakola, yani "sınırın sıfır noktası"na gidiyor ve orada "askerlere moral" veriyor!..
"Son derece önemli" bir an!..
Son derece önemli bir mesaj!..
Ve, son derece anlamlı bir fotoğraf!..
O fotoğrafta, Enis Berberoğlu da var!..
Kim, ne derse desin;
Bu, bir "gazetecilik başarısı"dır!..
YAZARLARDA KISKANÇLIK KRİZİ!
Gelin, görün ki; bu mesleğin "gen"lerinde olan "kıskançlık" bir defa daha nüksetmiş ve gerek Enis, gerek Erdoğan ve Başbuğ, bazı yazarlar tarafından "hedef tahtası"na oturtulmuştur!..
Dünkü yazılanları, bilmem okudunuz mu;
"Hürriyet Gazetesi Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu çok gayret etti, çok ter döktü ama "bir yayın yönetmeninin kendi gazetesinde, kendi fotoğrafını bir gün içinde en çok yayınlatma" kategorisinde dünya rekorunu kırma çabası maalesef başarılı olamadı. (...)
Enis galiba Tercüman Gazetesi"nin yayın yönetmeni kadar yakışıklı olmadığını düşündüğünden olsa gerek, birinci sayfaya sadece tek fotoğrafını koydurmuş. İç sayfalarda ise sadece dört adet var. Bu kadar az sayıda fotoğrafla dünya rekoru filan kırılamıyor tabii."
Peki, bu "saldırı"ları hakedecek ne yapmıştır Enis?.. Bazılarının yaptığı gibi; "şişme bebek"lerin yanında poz mu vermiştir?.. "Şarap"tan veya "eşi Oya Hanım"dan mı bahsetmiştir?..
Gitmiş, "asker"lerle görüşmüş, onlardan "saldırının hikâyesi"ni dinlemiş ve "o gece"yi aktarmıştır okuyucularına!..
Bunun adı, "gazetecilik"tir!..
Ama o "kıskançlık" yok mu, o kıskançlık!..
Ne "başarı"yı görüyor, ne "işin önemi"ni!..
"Meselenin aslı" nedir biliyor musunuz;
Aslında, demek istiyorlar ki;
"O fotoğrafta ben niye yoktum?"
Olamazsın ki!..
"Şemdinli"ye gitmeyi" aklının ucundan bile geçirmeyip, "masa başında" oturan bir adam, o fotoğrafta olamaz ki!..
Düşünseydin de, sen gitseydin!..
"Kıskanma ne olur,
O heyecanı duy, senin de olur!"
NEYMİŞ, BAŞBAKAN ÇÖMELMİŞ!
Şu hâle bakın, bu yaştan sonra, beni de "Enis"i savunmak" zorunda bıraktılar ya, anlayın artık "kıskançlık krizi"nin boyutlarını!..
Hani, sadece "Enis"i kıskansalar" yine de mesele etmez, cevap bile vermezdim!.. Ama bu "tilki"leri ve "kedi"leri gayet iyi bilirim ben...
Hani, "tilki"ler, ulaşamadıkları üzüme "koruk" derlermiş ya, hani "kedi"ler de ulaşamadıkları ciğere "murdar" derlermiş ya; bunlar da "Şemdinli"deki karakol"a gitmeyi akıllarına bile getirmedikleri, dolayısıyla "gidemedikleri" için, "Enis" üzerinden "Başbakan" ve "Genelkurmay Başkanı"na çakıyorlar!..
Neymiş, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, gittikleri "mevzi"lerde niye "çömelerek" poz vermişler?..
Yazdıkları, aynen şöyle:
¥ "Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Başbuğ baskına uğrayan karakola gittiler. Bence doğru yaptılar. Ama ya bu fotoğraf?.. Kum torbalarının ardında çömelmiş halde bulunan bu fotoğraf?.. Diyeceksiniz ki, "Ne yapsınlar, tehlikeli bölge". Doğru... Tehlikeli bölge... O zaman yapılacak şu: O fotoğrafı çektirmeyeceksiniz, medyaya vermeyeceksiniz. Ya da illa bir fotoğraf çektirecekseniz tehlike-mehlike demeyeceksiniz!.. Aslanlar gibi ayakta duracaksınız."
¥ "Çok savaş gördü bu millet...
Çömelen devleti ilk kez görüyor.
Her yer jammer dolu. (...)
Kum çuvallarıyla çevrili siper...
Ardında, çömelmiş Başbakan.
Ve, Genelkurmay Başkanı.
Ki, mıhlamasınlar."
¥ "Bir ülkenin başbakanı kendi sınırında diz çökmez!.. Çökse bile o pozu vermez!"
ÖĞRENİN!.. MEVZİDE AYAKTA DURULMAZ!
Şimdi, bu "saçmalık"ların neresini düzelteceksin?.. "Deve" misali... Sadece "boynu" değil ki, yazdıklarının her tarafı eğri!..
Bunu yazanlar, ya "askerlik" yapmadılar ya da; "torbalara doldurulmuş kumlar" ile "deniz sahillerindeki kumları" birbirine karıştırıyorlar!.
"Azıcık askerlik yapsalar"dı veya "mevzi" nedir, "siper" nedir görselerdi, oralarda bulunmanın "yumuşacık koltuklarda" oturmaktan çok çok farklı olduğunu bilirlerdi!..
Ulan, "mevzi" orası, mevzi!..
"Mevzi"deki bir asker de, asla "ayakta" durmaz!.. Hatta, "çömelerek" de durmaz!.. "Kum torbaları"nın arkasında "yatar vaziyette" durur ki, gelebilecek muhtemel bir kurşuna "hedef" olmasın!..
Buna, askerlikte "hedef büyütme" denir!..
Yani, bir asker "ayakta" veya "çömelmiş" vaziyette durursa, "hedef büyütmüş" olur!.. Bir asker, özellikle "mevzide" ise, mümkün olduğunca "hedef küçültmek" zorundadır!.. Aksi halde, anında vurulur!..
BAŞBUĞ"UN RİCASI: LÜTFEN ÇÖMELİN!
Tabiî, benim gibi "sınırda askerlik" yapmayan gazeteciler bunu bilmez... Hele hele "Isparta"da kısa dönem askerlik" yapanlar ile, "para"yı bastırıp "bedelli askerlik" yapanlar hiç bilmez!..
Onlar, bırakın "mevzi"de veya "siper"de nasıl durulacağını, "tüfek tutmasını" bile bilmezler!..
Bilmeyince de, böyle ahkâm keserler!..
Niye "ayakta" durmamışlar da, çömelmişler?
"Mevzide nasıl durulacağını" en iyi kim bilir?.. Elbette "asker" bilir!.. Ama "plajda askerlik" yapanlar bilmez, "sınırda askerlik" yapanlar bilir!..
Bir "Genelkurmay Başkanı" ki, Başbakan"ı "sık sık" uyarıp; "Lütfen eğilin!.. Çömelin" diyorsa, ne yapacaktı Başbakan?..
Elbette eğilecek, elbette çömelecek!..
Ne yani;
Ayakta durup, "erkeklik" mi gösterecekti?..
Bunlar, "askerden de askerci" oldukları için, Genelkurmay Başkanı"na bile akıl veriyorlar!..
Ne kadar tedbir alınırsa alınsın, "PKK"lı teröristler"in ellerinde "Kanas" adlı "suikast silahı" varsa, o silah da "1.5-2 kilometre" mesafedeki bir hedefi vurabiliyorsa; Erdoğan veya Başbuğ, "ayakta" durup da, "hedef" mi olsunlar?..
Kaldı ki, o "riski" de aldılar!..
Televizyonda gördük işte;
"Mevzideki askerlerle sohbet" bitince ayağa da kalktılar, yürüyerek de gittiler!..
Bunu bile bile;
Hâlâ "Niye çömeldiniz?" diyorlar!..
BUGÜNE KADAR, KİM GİTTİ SINIRA?
Ulan, "mevzi"de bulunan ve "yatar vaziyette" durması gereken bir askerin "omzuna dokunmak" veya "yanağını okşamak" için zaten "eğilmek" veya "çömelmek" gerekmez mi?.. Bu iş, "ayakta" nasıl yapılır?..
Adamlar, "Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk" olarak; "sınırın sıfır noktası"na giden bir Başbakan"ı "takdir" etmek yerine, kalkmışlar, "çakmaya" çalışıyorlar!.
"Orada olmadıkları" için, elbette bilmiyorlar!..
Eğer görseydiler ki; "Başbakan"ı yanlarında gören" askerlerin "gözleri ışıl ışıl"dır, "mutlu"dur, "moralleri zirvede"dir, o zaman bunları yazmazlardı!..
Kimbilir, belki de yazarlardı!..
Öyle ya; Başbakan"ın "sınırın sıfır noktası"na gidip, orada "PKK"ya meydan okuması" elbette Hükümet"in "artı" hanesine yazılacaktır!.. Bu da, "Ankara"nın dışına çıkamayan muhalefet"in işine gelmemiştir!..
Kendileri, "muhalefet değirmenine su taşımak"la görevli oldukları için, "iktidarın puan almasını" bir türlü hazmedemiyorlar!..
Kaldı ki; Erdoğan"ın "puan almak" gibi bir düşüncesinin olduğunu hiç sanmıyorum.
O halde, niye böyle yazıyorlar?..
Öyle sanıyorum ki; "kıskançlık krizi"nden!..
"Başbakan" orada, "muhalefet" nerede?..
Ya da;
"Enis" orada, "biz niye yokuz?"
Tepeden tırnağa kıskançlık!..
"Çocuk" değilsiniz, artık akıllanın beyler, akıllanın!.. Bırakın "çocukça kıskançlık"ları da, büyüyün biraz!..
Büyüyün de, "masada popo büyüteceğinize", çıkın "arazi"ye de, "gazetecilik" yapın!..
"Siz" de çıkın "arazi"ye,
Tabiî, "muhalefet" de çıksın!..
Zira, "masa başında ahkâm kesmek"le "gazetecilik" de yapılmaz, "muhalefet" de!..
"Takdir" etmesini öğrenin artık!..
Yoksa, "kıskançlık"tan çatlarsınız!..
==============
Sarı Sendika!.. Sarı Politikacı!
Bu söz, daha çok "sendika"lar için söylenir... Hani, işçiler, "patrona satıldığını" düşündükleri "sendika"lar için "sarı sendika" derler ya, Mustafa Sarıgül de, herhalde "sarı politikacı" olarak geçecek tarihe!..
Daha "parti" bile kurmadan, başlattığı "Türkiye Değişim Hareketi"nin ilk günlerinde "mangalda kül bırakmamacasına" sallıyordu: "Partinin kuruluş dilekçesini vermek için Ankara"ya gittiğimde, etrafımda 50 bin kişi olmazsa, tek başıma dönerim İstanbul"a!.. İlk seçimde iktidar olmazsam, bırakırım siyaseti!"
Bu kadar "iddialı" konuşan bir adam, dün "havlu attı" biliyor musunuz?.. Demek ki, "gözü" yemedi!.. "Parti kurmaktan vazgeçtiğini, CHP"ye fırsat tanıyacağını" açıkladı.
İşin özü, kendisine "umut" bağlayanları "sattı" Sarıgül!..
"İşçilerini satan sendikacılar" gibi, o da "Hareket"ini sattı Kılıçdaroğlu"na!.. Kimbilir, belki de Ergenekon, eğilmiştir kulağına:
"Ne yapıyorsun sen?.. Biz Baykal"ı bile istifa ettirip, Kılıçdaroğlu"nu geçirdik başa!.. Pişmiş aşa su katma!.. Sıranı bekle!"
Cem Uzan"a da böyle demişlerdi...
Adam, sırasını beklerken, sırra kadem basmak zorunda kalmıştı!..
Sarıgül de, beklemekten sararıp solacak...
Soyadı, zaten "Sarıgül" idi, şimdi tam "sarı" oldu!..

vakit

Bu yazı toplam 1163 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar