Kenan Çamurcu İle Röportaj

Kenan Çamurcu İle Röportaj

İdeolojisiz ve amaçsız kitleler sokakta diktatörlüğe itiraz ettiler ama yerine ne konacağını söylemeye sıra geldiğinde tek ifade edebildikleri serbest seçim oldu.

Ortadoğu ile ilgili araştırmaları, kitap çevirileri ve yazıları ile bilinen yazar Kenan Çamurcu ile Ortadoğu ayaklanmaları ve Suriye isyanı üzerine daha önce hiçbir yerde rastlamadığınız tespitler içeren bir röportaj gerçekleştirdik.


İşte Kenan Çamurcu ile gerçekleştirdiğimiz 'Ortadoğu İsyanları ve Arkasındaki Gerçekler' röportajımız.

Ortadoğu'da başlayan bu ayaklanmalar furyası sizce natürel mi? Herhangi bir proje kapsamında düşünülebilir mi? Aynı zamanda bu ayaklanmaların hepsi tek kategoride ele alınabilir mi? Bu ayaklanmalara bakarsak sonuç  Ortadoğu'da bulunan Batı hegomanyasına karşı duruş olarak olumlu mu olacak olumsuz mu yoksa hiçbir şey değişmeyecek mi?

"Arap baharı" furyasını  iyi anlayabilmek için arkeolojik çalışma gerekir; yaşananlar, herşeyi tesviye eden, düzleştiren, tektipleştiren zihin kolaycılığı ile anlaşılamaz. Amerikalıların "Arap baharı" adını verdiği ayaklanmalar kuşkusuz bu ülkelerdeki halkların öfkesini, talep ve beklentilerini ifade ediyor. Sokağa çıkan kalabalıkların uzun yıllardır iktidardaki diktatörleri hedef aldığı doğrudur. Özgür seçimler, daha iyi bir hayat, adil gelir bölüşümü, iyi bir eğitim, hak ve özgürlüklerinin tanındığı siyasi rejim istiyorlar. Yolsuzluklara, kayırmalara ve ayrıcalıklara karşılar. Bütün bunlar bu ayaklanmaların "devrim"e dönüşebilmesinin ön koşullarıdır.

BU İSYANLARIN İDEOLOJİSİ VE KADROSU YOK

Fakat aynı zamanda bu isyanlarda ideoloji yok, siyasi söylem, liderlik, kapsayıcılık, yüksek katılım, program, rejim değiştirecek kadro gibi çok önemli özellikler de yok. Bu açılardan Arap sokaklarındaki isyana en başta "ümmi isyanlar"  demiştim. Bu ayaklanmaların devrim olmadığını, isyan olduklarını  söylemiştim. Çünkü bir hareketin devrim sayılabilmesi için hangi özellikleri taşıması gerektiğine dair elimizde tarihsel örnekler ve kriterler var.

EN SON DEVRİM ÖRNEĞİ  İRAN'DIR

Devrimlerin en son ve en mükemmel örneği 1979'da İran'da gerçekleşen İslam devrimidir. İmam Humeyni rehberliğindeki İslam devrimi, merhum Humeyni'nin 1963'te sürgüne gönderilmesine neden olan ünlü vaazından itibaren ideolojisi, hattı, ne istediği, güzergahı, programı, kadroları belli bir hareketti. Humeyni 1963'ten başlayarak 1979'da İran'a geri dönüşüne kadar İran'da nasıl bir yönetimin kurulacağını söylemişti. İran'daki devrim hareketinin yüksek ideolojik bilinci vardı. Rahmetli Ali Şeriati'nin 1960'dan başlayıp 1970 sonlarına kadar devam eden konferanslarını bu gözle okuduğumuzda İslam devriminin ne kadar ileri fikirler, teoriler ve politik söylemlerle yol aldığını takip edebiliyoruz. Nihayet bu büyük birikim, 1978'e gelindiğinde şaha ait bir gazetede (Hürriyet'in tam muadili Keyhan) İmam Humeyni'ye hakaret eden bir makale yayınlanması üzerine isyan olarak patlak verdi. 1978 boyunca İran'ın tüm şehirlerinde hemen her gün büyük katılımlı gösteriler düzenlendi. Milyonlar sokaklardan hiç çekilmedi. Fabrikalarda grevler, esnafta kepenk kapatmalar, üniversitelerde boykotlar derken rejim tamamen iflas etti. Şah kaçtı, ordu yönetime el koydu. Humeyni, ilan edilen sıkıyönetimi de, sokağa çıkma yasaklarını da reddetti ve halk da ordunun sokağa çıkma yasaklarına uymadı. 1979 başında İmam Humeyni'nin Tahran'a dönmesi ve önce Hava Kuvvetleri'nin kendisine biat etmesi, ardından da ordunun diğer kuvvetlerinin halkın tarafına geçmesiyle devrim tamamlanmış oldu. Bir ayaklanmanın devrim olabilmesinin şartları için İran'daki örneğe bakmak gerekir. Orada yaşanan tecrübe tam anlamıyla devrimdir. Devrimin rehberi İmam Humeyni başından beri "ne doğu ne batı" diyordu. Sokaklardaki milyonlar "özgürlük, bağımsızlık, İslam cumhuriyeti" sloganını resmi slogan olarak kullanıyordu. Yani bu isyan hareketini devrim yapan, ne yaptığını ve ne yapacağını bilmesiydi. Şah rejimi çöktüğünde onun yerini hemen alternatif kadro alabildi, İran bir siyasi rejimden, o rejimle hiç alakası olmayan bambaşka bir siyasi rejime geçti. Oysa bugünkü Arap isyanlarında bu kriterle uyan bir tek örnek yoktur. "Arap baharı", doğuya hayır, batıya evet diyor. Buna devrim demek zordur, ayrıca böyle bir gelecek tasavvurunun cazibesi de yoktur.

İSYANLARDA ABD VE İSRAİL'E İTİRAZ YOKTU

İdeolojisiz ve amaçsız kitleler sokakta diktatörlüğe itiraz ettiler ama yerine ne konacağını söylemeye sıra geldiğinde tek ifade edebildikleri serbest seçim oldu. Hatta isyanlar boyunca sokakta ABD ve İsrail'e itiraz yoktu, batılı sömürgeciler sokaktaki öfkeden nasiplerini almadılar. Halbuki başlarındaki diktatörleri uzun yıllardır orada tutan, onları koruyup destekleyen liberal demokrasi dünyasının güçleriydi. Buna rağmen Arap sokaklarında yeni sömürgeciliğin ideolojisi  olarak "demokrasi"nin bu kadar yüceltilmesi aklı karışıklık kadar, ideolojisizlikle de ilgilidir. Batılıların kasdettiği demokrasi, bizim anladığımız gibi milli iradenin özgürce tecelli etmesi demek değildir. Zaten öyle olmadığından, Müslüman bir ülkede demokrasi kurulabilmesi için uzun yıllar geçmesi gerektiğinden, önce demokrasi kültürünün yerleşmesi lazım geldiğinden sözediyorlar. Yani kuş diliyle söyledikleri, Yunan şirk itikadının (paganizm) siyasi ve toplumsal yansıması olarak demokrasiyi uygulayabilmek için o kültürel değişim ve dönüşümün yaşanması gerektiğidir. Bunun adına batılılar "modernleşme" diyorlar. Bizim "batılılaşma" olarak bildiğimiz ve laik cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte tecrübe ettiğimiz yabancılaşma meselesidir bu. Arap sokaklarında batılıların bu dayatmasına hiçbir itiraz yükselmedi.

 

İSYANLAR BATI DÜNYASINI KORKUTACAK HİÇBİR ÖZELLİK TAŞIMIYOR

Humeyni'nin başından beri "ne doğu ne batı" demesi ve İslami birikimimizin batılılardan ödünç  kavram ve siyasi rejim almamızı gerektirmeyecek yenilenme araçlarının bulunduğunu söylemesi çok önemlidir. Çünkü bugünkü  Arap isyanlarında tamamen batıdan devşirilmiş kavramlarla diktatörlere itiraz ediliyor ve neticede gelinen noktaya bakıldığında da yerli olmayan kavramlar ve zihinsel karmaşayla yürütülmeye çalışılan isyan, bırakalım köklü değişim getirmeyi, basit değişiklikleri bile gerçekleştiremiyor. Tunus'ta da, Mısır'da da isyan, eski rejimin hem kurumları hem de kodralarıyla kontrolü tamamen elinde tuttuğu ve eski rejime tam destek vermiş batı dünyasını korkutacak hiçbir gelişmenin yaşanmadığı eşikte duruyor. Mısır'da ordunun yaptığı askeri darbe iktidarı var ve sokakların buna itirazı yok. Hatta Müslüman Kardeşler ordu ile işbirliği içinde batının tamamen kontrolündeki değişim sürecinde yer tutmaya çalışıyor. Bu açıdan bakıldığında Tunus ve Mısır isyanlarının, on yıl önce Washington merkezli yönlendirmeyle gerçekleşen "renkli devrim"e epeyce benzediğini düşünebiliriz.

PROJE Mİ YOKSA KENDİLİĞİNDEN Mİ OLDUĞUNUN HİÇBİR  ÖNEMİ  YOK

Arap sokağının tamamen ABD talimatıyla hareket edip etmemesinin burada hiç önemi yoktur. İsyan süreci ve bugünkü tablo hiçbir şekilde batılı sömürgecilerin çıkarlarına aykırı değildir. Sokaklar, başlarındaki diktatörleri batılı sömürgecilerin o milletlere bela ettiğini bilmiyorlar mı? Biliyorlar ama şu anda yerli diktatörle savaşmanın önemli olduğunu, daha fazla cephe açmamak gerektiğini düşünüyorlar. Bu düşüncenin yolaçtığı zaafiyet nedeniyle batılı sömürgeciler, bir önceki diktatörü alaşağı etmeye razı olup yerine kendi çıkarlarını koruyacakları yeni aktörleri geçirebiliyor. Bu noktada Tunus ve Mısır isyanlarının proje mi, kendiliğinden mi olduğunun önemi yoktur. Çünkü sonuçları itibariyle isyanlar, devrim ölçeğinde değişimi gerçekleştirememişlerdir. Tunus ve Mısır isyanları, bu ülkeleri batı sömürgeciliğinin vesayet sisteminden çıkarmayı başaramadı. Aksine, isyanın başat aktörleri batılı vesayet sisteminde kalmayı ülkenin gelişmesi için gerekli bile görebiliyorlar. Müslüman Kardeşlerin ordu ile işbirliği yapmayı, batılı vesayet sisteminin öne çıkan aktörü olup iktidarı almak için bir fırsat gördüğünü dahi söyleyebiliriz. Halbuki İran'daki devrimde, Humeyni, bütün çağrılara rağmen eski rejimle hiçbir şekilde uzlaşmamıştı, batılı vesayet sistemini kesin bir dille reddetmişti. Bu yüzden de batılıların gazabına uğradı, İran 1979'dan beri ağır yaptırımlar, ambargolar ve boykotlara maruz kaldı, kalıyor. Ama Mısır ve Tunus'ta batı vesayet sistemi, kaynaklarını seferber etmiş, bu ülkelerdeki değişim sürecine katılıyor, katkıda bulunuyor.  

"Arap baharı"nın renkli devrimlerin yeni bir dalgası mı olduğu sorusuna karşı sormamız gereken şudur: 2004'teki turuncu devrime (Ukrayna) bugünden geriye bakıldığında hala heyecanlanan kaldı mı? Sokaklarda insanlar da ölmüştü oysa! Gürcistan'daki gül devrimine heyecanlanan kaldı mı? Sokaklarda insanlar da ölmüştü oysa! Lübnan'daki sedir devrimine bugünden geriye heyecanlanan kaldı mı? Sokaklarda yaralananlar vardı oysa! Neden artık heyecanlanan kalmadı acaba? Turuncu, gül, sedir devrimlerinin kusuru geçmişte kaldıkları ve artık iç yüzlerinin biliniyor olması mı? "Arap baharı"nın ise sokağa çıkmış haklı kalabalıklar dışında tanınıp bilinmiyor olması mı bu hareketliliği meşru yapıyor? 

TUNUS VE MISIR DESTEK VERENLER BAHREYN VE YEMEN'DE KATLİAM YAPTILAR

Her ne kadar batı dünyasında ve doğal olarak da oradan beslenen yazarlar nedeniyle Türkiye'de Arap sokağındaki bütün isyanlar "Arap baharı" potasına atılsa da bu çok yanlıştır. Tunus ve Mısır'daki isyanın batı vesayet sistemi için anlamı ile, Bahreyn ve Yemen'deki isyanın anlamı aynı değildir. Zaten aynı olmadığı için de Amerikalılar başta olmak üzere bütün batı dünyası Tunus ve Mısır'a tam destek verirken Bahreyn sokağının katliamlarla bastırılmasına onay verdiler. Mısır ve Tunus sokağında ihyaya, Bahreyn ve Yemen sokağında ise imhaya destek oldular. Suudi saltanatının tanklarının bütün uluslararası sözleşmeleri ihlal ederek Bahreyn'e girmesine ve orada sokak isyanını katliamla bastırmasına BM dahil hiçbir batılı kurum, kuruluş, ülke ve kişi itiraz etmedi. Amerikalılar Bahreyn'deki ayaklanmanın çıkarlarına aykırı olduğunu açıkça söyledi. Yemen'deki için de benzer değerlendirmeler yaptı. Suud'da ayaklanmayı deneyen Şiilerin acımasızca bastırılması medyada haber bile olamadı.

'ARAP BAHARI' BU DİYARLARA NEDEN UĞRAYAMADI?

Ürdün'deki gösterilerin üzerinde durulmadı. Buna karşılık Suud'da, Katar'da, Kuveyt'te ve diğer benzin istasyonlarında değişim yönünde yaprak kımıldamazken hiçkimse "Arap baharı"nın neden bu diyarlara uğramadığını sormadı bile. Özellikle de "Arap baharı" furyasının yayın organı El-Cezire. Yayın yaptığı Katar'da neden değişim istemediğini soran var mı? Fakat hem Türkiye'de hem de batıda batı vesayet sisteminin hoparlörü olan medya bu önemli farklılıkları belirsizleştirerek Arap sokağındaki isyanı "Arap baharı" ortak başlığı altında ele almayı ve hepsini de batılı anlamda demokrasi arayan isyanlar olarak görmeyi ve göstermeyi tercih etti.  

'ARAP BAHARI'NIN PROJE OLDUĞUNUN EN ÖNEMLİ KANITI 


"Arap baharı"nın bir proje olduğunun en önemli kanıtı, Mısır ve Tunus'ta sokağı destekleyen batı vesayet sisteminin, Suud, Ürdün, Bahreyn ve Yemen'de sokak karşıtı tavrıdır. Türkiye'de de bu çok önemli fark ya cehalet nedeniyle görülemediğinden ya da görüldüğü halde ihanet saikiyle, Bahreyn sokağında el-Halife saltanatıyla birlikte Suud saltanatı ve batı vesayet sistemini de hedef alan isyan bu ayırt edici özelliğiyle anılmamaya özen gösteriliyor. Bahreyn'deki isyanı Şii özelliğiyle, diğerlerini Sünni olarak niteleyen cahiller veya hainler, böylelikle Bahreyn'de batı vesayet sistemine yapılan güçlü itirazı gözlerden kaçırmış olabiliyorlar. Türkiye'de bu zokayı yutan kalabalık bir muhafazakar, dindar, eski İslamcı sağ kesim var. Çoğunluk, Bahreyn'de Şiilerin, Mısır ve Tunus'ta ise Sünnilerin ayaklandığını, bu isyanlara desteğin de bu mezhebi farklılığa göre şekillendiğini sanıyor ve öyle yansıtıyor. Halbuki Arap sokağındaki isyanlar, yerli diktatörlerle birlikte batı vesayet sistemine de itiraz edenler ve etmeyenler olarak ayrılıyor. Mısır ve Tunus'ta batı vesayet sistemi kurtarıcı görüldüğü için oradaki isyan batı dünyasınca destekleniyor, Bahreyn ve Yemen'de batı vesayet sistemi lanetlendiği için batı dünyası buralarda sokağın katliamlarla bastırılmasına destek oluyor, halka ve isyana karşı diktatörlükleri destekliyor. Bu örnekler arasında Libya ise diktatörün gitmemekte direnmesi durumundaki B planını gösteren bir emsaldir. Eğer Tunus ve Mısır örneklerinde de benzeri yaşansaydı Libya'da yaptıkları gibi askeri harekat düzenleyerek batı vesayet sisteminin çıkarlarını güvence altına alacaklardı. Ama oralarda hem sokak, hem de rejimler gönüllü olarak batı vesayet sisteminde kalmayı garanti ettiklerinden Libya'daki gibi askeri harekata gerek kalmadı. 
 

Suriye'deki durumu nasıl görüyorsunuz? Suriye'nin konumu itibarıyle Amerika ve İsrail'in hedefinde olduğunu biliyoruz Suriye'deki olaylara müslümanlar nasıl yaklaşmalı?

Batı vesayet sisteminin ve USrail'in Suriye'de halkın özgürlüğüyle değil, bölgesel stratejik önemi itibariyle bu ülkeyle ilgilendiği besbellidir. Zaten Suriye'de yaşananları başlıklara ayırarak değerlendirmek gerektiğini, mevcut durumu tek başlığa indirerek kestirme sonuçlar çıkaran muhafazakar, dindar ve eski İslamcı sağ çevrelerin büyük hata yaptıklarını bunun için tekrarlıyoruz. Sokaktaki kanı görünce kanları donan, akılları duran, hissiyatları karmaşıklaşan ve bu ruh haliyle de Suriye'yi USrail'e teslim edecek de olsa bütün çözümlere gözünü kırpmadan destek veren, vermemekle kalmayan, bu emelin gerçekleşmesi için sokaklara dökülen bu çevreler tam da batı vesayet sisteminin istediği tepkileri veriyor. Halbuki USrail'in 2005'te eski başbakan Refik Hariri'nin İsrail tarafından öldürülmesinden sonra Lübnan'da Sedir devrimi yaptırıp Suriye'yi Lübnan'dan çıkmaya zorladığından beri Suriye'nin bölgesel stratejik savunma sisteminden çıkarılması için uğraştığını iyi biliyorlar. 2005'te Suudi saltanatı tarafından destelenip finanse edilen ve başına da öldürülen Hariri'nin oğlu Saad'ın geçirildiği Sedir devrimi Suriye'ye taşırılamadığında 2006'da İsrail Lübnan'a saldırtıldı. Amaç Hizbullah'ı askeri olarak çökertmek ve siyasi olarak da Lübnan denkleminden çıkartmaktı. Fakat saldırı planlandığı gibi  sonuç vermedi ve Hizbullah İsrail'i ağır bir yenilgiye uğrattı. Hizbullah'ın zaferi, Suriye-İran stratejik ittifakını güçlendirmekle kalmadı, Filistin'de de Hamas'ın siyasi konumuna ve İslami Cihad'ın askeri anlamına güç kattı. Bu gelişme üzerine el-Fetih, seçilmiş Hamas iktidarına karşı 2007'de darbeye kışkırtıldı. Bu girişimin akamete uğraması ve Fetih'in batı vesayet sisteminin büyük desteğiyle Batı Şeria'ya çekilmesi üzerine bu kez İsrail, yine Suudilerin teşviki ve finans desteğiyle 2009'da Gazze'ye saldırdı. 
 

İRAN-SURİYE-HAMAS-HİZBULLAH HATTINI KIRMAYI DAHA ÖNCE DE DENEDİLER 


Bütün bu denemelerin İran-Suriye-Hamas-Hizbullah stratejik savunma hattını kırmaya yönelik olduğu bellidir. Batı vesayeti, USrail, Suudi saltanatı, Katar ve Hariri'nin bahsi geçen stratejik direniş zincirinden halka koparmak için ardı arkası kesilmeyen hamleler yaptıklarını görüyoruz. 2006 Temmuz savaşında İsrail'in ağır bir yenilgiye uğraması üzerine, selefi/vahhabi Fethul-İslam'ın, bir yıl sonra 2007'de tasfiye edilmeseydi, Hizbullah'ın üzerine sürülüp Lübnan'da iç savaş çıkartılmakta kullanılacağına dair sayısız işaret var. Nitekim Fethul-İslam Lübnan ordusu tarafından tasfiye edildikten kısa bir süre sonra bu kez Hariri taraftaları Trablus başta olmak üzere kuzey Lübnan'da sokak terörü estirmeye başladı. Şiileri taciz etmeye, sokaklarda sözde kontrol noktaları oluşturup özellikle Şii ailelere saldırmaya başladı. Beyrut'a kadar gelen bu saldırganlık, Hizbullah'a sempati duyan üniversite öğrencisi gençlerin düzenlediği gösteriler ve saldırganları püskürtmesi üzerine ters tepen bir komploya dönüştü. Hatta Saad Hariri hiç beklemediği bu gelişme üzerine evine saklandı, günlerce evinden dışarı çıkamadı. Hizbullah'ın müdahalesi ve gençlere gösterilere son vermeleri çağrısında bulunması üzerine olaylar yatıştı. 2007'deki bu iç savaş denemesiyle Lübnan'ı stratejik direniş zincirinden çıkarma planı da boşa çıkmış oldu. Bütün bunların Amerikan eski dışişleri bakanı Rice'ın "yeni ortadoğu" planı çerçevesinde gerçekleştiğini unutmayalım. Lübnan'da bunlar olurken Filistin'de de direniş zincirinin diğer bir halkası olan Hamas'a, el-Fetih tarafından düzenlenen darbe girişimi yaşanıyordu. Bu başarılamadığında ve Ocak 2009'da İsrail'in Gazze'ye saldırısı püskürtüldüğünde Ağustos 2009'da Gazze'de İbn Teymiye camiinde örgütlenmiş selefilerin Hamas'a karşı iç savaş çıkartma planı devreye girdi. Tıpkı Lübnan'da Hizbullah'a karşı yapıldığı gibi, Gazze'de de Hamas'a karşı iç karışıklıkla Hamas'ı zaafa uğratma planıydı bu. Bu da sonuçsuz kaldı. Bölgesel mukavemet zincirini kırmak için ardı arkası kesilmeyen planların binbir yol ve yöntem deneyerek yoluna devam ettiğini söyleyebiliriz. 

HATTI KIRMAK İÇİN YENİ BİR KAMPANYA 
 
Suriye'de halkın haklı taleplerini kendisine siper ve sütre edinmiş yeni bir denemenin bu kez "Arap baharı" isimli halkla ilişkiler kampanyasının içine sokularak yürürlüğe konduğunu kimse inkar edemez. Bu gerçek, tabii ki Suriye'de tek parti rejiminin zulümlerinin üzerini örtemez. Fakat, tek parti rejiminin zulmü de Suriye'ye karşı bölgesel stratejik direniş zincirini kırma operasyonu yürütüldüğü gerçeğinin üzerine örtemez. Suriye üzerine değerlendirme farklılığı olmasının temel sebebi de budur. Batı vesayet sisteminin ve onun ajanları Suudi saltanatı, Hariri, Katar ve Ürdün'ün tek ilgilendiği, Suriye'nin İran-Hamas-Hizbullah ittifakından çıkıp batı vesayet sistemine girmesidir.  
 

ESAD REJİMİ İTTİFAKTAN ÇEKİLİRSE HERKES SUSACAK, TÜRKİYE'DEKİLER DE EVLERİNE DÖNECEK 


Bugünkü Suriye yönetimi, tek parti rejimini değiştirmeden batı vesayet sisteminin bu talebini yerine getirdiği gün Suriye uluslararası gündemden düşecektir. Hatta Baas rejimi sokaklarda katliam yapmaya devam etse bile batı vesayet sistemi Suriye yönetimine, Bahreyn ve Yemen'de yaptığı gibi destek verecek ve sokakta yaşananları görmezden gelecektir. Türkiye'de ne yazık ki eski İslamcı sağ güçler bu temel ve çarpıcı gerçeği görmeye direniyorlar. Bu gerçeğe göre Suriye değerlendirmesi yapmak yerine, batı medyası ve Cezire'nin propagandasındaki dili kullanarak Suriye'ye karşı kara(nlık) cihad bayrağı açıyorlar! Tekrar söyleyelim, eğer Suriye yönetimi bugün batı vesayet sistemine girmeyi ve İran'la ittifaktan çıkmayı kabul etse Türkiye'deki sağ güçler sessiz sedasız evlerine dönecekler, Suriye'yi de, uğruna bütün gerçekleri gözardı ettikleri sokaktaki kanı da unutacaklardır.  
 

Suriye üzerinden yürütülen İran-Hizbullah düşmanlığı  hakkında ne düşünüyorsunuz? Neden Suriye'de katliam olurken oklar Esad'tan çok Nasrallah'a çevriliyor?

Suudilerin propagandasına uyan kesimlerin Suriye olaylarıyla ilgili olarak birinci derecede İran'ı ve Hizbullah'ı suçlaması yine batı vesayet sisteminin "yeni ortadoğu" hesabı içinde anlamlıdır. Suudi saltanatı Bahreyn'e girip el-Halife saltanatıyla birlikte sokaklarda katliam yaparak isyanı bastırdığı halde Suudilere karşı tek kelime etmemiş bu çevreler, Hizbullah lideri Nasrallah Suriye'de halk için de, ülke için de endişe duyduklarını ve reformların bir an evvel başlamasını arzu ettiklerini söylemesine rağmen Hizbullah'a saldırıyor.  
 

HUDEYBİYE ANLAŞMASINI YAPAN RESULULLAH'TAN DA NEFRET EDİYORLAR MI? 

 Yahut Suriye ile olan bölgesel savunma ittifakı nedeniyle Suriye'nin iç işlerine karışmayan İran'ı suçlayabiliyorlar. Bu suçlamaları yaparken galiz bir dil kullanmayı da ihmal etmeyen bu çevreler, Hudeybiye anlaşması sırasında, kendisine sığınmış Mekkeli Müslümanların durumu hakkında bırakın sessiz kalmayı (İran'ın Suriye'de yaşananlara sessiz kalması!), bu Müslümanları müşriklere kendi elleriyle teslim eden Rasulullah'tan da nefret ediyorlar mı?! İslam'ın, ilkelere bağlılığı bu kadar acı veren durumlarda bile terketmemesini anlayamamış ve ne yaptığını, ne dediğini bilmeyen cahillerin ne İran'a, ne de bir başkasına ithamda bulunmaya hakkı yoktur. Suudi ve USrail propagandasına bu kadar kolay teslim olunabilmesinin sebebi de zaten bu cehalettir. Oysa amaç bellidir, Suriye'de yaşananlardan Hizbullah ve İran'ın sorumlu tutulması direniş zincirinin bu iki gücünü zaafa uğratmak içindir ve Türkiye'deki eski İslamcı sağ güçler de bilerek veya bilmeyerek bu operasyonun aktif sokak gücü haline gelmiştir. 
 

BAŞBAKAN BASİRETLİ DAVRANMAZSA BÖLGE CEHENNEME DÖNEBİLİR 
Suriye için sokağa dökülen kalabalıklar, baasın katliamı için mi, batı sömürgeciliğinin bölgesel hesabı için mi seferber olduğunu bilmiyor. Bu yüzden NATO'nun laik Ergenekon'unun yerini şimdilerde "İslami" Ergenekon'un aldığını açıkça söylüyorum. 1998'te laik Ergenekon'un PKK'yı bahane ederek ama aslında İsrail'i korumak için çıkartmaya çalıştığı Türkiye-Suriye savaşı, 2011'de bu kez "İslami" Ergenekon'la baasın katliamı bahane edilerek başarılmak üzeredir. Eğer Başbakan Erdoğan basiretli davranmaz ve aslında kendisini ve iktidarını da hedef alan bu karanlık plana karşı koymazsa bütün bölgeyi cehenneme çevirecek savaş patlak verebilir.
 

Erdoğan'a nufüz eden Ergenekon yapılanması gibi bir yapılanma olduğunu söylüyorsunuz yani?

TÜRKİYE YA DİRENİŞİN YA DA SÖMÜRGECİLERİN YANINDA YER ALACAK

Açıkça gördüğümüz odur ki "İslami Ergenekon" veya "yeni ergenekon" Erdoğan'ı ve AK Parti'yi kuşatmaya ve ona nüfuz etmeye çalışıyor. Buna mutlaka mani olmalıyız. Erdoğan'a tavsiyemiz, iç dinamiklerin gücü ve enerjisine güvenip küresel vesayete meydan okuması ve batı vesayet sisteminin bölgemizi işgal etmesinin önüne geçmesidir. Erdoğan eğer batı sömürgeciliğinin yanında yeralıp küresel vesayet sistemine dönerse yabancı güçler, bu kararıyla oluşacak büyük zaafı onu alaşağı etmek için kullanacaklardır. Batı vesayet sisteminin Erdoğan'ın 2009'dan bu yana ortaya koyduğu tutumdan hiç hoşlanmadığını 2011 seçimlerine giderken yapılan açıklamalar, takınılan tavırlar ve artan tepkilerden anlayabiliyoruz. Ayrıca Türkiye böylesine ciddi ve vahim bölgesel gerilimde tarafsız kalamaz. Ya batı sömürgeciliğinin, ya da direnişin yanında olmak zorundadır.  

Bu yapılanma tarafından size karşı da bir tepki olduğunu söylüyorsunuz neden yapıyorlar bunu?

"İslami Ergenekon"un aleyhimizdeki tezviratı, sorular sorulmasını ve NATO'nun emellerine alet olmaktan kuşku duyulmasını önlemek içindir. Bazı çevrelerin Washington'un belletmesiyle tahsil ettikleri facebook organizasyonuna gönderdiğimiz ikaz mesajlarını bir saniye bile tutmadan silmeleri hakikatin öğrenilmesinden çekindikleri için olsa gerektir. Bu korku niye? NATO'ya asker olmak yerine sivil toplum iradesiyle katliamı durdurmak için bölgesel güçlerle temas etmelerini önermiştik oysa. İslami bir öneriye bile tahammülsüzler. Hani Müslümanlar meselelerini kendileri çözerdi?! (Hucurat 10)  Suriye konusunda NATO'nun "İslami" Ergenekon'u olup Suriye sınırına yığılmak yerine çok önceden güçlü bir toplumsal barış inisyatifi oluşturulabilirdi.

SURİYE'YE BASKI YAPILMALIYDI

Türkiye, İran, Hamas, Hizbullah'ın sivil toplumları ortak iradeyle Suriye'ye baskı yapmalıydı. Resmi merkezler Suriye'ye sınırlı baskı yapabilir, ama sivil toplumlar özgürdür, sonuna kadar gidebilirlerdi. Bu niye yapılmadı? Hiç denenmemiş bir yoldan bahsediyoruz. Bu yolda ne bir irade, ne bir örgütlenme bile olmaması yeterince yazık, ama fazlasıyla şüphe uyandırıcı değil midir? Gerçek şu ki, Suriye sınırına koşanlar, "İslami" Ergenekon'un Hagana ve İrgunları gibi hareket ediyorlar, bu örgütlenmelerin temeli atılıyor bu eylemlerle. Suriye sınırına yığılmaya gönüllü olanlar yeni Ergenekon'un sokak gücü olarak kullanıldığını görmeli ve bu karanlık odaktan uzaklaşmalıdır.  

Suriye'deki ayaklanmalarda Esad rejiminin devrilmesinin doğru olmadığını düşünenlere 'Neden bu katliamları yapanı destekliyorsunuz?' diyorlar. Bu konu hakkındaki görüşünüz nedir?  

Türkiye'deki dindar ve eski İslamcı  sağ güçlerin çözemediği mesele şudur: Suriye'deki isyan sonrasında sokakta kan verenler değil, Amerika'da mukim ve ABD işgalini davet eden "muhalif"ler gelip iktidar olacaklardır. Öyleyse cevap vermeliler: Bunların iktidarını mı destekliyorsunuz?

AMERİKA'YI İSTEYEN MUHALİFLERİ Mİ DESTEKLEYELİM? 
 
Siz bu gaflet ve dalaleti gönül rahatlığıyla savunuyorsuuz diye biz niye savunalım? Sokaktaki kana içimizin yanması, ABD işgaline bel bağlamış bu "muhalif"lerin siyasi rejimine rıza göstermemizi neden gerektirsin? Eğer bu hainleri desteklemiyorlarsa neyi destekliyorlar? Yere göğe sığdıramadıkları "muhalifler" Antalya'ya gelip seslerini dünyaya duyurdular ve orada laik rejim istediler, ABD'yi ve diğer batılı işgalcileri tek kelime ile üzmediler. Bunları niye destekleyelim?  
 
 

BU MUHALİFLERİ DESTEKLEMİYORSANIZ KİMİ DESTEKLİYORSUNUZ? 

Neden sokaktaki masuma üzülmek ile, onların kanını meşruiyet aracı yaparak Suriye'yi batıya peşkeş çekecek siyaset esnafını birbirinden ayıramıyorsunuz? Sokaktaki kanı bahane ederek ortalığı ayağa kaldırıyorsunuz ama ne demek istediğinizi hiç anlamıyoruz? Ne söylüyorsunuz? "Kan dökülüyor, batılı işgalci güçler ne duruyorsunuz, gelin işgal edin" mi diyorsunuz? Bunu demiyorsanız ne diyorsunuz? Böyle diyen muhalifleri destekliyor olmanız bu anlama gelmiyor mu? Bu hainleri desteklemiyorsanız kimi destekliyorsunuz? Kafanız karmakarışık ama sokağa destek adı altında batılı işgalcilerin kampanyasına tam gaz katılmakta da sakınca görmüyorsunuz. BM güvenlik konseyinin Suriye için acil toplanmasını isteyen "şeytan ayetleri" kitabının yazarı Selman Rüşdi gibi birinin "İslami isyan"da işi ne? İsyancıların ve onların sözcülerinin Esed kadar ona da itiraz etmesi gerekmez mi, Türkiye'deki destekçilerin buna neden bir çift lafı yok? Sokakta dökülen kan eğer Suriye'nin batı hegemonyası tarafından işgali içinse o kan sokakları kirletmekten başka işe yaramaz! Kan dökülmesi tek başına ne meşruiyetin, ne haklılığın göstergesidir. Böyle olmasaydı, Rasulullah Hayber günü hayatını kaybedenler arasında şehit olarak anılan sahabenin aslında şehit olmadığını, çaldığı aba yüzünden cehennemde olduğunu söyler miydi? İslam ilke dinidir ve ilkeye uymayan kişi ya da olay, ne kadar çarpıcı ve etkileyici olursa olsun bâtıldır. O nedenle diyoruz ki, sokakta kanı dökülen Müslümanlar için üzülmemiz, ilkeleri iptal etmemize yolaçıyorsa bâtıl bir yoldayız demektir. 
 

USrAİL, SUUDİ, HARİRİ VE SÖZDE MUHALİFLERE HOPARLÖR OLMAK HARAMDIR


Sokaktaki kanı, Suriye'yi batı vesayet sistemine dahil etmek için kullanan USrail, Suudi, Hariri ve Suriyeli sözde muhalif siyasetçilerin sözüne hoparlör olmak haramdır, bâtıldır. Suriye'de eğer sokakta öldürülen insanların hukukunu savunacaksak bunu sadece baas rejimine karşı çıkarak değil, onunla birlikte batı vesayet sistemine ve sömürgeciliğin ajanlığını üstlenen sözde muhaliflere de meydan okuyarak yapmak gerekir. Öyleyse Suriyeli muhalifler olarak takdim edilenler arasında, baas rejimiyle birlikte batı vesayet sistemine ve sömürgeciliğe de karşı çıkan isimleri ayırmak gerekir, bu isimlerin ABD işgalini çağıran hainlerden ayrılması hayati derecede önemlidir. Eğer Suriye'nin işgal edilerek iktidarın kendilerine verilmesini bekleyen hainlerin arasında duruyorlarsa, oradan çıkmaları için çağrıda bulunulmalıdır. Bunu yapmıyorlarsa onlardan vazgeçilmelidir! Bütün bu söylediklerimizin neden söylenmediğini ve yapılmadığını bize açıklayacak hak ve adaletten yana bir tek kişi kalmadı mı?

BİZİM FARKIMIZ DURUMUN KODLARINI GÖRÜYOR OLMAMIZ

Akıntıya kapılmış muhafazakar, dindar ve eski İslamcı sağ kesimlerden farkımız, bütün bu meseleleri, çelişkileri ve sorunları görüyor olmamızdır. Bizim farkımız batı vesayet sisteminin propagandasına kapılmıyor olmamızdır. "İslami" Ergenekon olmaya zihnen de, bedenen de direnmemizdir. Bizim farkımız, ana akım kalabalıklar "Arap baharı" melodisiyle büyülendiğinde, merhum Şeriati'nin harikulade tasvirindeki gibi Medine'mizin etrafına kazdığımız Hendek sayesinde durumun kodlarını görmüş olmamızdır. Medine'sinin etrafındaki Hendek dolmuş, yeni hafriyata mecali kalmamış muhafazakar sağcılık, özgürlük mücadelesinden de anlamaz, devrimden de.  

'BAAS'A DESTEK' İTHAMLARI BOŞ VE KOF 


Suriye mevzuunda "baasa destek" gibi boş ve kof ithamlardan korkmaksızın muhafazakar sağ kesimlerin oluşturduğu ana akım kalabalıkların aksine yorum yapabilmemizi temiz sicilimize borçluyuz. 30 senedir baas rejimine de, Suudi rejimine de, Arap diktatörlere de itiraz ediyoruz. Bugünün kimi Suriye karşıtları bir zamanlar meczupca Esedçilik yapıyorken biz Suriye'de reformu, bölgesel stratejik savunma için vazgeçilmez koşul gördüğümüzü yazıyorduk. Yani bugün olduğu gibi, dün de Suriye'ye bölgesel stratejik savunma açısından bakıyor, Baas rejimini asla tasvip etmiyorduk. 2009'da Şam'ın reform karşıtı tutumunu en büyük zaaf görmüşüz, ama meczuplar o zaman eften püften tenkitlere yer vermekle birlikte Esed'i yere göğe sığdıramıyordu. Aynı meczup takım, muhafazakar sağ, şimdi NATO'nun saha kuvveti olarak bütün güçlerini Suriye sınırına yığıyor. Sorulardan kaçması bundandır. Reform için bastırılması gereken zamanda susan, ama AB(D) bastırınca feryadı basan meczub üsluba itibar edemeyiz. Suç işleyen bu suçluluğu bastırmak için çığlık kıyamet ortalığı velveleye verir ki geçmişte işlediği kusur unutulsun, görülmesin.  
 

YENİŞAFAK'TAKİ MECZUP YAZAR 


Mesela Yeni Şafak'taki meczup yazar, öyle anlaşılıyor ki, Soros'un "ihraç ürünü" dediği ve bölgesel müdahalelerde kullanılmasını tavsiye ettiği TSK, batı hegemonyası namına Suriye'ye girdiğinde yağları eriyecek, çünkü geçmişte yaptığı Esedçiliği ancak bu boyutta bir vehamete yolaçmakla unutturabilir! Meczubun taraftarlığından da, düşmanlığından da hayır gelmez. Esed'i tepelerinde gezdiren meczuplar şimdi sorduğumuz sorular ve yaptığımız analizler nedeniyle bizi baasçılıkla itham ederek itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Nafile çabadır, laik Ergenekon'a nasıl teslim olmadıysak, İslami Ergenekon'a da teslim olmayacağız! Suriye meselesinde hayati sorular soruyoruz, ama karşımıza baas tarihini çıkarıp katliam haberleri veriyorlar. Bunu yapanlar meczup mu, müteahhit mi?! 

SURİYE HALKIYLA DAYANIŞMA GÖSTERİLERİ BATI HEGEMONYASINA KARŞI TEK KELİME ETMEDİ

Suriye halkıyla dayanışma gösterilerinden, Suriye'nin Baasla değil, muhaliflerle batı hegemonyasına karşı daha iyi savunulacağını haykırmalarını bekledik. Ama bu yönde tek kelime bile duymadık. Suriye rejimine ateş püsküren haklılıktan, ABD işgaliyle değişim istenmediğini ve batı hegemonyasına direnileceğini kayda geçmesini bekledik. Ama bu yönde bir tek harf bile işitmedik. Suriye'yi baastan temizlemenin ülkeyi batı hegemonyasına peşkeş çekmek olmayacağını söylemelerini beklemekle imkansızı mı istiyoruz? Suriye rejiminin cinayetlerini söylemekle yetinmemelerini, muhaliflerin batı hegemonyasına karşı en iyi seçenek olduğunu söyleyip bizi rahatlatmalarını beklemekle imkansızı mı istiyoruz?  
 

BAAS'IN CİNAYET İŞLEDİĞİNİ BİLİYORUZ PEKİ YA SONRASI? 


Suriye'de baasın cinayet işlediğini bilmeyen yok, ama asıl bilinmeyen, baastan sonrası için gelecek tasavvurunun ne olduğudur. Neden bunun üzerine güven duyulacak iki çift laf yok? Sürekli baasın cinayetlerini tekrarlayanlar belli ki ikna etmeye çalışıyor! Muhaliflerin Suriye tasavvuru konusunda ikna etseler ya biraz da! Muhafazakar sağımız, "batı hegemonisine laf edemiyoruz, ama siz gözlerimize bakın anlarsınız" edasıyla salınıyor oraya buraya. Suçlamayı bildikleri halde neden batı hegemonisine iki satırlık sitem etmediklerine zihin takılıyor haliyle.

MUHALİFLER BATIYA DİRENİŞE TALİP OLSUN, BAAS'A CİHAT İLAN EDELİM ! 
 
"Muhalif güçler" ABD işgalini çağırmak yerine batı hegemonyasına karşı direnişe talip olsun baasa cihat ilan edelim! Fakat baasa karşı olsa bile batı vesayet sisteminde yeralacağını baştan ilan etmiş bir harekete katılıp USrail'in askeri neden olalım? Suriye'ye karşı USrail'in sancağı altında kara(nlık) cihada kalkışmış sağ güçlere soruyoruz: Allah korusun içinizdeki "ordu göreve" pankartını elinden düşürmeyen meczupların emeli gerçek olur da Türkiye-Suriye savaşı çıkarsa ve bu koşullarda eğer Suriye-Türkiye sınırı laik Kürt ulusçuluğunun AK Parti iktidarına açacağı savaşla belirsizleştirilirse kara(nlık) cihad kampanyanız ne yapacak? Muhafazakar sağ güçler, hazır sahaya inmişken Cisre'l-Şuğur niyetine PKK güçlerine karşı Suriye sınırında mı cihada duracaklar saf saf? 
 
ŞAM'A KARŞI DEĞİL DE ERDOĞAN'A KARŞI AYAKLANMA BAŞLARSA? 
 
Şam'a karşı ayaklananların muadilleri, burada Erdoğan'a karşı ayaklanırsa Şam kampanyasının gönüllüler ordusu (besiç?!) kime karşı duracak? Suriye işinde Baas'a karşı, Türkiye işinde AK Parti'nin yanında mı olunacak? Bu şizofreninin ideolojisi nedir? 
 
 

Bahsettiğiniz 'İslami Ergenekon' yapılanması Batı yanlısı  yeni rejimlerden rahatsız olmaz mı?

"İslami" Ergenekon'un sağ güçleri, Suriyeli "muhalifler"in ABD veya USrail ya da batı vesayet sistemiyle işbirliği yapıp baas rejimini devirmesinde sorun olmadığını içten içe düşünüyor görünüyor. Bunu dürüstçe açığa vurmasalar da böyle bir fikri Irak örneğiyle temellendirdiklerine dair işaretler var. Onlara göre Irak'ta Şiiler batılılarla işbirliği yapıp iktidarı ele geçirdilerse Suriye'de benzer biçimde baastan kurtulup iktidarı ele geçirmekte ne sakınca olabilir?!  
 
IRAKLI ŞİİLER İLE SURİYELİ MUHALİFLER MUKAYESE EDİLEMEZ 
 
Her şeyden önce bu mukayese yanlış ve bâtıldır. Çünkü Iraklı Şiiler, Saddam iktidara geldiğinden beri hem ona, hem onun batı vesayet sistemindeki tüm destekçilerine isyan etti. Saddam 1979'daki iktidarıyla başlayıp 80'ler boyunca devam eden ve en son 1991'de Şiilere kitlesel katliam uygularken batılı destekçileri sürekli onun yanındaydı. Çünkü Şiiler hiçbir zaman Saddam'ın batılı destekçileriyle işbirliği içinde Saddam'a isyan etmedi, batı vesayet sistemi hiçbir zaman Şiilere nüfuz edemedi. O yüzden batılı sömürgeciler Saddam'ın katliamlarına ses çıkarmadılar, hatta destek verdiler. Saddam ve batılı destekçilerinin, yani bu iki katilin 2003'teki kavgasına Şiilerin karışmaması Iraklı Şiilerin sicilini lekelemez. Iraklı Şiilerin işgalle işbirliği içinde Saddam'ı devirdiğini düşünen zihin çarpılması, ancak zihin talanıyla mümkündür, batı vesayet sisteminin talanıyla. Talan edilmiş zihinler bu yüzden Suriyeli "muhalifler"in batı ile işbirliği içinde baası devirmesine olumlu bakabiliyor, hatta en çarpık ve sapkın mukayeseyle onu Iraklı Şiilerin durumuyla kıyaslıyor. 
 

Suriye'nin batı  yanlısı bir rejime dönüşmesi Türkiye için ne ifade eder? Akparti'nin işine gelen bu mudur?

AK Parti iktidarı İsrail, Filistin ve Lübnan meselesinde bölgesel sükseyi Suriye sayesinde yaptı. Suriye Türkiye'nin arkasından çekildiği gün, Ankara yeniden AB bekleme odasında içi geçmiş, nefesi tükenmiş ihtiyara dönüşecektir. Türkiye'yi gençleştiren, Suriye başta olmak üzere doğulara doğru koşmaya başlamasıydı. Ergenekon'la mücadelenin AB(D) vesayetinde olabildiği aldatmasından başını kaldırabilen, doğulara açılmanın gücüyle neler yapıldığını görür. Bunların görülmesini engellemeye çalışan, AB(D)'nin beşinci kol faaliyetidir. Suriye olayında iktidarın seçeneği nedir? Yeniden İsrail'in güvenliğine güvence olma, AB bekleme odasında köhnemeye dönme ve ABD'nin kanat ülkesi seviyesine gerileme midir? Ankara'nın İsrail-ABD-AB seçeneğine dönmesi "eski Türkiye"ye dönmek demektir. Eski Türkiye ile değişim nasıl mümkün olabilir? Erdoğan, 2009'a kadar siyaseten doğruyla geldi. İlk kez ilkesel ve ahlaki olana meyletmişken tekrar eskiye dönmesi affedilmez hata olur. Çünkü Suriye AB(D) tarafından ele geçirilirse ne olacağı bellidir: Hamas Hizbullah, İran ve Irak, işgal edilmiş Suriye'nin karşı cephesi olacaktır. Bu durumda Hamas ve İslami Cihad ya Irak'a, ya da Lübnan'a yerleşir. USrail'in Suriye'si ise asla Türkiye'ye hayır getirmez. 

Röportaj: İslamiGündem / Cihad Kayaduman