Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

"Kontrol edilemiyen güç; güç değil, bir musîbettir!"

 "Askeriye"nin kontrol edilemez ve yönlendirilemez,  sadece kontrol eder ve yönlendirir" olduğu şeklindeki ve kendisinin ve seleflerinin pek çoğunun mübtelâ olduğu bir zannın fecî bir oyununa geldi.. Şimdi, gider ayak da olsa, gereken dersleri almış olmalıdır.. Hani, îdama mahkûm olan bizim Karadenizli"nin, îdam olunmadan önce, "son arzun nedir?" sorusuna, "Ha bu da bana ters (ders) olsun.." demesini hatırlatan cinsten olsa da..

O artık, halk diliyle, "Abbas yolcu.."  Onun için, gider ayak, bir tekme de biz savuracak değiliz.. Eleştirilerimizi, en güçlü günlerini yaşadığını zannettiği dönemlerde dile getirdik..

Büyükanıt"a, Hilmi Özkök"e ve ondan öncekilere de yapmaya çalıştığımız gibi.. Bu bakımdan, bu sözlerim, onun zayıfladığını düşünerek, şahsına yapılan bir saldırı hamlesi olarak algılanmamalıdır; sözüm, bir zihniyetedir..

*

"28 Şubat 1997 Zorbalığı" döneminin nice anlı-şanlı generalleri, (Erol Özkasnak, Çevik Bir, Güven Erkaya, Karadayı gibi  asker ve de V. Savaş, S. Kanadoğlu gibi sivil generallerden), "küçük dağları biz yarattık" havasında, kurumundan geçilmeyenler, aradan zaman geçince, kendilerine saygıda kusur eden medya mensublarını görünce.. "Yahu, bunlar, bize her gün telefon edip, "Paşam gazetemizin yarınki manşetini nasıl atalım?" veya "tv.  kanalımızda, haberlerde hangi konuya öncelik verelim?" diye bizden destur isteyen kimselerdi.. Şimdi ise, aleyhimizde yazılar yazıyorlar, ağır eleştirilerde bulunuyorlar, bizi diktatörlükle suçluyorlar.."  diye yakınıyorlardı..

Şimdi, sıra İlker Başbuğ"a da gelmiş bulunuyor..

Düne kadar, kaş-göz işaretlerinden, mimiklerinden bile kendileri için medyalarında takib edecekleri yayın çizgisinin işaretlerini almaya çalışanlar,  bugün İlker Başbuğ"u daha üniformasını çıkarmadan bile eleştirmeye başladılar..

Bunlardan birisi (F. Ç.) , 9 Ağustos günü, Hürriyet"te kaleme aldığı yazıda, TC. rejiminde,  TSK konusunda "gerçek" olanla "göstermelik olan"ları sıralarken, "Son 30 yıl içinde TSK içindeki tüm tayin ve terfiler yürütmenin yani hükümetlerin inisiyatifi dışında gerçekleşmiştir. Özal"ın iki önemli operasyonu dışında bu böyle olmuştur" diyordu, "Necdet Üruğ ve Necib Torumtay istisnalarını zikrederek..

Ve devam ediyordu:

"Gerçek:  Genelkurmay Başkanı kuvvet komutanlarını belirler. Başbakan ve Cumhurbaşkanı da altına imzaları atar... YAŞ toplantıları daha çok bir tören şeklindedir. Toplantı başlamadan üst kademe için zaten imzalar atılmış, onaylar verilmiştir. Anıtkabir"e gidilir. Köşk"te akşam yemeği verilir..' 

Göstermelik olan:  "Milli Savunma Bakanı terfileri Başbakan"a sunar. Başbakan inceler-imzalar ya da imzalamaz. Ve Cumhurbaşkanına onay için götürülür.." (")

"Göstermelik olan: Org. Başbuğ her defasında "Ordu demokrasiye, seçilmiş Hükümet"e bağlıdır" demiştir...
Gerçek: Org. Başbuğ, son krizde, seçilmiş sivil iradenin, yani yürütmenin genelkurmay başkanı gibi değil, sanki millet iradesinden bağımsız başka bir gücün temsilcisi gibi davranmıştır.
Hata buradadır.
Teamül diye meşrulaştırılmaya çalışılan "kör alışkanlık" işte budur...
Çünkü "TSK Hükümet"in emrindedir" sözü bugüne kadarki terfilerde işlememiştir...
(") Bu durum zamanla ordunun kendisini yürütmenin üzerinde, dışında ya da denetiminin ötesinde görmesini sağlayan bir psikolojiye neden olmuştur..." (")

Bu kısa özetten sonra bugüne bakabiliriz...
Hükümet açıkça şunu söylemiştir: "Ortada iddialar var... AK Parti"nin kapatılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı"nın hazırladığı dosyada bazı haberler yer almıştır. Bu haberlerin bir bölümü Org. Hasan Iğsız"ın Genelkurmay ikinci başkanlığı sırasında kurdurttuğu bazı internet sitelerinden alınmıştır... Bu kişi Kara Kuvvetleri Komutanı olamaz..." (")

Anlaşılan o ki; hükümet durumu Org. Başbuğ"a önceden iletmiş... Ve bu çekince Org. Başbuğ tarafından uzun süre askıda bırakılmıştır.. (")
Sorunu ortaya bıraktı. Bu nedenle KKK olması gereken Org. Atila Işık istifa etmek zorunda kaldı... (")"
*

Evet, (F.Ç. tarafından ve o cenahtan daha nicelerinin de son günlerde benzer ince ve alaycı eleştirilerle dile getirilen)  bu tesbitlere, her ne kadar bir askerî bünyeyi değil, tuluât sahnelerini hatırlatsa bile, katılmamak mümkün mü?

 

Bu değerlendirmeler, geç kalınmış olsa bile, gelecekteki kumandanlara da bir diğer ders olması açısından, yerindedir..

Ve diğer yorumlardan da anlaşılıyor ki, Gen. Kur. Başk. Org. Başbuğ, I. Ordu K. Org. Hasan Iğsız üzerinde inadla ısrar etmiş ve bunu yapabilmek için, TSK"nın en üst komuta kademesinin topluca istifa etmesi gibi bir yolu denemeyi düşünmüşler ve amma, toplu istifa, askerî kanunlara göre isyan sayılacağından, ayrı ayrı istifalar sahnelenmek istenmiş ve bu konuda yem olarak da, üstelik Jand. Gen. K.lığı"ndan KKK"na getirilmiş olan Org. Atila Işık"ın istifa dilekçesi kullanılmak istenmiştir..

Herhalde, ismi hiçbir iddiayla gölgelenmemiş ve askerlik hayatında parlak bir başarı grafiği bulunan ve üstelik yeni biri terfi daha alan Org. Işık"ın istifasının, Hükûmet"i zora sokup, bunun kabul edilemiyeceği düşünülmüş olmalı..

Ama, Hükûmet, bu istifaya aldırmamış ve geri adım atmamıştır..

İnsanın, "keşke bütün ötekilerin istifa dilekçeleri de, (topluca olamıyorsa) ayrı ayrı ve arka arkaya verilseydi.." diyeceği geliyor.. Çünkü, öyle bir durumda, komuta kademesinde bütün oyunlar, "yeniçeri hastalığı"nın ikide bir tekrarlayan hecmeleri tedavi edilmiş olurdu..

Nitekim, Hükûmet"in TSK üst kademesi içindeki denge oyunlarına gelmemesi üzerine, Başbuğ"un oyunları taktikleri bozulmuş,  Org. Atila Işık da kendi oyununa gelmiş;  bir ömür boyu parlak başarılarla geçtiğine inandığı askerlik hayatını, başkalarının kurduğu bir oyunun içinde, iradesizce lekelemiştir..

Askerlik içinde "jandarma"nın /jandarmalığın daha bir kurnaz ve zekî olduğu anlayışı, "Sen askerde jandarma mıydın?" veya "Baban jandarma mıydı?" şeklinde deyimlere bile yansımışken, Jand.  Gen. K. lığı"ndan KKK. lığı"na getirilen Org. Işık, şimdi aldandığını veya aldatıldığını söylese, kendisine daha bir güldürecektir. Ama açıktır ki, o, Org. Başbuğ ve yüksek komuta kademesinin Hükûmet"le girdiği güç gösterisi yarışında,  meslekî dayanışma, silah arkadaşlığı gibi söylemlerin oyununa gelmiş ve tuş olmuştur.

*

Gelinen bu noktada, kısaca şu tablo ortaya çıkmıştır: Hükûmet, kanûnen emrinde olan ve olması gereken komutan -askerlerin kontrol kabul etmez davranışlarına karşı, hattâ geçmişte emsali olmayan şekilde ilk kez, çok etkili bir direniş göstermiştir.. Bu bile yeterli değil ise de, devrim çapında bir tavır ve gelişmedir..  Çünkü, sadece üst komutanların dışında, haklarında dâva açılan, iddianâmeler hazırlanan yüze yakın üst derece komutanların terfileri de durdurulmuştur..

Hatırlayalım ki, TSK"nın bu yüksek komuta kademesi, bu zamana kadar, -daha çok da, aile yaşayışlarında dindarlık eğilimleri olduğu hissedilen- 2000"e yaklaşan personeli, haklarını aramaları için hiçbir yargı yolu da olmaksızın, haklarında hiçbir kanûnî koğuşturma olmadığı halde "disiplinsizlik" gerekçesiyle ordudan atmış ve onların başka kamu kuruluşlarında vazife almalarının da yolu metezori usûllerle, baskılarla önlenmişken.. Aynı TSK komuta kademesi, Ergenekon, Balyoz, Kafes vs. gibi yığınla dâva dosyalarında haklarında, müslüman halkımıza karşı kurulmak istenen korkunç tuzak iddiaları bulunan yüzlerce personelinden 1-2"si hariç, o yüzlerce subayın herbirisine sahib çıkmış ve onları ordudan tard etmemiştir.. Bunların çarpıcı örneği, bir askerî darbe planlamasındaki tartışmalı "ıslak imza"nın kendisine aid olduğu Adlî Tıb, Tübitak ve Jandarma Kriminal Laboratuvarlarında yüzde yüze yakın bir ihtimalle teyid olunmuş bulunan Alb. Dursun Çiçek"tir.. Bu kişi,  TSK"dan hâlâ da uzaklaştırılamamıştır. Yani, aile hayatında dindarlık eğilimi hissedilen subaylar derhal uzaklaştırılırken; darbe çalışmalarına katıldığına dair, yığınla deliller bulunan yüksek rütbeli subaylar, isnad olunan fiillerin (yani, darbecilik suçunun) gerçekleşmediği (!) gerekçesiyle TSK yüksek komuta kademesince inadla sahiblenilmiştir..

Bu bakımdan, Tayyîb Erdoğan Hükûmeti"nin TSK"yı kontrol altına almak için gösterdiği dikkatin,  "devrim çapında bir tavır ve gelişme olduğu"nu söylemek, bir abartma sayılmamalıdır.. 87 yıllık ömrünün ilk 27 yılı tam bir diktatörlükle, son 50 yılı da 5 askerî müdahale ve yığınla da başarısız darbe teşebbüsleriyle geçmiş bulunan TSK"nın kontrolü yolundaki nice çabalar, nice kelleleri almış ve siyasetçileri ürkütmüşken, ilk kez bu derece kararlı ve bu derece sistematik adımlar atılmaktadır.. Osmanlı Saltanatı zamanında da, o dönemin ordu kurumunun, 1622"lerde II. (Genç) Osman"dan itibaren, 5 Padişahı  öldürerek, 2 Padişahı azlederek ve onlarca sadrâzam ve vezir"in kellelerini de kopararak geliştirdiği ve bugüne taşıdığı acı gelenek karşısında;  bugün sergilenen kararlı tutum sürdürülürse, milletin verdiği silahları yine milletine çevirmeyi şiar edinen,  "zamâne yeniçerileri" görünümlü darbeci zihniyet sahibleri, TSK"nın kendileri için barınak olmadığını anlıyacaklardır.. Nitekim, daha şimdiden üst derece bazı subayların, terfi alamadıkları için istifa etmeye başladıkları görülmektedir.. Bu sürecin daha da hızlanması, elbette ümid ve temenni olunur..

Bir ay sonra, 12 Eylûl günü yapılacak referandumda, anayasada yapılan değişiklikler  kabul edilirse, bu gücün kontrol edilebilmesi için, yeni kanûnî imkanların elde edileceği ise, zâten biliniyor..

Tekrarlıyalım: Kontrol edilemiyen güç, gerçek bir güç değil, bir musibettir..

 


HAKSÖZ

Bu yazı toplam 2310 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar