Mevdudi Kimdir?

Mevdudi Kimdir?

MEVDUDİ KİMDİR... Pakistanlı İslam Alimi Mevdudi Kimdir araştırması yapan okurlara aynı zamanda müfessir ve yazar olan Mevdudî'nin eserleri, hayatı ve mücadelesini konu alan bir dosya sunuyoruz... Bakalım Kimdir Ebu'l A'lâ el- Mevdudî.

22-09-1979 Tarihinde vefat eden Alim Ebu'l A'lâ el- Mevdudî'yi rahmetle anıyoruz...

MEVDUDİ KİMDİR... Pakistanlı İslam Alimi Mevdudi Kimdir araştırması yapan okurlara aynı zamanda müfessir ve yazar olan Mevdudî'nin eserleri, hayatı ve mücadelesini konu alan bir dosya sunuyoruz... Bakalım Kimdir Ebu'l A'lâ el- Mevdudî.

Mevdudi'ye İftiralar İfşa Oldu

Tevhid Haber

 

20. asrın büyük dava ve ilim adamlarından olan Mevdûdî, 3 Recep 1321 (25 Eylül 1903) ’de Hindistan’ın Haydarâbâd eyaletine bağlı Evrengâbâd kasabasında doğdu. Babası Delhi’nin saygın eşrâfından avukat Seyyid Ahmed Hasan ( 1855-1920)’dır. Annesi Rukiye Begüm ise Orta Asya’dan Hindistan’a göç eden Türk asıllı bir ailenin kızıdır.

Kendisine, dedesi Ebu’l-A’lâ’nın adı verildi. Hz. Hüseyin’in soyundan geldiği için Seyyid Ebû’l-A’lâ olarak anıldı. Mevdûdî, Seyyid Ahmed Hasan’ın beş çocuğundan en küçüğü ve ikinci evliliğinden olan ikinci oğlu olarak dünyaya geldi. Mevdûdî, dînî atmosferin yoğun olarak yaşandığı bir evde doğdu. Dindar olan anne-babası Seyyid’in yetişmesi, dînî terbiyesi, ders ve eğitimi için büyük özen gösterdiler. İlköğrenimine avukat olan babası Seyyid Ahmed Hasan’dan Farsça, Urduca, Arapça, mantık, fıkıh ve hadis ilimleri alarak başladı. İlk düzenli okul hayatına 1914’te on bir yaşında nispeten iyi eğitim veren Medresetü’l-Fevkâniyye’de başladı ve 1915’te Haydarâbâd’da sürdürdü. Liseyi dışardan bitirdi. Dinî eğitimi sarf ve nahiv, ma’kûlât, ma’ânî ve belâğat dersini Delhi’de sabah namazından önce Mevlânâ Abdusselâm Niyâzî’den aldı.[1]

İlimde, irfanda ve edebiyatta ideal bir eğitim alan Mevdûdî, ailesinin ve hocalarının çalışmalarını boşa çıkarmamış, özel kabiliyeti ve gayreti sayesinde de kendisini en iyi şekilde yetiştirmiştir. Küçük Mevdûdî’nin en önemli özelliklerinden birisi de kitap aşığı olmasıydı. Ayrıca 1914 yılında Mısırlı düşünür Kasım Emin’in el-Mer’etü’l-Cedîde isimli eserini Arapçadan Urducaya çevirmesi, onun Arapçaya olan hâkimiyetini ve o yaşlardaki eğitim durumunu belirgin bir biçimde ortaya koymaktadır.[2]

1918’de Delhi’ye taşınarak burada ağabeyinin yanında çeşitli dergilerde yazılar yazmaya başladı. 1920’li yıllarda Hindistan Hilafet Hareketi’ne katılan Mevdûdî, yazılarında çoğunlukla Müslümanların içinde bulunduğu kötü durumu ele aldı. O yıllarda meydana gelen Hindu-Müslüman çatışmaları onun fikir hayatında derin izler bıraktı. Mevdudî ilk eseri olan ‘el-Cihad fi’l-İslam’ı (İslam’da Cihad) yazdı. Bu kitabı yazma çabası İslam’ı anlamada Mevdudî’ye büyük bir netlik ve yoğunluk sağladı.

Mevdûdî, Delhi’de 1928 yılına kadar çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazdı ve editörlük görevlerinde bulundu. Ayrıca birisi Arapçadan, diğer üçü de İngilizceden olmak üzere dört kitap tercüme etti.1928’de Haydarâbâd’a dönen Mevdûdî, 1932 yılında, vefatına kadar onun fikirlerin yayılmasında önemli bir işlevi olan Tercümânü’l-Kur’ân dergisinin editörlüğünü üstlendi. Mevdûdî, 1937 annesi tarafından akrabası olan Mahdume Begüm’le evlendi. Bu evliliklerinden dokuz çocukları dünyaya geldi. Yine aynı yıl Muhammed İkbal’in daveti üzerine Doğu Pencâb’a gelerek 1939 yılına kadar buradaki İslâm Araştırma Merkezi (Dâru’l-İslâm)’nin kurulması ve faaliyetlerinin yürütülmesi çalışmalarına katıldı.

Ülkenin İngiliz işgâlinden kurtulmasını savunan Cem’iyyet-i Ulemâ-i Hind ile Müslümanların bağımsız bir devlet kurmasını savunan Muhammed Ali Cinnah’ın öncülük ettiği Hindistan Müslümanlar Birliği’ne mesafeli duran Mevdûdî, kendisiyle benzer düşünceleri paylaşan âlim ve aydınlarla 25 Ağustos 1941’de Lahor’da Cemâat-ı İslâmî teşkilatını kurdu. Hükümetin politikalarını eleştirmesi ve teşkilatın görüşlerini ülke çapında bir kampanyaya dönüştürmesi sonucunda Mevdûdî ve teşkilatın önde gelenleri, 1948’de tutuklandı. 1950’de serbest bırakılan Mevdûdî, faklı görüşlerdeki İslâmî grupları Karaçi’de bir araya toplayarak onların, kendisi tarafından ortaya koyulan İslâm devletinin ilkeleri hususunda anlaşmaya varmalarını sağladı.1953’te Pencap’ta düzenlenen Kâdıyânîlik karşıtı gösterileri kışkırttığı gerekçesiyle askerî mahkeme tarafından ölüm cezasına çarptırıldı. Kamuoyundan ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen baskılar sonucu, cezası önce sivil mahkeme tarafından ömür boyu hapse çevrildi, ardından da yüksek mahkemede beraat etti (22 Nisan 1955)[3]

mev siy

24 Haziran 1956’da hac yolculuğuna çıkan Mevdûdî, Beyrut ve Dımaşk’ta İhvân-ı Müslimîn önderleri ve bazı âlimlerle de görüştü. 1959’da, yazmakta olduğu tefsir için bilgi toplamak ve Kur’ân’da adı geçen yerleri görmek üzere Suudî Arabistan, Suriye, Ürdün ve Mısır’ı kapsayan üç aylık bir yolculuğa çıktı. Bu seyahati Sefernâme-i Arzı’l-Kur’ân adıyla kitap haline getirildi.

Mevdûdî, 1972’de sağlığının bozulması yüzünden cemaatin liderliğini Miyan Tufeyl Muhammed’e bıraktı. Tedavi görmek maksadıyla Mayıs 1979’da oğlunun tabip olarak çalıştığı Amerika Birleşik Devletleri’ne giden Mevdûdî, bir dizi ameliyatın ardından 22 Eylül 1979’da vefat etti. Naaşı Pakistan’a götürülerek 1 milyondan fazla insanın katıldığı cenaze namazının ardından, Lahor’daki uzun süre ikâmet ettiği evinin bahçesine gömüldü. Dünyanın çeşitli bölgelerinden temsilcilerin de katıldığı cenaze namazını Dr. Yusuf el-Karadâvî kıldırmıştır.[4]

 

Mevdudi’nin vefatından sonra ardından ilim ehli bazı alim ve davetçilerin görüşlerini nakledelim:

Şeyh Ebul Hasan Nedevi diyor ki: “Müslüman genç nesli Mevdudi gibi etkileyen bir kişi daha tanımıyorum. Davetini ilmi esaslar üzerine kurmuştu. Siyasi davaların, sömürgeciliğin üzerine kurulduğu esaslardan çok daha sağlam çok daha metindi. Yazıları ve araştırmaları batı medeniyetinin tabiatını tanımaya yönelikti. Hayat felsefesi ve yorumu ilmi idi. Onun gibisi bu zamanda az bulunur. Dini, İslam’ın yaşam tarzını ve medeniyetini, siyasi hikmetini, toplum ve hayatı şekillendirme tarzını açıklamıştır. İslam’ın beşeri toplumlar ve insani gidişata dair önderliğini ilmi, sağlam bir üslupla, modern bir dille, ortaya koymuştur. Onun tarzı uzun zamandan beri İslami edebiyatta var olan boşlukları doldurmuştur. İslam ahlâkı, İslami yaşam tarzı ve akidesiyle Müslüman gençlikteki “yetersizlik” duygusuyla mücadele etmiştir. Yazdığı yazılar bu gençlerin İslam’ın salahiyeti ile modern asra ayak uydurmalarında ve kendine güvenlerinin geri dönmesinde çok etkili olmuştur.”[5]

 

İhvan-ı Müslimin’in mürşitlerinden Ömer Tilmisani, Hasan El Benna ve Mevdudi’nin İslami davet metodlarını karşılaştırırken şöyle diyor: “Şüphesiz her ikisi de eşsiz bir kuşağın imamlarıdırlar. Çünkü davalarındaki bütün metodların, üslupların, bilgilerin kaynağı Kuranı Kerim ve Resulullah (s.a.v)’dır. Görüşlerini falanca filozoftan veya filanca kitaptan almamışlardır. Okulları İslam davetine leke sürebilecek olan bütün anlayış ve düşüncülerden olabildiğince uzaktır. Hasan El Benna’nın karşılaştığı bütün sıkıntı, saldırı ve eziyetlerin aynısına İmam Mevdudi’de maruz kalmıştır. Adeta ikisi söz birliği etmiş gibidirler.”[6]

Çağımızın büyük alimlerinden Dr. Yusuf el-Karadavi diyor ki: “… Islahatçı müfekkir. Aynı zamanda toplum doktoru. Basireti ile ümmetin dertlerine uygun ilaçlar sunuyor. Derinlere dalıp sebepleri anlamaksızın sonuçlara göz gezdirmekle yetinmiyor. Hastalığı tespit ettiği zamansa içerdeki mikrobu yok etmeden sadece yüzeysel iyileşme sağlayacak merhem vermekle kalmıyor. Hastalığın kökünü kurutmadan, acıyı kısa süreliğine dindirecek çareler sunmuyor. Bu noktada Mevdudi ümmet için onun hastalığının hakikatini, mikrobun aslını bilen deneyimli bir doktordur. İmam Ebul Ala Mevdudi’nin önceliği modern cahiliyye ile savaşmak, insanları tam anlamıyla ibadete ve dine, sadece Allah’ın hâkimiyetine boyun eğmeye, konumu ve misyonu ne olursa olsun -ister aydın, ister siyasi lider- yaratılmış birinin hâkimiyetini reddetmeye döndürmektir. Toplumsal, ailevi, ferdi, şahsi, iktisadi ve medeni hayatta batı fikrini reddeden, devrimci ve değişimci bir metod izleyen İslami hareket inşa etmektir. Bu düşüncesini bütün kitaplarında ve araştırmalarında ortaya koydu. Çalışmaları onun İslam’a davet ve yenilik felsefesini ifade ediyordu. Böylece söz konusu hareketi inşa etmek ve yaymak için cemaatini kurdu.””[7]

Abdullah el-Akîl şöyle demekte: “Allame Mevdudi çağdaş İslam sancaklarından, mütefekkirlerinden, davetçilerinden biridir. Allah Teâla ona hikmet, ileri görüşlülük, derin kavrayış, ilmi basiret, olayları teemmül, fikirler ve durumlar üzerine geniş çaplı çalışma, bilgi kaynaklarını inceleyerek güvenilir olanları ayırt edebilme, batı medeniyetinin faydalı taraflarını alıp zararlı taraflarını reddetme, İslam’ı hayatın her alanındaki sorunlar için bir çözüm olarak sunabilme kabiliyeti bahşetmiştir. Şehit İmam Hasan El Benna’nın  metodu da işte buydu. İlmi yöntemleri kullanarak müslüman kardeşimizi İslami yöntemlere uygun olarak şekillendirirdi.”[8]

Mevdudi’nin yanında yetişmiş Prof.Dr. Ahmed Enis’de şöyle demekte: “Mevdûdî’nin doğduğu yıllarda Müslümanlar yenilgi psikolojisi ve batıya karşı ‘özür dilemeci’ bir tavır içindelerdi. Müslüman âlimlerin bir kısmı İslam’ın Hıristiyanlığa yakın olduğu gibi söylemlere başvururken, bir kısmı da; namaz, zekât gibi 5 şartla cennete gidilebileceğini söyleyerek sadece bu ibadetler üzerinde durdular. Ancak Mevdûdî, dinin, namazın, zekâtın ne anlama geldiğini ve bu ibadetlerin hakikatinin ne olduğunu ortaya koymaya çalışarak, tevhidin bu ibadetler üzerinden anlatılması için uğraşıyordu. Allah’ın sadece caminin değil aynı zamanda caminin dışında da, ekonominin, siyasetin, sosyal hayatın da Rabbi olduğunu anlatmaya çalıştı. “Kur’an’da Dört Terim” adlı eseriyle, Kur’an’ın ve İslam’ın daha iyi anlaşılmasını sağlayacak ilah, rabb, din ve ibadet kavramlarının hakiki anlamda anlaşılabilmesi için uğraştı.”[9]

Temsil ettiği fikri gelenek itibariyle Mevdudi, kendisinden önce yaşamış dini ve siyasi alandaki muhtelif önderlerin izlerini taşımaktadır. Kur’an-ı Kerim’i ve Sünnet’i yorumlamada İmam Ebu Hanife’yi takip ederken, Müslümanların özgüvenini kazanması, İslami devlet özlemi, diriliş çağrısı ve ihyacılık gibi konularda, birlikte çalıştığı Muhammed İkbal’in izleri görülür. Klasik literatürü yeniden değerlendirirken fıkhî bakış açısından yararlanılması gerektiği fikrinde Şiblî-Nu’mânî onun rehberi olmuştur. Yine teorik bağlamda bile olsa, Mevdudi’nin Kuran’a ve sünnete dönme çağrılarında ise, İbn Teymiyye’nin ve Muhammed b. Abdulvehhab’ın selef esasına dayalı anlayışının izleri görülür.Mevdudi, ilk bakışta farklı özellikleriyle temayüz etmiş bulunan bu düşünce önderlerinden de istifade ile seçmeci bir orta yol geliştirmiştir.[10]

Mevdûdî evrenin tek yaratıcısı ve tek hâkiminin Allah olduğuna inanmanın tevhid inancını açıklamaya yetmediğini, ayrıca insanın soysal ve siyasal yaşamı üzerinde de tek hâkimin Allah olduğuna inanması gerektiği yönünde yeni bir tanımlama yapar. Bu şekildeki bir tevhid inancına göre Allah her şeyi yaratan, kâinatın düzenini elinde tutan ve aynı zamanda insanın sosyal ve siyasal tüm etkinliklerini belirleyendir. Allah tek hâkim otoritedir. Otoritesini hiç kimseyle paylaşmaz. Câhiliye Arapları Allah’ın var olduğunu, hatta bazıları bir olduğuna da inanmaktaydılar. Ancak, onların kabul etmediği şey Allah’ın siyasal hâkimiyetiydi.

Mevdûdî’nin teolojisi Allah’ın zat ve sıfatları etrafında değil, O’nun hâkimiyetinin neyi gerektirdiğini açıklama yönünde gelişmiştir. Mevdûdî Allah’ın varlığını ve birliğini dil ile ikrar, kalp ile tasdik etmenin hakikî Müslüman olmak için yeterli olmadığına inanır. Mevdûdî bu şekilde bir ikrara ‘kelime-i hâtibe’ demektedir. ‘kelime-i tayyibe’ ise Allah’ın varlığı ve birliğini tasdik ve ikrarın ötesinde, O’nun gönderdiği kanunların insanın tüm kişisel tercihlerinde olduğu gibi sosyal ve siyasal bütün alanlarında da tek hâkim belirleyici olarak kabul edilmesidir.[11]

Mevdûdî Dört Terim’i(ilah, rab, ibadet ve din) anlamlarını merkeze çekmiş ve Kur’an’ın tamamını bu yeni anlamlara hizmet edecek şekilde okumuştur. Hz. Adem’le başlayan vahiy ve peygamberlik sürecini ve insanın yaratılış gayesini ‘Allah’ın yeryüzündeki hâkimiyetini gerçekleştirme’ olarak değerlendirmiştir. İslâmî bir devletin kurulmasını dinin gönderiliş gayesi olarak ele almış ve insanı yeryüzünde Allah’ın siyasal egemenliğini kuracak halifeler olarak görmüştür.

Mevdûdî bütün bu düşüncelerden hareketle İslâmi bir devlet modeli ortaya koymaya çalışmış ve bu amaçla uzun yıllar liderliğini yaptığı Cemaat-i İslâmî Partisi’ni kurarak düşüncesini hayata geçirmek istemiştir. Mevdûdî’nin düşüncelerinin etkilerini Mısır başta olmak üzere birçok ülkede ve Türkiye’de de görmek mümkündür.

    ESERLERİ:

 

Mevdudi’nin on sekiz yaşında başlayan yazarlık hayatı vefatına kadar devam etmiştir. Bu zaman zarfında Mevdudi; dini, ilmi, içtimai, tarihi ve siyasi içerikli 120 kadar kitap ve risale neşretmiştir. Bini aşkın konferans vermiş; bunlardan 700 kadarının kayıtları mevcut olup bir kısmı neşredilmiştir. Mevdudi, eserlerinin neredeyse tamamını ana dili olan Urduca yazmıştır.[12]

 

Mevdudi’nin, konuları itibariyle pek çok alanla ilgili olarak çalışmalar yürüttüğünü gösteren belli başlı eserleri şunlardır:[13]

mev kit

 

1. Tefhîmü’l Kur’ân (I-VI, Lahor1942–1972). Mevdûdî Tercümânü’l-Kur’ân’da 1942’den itibaren yayımlamaya başladığı Kur’ân-ı Kerîm tefsirini1972’de tamamlamıştır.

 

2. Tercüme-i Kur’ân-ı Mecid ma’a Muhtasar Havâşî (Lahor 1396).Türkçeye Durmuş Bulgur tarafından Tefhîmu’l-Kur’ân Meali başlığıyla tercümeedilmiştir (Konya 2003).

 

3. Kur’ân ki Çâr Bünyâdi Istılâhayn: İlah, Rab, İbadet, Din (Lahor 1941,1978; trc. Osman Cilacı-İsmail Kaya, Kur’ân’a Göre Dört Terim: İlâh, Rab,İbadet, Din, İstanbul 1987; Mahmud Osmanoğlu, Kur’ân’ın Dört Temel Terimi,İstanbul 2000).

 

4. Sünnet kî Â’inî Haysiyet (Lahor 1963). Mevdûdî’nin Tercümânü’l-Kur’ân’da Dr. Abdülvedûd adlı bir şahısla sünnet ve hadis inkârcılığı konusunda yaptığı tartışmaların kitap haline getirilmiş şeklidir. N. Ahmed Asrar tarafından Sünnetin Anayasal Niteliği (İstanbul 1997), Durmuş Bulgur ve Halid Zaferullah Daudi tarafından Sünnetin Anayasal Konumu (Konya 1997) başlığıyla Türkçeye tercüme edilmiştir.

 

5. Siret-i Server-i Âlem (I-II, Lahor 1979). Mevdûdî’nin hayatının sonlarında kaleme aldığı Hz. Peygamberin hayatına dair eseridir. Kitabı N.Ahmed Asrar, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı adıyla Türkçeye çevirmiştir (II-III, İstanbul 1983, 1985, 1992)

 

6. Resâil ü Mesâil (I-V, Lahor 1951–1965). Eseri Yusuf Karaca Meseleler ve Çözümleri (I-V, İstanbul 1989–1990). Mahmud Osmanoğlu ve A.Hamdi Chohan İtikâdî, İktisâdi, Siyasî, Sosyal ve Fıkhî Meselelere Fetvalar (I-IV,İstanbul 1992) adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir.

 

7. Tecdîd ü İhyâ’i Dîn (Lahor 1360/1940,1952). İslâm’da İhyâ Hareketleri başlığıyla Halil Zafir tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. (Ankara1967).

 

8. Hilâfet aôr Mülûkiyyet (Lahor 1967). Ali Genceli tarafından Hilâfet ve Saltanat adıyla Türkçeye çevrilmiştir (İstanbul 1980).

 

9.Hukûku’z-zevceyn (Rampur 1957). Türkçe’ye İslâm’da Aile Hukuku: Karı-Koca Hakları adıyla çevrilmiştir. (trc. Memiş Tekin, Konya 1990)

Amacı; İslam’ın ve Kur’an’ın evrensel mesajını bütün insanlığa, anlaşılabilir bir dille iletmek olan Mevdudi’nin Tefhîmü’l-Kur’an’ını ve diğer eserlerini okumak ve okutmak görevimiz olmalıdır.

 

  DEĞERLENDİRME

 

İşin nihayetinde şunu söylemek istiyoruz: Mevdudi, ümmetin tamamen “siyasal yokoluş” sürecine girdiği zamanlarda yaşamıştır. Bu açıdan O’nda, İslam’ı temelden ele alarak “sıfırdan” başlama eğilimi göze çarpar. O “Dört Terim” diye ifade ettiği “ilah-rabb- ibadet- din” gibi İslam’ın “temel” ilkelerini yeniden ifadelendirme ve yorumlamaya çalışmıştır. [14]Yorumlarında dini Modernizme etme değil, çağın insanının anlayacağı tarzda “yeniden ifadelendirme” söz konusudur. Bunu yaparken hatalar yapmış mıdır? Muhakkak ki hatalar yapmıştır. Ancak hayatını İslam’a adayan, daha 15 yaşında İslam dünyasının gözbebeği olarak tüm dünya gençlerine örnek olan, küçük yaşlardan itibaren sözüyle, kalemiyle, duruşu ve hareketiyle İslam’ın zaferi ve Müslümanların kurtuluşu için çırpınan, 75 yıllık hayatını İslam dinine hizmetle geçiren ve önüne çıkan tüm engeller karşısında yılmayıp yoluna devam eden bu büyük mütefekkir hakkında insaflı olmak gerekmektedir.

 

Evet, kabul ediyoruz ki Üstad Mevdudi çokca eleştirilmiştir. Niye çünkü Müslümanlara ayağa kalkın, direnin dediği için. Yatmayın cihad edin dediği için… Bakın üstad Mevdudinin feryadına: “Bazıları Müslümanların yaptıkları geniş zaferleri sömürgecilikle karıştırırlar. Ancak İslam zaferleri ile sömürge imparatorlukları çok çok farklı şeylerdir. Müslümanlar büyük ülkeler fethettiler, ancak kesinlikle sömürgecilik yapmadılar. İşte kılıktan kılığa sokmak, gerçek yönünü inkâr etmek için imansızların sürekli saptırmaya çalıştırdıkları “Allah yolunda cihad” ülküsünün gerçek yönü.

Şimdi şöyle düşünebilirsiniz; “Nerede o güzel güzel sözünü ettiğiniz, yükümlülük ve hedeflerini anlattığınız müslüman topluluk?.. Peki, nereye gömüldü asıl içeriğini açıklamaya çalıştığınız cihad ülküsü? Altı yüz milyon müslüman topluluğundan hangi birisi o ilahi sisteme sarılıyor? Neden bütün bu topluluklar ve ezeli ve ebedi hakikatlere sırtını dönmüş?..” Evet, bütün bu soruların cevabı çok çok acı ve derindir. Her şeyden önce suç bizim değil, bizim neslimizden önceki nesillerin…  Evet suç, İslamı doğru yolundan çıkarıp hedefini saptırıp kalbinden vuran, onu yalnız tesbih tıkırtılarından, tevhid sohbetlerinden, riyazet hallerinden ibaretmiş gibi gören ve gösterenlerindir. Suç, Müslümanları, batıl ve hurafelere bulandırıp cihadın zorluklarından (!) kurtarıp kendilerine göre kolay kurtuluş yolunu (!) gösteren, onları kabirlere, zaviyelere, tekkelere dolduran ve güya ebedi huzuru oralardan bekleyenlerindir. Sorumluluk ve suç, İslam’ın evrensel ve ebedi kurallarından uzaklaşıp ince ve derin fıkhî meseleler üzerinde uğraşan, fıkıh havzalarında yüzüp neden yaratıldıklarını, bu dünyaya geliş gayelerini unutanlarındır. Suç, İslam’ı gerçek gayesinden saptırıp ulvi kurallarını unutulmaya mahkûm müzelere gömenlerindir.

Bugün İslam’ın hâkimiyetinin neden azaldığını, Müslümanların etkinliğinin neden silindiğini öğrenmek isteyenler; Allah’a ve Resulüne inandığını (!) iddia eden hükümdarlara, krallara ve başkanlara bir göz atsınlar. Üzülerek ve utanarak söylüyorum ki, böylelerinin bir kısmı İslam’ı öcü gibi görüp yanlarına yaklaştırmak istemediği gibi, bir kısmı da İslam’ın mübarek kitabına, peygamberin getirdiği ilahi düzene mevlüt törenleri tertiplemekten, akrabalarının ruhlarını şad etmek (!) için hatim törenleri düzenlemekten fazla bir hak tanımamaktadır.

Eğer biraz daha dindar bölgelerde yetişmişlerse, şairlerin kendilerine yağ çekmek için yazdıkları yalanla dolu övgüler gibi İslam’ı güya övücü içerikte hitabeler ortaya koymaktan geri durmazlar. Ancak “Alın işte Kur’an, ne duruyorsunuz uygulayalım derseniz her birisi kaçacak bir köşe arar.” Öyle ki Allah Kur’an’ın uygulamalarını onlara sanki hiç emretmemiş. Onlar Allah’ın mümin kullarına yüklediği yükümlülüğü yerine getirecek keyfiyette değildirler. Onlar İslam’ın emrettiği görevleri uygulayacak güçte değildirler. Onlar rahat konumlarına ve tatlı hayatlarına (!) devam etmekte, kolay kurtuluş yollarını seçmektedirler.[15]

Bir eleştiri olarak “Ayetullah Humeyni İran’da devrim yapmayı başardı. Sen neden Pakistan’da devrim yapmayı başaramadın?” sorusuna nazik bir edayla “Ben Allah’ın indinde gündelik bir işçiyim. İşimin karşılığını da gündelik olarak yetirmem gereken işleri yapmak, karşılığında da malum karşılığını almak. Binanın inşasına, şeklinin nasıl olacağına, ne zaman tamamlanacağına karışmak benim üzerime vazifem değil. Ya da tamamlanacak mı tamamlanmayacak mı karışmam. O benden nerede, nasıl ve ne zaman çalışmamı isterse öyle ihlâsla görevimi yerine getiririm. Yoksa işin sonunun nereye varacağı benim görevim olmadığı gibi, beni ilgilendirmez de. Bu, davet sahibinin işidir, işçinin değil.”

[MUHAMMED iMAMOĞLU GENÇ BİRİKİM DERGİSİ


[1] Zafeullah Daudî, Şah Veliyyullah Dihlevî’den Günümüze Pakistan ve Hindistan’da Hadis Çalışmaları, Sh:257, İnsan Yayınları, İstanbul-1995

[2] Turan Kışlakçı,  Mevdûdî, Sh:25, İlke Yayınları, İstanbul

 

[3] Mevdûdî, Seyyid Ebu’l-A’lâ, İslâm İnkılâbının Süreci, Özgün yay., İstanbul, 1997, s.4.

 

[4] Abdulhamit  Birışık , Mevdûdî, Hayatı, Görüşleri ve Eserleri, Sh:24, İnsan yay., 1. bs.,İstanbul, 2007

 

[5] Hamira Mevdudi, Babam Mevdudi, Mana Yayınları,İstanbul-2011

[6] Hamira Mevdudi, Babam Mevdudi, Mana Yayınları,İstanbul-2011

[7] Hamira Mevdudi, Babam Mevdudi, Mana Yayınları,İstanbul-2011

[8] https://www.ilimyurdu.com/index.php?sayfa=sddetay.php&hid=61

[9] Abdullah Sabit Tuna / Sempozyum: Cenaze Namazı  Üç Kıtada Kılınan Alim: Mevdudi,Genç Birikim Dergisi, Temmuz-2009

 

[10]  Abdulhamit  Birışık , Mevdûdî, Hayatı, Görüşleri ve Eserleri, Sh:65, İnsan yay., 1. bs.,İstanbul, 2007

 

[11] S.Veli Rıza Nasr, Mevdûdî ve İslamî İhyanın Teşekkülü, s. 172, Yöneliş Yayınları, İstanbul-2000

[12] Birışık, A.g.e., s.24.

[13] Eserlerinin tam listesi için bak: Abdulhamit  Birışık , A.g.e ,Sh:24-40

[14] Mevdudi’nin bu husustaki en büyük muhibbanlarından birisi Seyyid Kutub’tur. Kutub’un Yoldaki İşaretler”ini Mekke-i Mükerreme’de sadece bir gecede okuyup bitiren Mevdudi şöyle demiştir: “Bu kitapta yazılan bütün görüşlere katılıyorum. Hatta sanki kitabı ben yazmış gibiyim. Benim düşüncelerimi yorumlamış. Ama bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü düşüncelerimizin kaynağı bir. Allah’ın Kitabı ve Resulullah (s.a.v)”

[15] Mevdudi, Cihad, Sh:40-41, Dünya Yayıncılık

[16] https://www.timeturk.com/tr/makale/mehmet-a-tepe/bir-baba-iki-anne-ve-bir-evlat-babam-mevdudi-ii.html

[17] Mevdudî 22 Eylül 1979’da vefat etmiştir.