Kafkas İslam Ordusu'nun faydaları

Kafkas İslam Ordusu'nun faydaları
Son yıllarda Çanakkale Harbi'yle ilgili onlarca yeni kitap çıktı. Peki, Bakü'nün fethiyle ilgili bir tek kitap çıktı mı?

Çanakkale Harbi bir kahramanlık, fedakarlık ve adanmışlık destanıdır. Buna hiç şüphe yok. Ama şuna da hiç şüphe yok: Çanakkale destanıyla yol alamayız. Çünkü Çanakkale destanı bize sadece hattı müdafaayı telkin eder. Halbuki bize sathı müdafaa bile yetmez. Satıh, el'an, Edirne'den Kars'a kadardır. Edirne'den Kars'a kadar olan vatan topraklarını korumaktan ibaret bir dava bize yakışmaz.

Biz ki, İla-yı Kelimetullah için Nizam-ı Alem diyerek yola çıkmışız. Biz ki, dünya mazlumlarının hamiliğine soyunmuşuz. Biz ki, Açe'den Hollanda'ya kadar nerede bir mazlum varsa, Allah rızası için onun yardımına koşmayı vazife bellemişiz. Anadolu bizim için bir sıçrama tahtası olmuş. Buradan Avrupa'ya, Asya'ya, Afrika'ya sıçramışız. Buradan üç kıtaya muhabbet, adalet ve medeniyet ihraç etmişiz. Anadolu bizim için Ümmet-i Muhammed'e genel olarak insanlığa hizmetleri nisbetinde anlam taşımış. Şimdi bizden Çanakkale Zaferi'yle, Maraş ve Antep direnişleriyle, Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Savaşı'yla 'idare etmemiz' isteniyor; son vatan parçasını bir şekilde kurtarmış olmakla yetinmemiz isteniyor; ufkumuzu daraltmamız isteniyor. 85 yıldır bunu istiyorlar bizden. 85 yıldır "Şanlı mazinizi unutun, üç kıtada şerefle at koşturduğunuz ve dünyaya ışık saçtığınız günleri unutun; canınızı zor kurtarmış olmakla övünüp durun" diyorlar bize. Canımızı kurtarmış olmakla övünmek bize yakışır mı? "Kurtuluş" kültü bize yakışır mı?

Anadolu'yu kurtardık da ne oldu? Ümmet-i Muhammed'e ve genel olarak insanlığa bir faydası oldu mu, oluyor mu kurtardığımız Anadolu'nun? Anadolu'yu derleyip toparlayıp yeni seferlere (maddi ve manevi) hazır hale getirmek için gayret sarf ettik mi, ediyor muyuz, edecek miyiz? Mesele budur. Mesele, uzak ufuklara açılıp açılmayacağımızdır. Açılmayacaksak, Polonyalılar veya Slovaklar gibi kendi halimizde yaşamayı idealleştireceksek, yaşamamızın ne anlamı var? "Kurtuluş"umuzun ne anlamı var?

Ye, iç, otur aşağı!... Yakında kişi başına düşen milli gelir 10 bin doları bulacak, bunu düşün, kendi refahını düşün, başka bir şey düşünme!...

Olur mu kardeşim? Bize yakışır mı? Biz ki, bir kazadan sağ salim kurtulduğumuz zaman "verilmiş sadakamız varmış" deriz, yani kendimizi ancak başkalarına yardım ederek kurtarabileceğimize inanırız; Anadolu'da mutlu ve müreffeh yaşamakla nasıl yetiniriz?

Velev ki Anadolu'yu korumaktan başka derdimiz olmasın... Yine de uzak ufuklara açılmamız gerekmez mi? Gerekmeseydi, Osmanoğulları Söğüt'ten Kosova'ya, Viyana kapılarına kadar uzanırlar mıydı?

Küçülmemek, tükenmemek için büyümeye mecburuz. Eski usullerle değil, ama komşularımızla birleşerek büyümeye mecburuz. Can ve mal güvenliğinden başka derdi olmayanlar can ve mal güvenlikleri için, evrensel davaları olanlar da evrensel davaları için emperyalist manevralara kapalı uçsuz bucaksız bir İslam ülkesi için mücadele etmeli.

Böyle bir mücadeleye girebilmek için önce Çanakkale ve dahî İstiklal Harbi'ni idealize etmekten vazgeçmemiz lazım. Bunlar nihayet savunma savaşlarıdır. Savunma savaşlarıyla bu kadar övünen bir toplum içine kapanır, küçük düşünür, mevcudu korumayı dünyanın en önemli işi sanır (bu arada mevcudun nasıl çürüdüğünü gözden kaçırır), bayrağı uzak ufuklara taşımak yerine evine asar, zımnen 'ben evime kadar geri çekildim' der, dünya sahnesinde esaslı bir rol oynayamaz.

Keşke Çanakkale müdafaası değil de Bakü'nün fethi idealize edilmiş olsaydı. Düşünün: 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi'nden birbuçuk ay önce Osmanlı'nın Kafkas İslam Ordusu Rusları, İngilizleri ve onlarla beraber hareket eden Ermeni çetelerini hallaç pamuğu gibi atarak Bakü'yü fethetti; Mondros'tan 17 gün önce de Dağıstan'ı kurtardı. Osmanlı'nın son nefesiyle yazdığı bu muazzam destanlara, kazandığı bu muhteşem zaferlere Çanakkale veya İstiklal Harbi kadar vurgu yapılsaydı, okullarda bu zaferler aşk ve şevk ile okutulsaydı, her yıldönümünde bu zaferler coşkuyla kutlansaydı, gazeteler bu zaferleri yazsaydı / televizyonlar bu zaferleri gösterseydi, Türkiye'de bugün bambaşka bir atmosfer olurdu: Toplumu ve devleti büyük düşünmeye sevk eden, mevcudu korumayı değil çoğaltmayı telkin eden, insanlara daha 'dinamik', daha 'etkin', daha 'faydalı' bir özgüven aşılayan, mazlum halklarla dayanışma gibi asil duyguları kabartan bir atmosfer.

Geç olsun, güç olmasın: Önümüzdeki eylül ve ekim aylarında Kafkas İslam Ordusu zaferlerinin 90. yıldönümlerini idrak edeceğiz. Görkemli bir kutlamaya ne dersiniz?

yenişafak

Bu yazı toplam 1121 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar