Nefsi Islah Etmek İçin Bir Öğüt

Nefsi Islah Etmek İçin Bir Öğüt

Ey aziz! Eğer ehli nezdinde delillerle ispat edilen[1] ve marifet ashabı nezdinde müşahade ve mükaşefe nuruyla görülmüş olan[2], aynı zamanda ilahi kitabın işaretleri hatta açıklamaları[3] ve vahiy Ehl-i Beytinden nakledilen rivayetler[4] ile uyumlu olan

En büyük musibet de budur ki bütün semavi kitapların nurlu ayetleri, ismet ehli beytinden nakledilen hadisler, yüce peygamberlerin ve velilerin sözleri, hikmet ve felsefe ashabının delilleri, riyazet ve şuhut erbabının müşhadeleri, bizim katı kalplerimizde bir ihtimal bile icat etmemiştir. Bizim amellerimiz, Allah korusun, bütün her şeyi kesin yan anlayan şahısların ameline benzemektedir.


Ey aziz! Eğer, onun yaşındaki bir çocuk bile bizlere evimizin yandığını veya çocuğumuzun suya düştüğünü ve şu anda boğulmak üzere olduğunu haber verecek olursa, ne kadar önemli bir işimiz de olsa, o işten el çekmekteyiz ve bu korkunç haberin peşice koşmaktayız. Yoksa nefis güvenliği içinde oturup bu haberlere itina göstermez miyiz? O halde ne olmuş da bunca ayetler, rivayetler, deliller ve açık gerçekler, on yaşındaki bir çocuğun verdiği haber kadar bizi etkilememiştir? Eğer etkilemiş olsaydı, bizim rahatlığımızı alması gerekirdi. Acaba bu batın ve kalp körlüğünü nasıl tedavi etmeliyiz? Bu kalbi hastalığın ilaç ve doktora ihtiyacı var mıdır? Bu örtünme ve zulmetin tedavi yolu söz konusu mudur? Acaba peygamberlerin ve semavi kitapların verdiği haberleri, büluğa ermemiş bir çocuğun haber kadar dahi saymayan kimse mümin olabilir mi veya kendisine iman sahibi olduğu isnat edilebilir mi?


Eğer bu zikredilen şeyleri kendi haline müracaat ederek derk ettiysen, bil ki şehvet ve gazap dumanı, batın gözlerimizi köreltmiş, idrak yollarımızı kapatmış, şeytan ve nefis tasarrufu, bizleri, Hak Teala'yı ve ilahi ayetlerini işitmekten sağır kılmıştır. Bizler, gözü kapalı, kulakları sağır bir şekilde hakikati derk edemeyiz. Nitekim Allah-u Teala, mübarek A'raf suresi, 179. ayette bizlerden bazısının halini beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir."


Cehennemlik olmanın alameti de şudur ki, Allah-u Teala kalpleri, ayeti kerimeleri düşünmek, tekvin ve tedvin (yaratış ve teşri) sayfalarını incelemek üzere yaratmıştır. Göz ve kulakları, basiret ve ilahi hakikatleri işitmek için merhamet buyurmuştur. Ama bütün bunlar, istenildiği yerde kullanılmamaktadır. Hayvanlık ufkundan öteye geçememekte ve en azından akli tedbirler makamı olan insanlık makamına ulaşamamaktadır. Böyle bir insan, hakikatte her ne kadar dünyevi suret olarak insan olsa da hayvandır, hatta diğer hayvanlardan daha sapıktır. Bu da değişik şekillerdedir ve onlardanbiri de şudur:


İnsan eğer doğru yoldan sapacak olursa, her hususta , hayvanlık, yırtıcılık ve şeytanlık hususların her birinde diğer hayvanlar, yırtıcılar ve şeytanlardan öne geçer. Zira insanın kuvvelerinin mutlak bir makamı vardır, diğer varlıklar ise sınırlıdır. İnsanın şehvet hayvanlığının sonu yoktur. Gazap ateşi, alemi yakmaktadır, şeytanlığı ve hilekarlığı alemi sefalete ve çaresizliği sürüklemektedir.


Ey aziz! Bu ilahi ayetler ve rabbani öğretiler biz zavallıları uykudan uyandırmak ve gafil sarhoşları kendine getirmek içindir. Bütün peygamberlerin marifetlerinin özeti, bütün velilerin rüşd ve seyrinin hülasası, bütün nefsani ayıp ve hastalıkların tedavisi ve insani ilahi yolun hidayet nuru olan Kur'an'daki kıssalar, salt hikaye ve alemlerin tarihi olarak yer almamıştır. Nüzul ve tenzildeki bütün teşrifatıyla bu kıssalardan maksat, sadece bilgi edinmek ve tarihi öğrenmek için geçmişlerin tarihini beyan etmek değildir.


Allah'ın hedeflerini Mes'udi[5], Taberi[6] ve benzeri kimselerin hedeflerinden ayırt et. Tarih, edebiyat, fesahat ve belagat açısından Kur'an-ı Kerim'e bakma. Zira bu da oldukça kalın bir örtüdür.


Kur'an, manevi rüşd ve ilahi öğretiler kitabı olup dünya ehlinin hedefleriyle ilgili değildir. Bütün dünyevi hedefler, hayvani hedeflerdir ve insan sonuçta dünyaya ulaşacağı her hedefini takip ederken, hayvanlık ufkundan çıkmamış sayılır. Hatta şehvet ve lezzetler hedefi içinde oldukça –dünyevi olsun veya uhrevi- hayvanlık ufkundadır. Bazı aşamalar açısından şu ayetin kapsamına girmektedir: "Onlar hayvanlar gibidir"[7]


Peygamberlerin çektikleri zahmetlerden, evliyaların dertlerinden, bütün ilahi ayetlerden, semavi sayfalardan ve bütün hadislerden sadece karnını ve tenasül organını tatmin etmekten başka bir şey elde edemeyen ve bütün ilahi peygamberlerin hedeflerini, mide ve tenasül organının lezzetine sınırlayan ve de bütün ibadetlerini tahsil ettiği ilim ve marifetleri bu lezzetlere ulaşma bir vesilesi kılan insan, aslında insan olduğunu sanan hayvandır. İnsanoğlu isimleri öğrenen bir öğrenci olmalıdır. Hak Teala Adem'in üstünlüğünün isimleri öğrenmesi olarak beyan etmiş ve Adem'i ilim ve marifetler sebebiyle diğer varlıklara üstün kılmıştır. Aksi taktirde mide ve tenasül organının ihtiyaçlarını gidermek, hayvani hedeflere sahip olmak ve hayvani özellikleri taşımak hiçbir fazilete sebep değildir.

İffetin Fazileti Hakkında Bazı Rivayetler
Muhammed b. Yakub, kendi senediyle Ebi Cafer'den (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Hiçbir ibadet, mide ve tenasül organının iffetinden daha üstün değildir."[8]


Bu konuda bir çok rivayetler vardır. [9]


Muhammed b. Ali b. Hüseyin kendi senediyle Hz. Ali'nin oğlu Muhammed b. Hanefiye'ye yaptığı vasiyetinde şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Herkim nefsin isteklerine icabet etmezse, kemaline erişir."[10]


İnsanlığın zirvesine erişmek, nefsi şehvetlerden ve lezzetlerden alıkoymaya bağlıdır. Şeyvetlerine uyan bir kimse, rüşd ve hidayetten geri kalır, gözleri hak yolu görmek hususunda körelir.


Vesail'de yer aldığına göre ise Eba Abdillah şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Cafer'in şiası, mide ve tenasül organı iffetli olan, çok çaba gösteren, Allah ve yaratıcısı için amel eden, Allah'ın sevabına ümit bağlayan ve Allah'ın cezasından korkanlardır. Onları gördüğün zaman bil ki onlar Ca'fer'in şiasıdır."[11]


İffeti olmayan kimseler, İmam Sadık'ın (r.a) şiası değildir. Her ne kadar kendisini şia olarak adlandırsa da öyle değildir. Hayvani nefse uyan ve hayvani hareketle hareket eden bir kimse, hayvani nefis ile birlikte hareket etmektedir. Aklani, uyum sahasının dışındadır. Dolayısıyla da ilahi uyum içinde olmakla nitelendirilemez. İmam Sadık'ın (r.a) şiası, ilahi renge bürünen kimselerdir. "Allah(ın boyasın)dan daha güzel boyası olan kimdir"[12] Onlar şehvet, gazap ve şeytanlık paslarından temizlenmişlerdir. Hatta onlar kalbin ayağını akıl bağından bile kurtarmışlardır.


Evet, "Şüphesiz İbrahim de onun (Nuh'un) milletinden idi. Çünkü tertemiz bir kalp ile Rabb'ine gelmişti."[13]

Rivayet-i şerifede tefsir edildiği üzere İbrahim (a.s) da, Müminlerin Emiri'nin (r.a) şiasından idi. [14] Zira o salim bir kalp ile rabbinin huzuruna vardı ve salim kalp ise, Allah'tan gayrisinden güvende olan ve sadece Hakka bağlanan kalptir. [15] Burhan tefsirinde, İmam'dan (a.s) nakledilen uzun bir hadiste şöyle yer almıştır: "Bir şahıs Ali b. Hüseyin'e (r.a) şöyle dedi: "Ey Allah Resulü'nün oğlu! Ben de sizin halis şialarınızdanım." İmam ona şöyle buyurdu: "Ey Allah'ın kulu! Şüphesiz sen İbrahim Halil gibisin! Zira Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: ""Şüphesiz İbrahim de onun (Nuh'un) milletinden idi. Çünkü tertemiz bir kalp ile Rabb'ine gelmişti." Eğer senin kalbin de onun kalbin ise şüphesiz sen bizim şialarımızdansın."[16]

Zühd ve Zıddı olan Rağbet Hakkında
Burada da altı bölüm vardır:


Züht ve Rağbetin Anlamı
Lügat itibariyle züht bir şeyi terk etmek, ondan yüz çevirmek ve o şeye rağbet göstermemektir. Küçümsemek anlamına da gelmiştir."Zühden ve zehadeten fi'ş-Şey' ve enhu" cümlesi, "ondan yüz çevirdi, onu terk etti" anlamındadır. Özetle züht ve zehade bir şeyi küçümseyerek ondan yüz çevirmektir. [17]


Yazarın inancına göre ise terimsel olarak züht, eğer ahirete ulaşmak için dünyayı terk etmek ise, organik amellerden biri sayılmaktadır. Ama eğer terk etmek ile birlikte olan dünyaya rağbetsizlik anlamında olursa cevanihi (kalbi) amellerden sayılmaktadır. İhtimalen bu terk rağbetsizlikten kaynaklanmaktadır veya bu rağbetsizlik ise mutlaktır. Dolayısıyla burada dört ihtimal söz konusudur. Birinci ihtimale göre züht, mutlak anlamda dünyaya rağbet göstermemektir. Amelen yüz çevirmek olsun veya olmasın, dünyaya meyletmemektir.


İkinci anlamı ise rağbet olsun veya olmasın ameli açıdan dünyayı terk etmektir. Üçüncü ihtimale göre bu isteksizlik terk etmekle birliktedir.


Dördüncü ihtimale göre bu terk etmek rağbetsizlik sebebiyledir.


Üçüncü ihtimal, bu dört ihtimal arasında en güçlü olanıdır. Ondan sonra da dördüncü ihtimal daha güçlü durumdadır. Daha sonra da birinci ihtimal güçlüdür. Ama ikinci ihtimal uzak bir ihtimaldir. Zira lügat ehlinin de açık ifadelerine göre züht, rağbete aykırıdır. [18]


Nitekim rivayetlerde de bu anlamı ifade ettiği belirtilmiştir. Şüphesiz bir şeye rağbet etmek, nefsani istekten ibarettir; dış amelden değil. Gerçi rağbet de amel ile birliktelik gerektirmez, lakin tür olarak rağbetten amel ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan söylenebilir ki züht de her ne kadar gerekli kılmasa da tür olarak terk etmek ve yüz çevirmekle birlikte olan rağbetsizlik ve isteksizlikten ibarettir ve bu da zühtün anlamı hakkında beşinci ihtimaldir.


Özetle zühdün anlamında rağbetsizlik ve isteksizlik vardır ve bu da nefsani sıfatlardan biridir.


Zühdün Mertebeleri Hakkında
Bilmek gereki ki züht de diğer nefsani sıfatlar ve insani makamlar gibi sayısız makamlara ve derecelere sahiptir. Detay olarak bunları saymak mümkün değildir. Ama genel anlamda bu kitaba uygun olduğu şekilde bazı mertebelere işaret etmeye çalışacağız. Birinci derecesi, halkın genelinin zühtüdür. Bu genel züht, ahiret nimetlerine erişmek için dünyadan yüz çevirmek içindir ve bu derece hakikatte, ahiretin bazı mertebelerine iman üzere ortaya çıkmış olan bir kazançtır. Bu makamın sahibi, şehvetinin esaretinin altındadır. Ama akıl hükmünce yok olucu küçük şehvetleri baki olan lezzetlere ulaşmak için terk etmektir. Dolayısıyla bu şehveti terk etmek, yine şehvet içindir.


Ahiret aleminin azabından kurtulmak için dünyadan yüz çevirmek de bu dereceden sayılmaktadır. Gerçi korku üzere dünyayı terk etmeye züht denilmesi hususunda bir müsamaha edilmiştir. Nitekim Uyun-i Ahbar'ir-Rıza'da[19] yer aldığına göre de İmam Sadık'a (a.s) dünyada zahit olan kimse hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: "Zahit, hesabından korktuğu için bir helali ve azabından korktuğu için haramı terk eden kimsedir."[20]


Ama bu din büyüklerinin ve nefis terbiye edicilerinin farklı idrakler hasebiyle farklı beyanları olmuştur. Yani herkese makam ve mertebesi ile uyumlu olarak insani makamlarından birini beyan etmişlerdir. Nefsin makamlarını bilen ve ehlullahın kelime üslubunu tanıyan bir kimse onların maksadını anlamak için şu önemli hususu göz önünde bulundurmalıdır ki bu bablarda velilerin ve peygamberlerin (a.s) farklı sözleri bir anlam altında yorumlanabilsin.


Zühdün ikinci derecesi ise özel kimselerin zühdüdür. Bu züht de aklani makamlara ve insani derecelere ulaşmak için şehvani ve hayvani lezzetleri terk etmekten ibarettir. Bu derece ise, ahiret alemindeki bazı yüce mertebelere yönelik ilim ve iman taşımaktan kaynaklanmaktadır. Bu ilim ve iman sayesinde hayvani ve cismani lezzetler, insanın gözünde küçülmektedir. Bu da nefsin onlardan yüz çevirmesinin sebebi olur.


Ruhani akli lezzetler, ve soyut gönderilmiş idrakler, sürekli olarak filozofların ve büyük ilim erbabının göz önünde bulundurduğu bir husus olmuştur. Büyük filozof Muallim-i Evvel Aristo, bu konuya çok önem vermiştir. [21] Ama bu derece de marifet ve yakin ashabı, hakikat ve irfan erbabı nezdinde kusurlu bir derecedir. Çünkü bu yüz çevirmek de lezzet içindir. Her ne kadar ruhani lezzet olsa da işin içinde nefsani bir adım vardır. Dolayısıyla bu hakiki bir züht değildir. Aksine şehvet ve lezzetler için, şehvet ve lezzetleri terk etmektir.


Zühdün üçüncü derecesi ise Ehes'ul-Havas'ın (özellerin özelinin) zühtüdür. Bu da ilahi cemilin cemalini müşahade etmek ve rabbani marifetlerin hakikatlerine erişmek için aklani ve ruhani lezzetleri terk etmektir. Bu sevenlerin ve velilerin ilk makamıdır. Zühdün yüce mertebelerinden biridir. O halde hakiki züht, bu makam sahibine ilk mertebede hasıl olmaktadır ve hakiki züht, Allah'tan gayrisini, Allah için terk etmektir.


Bu makamdan sonra, salik için fena mertebelerinin ilki hasıl olur ve bu da lezzetlerden fani olmak ve lezzetlere iltifat etmemektir. Bundan sonra da evliyaların diğer makamları vardır ki, burada zikredebilmek mümkün değildir. Biz bu makamda derecelerin en önemlilerinden olan bu üç makamı zikretmekle yetiniyoruz.

Ruhaniyet Kemali ve İnsanlık Süluku Makamına Oranla Zühdün Konumu Beyanında
Önceki bölümlerde bütün ilahi hak davetlerin ve rabbani kamil şeriatların –ister tevhit, tefrid ve tecrid hakikat ve sırlarını keşfetmekte ve ister ahlaki güzellik ve faziletleri yaymada ve isterse de ilahi hükümleri yasamada olsun- birisi, bizzat ve bağımsız, diğeri ise ilineksel ve bağımlı olan iki hedefin dışında olmadığını beyan ettik.


Zati hedef peygamberlerin davet ve bi'setinin nihayeti, kamil velilerin mükaşefe ve mücadeleleri olan şey, şudur ki tabii/doğal, eti kemiği olan hayvani beşerin ruhani, rabbani, ilahi ve lahuti bir insan olmasıdır. Kesret ufkunun vahdet ufkuna erişmesi ilk ve sonun birbirine bağlanmasıdır ve bu marifet hakikatinin kemalidir. Hadis-i kutside de buna şöyle işaret etmiştir: "Ben gizli bir hazineydim, tanınmayı istedim, böylece tanınmak için varlık alemini yarattım."[22] Bir hadis-i şerifte ise şöyle yer almıştır: "Dinin başı marifettir."[23]


Bütün kalbi, kalıbi ameller ve ruhi ve bedensel fiiller, bu kutsal hedefin gerçekleşmesi içindir ve ilahi marifetleri nihai derecede yayma hedefine matuftur. Bu zati ve istiklali hedef ise sadece iki şey ile hayata geçirilebilir. Birincisi Allah-u Teala'ya doğru yönelmek, diğeri ise Allah-u Teala'dan gayrisinden yüz çevirmek ve masivadan O'nun dışındaki her şeyden uzak durmaktır. Bu açıdan bütün ilahi davetler, ya Hak Teala'ya yönelmeye davettir veya Allah'tan gayrisinden yüz çevirmeye davettir. Butün kalbi, kalıbi, zahiri ve batıni ameller ya Allah'a yönelmek, veya Allah'a yönelmeye yardımda bulunmak, veya Allah'tan gayrisinden yüz çevirmek veya buna yardımda bulunmak içindir. Belki şerhiyle meşgul olduğumuz bu hadiste veya "akla yönel dedik, yöneldi ve geri dön dedik, geri döndü"[24] diye diğer hadislerde ilahi emrin yönelme veya yüz çevirmeye özgü kılınması da bütün emir ve yasakların bu iki hususa döndüğüne bir işaret olabilir.


Bu konu anlaşıldığına göre züht, dünyadan ve hakiki züht olan Allah'tan gayrisinden yüz çevirme makamının insani süluk hususundaki konumu anlaşılmış olmaktadır. Dolayısıyla böylece anlaşıldığı üzere Hak Teala'dan gayrisinden yüz çevirmek, cemilin cemaline ulaşmak, marifetler ve tevhit deryasına boğulmak için bir ön hazırlıktır. Züht bizzat insani kemallerden ve bağımsız bir şekilde teveccüh edilen ruhani makamlardan biri değildir. Nitekim Hadis-i şeriflerde de bu anlama bir şekilde işaret edilmiştir.


Vesail'de Kafi'den naklen İmam Bakır'ın (r.a) şöyle buyurduğu yer almıştır: "Müminlerin Emiri Hz. Ali (r.a) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz, din için en çok yardım eden ahlak dünya hakkında züht içinde yaşamaktır."[25]


Hakeza Ebi Abdillah şöyle buyurmuştur: "Dünya hakkında züht sahibi olmadıkça, imanın tatlılığına ermeniz, kalplerinize haram kılınmıştır."[26]


Hakeza Ebi Abdillah şöyle buyurmuştur: "İçinde şek ve şirk olan her kalp, helak olmuş kalptir. Dünyada züht içinde yaşamaktan maksat, insanların kalplerinin ahiret için arındırılmasıdır."[27] Zahiren bu hadisin başında şu ifade yer almıştır: "Kalb-i selim, içinde Allah'tan gayri hiçbir şeyin olmadığı halde Allah'ı mülakat eden kalptir." Ondan sonra da yukarıdaki ifade kullanılmıştır. Hadisin baş tarafı göz önünde bulundurulduğu durumda burada ahiretten maksadın Allah'ın kapısına erişmek ve cemilin cemalini görmek, olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla hakiki züht, kalbin şek ve şirkten arındırılması ve Allah'tan gayri her şeyden soyutlanmasıdır. Hakeza Eba Abdillah şöyle buyurmuştur: "Mümin dünyadan uzaklaşınca Allah sevgisinin tatlılığına erer ve Allah'tan gayrisiyle asla meşgul olmaz."[28]


Misbah'uş-Şeria'da ise İmam Sadık'ın (r.a) şöyle buyurduğu yer almıştır: "Züht, ahiret kapısının anahtarı ve ateşten kuruluştur. Züht, senin her şeyi terk edip, kaybettiklerine üzülmeden ve terk ederken kendini beğenmeden Allah-u Teala ile meşgul olmandır."[29]


Dünyaya Rağbet Etmenin Hak'tan Örtülü Olmaya Sebep Olduğunun Beyanında
Bil ki dünyaya rağbet etmek, insanın haktan örtülmesine ve Allah'a doğru süluk etmekten geriye kalmasına neden olmaktadır. Dünyadan maksat ise insanı Hak Teala'dan kendisini alı koyan şeydir. Bu anlam mülk aleminde daha çok gerçekleştiği için bu isim daha çok onun hakkında kullanılmaktadır. Nitekim Misbah'uş-Şeria'da yer alan bir hadis zühdün insanı Hak Teala'dan kendisiyle meşgul eden ve gafil kılan her şeyi terk etmek olduğunu beyan etmektedir. Marifet ehli kimseler, zulmani ve nurani hicapları –ki hadis-i şerifte Allah-u Teala için yetmiş bin nurdan ve yetmiş bin de zulmetten hicap olduğu beyan edilmiştir. - eşyanın varlığı, alemler ve onların varlığı olarak tefsir edilmiştir. [30] Zira bunlardan biriyle meşgul olmak, insanı cemilin cemaline ulaşmaktan alıkoyar ve örtülü kılar. Bazen, bu sayısız hicaplar tümel olarak yedi hicap olarak ifade edilmiştir. Nitekim Hadis-i şerifte şöyle yer almıştır. Secde hususunda nakledildiği üzere, Hüseyin b. Ali'nin (r.a) mezar toprağına secde etmek, yedi hicabı yırtmaktadır."[31] Bu yedi hicap, bahsedilen hicapların üstünde yer alan hicaplar da olabilir. Nitekim İlel'uş-Şerayi'de yer alan bir hadis de bunu ifade etmektedir.


İlel'uş-Şerayi' kitabında yer aldığına göre Hişam b. Hakem şöyle demiştir: "Ebi'l-Hasan Musa'ya (r.a) şöyle sordum: "Neden namazın başlangıcında yedi tekbir, en üstün tekbirler olarak kabul edilmiştir?" İmam (r.a) şöyle buyurdu: "Ey Hişam! Şüphesiz ki gökler yedi kat ve yerler de yedi kat olarak yaratılmıştır. Dolayısıyla hicaplar da yedi tanedir. Peygamber miraca götürüldüğünde ve rabbine yaklaştığında, "Araları iki yay aralığı kadar belki daha da yakın oldu" Peygamber için Hak Teala'nın hicaplarından bir hicap kalkmış oldu. Bunun üzerine Resulullah, tekbir getirdi ve namazın başlangıcında söylenilen kelimeleri dile getirdi. İkinci hicap kalktığı zaman da yeniden tekbir getirdi. Böylece yedi örtü kalkıncaya kadar bu şekilde devam etti ve yedinci tekbiri getirdi. İşte bu yüzden namazın başlangıcında yedi tekbir söylenmektedir."[32]


Velhasıl her varlığın vücudu veya alem bir hicaptır. Onun tecessümü de ayrı bir hicaptır. Bu hicap insanı sevgilinin cemalinden mahrum kılmaktadır. Haktan gayrisine bağlanmak, Allah'a doğru süluk yulunun dikeni konumundadır. Dolayısıyla Allah'a doğru süluk eden, Allah ile görüşmeye erişen ve ilahi marifetler miracına yükselen bir kimse, bu yol dikenini şer'i riyazetler ile ortadan kaldırmalıdır.


İnsan haktan gayrisine bağlandıkça, mide ve tenasül şehvetlerine yöneldikçe asla ruhani kemallere yükselemez ve cemilin cemaliyle mülakata erişemez. Dolayısıyla bütün hicaplar, bir anlamda kendisine dönmektedir.


"Sen kendin bir hicapsız hafız, kendini ortadan kaldır"[33]


"Benimle senin aranda, benim varlığım benimle çatışmadadır


O halde lütfunle benim varlığımı ortadan kaldır."[34]


Bu özet bilginin detaylarına girmek burada uygun değildir.


Akıl ve Cehalet Askerleri Hadisinin Şerhi; İmam Humeyni (r.a)



..................................................................................................................................



[1] Bkn. El-Esfar'ul-Erbea, c.9, s.225, 11. babdan 9. fasıl; aynı cilt, s.290, aynı babtan 20. fasıl

[2] el-Futuhat'ul-Mekkiyye, İbn-i Arabi, (dört ciltli baskısı), c.1, s.297 ve 301 ve (yeni baskı) c.4, s.366 ve 390

[3] Bkn.Hac/2, Naziat/36-39, Fecr/23-26

[4] Bkn. Mecme'ul-Beyan, Tabersi (r.a), c.10, s.642; Tefsir-u Nur'il-Sakaleyn,c.5, s.493, 20. hadis; Tefsir-i Ali b. İbrahim-i Kumi, c.4, s.80-81;İlm'ul-Yakin, Feyz-i Kaşani, c.2, s.1033

[5] Ebu'l-Hasan Ali b. Hüseyin Mes'udi, H. 4. asrın ilk çeyreğinde yaşamış olan büyük bir tarihçidir. Şii olup meşhur sahabi Abdullah b. Mes'ud'un evlatlarındandır. Bu yüzden de Mes'udi diye meşhur olmuştur. O gezgin bir insandı. Doğuya ve batıya geziler düzenlemiş ve sonunda 345 veya 346 yılında Mısır'ın Fustat bölgesinde vefat etmiştir. Geriya kalan eserleri şunlardır: et-Tenbih ve'l-İşraf, Ehbar'uz-Zeman, İsbat'ul-Vesiyyet. Bunlardan en meşhur eserleri ise Ehbar'uz-Zeman-i Ekber ve Evset adlı iki kitabının özeti olan Muruc'uz-Zeheb adlı kitabıdır.. Bu kitabı tarih, mekanlar coğrafyası, geçmiş padişahların hikayesi ve eserleri hakkında kaleme almıştır (Reyhanet'ul-Edeb, Hiyabani-i Tebrizi, c. 5, s. 307-309)

[6] Muhammed b. Cerir b. Galib, Ebu Cafer künyesine sahiptir ve Taberi diye meşhurdur. İranlı meşhur bilgin tarihçi ve fakihtir. H. 225 yılında doğmuş ve 310 yılında vefat etmiştir. Bir çok ilimlerde eserleri vardır. Geriye kalan eserleri şunlardır: Ahbar'ul-Usul ve'l-Muluk (Tarih-i Taberi diye meşhurdur) Cami'ul-Beyan fi Tefsir'il-Kur'an ve İhtilaf'ul-Fukaha veya İhtilaf'ul-Ulema (Reyhanet'ul-Edeb, c. 4, s. 42-43)

[7] A'raf/179

[8] Usul-i Kafi, c. 2, s. 65, Bab'ul-İffet, 7. hadis

[9] bkz. Usul-i Kafi, c. 2, s. 64, Bab'ul-İffet; Vesail'uş-Şia, c. 15, s. 249-252, Cihad'un-Nefs bablarından Vücub'ul-İffet (22. ) bölüm; Kitab'ul-Vafi, Feyz-i Kaşani (r.a), c. 4, s. 331, Bab'ul-İffet (44)

[10] Vesail'uş-Şia, c. 15, s. 250, Bab'ul-Vücub'ul-İffet, 9. hadis ve Men la Yehzuruh'ul-Fakih, c. 4, s. 390-391, Bab'un-Nevadir, 5834. hadis

[11] Vesail'uş-Şia, c. 15, s. 251, Bab-u Vücub'ul-İffet, 13. hadis

[12] Bakara/138

[13] Saffat/83-84

[14] Tefsir-i Burhan, c. 4, s. 20, Saffat suresi, 83. ayetin tefsirinde 2. hadis

[15] Tefsir-i Burhan, Seyyid Haşim Behrani (r.a), c. 4, s. 25, 2. hadis

[16] a. g. e. c. 4, s. 22

[17] Sihah'ul-Lugat, Cevheri, c. 2, s. 481; Lisan'ul-Arab, İbn-i Mensur, c. 6, s. 97

[18] Kamus'ul-Muhit, Firuzabadi, c. 1, s. 309

[19] Uyun-i Ahbar'ir-Rıza, Şianın hadis kaynaklarından biridir ve Şeyh'ul-Muhaddisin Muhammed b. Ali b. Bebevyh Kumi'nin, -ki Şeyh Saduk diye meşhurdur- eserleriden biridir. Şeyh Saduk H. K. 381 yılında vefat etmiştir. Şeyh Seduk bu değerli eserini İmam Ali b. Musa Rıza'nın hadisleri ve halleri hakkında 139 bölüm olarak kaleme almıştır ve bu eserini bilgin vezir Said b. Abbad Deylemi'ye hediye etmiştir. (ez-Zerie, Şeyh Aga Bozorg Tehrani (r.a), c. 15, s. 375)

[20] Vesail'uş-Şia, c. 16, s. 16, Cihad'un-Nefs bablarından 62. bab, 16. hadis ve Uyun-u Ahbar'ir-Rıza (a.s), şeyh Seduk (r.a), c. 1, s. 243, 81. hadis

[21] Usulucya (Filotin ind'el-Arab'da basılmıştır), s. 56, 4. meymer ve s. 86, 7. meymer

[22] Mevsuetu Etraf-i Hadis'in-Nebevi'eş-Şerif, c. 6, s. 507

[23] Nehc'ül-Belağa, Şerif Razi (r.a), s. 39, 1. hutbe

[24] Usul-i Kafi, c. 1, s. 8, Kitab'ul-Akl-i ve'l-Cehl, 1. hadis; a. g. e. s. 20, 26. hadis

[25] Vesail'uş-Şia, c. 16, s. 12, Ebvab-u Cihad'in-Nefs'ten 62. bab, 4. hadis ve Usul-i Kafi, c. 2, s. 104, Bab-u Zemm'id-Dünya ve'z-Züht fiha, 3. hadis

[26] Vesail'uş-Şia, aynı bab, s. 12, 5. hadis ve Usul-i Kafi, aynı bab, 2. hadis

[27] Vesail'uş-Şia, aynı bab, s. 12, 7. hadis ve Usul-i Kafi, aynı bab, s. 105, 5. hadis

[28] Vesail'uş-Şia, aynı bab, s. 13, 8. hadis

[29] Misbah'uş-Şeria ve Miftah'ul-Hakikatin Farsça şerhi, Abdurrezak Gilani, 31. bab, Zühd'ün beyanında, s. 91-94

[30] bkz. Envar'ul-Celiyye, Mevla Abdullah Zenuzi (r.a), s. 360

[31] Vesail'uş-Şia, c. 5, s. 366, Kitab'us-Salat, ma Yusced-u Aleyhi bablarından 16. bab, 3. hadis

[32] Vesail'uş-Şia, c. 6, s. 23, Kitab'us-Salat, Ebvab-u Tekbir'et'il-İhram bablarından 7. bab, 7. hadis ve İlel'uş-Şerayi', Şeyh Seduk (r.a), c. 2, s. 333, 4. hadis

[33] Beyt'in tamamı şöyledir: "Aşık ile maşuk arasında hiçbir engel yoktur


Sen kendin hicapsız hafız, kendini ortadan kaldır." (Divan-i Hafız, Encevi Şirazi'nin tashihi, s. 301)

[34] Divan-i Hallac, s. 90